25 Nisan 1915… Çanakkale Savaşı’nda en uzun gün |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
18 Mart’taki Çanakkale Boğazı’nı geçme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanan müttefikler, denizdeki mayınların temizlenmesinin ancak boğazın her iki yanındaki topçu bataryalarının susturulması ile mümkün olabileceğini kavramışlardı. Müttefik donanması, ancak Türk topçusu sustuktan sonra Marmara’ya ulaşabilirdi. Donanma bu işi tek başına yapamadığına göre, kara harekatı artık kaçınılmaz olmuştu. Uzun uzadıya planlar yapılırken, bir yandan da Mısır’a asker yığılmaya başlandı.
Ve tarih geldi çattı… 25 Nisan 1915’te uygulamaya koyduğu çıkarma planı, donanma ile kara kuvvetleri arasındaki koordinasyonun tam sağlanamamasından kaynaklanan bir dizi kopukluğun yol açtığı karmaşa içinde başladı.
Çıkarma için belirlenen S, V, W, X ve Y kumsallarına 29. Tümen ve İngiliz Kraliyet Tümeni’ne bağlı birlikler çıkacaktı. Hamilton’un kurmayları, çıkarmanın yapılacağı Morto Koyu’ndaki Hisarlık burnu kıyılarına S Kumsalı, Ertuğrul Koyu ve Seddülbahir iskelelerinin bulunduğu kesime V Kumsalı, Tekke Koyu’na W Kumsalı, İkiz Koyu’na X Kumsalı, Zığındere ağzı kuzeyindeki Sarıtepe yöresine Y Kumsalı adını vermişti. Ayrıca Anadolu yakasındaki Kumkale ile Gelibolu Yarımadası’nın kuzeyinde kalan Bolayır/Saros şaşırtmaca noktaları olacaktı.[1]
Kabatepe’ye Anzaklar çıkacak ama asıl çıkarma Seddülbahir, İlyas burnu ve Morto Koyu’na yapılacaktı. Hamilton, Türkleri geniş bir araziye yayılmaya zorlamayı, kuvvetlerini bölmeyi hedeflemişti. Ayrıca Kabatepe’nin kuzeyine yapılacak Anzak çıkarması ile Maltepe’ye ulaşma hedefi de vardı. Plan tutarsa, Türk yedek kuvvetleri asıl çıkarma noktasının belirleneceği ana kadar güneye yardıma gidemeyecekti.
Şaşırtmacaların sınırlı da olsa işe yaradığını göreceğiz. Anadolu yakasına Fransızların yaptığı gösteriş çıkarmasının etkisi de buna dâhil. Çünkü Anadolu yakasındaki 15. Kolordu, 3 ve 11’nci tümenlerinin birliklerini sahil boyuna dağıttığından, ilk gün Yarımada’dan gelen takviye kuvveti isteklerine kulaklarını tıkamak zorunda kalacaktı.
İngiliz ve Fransız birliklerinin Gelibolu yarımadasına çıkarma harekâtı başladıktan bir süre sonra gelişmelere ilişkin bilgiler Liman von Sanders’in karargâhına akmaya başladı. Liman Paşa’yı saat 05.00’te uyandırdılar, müttefiklerin Kabatepe, Seddülbahir, Tekke burnu ve Morto Koyu’nda karaya çıktığını, Kumkale, Beşige Koyu ve Bolayır’da da her an çıkarma beklendiğini bildirdiler.
Müttefiklerin asıl çıkarma noktasının Bolayır-Saros bölgesi olacağına takıntılı bir şekilde inanmakta olan Liman von Sanders, ortada henüz karaya ayak basma girişimine dair bir bilgi olmadığı halde 4. Tümene derhal Bolayır’a hareket etme emri verdi.
Karargâhta Liman von Sanders ile birlikte çalışan Alman Yüzbaşı Carl Mühlmann sonrasını şöyle anlatıyor:
…Ne yazık ki Liman çok heyecanlandı ve karargâhta kalıp gerekli telefon bağlantılarını yapmak yerine atına atlayıp […] Bolayır yakınlarındaki tepelere çıktı. Maalesef bu yüzden, gelen bütün raporlar bir-iki saat gecikti ve bizimle karargâh arasındaki trafik daha da kötü bir hal aldı.[2]
Sanders 27 Nisan’a kadar etkin hiçbir karar alamadan Bolayır’da vakit geçirecekti. Yaptığı yanlış hamlelerden biri de, yarımadanın güneyi ve Arıburnu ateşler içinde yanarken, hiçbir askeri harekâtın olmadığı –ancak savaş gemilerinin her an çıkarma yapacakmış gibi manevralarda bulunduğu- Bolayır’a bir tümen daha göndermek oldu.
Sanders ancak 27-28 Nisan’da duruma hâkim olabilecek, Arıburnu ve Seddülbahir’de düşmanın karaya asker çıkarmaya devam ettiği anlaşılınca, gereksiz yere oraya mıhladığı 7. Tümen ve 4. Tümen’in birliklerinden bir bölümünü –Epey tereddütle de olsa- Bolayır’dan geri çağırarak güney kesimine sevk edecekti:
Liman von Sanders’in dikkatini Bolayır/Saros üzerine yoğunlaştırması ve Bolayır’daki birlikleri güneye sevk etmekte tereddüt etmesi, müttefiklerin 25 Nisan’daki çıkarma sırasında biraz olsun nefes almasını sağlamıştır.[3]
Ancak düşmanın Liman von Sanders’i aldatmak için yaptığı kusursuz gösteriden bir örneği burada anlatmak gerek…
Çünkü Çanakkale öyle bir savaştır ki, vatanını savunmak adına kahramanca ölüme koşan Mehmetçiğin gösterdiği fedakârlık gibi, düşman askerleri arasında da fedakârlıklar, kahramanlıklar görülmüştür.
Bolayır’daki yanıltma-aldatma hareketi 25 Nisan sabahı erken saatlerde başladı. Kraliyet Deniz Tümeni bir gece önce 3. Filotilla eşliğinde Trebuki’den ayrılmış ve şafak sökmeden Saros Körfezi’ne varmıştı. Hemen kıyıya bombardımana başlanmış ve tümenin nakliye gemileri her an bir çıkarma harekâtına başlanacakmış gibi kıyı açıklarında hareketsiz beklemişti. [Bu sırada Liman von Sanders de, bir çalının dibine sinmiş, bu gemileri izlemektedir.]
Plana göre şaşırtmaca iki aşamada yapılacaktı.
Akşam karanlığından kısa bir süre önce başlayacak ilk aşamada, nakliye gemileri filikaları indirip askerleri dolduracak, filikalar çıkarma yapılacakmış gibi teknelerle kıyıya doğru çekilecekti. Ancak hava kararır kararmaz, Türkler bu askerlerin kıyıya çıkıp çıkmadığını artık fark edemez an geldiğinde, filikalar yeniden gemilere dönecek ve asker de yeniden gemisine çıkacaktı.
Karanlık iyice bastırdıktan sonra daha gerçekçi bir aşama daha uygulamaya konacak, Hood taburundan küçük bir grup gerçekten karaya çıkarak ateş edecek, işaret fişekleri atacaktı.
Ancak Yarbay Freyberg alternatif bir öneride bulundu. Çok can kaybına yol açabilecek yöntemler yerine, güçlü bir yüzücü gece karanlığında karaya çıkıp, işaret fişeklerini yakacaktı.
Bu teklif kabul edildi ve Freyberg olanları ertesi gün resmi bir rapor halinde bildirdi:
…Üç işaret fişeği, beş kalsiyum lambası, bir bıçak ve bir tabancanın bulunduğu sugeçirmez bir torbayla birlikte suya girip, kalan mesafeyi yüzerek geçtim. Buz gibi suda bir saat on beş dakikalık sıkı bir yüzmeden sonra kıyıya çıktım. İlk fişeğimi yaktım, sonra yine suya girdim doğuya doğru yüzüp 300 metre ileride ikincisini yakarak çalılıkların arasına saklanıp gelişmeleri bekledim.
Herhangi bir şey olmayınca bir gün önce yerleri saptanan siperlere doğru yamacı sürünerek tırmandım. Bunların iki karış yüksekliğinde toprak birikintilerinden oluşan 100 metrelik sahte siper olduğunu fark ettim
350 metre kadar ileri gidip tekrar çevreyi dinledim ama hiç ses duymadım. Kıyıya döndüm, sonuncu işaret fişeğimi yaktım ve güneye doğru yüzmeye başladım. Bir süre sonra saat 03.00 sıralarında Teğmen Nelson beni bota aldı.
Benim fikrimce kıyıda insan yoktu ancak sabahın ilk saatlerinde tepelerin üzerindeki ışıklardan anladığım kadarıyla düşman oradaydı. Fakat ben yakalanmamak için ve o sırada kramplar girmeye başladığından daha ileri gidemedim. (Yarbay Bernard Freyberg)[4]
Anzak destek gücüne sahip Albay Ewen Sinclair-Mac Lagan komutasındaki 3. Avustralya Tugayı, şafak sökmeden önce iki dalga halinde Kabatepe’nin kuzeyine [Z Kumsalı] çıkacak, mümkün olduğunca geniş bir cephede, sol kanadı 261 rakımlı tepenin ötelerine kadar uzanan Kavaktepe’ye kadar hızla ilerleyecekti. Emirde, gemilerden ayrılan filikaların birbirlerinden yaklaşık 140 metre arayı koruyarak yaklaşık 1.5 km’lik bir cephe oluşturması açıkça dile getirilmişti. Ay saat 02.57’de battı. Şafağa kadar ancak bir saatlik karanlık kalmıştı.
Ay kaybolunca arkalarından filikaları çeken savaş gemileri saatte 5 mil hızla karaya doğru hareket ettiler. Onlarla birlikte istimbotlar da filikalarını almak için yanlarında hareket etmişlerdi. Bir süre sonra savaş gemileri motorlarını durdurdu ama demir atmadan kendi hızlarıyla 10 dakika kadar deniz üzerinde kaydılar.
Saat 03.30’da kıyıdan 2.5 mil kadar uzaktayken gemilerden megafonla emir verildi. Filikalar ayrılıyor, çıkarma başlıyordu.Özellikle Batılı yazarların üzerinde çok durduğu karışıklık işte o sırada başladı. Karanlık nedeniyle filika kafileleri birbirini görmüyordu. Aradaki mesafeyi daha kısa tuttular, bu nedenle cephe 1.500 metre yerine 600 metreye indi. Çıkarmanın dayandırıldığı hesaplar ilk anda alt üst olmuştu. Kafileler belirlenen noktadan daha kuzeyde karaya çıkmıştı.
Tartışmalar neredeyse 60 yıl sürdü. Sonunda; emirleri ‘sorgusuz-sualsiz’ yerine getirmekten hoşlanmayan bir astsubayın, filikalarda çektiği askerleri Kabatepe’den gelebilecek olası ateşten korumak için, kafileyi ve böylece tüm hattı bilerek kuzeye çektiğini daha o günlerde açıkladığı ortaya çıktı.
Astsubay Metcalf, HMS Triumph savaş gemisinin tepesinden Kabatepe’yi gözledikten sonra şunları söylemişti:
…Saat 04.30 sıralarında Quenn’in köprüsünden “Devriye botu hareket et!” emri verildi. Makine daireme “Tam yol için hazır ol!” emrini verdikten sonra 1 Numaralı kafilenin hızını artırmasını bekledim ama bunu yaptığını göremedim. Quenn’in köprüsünden öfkeli bir “Hareket et, devriye botu!” sesi geldi. Emri dinlemediğim takdirde korkaklıkla suçlanacağımı düşünerek makine dairesine tam yol emri verdim ve yola çıktık. Birkaç dakika sonra geriye bakınca, 1 Numaralı kafileyi sancak tarafımda gördüm. Bir daha geriye bakamayacak kadar önümle meşguldüm, hava çok karanlıktı ve kayalardan veya kumsaldan ne kadar uzakta olduğumuzu bilemiyordum. Bir çeyrek saat sonra Kabatepe’nin kuzeyine çok yaklaşmakta olduğumuzu fark ettim. Orada Türk askerleri olduğunu bildiğimden, sancaktan ve cepheden ateşe maruz kalacağımızı anladığımdan yanlış bir yere gitmekte olduğumuz izlenimine kapıldım. Danışacak kimse yoktu ve arkamda çektiğim askerlerin hayatlarından ben sorumluydum.
…Hiç oyalanmadan Kabatepe’den uzaklaşmak için burnumu iki kerte iskeleye çevirdim. On beş dakika sonra iskele tarafındaki kafilelerin de bana uyduklarını fark edince, rotayı bir kez daha bir buçuk kerte daha iskeleye çevirdim. (Astsubay J. Savill Metcalf)[5]
Metcalf’in bu hareketi, tüm hat için rehber olması gereken güneydeki 1 Numaralı kafileyi tecrit etmişti. 1 Numaralı kafiledeki rehber subay Deniz Binbaşı John Waterlow, kafilenin kendisinden farklı yöne gittiğinde tereddüt geçirdiğini, sonunda hava biraz aydınlanıp dağ silsilesini görünce kafilenin yönünü değiştirebilmek için yaptığı hamlelerin boşa gittiğini anlatıyor ve ekliyor:
…O sırada şafak söktü ve o yükselti solgun safran rengi ışıkta giderek daha büyümeye başladı. Burası kıyıda çıkarma yapmamaya karar verebileceğimiz tek noktaydı. Ancak kıyıya yaklaşıyorduk ve gün öyle hızlı ağarıyordu ki, sonunda umutsuzluğa kapılarak tam önümde olan dik yamaçlara doğru yola devam ettim. (Deniz Binbaşı John Waterlow)[6]
Metcalf’in hareketinden kaynaklanan karmaşa her ne kadar uzun sürdüyse de, Kabatepe’nin hemen kuzeyindeki Türk savunma tahkimatının sağlamlığı bir hafta içinde iyice anlaşılıp Metcalf’in önsezisini doğruladığından, çıkarmayı bu tahkimattan uzak tutan “yanlışlık” ilahi bir takdir olarak görülmüş, konu geçiştirilmiştir.
Artık ortalık aydınlanıyordu. Filikalar da iyice kıyıya yaklaşmıştı. Müthiş bir sessizlik hüküm sürüyordu.
Birden sağanak gibi kurşun yağmaya başladı. Güneydeki sırtlarda bulunan Türk gözcü askerleri silah başı etmişti. Türkler çok ortalıkta görünmüyordu ama kurşunlar havada uçuşuyordu. Derken şarapnel ateşi de başladı.
İlk çıkarma anında birbirine karışmış olan Avustralyalıların bölükleri dağılmış, manga ve takımlar subay ve astsubaylarından ayrı düşmüştü. İkinci dalga çıkarma hareketi biraz daha derli toplu oldu. Kıyıdaki sayıca az olan Türkler de gerilemeye başladı.
Tugay Komutanı Sinclair-Mac Lagan saat 05.00 sıralarında karaya çıktı. 3. Tugay tamamen karaya çıkmıştı ve destek birlikleri de yoldaydı. Her ne kadar karaya ilk çıkış hamlesi karışıklığa yol açmışsa da, durum kötü değildi. Askerler içerilere doğru yürüyorlardı ve önemli ölçüde çevrede güvenliği alınmıştı. 3. Tugay gibi 2. Tugay da yerini almıştı. 2. Tugay’ın görevi 261 rakımlı tepeden Conk Bayırı’nı geçerek cephesini Kocaçimen Tepe’ye kadar uzatmaktı. Tümenin ihtiyatını ise 1. Tugay oluşturuyordu. Mac Lagan çevreyi inceledi, Kanlısırt’ın güneyine kadar olan kesimde hiç asker yoktu. Serbestçe ilerlemek mümkündü. Hemen yeni planlamalar yapıldı.
Gelelim Türk cephesine…
Arıburnu kıyılarını savunma görevi Albay Halil Sami Bey’in komuta ettiği 9. Tümen’e aitti. 27. Alay’ın 2. Taburu 12 km’lik cephede Kabatepe’nin her iki yanında başlayan ve düşman çıkarması için çok müsait görünen plaj bölgelerine asıl kuvvetini koymuştu. Gerçekte de Anzakların çıkmayı planladığı yer burasıydı. Anzakların önceden aklına bile getirmediği rota değişikliği, düşman askerinin 1,5 km kadar kuzeyde sarp arazi kesimine çıkmasına yol açmıştı. Kabatepe kumsalları yerine kendilerini Arıburnu’nda bulan Anzaklar, bu kıyıları gözetleyen topu topu iki mangadan ibaret küçük Türk birliğinin şiddetli ateşiyle karşılaştı. 27. Alay Komutanı Yarbay Şefik Bey, o anları şöyle anlatır:
… Alayın Maydos’taki I. Ve III. Makineli tüfek bölüğü ile 24-25 Nisan gecesi Kabatepe’ye giderek bir gece tatbikatı yapmıştık. Gece yarısından sonra saat ikide çadırlara dönmüş ve yorgun argın uykuya dalmıştık. Çok bir zaman geçmeden top sesleri uykumuzu sarstı. Biz her gece boğazdan gelen top seslerine alışmıştık. Fakat bu seslerin istikameti Kabatepe tarafındandı.
Derhal telefon başına gittim. Tümen karargâhındaki santral vasıtasıyla Kabatepe telefon merkezini buldum. Karşıma kimin çıktığını şimdi hatırlamıyorum. Ona sordum, “Bu top sesleri oradan mı geliyor? Orada neler oluyor, birileri mi var?” Cevap; “Düşman Arıburnu’na asker çıkarıyor.”
Ben yine sordum; “Kabatepe’ye karşı bir şey var mı?” Cevap; “Hayır şimdilik yok.”
Telefonu kapattım. Hemen taburlar ve makineli tüfek komutanlarına [askeri silah başı yaptırsınlar] emrimi verdim.
…Beş, on dakika kadar sanırım geçmişti. […] Ben bir taraftan telefonla tümen komutanlığından emir bekliyordum. Gelmemişti. Alay harekete hazırlanınca telefon başına geçtim. Tümen karargâhında karşıma Hulusi Bey çıktı. “Düşman Arıburnu’na asker çıkarıyormuş, harekete hazırız” dedim. Aynen şu cevabı aldım: “Verilecek emre göre hareket edersiniz, bunu bekleyiniz.”
Mademki daha hareket emri yok, “Askerin acele çorbasını olduğu yerde içirsinler” emrini verdim. Bu da oldu, halen emir yok. Top sesleri seyrek şekilde devam ediyordu. Fakat bu seslerin arasında derinden derine karanlıklardan gelen bir uğultu vardı ki, bu hazin ve esrarlı ses üzerimde derin bir tesir yaptı. Bu uğultu çok şiddetli bir piyade ve makineli tüfek kalabalığının patlamalarının bize aksedebilen uğultusuydu ve bu uğultu Arıburnu’nda bir avuçtan ibaret olan; yardımdan uzak, alay arkadaşlarımızın, kim bilir hangi sıkıntı içerisinde vazifelerini yapmaya çalıştıkları izlenimini verdi. Onlara çabuk yetişmek için içimi yakan bir kuvvet sinirli sinirli beni telefon başı etti. Karşıma yine Hulusi Bey çıktı. “Hulusi Bey! Arkadaşlarımız orada ateş içinde yanıyor, biz daha bekleyecek miyiz? Hareket emri bekliyoruz” dedim.
Hulusi Bey, “Şefik Bey! Bu çıkarmanın bir nümayiş olmadığı ne malum, hakiki çıkarmanın nereden yapılacağı anlaşılmadıkça size hareket emrini nasıl verelim?” mealinde bir cevap verdi. Buna “Aman rica ederim, çabuk anlayınız” dedim. Bazen dakikalar seneler gibi uzun geçiyor. Hava oldukça açıldı. Neredeyse güneş doğacak, belki de doğmuştu ki yine seyrek atılan top sesleri geliyor fakat aralardaki hazin uğultular işitilmez olmuştu.”[7]
Yarbay Şefik Bey’in ısrarla istediği hareket emri saat 05.00’te verilir. 9. Tümen Komutanı Halil Sami Bey, İngilizlerin Arıburnu ve Kabatepe’ye asker çıkardıklarını belirterek, 27. Alay’dan düşmanı denize dökmek üzere derhal Kabatepe’ye hareket etmesini ister.
İngilizlerin çıkarma yaptığını daha önce haber alan 9. Tümen Komutanı Halil Sami Bey’in bu emri vermekte geciktiği düşünülebilirse de, aslında tümeninin çok geniş sorumluluk alanındaki durumun biraz daha aydınlanmasına ihtiyaç duyması normaldi.
27.Alay derhal iki koldan harekete geçti. Kanlı muharebelerin olduğu Düztepe-Conk Bayırı ekseninde bulunan perakende Türk birlikleri iki taburla Arıburnu’na çıktığı anlaşılan Anzakları oyalamaya çalışıyordu.
Çıkarmanın başlamasından tam 3.5 saat sonra Yarbay Şefik Bey komutasındaki 27. Alay hiç duraksamadan yürüyüş kollarından açılıp düşmanın üzerine atıldı.
Arıburnu’nun güneyinde durum bu iken, kuzeyde ise Kocaçimen’deki zayıf Türk kuvvetlerine karşı Anzakların ilerlemesi 27. Alay’ın kuzeyini tehdit ediyordu.
9.Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey, gelişen bu durum karşısında, Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Bey komutasındaki ordu ihtiyatı olan 19. Tümen’den bir taburun emrine verilmesini talep etti.
O ana kadar ihtiyatta (yedek) beklemekte olan 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Bey ise 9. Tümen Komutanı Halil Sami Bey’den gelen destek talebi üzerine, kolordu veya ordu komutanından emir beklemeksizin derhal harekete geçti. Tehlikeyi atlatmanın sadece bir taburluk yedek kuvvet göndermekle mümkün olmayacağı kanaatindeydi.
Bundan sonrasını Mustafa Kemal’in kendi günlüğünden takip edebiliriz.
Ruşen Eşref’e verdiği röportajda önce bir durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal Bey, ardından o çok bilinen ve “düşmandan kaçılmaz” cümlesiyle özdeşleşen tabloya da işaret ediyor:
…Benim kanaatime göre düşman çıkarma girişiminde bulunursa iki noktadan teşebbüs ederdi: Birincisi Seddülbahir, diğeri Kabatepe civarı. Ve benim bakış açıma göre, düşmanı karaya çıkarttırmadan bu sahil parçalarını doğrudan doğruya savunmak mümkündü. Bunun üzerine alaylarımı, böyle sahilden savunma yapabilecek bir şekilde yerleştirdim. Bu durum yaklaşık Şubat 1915[tir].[8]
Mustafa Kemal’in bu savunma düzenini 5. Ordu Komutanlığına atanan Liman von Sanders, Gelibolu’ya gelir gelmez değiştirmiştir. Sadece Yarbay Mustafa Kemal değil, Müstahkem Mevki Kurmay Başkanı Selahaddin Adil Bey de, Sanders’in bu savunma yaklaşımından şikâyetçidir. Bu konudaki tartışmalara bu kitap içerisinde yeri geldiğinde yer vermiştik. Şimdi yeniden çıkarma sabahına dönüyoruz:
…25 Nisan sabahı idi, Arıburnu’nda bir hâdise cereyan etmekte olduğu, işitilen gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı. Bütün tümen birliklerinin harekete hazırlık derecesi artırıldı.
Bir taraftan Maydos mıntıkası kumandanlığından bilgi bekliyordum, diğer taraftan da kolordu veya ordunun emrini. Tümenin süvari bölüğüne bilgi toplamak için Kocaçimen’e hareket etmesi emrini verdim. Bu sırada idi ki Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa Hazretleriyle Gelibolu’dan telefonla görüşülmüştür.
Kendisi, gelişen olaylarla ilgili net bilgi edinememiş olduğunu bildirmiştir. Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sami Bey’den gelen bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun söz konusu düşmana karşı sevki isteniyordu.
Gerek bu rapordan, gerek Maltepe’deki özel gözetlemelerim neticesinde bende oluşan kesin kanaat, öteden beri fikir yürüttüğüm gibi, düşmanın Kabatepe civarında önemli kuvvetle karaya çıkmaya girişimi, demek ki gerçekleşiyordu. Binaenaleyh bu işin içinden bir taburla çıkmanın mümkün olamayacağını, herhalde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün tümenimle düşmana yönelmenin kaçınılmaz olduğunu takdir ediyordum. Artık hiçbir şey beklemeyerek karargâhımın bulunduğu Bigalı köyünde ikamet eden birinci piyade alayı ile cebel bataryasının derhal harekete geçmek üzere hazır bulundurulmalarını, kumandanlarının da emir almak üzere yanıma gelmelerini bildirdim.
6 maddelik bir emir not ettirdim, bu emir küçük birliklere de tebliğ olunacaktı. Bundan başka 3. Kolordu Kumandanlığına da telefonla arz edilmek üzere bir rapor yazdırdım. Vaziyeti, vaziyetimi ve teşebbüsümü anlattım. Bundan sonra kıtalarını yürüyüşe hazır olarak toplamış (içtima ettirmiş) bulunduran 57’inci alay, -meşhur bir alaydır bu, çünkü kumandanları, baştabip ve bir yaverimle bir emir zabitim beraber olduğu halde hepsi şehit olmuştur- içtima (toplanma) alanına gittim. Basit bir tertiple Bigalı deresi boyunca giden yol üzerinde alayı bizzat yürüyüşe geçirerek Kocaçimen tepesine yöneldim.
Yolda giderken kumandanlara olsun, baştabibe olsun, sözlü bilgi veriyordum.
Takip ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen’e ulaştıracak belirli bir yol olmadıktan başka Kocaçimen’e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz sahada pek ziyade fundalık, sarp ve kayalıklı dereler vardı. Bir yol bulup kıtayı sevke yardımcı olması için topçu taburu kumandanını görevlendirdim.
…Biz (kumandanlar) hepimiz kıtanın başında atla gidiyoruz. Onlar (askerler) yaya gidiyorlar. Bu zat kayboldu. Ondan sonra batarya kumandanını memur ettim. Bu da başını alıp Kocaçimen tepesine kadar gitmiş, kılavuzluğundan istifade edilemedi.
…Bizzat yol bulup müfrezeyi oradan sevk etmek suretiyle Kocaçimen Tepesi’ne ulaşıldı. Şimdi Kocaçimen Tepesi’ni tasavvur buyurun: Kocaçimen yarımadanın en yüksek tepesidir. Orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzak olduğunu anladım.
Efrat (erler) o müşkül araziyi dinlenmeksizin kat etmek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş aralığı derinleşmişti. Alay ve batarya kumandanına efradı tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Denizden gizlenmiş olarak on dakika kadar dinlenecekler, sonra beni takip edeceklerdi.
Ben de orada bir Abdal geçidi vardır, o Abdal geçidinden Conkbayırı’na gidecektim. Yanımda yaverim, emir subayım ve baştabip ile oralarda tekrar bulduğumuz tümen cebel topçu taburu kumandanı olduğu halde evvelâ atlı olarak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı’na vardık.
Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enteresan bir sahnedir. Ve vakanın en mühim anı bence budur.
Bu esnada Conkbayırı’nın güneyindeki 261 rakımlı tepeden, sahilin gözetlenmesinin sağlanmasıyla görevli olarak oralarda bulunan bir müfreze erlerinin Conkbayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu konuşmayı aynen okuyacağım!
Bizzat bu erlerin önüne çıkarak:
-Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
– Efendim düşman! dediler.
-Nerede?
– İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam serbestlikle ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye… Düşman da bu tepeye gelmiş… Demek ki düşman bana, benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse, kuvvetlerim çok kötü duruma düşecekti.
O zaman artık bir mantık yürütme midir, yoksa refleks ile midir, bunu bilmiyorum. Kaçan erlere:
– Düşmandan kaçılmaz, dedim.
– Cephanemiz kalmadı, dediler.
– Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim.Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının “marş marş”la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye gönderdim. Bu erat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır.[9]
Bu noktada kısa bir not için, Alan Moorehead’e dönmemiz gerek. Çünkü Yarbay Mustafa Kemal Bey’in bu hamlesi, yabancılar tarafından da savaşın en kritik anı olarak nitelendirilmektedir:
…Kemal’in komutanlık yaşamının o gün başlamış olması muhtemeldir. Çünkü o, Liman von Sanders’in de başka hiçbir üst rütbelinin de göremediğini görür: Conkbayırı ve Sarıbayır tüm güney yarımadasının anahtarı olmuştur. Bu tepelere hâkim olan İtilaf Devletleri boğazı da denetim altına alacaklar, çevrelerindeki 12 millik bir çember içerisinde toplarını istedikleri yöne çevireceklerdir.
Gerçekten de Türk savunmasının esası tepeleri tutmak kararlılığı çevresinde geliştirilmiştir, böylece düşmana tepeden bakacaklar ve onu sürekli saldırmaya zorlayacaklardır. Savunma düzeninin en önemli iki tepesi de Conkbayırı ve Sarıbayır’dır. Gelibolu’da önemli olan mesafeler, hattâ filodaki gemilerin top sayıları değildir, önemli olan tepelerdir. Conkbayırı’nda bu gerçeği doğrulamak için daha sonra elli bin insan ölecektir. İtilaf Devletleri açısından bakıldığında, ast rütbeli ama dâhi bir Türk komutanının o anda o noktada bulunması tüm seferin en acımasız rastlantılarından birisidir; o orada olmasa Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar Conkbayırı’nı belki de o sabah ele geçirecekler, savaş daha o anda sonuçlanmış olacaktı.[10]
Arıburnu’ndaki çıkarma sırasında yaşananları yabancı kaynaklarla karşılaştırarak okumak, çok ilginç bilgileri karşılaştırma olanağı sağlıyor. Bu bölümde, Steel-Hart’ın verdiği önemli bir bilgiyi aktarmak gerekiyor. Çünkü anlatılanlar hem Mustafa Kemal’in anlattıklarıyla bire bir örtüşüyor hem de çok önemli birkaç detay içeriyor. Çünkü Mustafa Kemal’in “Düşmandan kaçılmaz” diyerek durdurduğu küçük müfrezedekilerin de, kovalayanların da kim olduğu ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor,.
Arıburnu’nun kuzeyinde durum daha karışıktı. Orada Türklerin kıyılardaki küçük çaplı silahlarının ateşi daha yoğundu ve 261 rakımlı tepeye doğru dik yamaçlarda ilerleme çabasını engelliyordu.
12.Tabur’un komutanı Yarbay Lancelot Clarke bir grubu Sphinx’in altındaki dik yamaçlardan tırmandırarak Russell Tepesi’ne doğru [Merkeztepe] götürürken, Yüzbaşı Eric William Tulloch liderliğindeki diğer bir grup da aynı yerden Walker Ridge Sırtı’na yürüdü. Türkler Baby 700’e doğru [Düztepe] itildiler ve saat 06.00’da Merkeztepe dorukları ele geçirildi.
…Avustralyalılar sol kanatta tepeleri aşarak hızla Conkbayırı’na doğru yürüyorlardı. Yarbay Clarke öldürülmüştü ve şimdi başa geçen Yüzbaşı Tulloch, Russell Tepesi’nden [Merkeztepe] Boyun Mevkii’ne, oradan da kuzeye doğru Düztepe ve 261 rakımlı tepeye doğru yola devam etti. Avustralyalıların ilerlemesi karşısında Türkler geri çekildiler.
…Tulloch’un adamları 261 rakımlı tepenin yamaçlarına ancak saat 09.00’da varabildiler. Onlar ilerlerken Mustafa Kemal de Kocaçimen Tepe yakınlarına gelmişti. Denizdeki gemilerden başka bir şey göremeyen Mustafa Kemal, askerlerine durma emri verdi. Sonra tek başına Conkbayırı yönünde ilerleyerek Avustralya saldırısının kuzey kanadını görmeye çalıştı. Orada 261 rakımlı tepeden çekilmekte olan Türk askerlerine rastladı. Askerlerin cephane kalmadığı yolundaki itirazlarını dinlemeyerek süngü taktırıp, yere yatmalarını emretti. Blöfünde başarılı oldu ve Tulloch ile askerlerini durdurdu. Tulloch ve askerleri durdular ve bir daha ilerleme hızını yakalayamadılar.
Yüzbaşı William Tulloch daha sonra, korkusuz bir Türk subayının ilerideki 261 rakımlı tepeden ateşi idare ettiğini gördüğünü bildirmişti. Ancak onu vurmayı başaramamıştı.[11]
Tulloch’un hedef aldığı ama vurmayı başaramadığı Türk komutan Yarbay Mustafa Kemal… Çünkü o gün, o saatte, o mevkide “ateşi idare eden” kıdemli subay o idi.
Mustafa Kemal’in daha sonraki hayat serüveni gözönüne alındığında, o kurşunların isabet etmemesinin, Türk Milleti’ne ne büyük bir armağan olduğu açıkça ortaya çıkıyor.
Saat 10.00’da başlayarak 57. Alay’ın tüm birlikleri savaşa girdikten sonra Tulloch ve adamları hem ileri mevzilerinden hem de Düztepe’deki ileri karakollarından atılmıştı.
Türkler aynı anda Düztepe’nin denize bakan yamaçlarında ilerlemeye başladılar. Şimdi de, Murat Karataş’ın geniş ölçüde harp ceridelerinden yararlanarak yazdığı kitaptan, bu konuyla ilgili bölümlere bakalım.
…24/25 Nisan 1915’te Arıburnu civarında kıyı gözetleme amacıyla sadece [9. Tümen’e bağlı] 27. Alay 2. Tabur 8. Bölüğe ait 3 takım bulunuyordu. Bölüğün konuşlanması değerlendirildiğinde, ortalama 100 kişinin 25 Nisan sabahı çıkarma yapılan alanda mevcut bulunduklarını ve çıkarmaya karşı koyduklarını söyleyebiliriz.
…25 Nisan sabahı çıkarmaya başlayan İngiliz kuvvetleri bir koldan Yükseksırt-Sarıtepe-Kocaçimen, diğer bir koldan Merkeztepe-Kanlısırt, üçüncü bir koldan da Yeşiltarla-Kabatepe istikametine doğru ilerlemeye başladı.
…2. Tabur 8. Bölük 1. Takımı hala Balıkçıdamları’nda savaşıyordu. Arıburnu kuzeyine çıkarılmak istenen 140 kişilik bir Avustralya bölüğünü filikalarında bastırıp ateş altına almış, 100 kişiden fazla zayiat verdirmişti. Fakat çıkarmanın merkezinde tek başına kalan bu takımın cephanesi tükenmişti.
[…] Takım komutanı İbrahim Hayrettin Efendi, elinde kalan iki manga kadar kuvvetle geri çekildi ve Azmakdere ağzı yönündeki postalarına gözetleme ve güvenlik görevlerini bırakarak Sazlıdere izini takip edip Düztepe civarına çıktılar. (Şefik Aker, “Çanakkale Arıburnu Savaşları ve 27. Alay”, s. 98-100 )
…Burada bir süre kalan 1. Takım erleri cephanesizlikten geri çekilirken daha sonra 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal maiyetine katılmışlardır. (Haritalarla Çanakkale Savaşları, s.31-32)
…Yarbay Mustafa Kemal Bey’in Conkbayırı’na geldiğinde gördüğü ve “Düşmandan kaçılmaz, cephaneniz yoksa süngünüz var” diyerek yere yatırıp mevzi aldırdığı askerlerin, bahsedilen 8. Bölüğün 1. Takımına ait olma olasılığı yüksektir.[12]
Şimdi tekrar Mustafa Kemal Bey’in anılarına dönebiliriz.
Kaçmakta olan küçük Türk müfrezesi süngü takıp yere yatınca, düşmanın ilerlemesi duraksamıştı. Yarbay Mustafa Kemal’in haber gönderdiği 19. Tümen’in mola vermiş birlikleri de, marş marş’la koşar adım geliyordu:
…Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe cephanesiz bölüğü takviye edip [düşmana] ateş açmasını emrettim. Yanıma gelmiş olan 57. Alay 2. Tabur kumandanı Yüzbaşı Ata Efendi’ye bütün taburlarıyla bu bölüğü takviye ederek 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesini emrettim. Cebel bataryasına su yatağında mevzi aldırarak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım. Dereye saptığından biraz geciken diğer bir tabur, kumandanı üzerinden açılarak taarruza katıldı. Bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayı ile benim işaret ettiğim yönlerden düşmana taarruz etmesini emrettim.[13]
Saat 10.00’a geliyordu. 9. Tümen’in süvari subaylarından Mehmet Salih Efendi, Mustafa Kemal’in yanına gelerek, 27’nci Alay’ın Kocadere batısındaki sırtlardan Kemalyeri üzerinde düşmanla muharebeye başladığını haber verdi. Mustafa Kemal Bey, 27. Alay Komutanına Mehmet Salih Efendi ile haber göndererek, “düşmanın sol cenahına taarruz etmekte olduğunu, 27’nci Alay’ın da karşısındaki düşmana taarruz etmesini, henüz Bigalı civarında bulunan 19. Tümenin kalan kısmını Kocadere yönüne göndereceğini, muharebeyi Conkbayırı’ndan idare edeceğini” bildirdi.
Bigalı’da bulunan tümen kurmay başkanına atlı haberci göndererek, “İzzettin Bey (Çalışlar), 72. Alay Maltepe’ye yaklaşmasın. Sıhhiye Bölüğü Kocadere’ye gelsin (hepsi). 77. Alay Kocadere doğusuna yaklaşsın. Ve bu raporu üçüncü kolordu kumandanına veriniz” emrini iletti. Mustafa Kemal Bey’in raporu şöyleydi:
Üçüncü Kolordu Kumandanlığına
Arıburnu kuzeyindeki sırtlar
Saat-dakika: 12 Nisan 10 24 evvel (Miladi, 25 Nisan)Düşmanın karaya çıkmış bulunan piyadesi Arıburnu ile Kabatepe arasında bir buçuk kilometre kadar bir cephedeki sırtları işgal etmiştir. 27. Alay düşmanı doğu cephesinde 800 metre mesafede işgal ediyor. Düşmanın tamamen sol cenahında 600 metre mesafeden taarruza başladım. Yalnız piyadeden ibaret olan düşman kuvvetini bir alay tahmin ediyorum. Muharebe devam ediyor. Bir saat kadar ateş muharebesinden sonra düşmanın 261 rakımlı tepeye kadar ilerlemiş olan birliklerinin ricata (geri çekilmeye) başladığı görüldü.[14]
57.Alay, geri çekilen düşmanı şiddetle takip ediyordu ama 27. Alay komutanından, Mustafa Kemal’in emrini alıp almadığı konusunda bir haber gelmedi. Fakat genel görüntüden, 27. Alay’ın da taarruza katıldığı anlaşılıyordu.
Yarbay Mustafa Kemal’in o gün ve daha sonra çarpışmaları yönettiği yer, “Kemalyeri” olarak adlandırılır… Bugün Gelibolu Milli Parkı’nda savaş bölgelerini ziyaret edenler için, Kemalyeri özel önem taşır. O küçücük alan, Türk milletine bir kahramanın, büyük bir komutanın, büyük bir liderin armağan edildiğine dair işaretlerin ilk ortaya çıktığı yerdir…
Mustafa Kemal’e göre saat 11.30 itibarıyla son durum şöyleydi:
…Düşmanın karaya çıkmış olan kuvveti, 8 taburdan fazla idi. Şimdi bu 8 taburluk kuvvet kendisiyle uygun olmayan, gayet geniş bir cephe üzerinde 261’e kadar güneyden ve Kemalyeri’nin bulunduğu sırtların batı yamaçlarına kadar doğudan ilerleyebilmişti. Fakat bu uzun cephe hattı, çok engelli bir takım derelerle kesik bulunuyordu. Bu sebeple düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayıftı. Conkbayırı kuzeyinde mevzi alan 19. Tümen’in seri cebel bataryası, Arıburnu çıkarma noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz çıkarmaya devam ettiği birliklerin sahile çıkması zorluklara ve kesintiye uğradı. 57. Alay’ın Conkbayırı ve su yatağı hattından 261 rakımlı tepe yönünde ve dar cephe ile yoğun olarak düşmanın pek nazik ve mühim olan sol yanına yüklenmesi, iki taburdan ibaret olan 27’nci alayın da Merkeztepe genel yönünde geniş cephe ile düşmana atılması, düşmanı ricata mecbur etmiştir.
…Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı. Bu öyle alelâde bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmiyle hareket ettiği bir saldırıdır. Hattâ ben, kumandanlara şifahen verdiğim emirlere şunu ilâve etmişimdir:
“Size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.”[15]
Mustafa Kemal, Kumtepe’ye asker çıktığı yolundaki bilgi üzerine, tedbir almak ve düşmana karşı koymak amacıyla bir kısım birlikleriyle bu bölgeye giderken, Maltepe’ye çıkmış olan 3. Kolordu komutanı Esat Paşa (Yanyalı) ile karşılaştı. Kumtepe’ye düşman çıkarması konusundaki raporun doğru olmadığı anlaşıldı. Mustafa Kemal, daha önce tümeninin bütün gücüyle Arıburnu’ndaki Anzakları denize dökmek için yapmayı tasarladığı taarruz önerisine 5. Ordu Karargâhı’ndan cevap alamadığından yakındı. Son gelişmeleri de göz önüne alarak niyetini ve kararını soran Esat Paşa’ya, tüm birlikleriyle düşmana hücum edeceğini bildirdi. Hücum kararının anlamı, tüm ihtiyat birliklerinin savaşa girmesi demekti. Esat (Bülkat) Paşa taarruzu kabul etti.
An itibarıyla Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığı görevini de üstlenen Mustafa Kemal, 27. Piyade Alayı’nı da 19. Tümen emrine almak suretiyle Anzakları denize dökmek üzere harekete geçiyordu. Mustafa Kemal birliklere gereken emirleri göndererek 57, 72 ve 77. Alaylara ilave olarak 27. Alay’ın da katılımıyla, geri çekilmekte olan Anzaklara hücum edileceğini bildirdi.
Mustafa Kemal’in 4 alayla taarruza hazırlanırken, 1. Avustralya Tümeni’nin tamamı karaya çıkarılmış, 2. Tümen de çıkarılmaya başlanmıştı. Bu taarruz sırasında, 27’nci Alay’ın cephesinde pek bir başarı sağlanamadı, 77. Alay’ın çoğu Araplardan oluşan eratının gizlendikleri sık fundalıklara denizdeki düşman gemilerinden yapılan bombardıman nedeniyle kaçmaları nedeniyle Kanlısırt terk edilmek zorunda kalındı. 77. Alay ile biraz vakit kaybedildi ama sonunda Türkler açısından istikrar yeniden sağlandı. 57’nci Alay ise Anzakları Kılıçbayırı ve Cesarettepe’den geri püskürtmüş ve düşman üzerindeki baskısına devam etmekteydi. Türk askerinin ve topçularının nefes aldırmaz taarruzları hava iyice kararıp göz gözü görmez hale gelene dek devam etti.
Avustralya 1 ve 2. Tümenleri tümüyle karaya çıkarılmıştı ama Anzaklar ilk gün hedefi olan Kocaçimen Tepe’yi ele geçirmeyi bir yana bırakalım, kıyı başında güvenli bir şekilde barınabilecek durumda bile değildi. Karmaşa almış başını yürümüş, birlikler tümüyle birbirine karışmıştı. Türk şarapnelleri ve mermileri zaten yere sağlam basamayan Anzakları perişan etmişti. Çünkü Mustafa Kemal’in, Anzakların ilerlemesine izin vermeye hiç niyeti yoktuAma taarruzlar sırasında 57 ve 27’nci alayların 6 taburu da ağır zayiat vermişti.
Anzakların durumu daha feciydi belki ama Türk askerlerinde de savaşa devam edecek takat kalmış sayılmazdı.
…Kuzey kanadındaki mücadele saat 17.00’de çözümlenmişti. Öğleden sonra boyunca Düztepe beş kez el değiştirmiş ve saldıran birliklerin [Anzaklar] yapısı her yeni destek gücünün gelmesiyle biraz daha karışmıştı.
…Saat 16.00 sıralarında son bir Türk karşı saldırısı, Anzak askerlerini bir kere daha güneybatıya çekilmeye zorladı.
…Durumları çok zayıftı ve karanlık bastıktan sonra saat 20.00 sularında Boyun’daki Anzak birlikleri Merkeztepe’den Rest Deresi’ne kadar çekilmek zorunda kaldılar.[16]
Ertesi sabah beklenen Türk karşı taarruzunun müttefikler açısından felaket olabileceğini düşünen, ancak Anzak askerlerini karadan tahliye etmek dışında o anki duruma uygun bir çözüm de üretemeyen Anzak Kolordusu Komutanı General Birdwood, Akdeniz Sefer Kuvveti Başkomutan Ian Hamilton’a durumu anlatan şu telgrafı gönderdi.
…Tümen Komutanlarım ve subaylar, birliklerinin sabahtan beri sürdürdükleri kahramanca çabalardan, bütün gün düren ağır çarpışmalardan sonra güçlerinin tükendiğini ve şimdi de, düşmanın soluk aldırmaz şarapnel hücumlarından ötürü maneviyatlarının kırıldığını bildirdiler. Birliklerden bir kısmı ateş hattını bırakıp geri çekildiler. Bu zorlu topraklarda, dağılan erleri toplamak imkânsız görünmektedir.
Yeni Zelanda Tugayı da düşmanla az önce karşılaştı ve çok ağır kayıplar verdi. Tugayda maneviyat çok azalmıştır. Birliklerin yarın sabah yeniden savaşa gönderilmesi kararlaştırılmışsa, sonuç fiyasko olacaktır. Ateş hattındaki gedikleri kapayacak yedek birliklere sahip değiliz. Sunduğum konuların son derece önemli olduğunu biliyorum fakat birliklerimiz geri alınacaksa, bu iş hemen yapılmalıdır. (General Birdwood) [17]
Hamilton, toplantıdaki diğer komutanlara fikirlerini sordu, Amiral Thursby’nin “Birliklerin yığıldıkları kumsallardan kurtulmaları üç gün sürer” sözü muhtemelen kararda çok etkili oldu.
Hamilton’un Anzak birliklerinin bir an önce tahliyesi için adeta yalvaran Birdwood’a cevaben gönderdiği emir şöyleydi:
…Bulunduğunuz mevzilerde direnip tutunmanızdan ve baskılara dayanmanızdan başka yapacak bir şey yoktur.
…Kuvvetlerinize ve General Godley’in birliklerine çağrıda bulununuz ve tutundukları mevzileri korumaları için olağanüstü çaba göstermelerini isteyiniz.
…Daha önce de üzerinize çok güç görevler aldınız. Şimdi ise, güvenliğe kavuşuncaya kadar yalnızca siper kazdırınız, siper kazdırınız. Kazdırınız.[18]
Hamilton’un kolordu komutanlarına verdiği emirde çok fazla bir detay yoktu. Ama en azından Seddülbahir çıkarmalarını yürütmekle görevli General Aylmer Hunter-Weston’a nerede karaya çıkacağı ve hattâ hangi kumsala hangi birliklerin ayrıldığı söylenmişti. İtilaf Devletleri kurmaylarının verdiği isimlere göre., Seddülbahir’deki çıkarma noktaları ve çıkarılacak kuvvetler şöyleydi:
Y Kumsalı (Pınariçi Koyu, Zığındere ağzı kuzeyinde Sarıtepe yöresi) – Kraliyet İskoç Sınır Muhafızları 1. Tabur ve Kraliyet Deniz Tümeni Kraliyet Deniz Piyadeleri Plymouth Taburu.
X Kumsalı (İkiz Koyu) – Kraliyet Tüfekçileri 2. Tabur, arkasından Inniskilling Tüfekçileri 1. Tabur ve Sınır Alayı 1. Tabur
W Kumsalı (Tekke Koyu) – Lancashire Tüfekçileri 1. Tabur ve arkasından Vorchestershire Alayı 4. Tabur.
V Kumsalı (Ertuğrul Koyu ve Seddülbahir iskeleleri) – Kraliyet Dublin Tüfekçileri’nden 1. Tabur, Kraliyet Munster Tüfekçileri’nden 1. Tabur, Hampshire Alayı 2. Taburun bir kısmı, Kraliyet Deniz Taburu Anson Tümeni’nin bir kısmı ve bir mühendislik bölüğü.
S Kumsalı (Morto Koyu, Hisarlık burnu yakınları) – Güney Galler Sınır Muhafızlarından üç bölük ve bir Kraliyet mühendislik müfrezesi. Bolayır’da şaşırtmaca için sanki bir çıkarma yapılıyormuş havası verilecek, ayrıca Anadolu yakasındaki Kumkale’ye 1. Fransız Tümeni’nin 6. Sömürge Alayı çıkacaktı.
Birliklerdeki asker sayısı ise şöyleydi:
29.Tümen 17,469
Anzak Kolordusu 18,124
Kraliyet Donanma Tümeni 9,907
Fransız kuvvetleri 16,762
Toplam 62.442
Fazla rakama boğulmadan söylemek gerekirse, sayısı 60 bini aşan müttefik askeri karaya çıkarılmış olacaktı.
Seddülbahir çıkarması Anzak çıkarmasına göre daha karmaşıktı. Denizdeki filonun koruma ateşi altında V, W ve X ana kumsallarına yapılacak çıkarmayla hemen bölge güvenliği sağlanacak, Zığındere ağzındaki Y kumsalına çıkan birlikler sol kanat, Hisarlık burnundaki S kumsalına çıkan birlikler de sağ kanadı oluşturup, tümü ilerleyerek birbiriyle bağlantı sağlayınca, yarımadanın güney kesimini enlemesine kesen bir “İngiliz hattı” oluşturacaktı. Barış zamanında birkaç arkadaşın bir restoranda buluşmak üzere randevulaşması gibi kesin saatler içeren bu plana göre, müttefik birlikleri sabah saat 08.00 itibarıyla kumsalların üzerindeki tepeleri ele geçirmiş, öğle üzeri Kirte Köyü civarına ulaşmış olacaktı.
Beş noktadan Seddülbahir’e çıkarak karada birleşecek birliklerin nihai hedefi, çıkarmanın yapıldığı gece Alçıtepe’yi ele geçirdikten sonra Kilitbahir Platosu’na ulaşmaktı. Evdeki hesap, çarşıya uymadı. İşler hiç Hamilton’un planladığı gibi gitmedi. Ayrıca S ve Y kumsallarına çıkarma yapan kanat birliklerine ikinci hamle için bir emir de verilmemişti. S Kumsalı (Eski Hisarlık Koyu) ve Y Kumsalı’na (Pınariçi Koyu) çıkacak kanat birliklerinin oynayacağı rol, onca detay arasında çoktan kaybolup gitmişti.
Kanatlardaki birlik komutanları güney kumsallarından gelecek birliklerin gecikmesi durumunda ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Çünkü böyle bir gecikme olabileceği düşüncesi hiç akla gelmemiş, tartışılmamıştı. Bu nedenle iki kanatta kumsala çıkan birlikler, karşılarında büyük Türk kuvvetleri olmadığı için rahatlıkla ilerleyebilecek konumdayken, diğer müttefik çıkarmalarının tamamlanmasını ve ilerlemeye geçilmesini beklemeyi tercih ettiler.
Seddülbahir’deki ilk çıkarmanın hedefi, Pınariçi Koyu (Y Kumsalı) olarak belirlenmişti. Amethyst ve Saphire kruvazörleri ile taşınan hücum dalgası saat 04.30’da henüz gün ışımadan dört taşıt dizisiyle kıyılara bırakıldılar. Harekât tam bir baskın niteliği taşıyordu. Kıyıda Türk askeri yoktu. Bir saat içinde KOSB (İskoç Kraliyet Sınır Muhafızları) ve SWB (Güney Galler Sınır Muhafızları) birliklerinin tümü karaya çıkmış ve sırtlara doğru tırmanmaya başlamıştı. Tam bir sürpriz ve başarı söz konusuydu.
Ian Hamilton ve kurmaylarını taşıyan Quenn Elizabeth savaş gemisi bir süre sonra Kabatepe’den Seddülbahir’e doğru hareket ettiğinde ilk olarak Y Kumsalı önünden geçti.
…Çok başarılı bir çıkarma yaptık, inanırım ve bu bir gerçek. Bu kelimeyi kendime defalarca tekrar ediyorum: “Gerçek!”, “Gerçek!”, “Gerçek!”
İnanmak için gemici dürbünüyle askerlerimizi izliyorum.
…Plymouth ve K.O.S taburları kayalıkları kayıp vermeden tırmandılar ve verilen işarete göre bir direnişle karşılaşmadıkları anlaşıldı.[19]
Hamilton’un sevinci tam anlamıyla yarım kalacaktı. Çünkü Y Kumsalı’na yapılan çıkarmanın 1. aşamasının tamamlanması ve tepelerin ele geçirilmesinden sonra, X Kumsalı’na çıkan birliklerle irtibat sağlanması gerekiyordu. Fakat oradaki birlikler hareketsiz kalmıştı. Y Kumsalı’na çıkan birliklerin komutanı ilerlemek için takviye gelmesini beklemeyi tercih etti. Takviye gelmeyince de harekete geçmedi.
Bu duraksama Türklerin çok işine yarayacaktı. Kumsaldaki ağır siper kazma araçları bile, o an hâkim durumda oldukları tepelere çıkarılmadı, kimsenin aklına da gelmedi. Oysa daha sonra bu ihmal çok canlarını yakacaktı. Onların bu vurdumduymazlığı, Türkler açısından da müthiş bir talih olmuştu.
Sağa sola dağılmış askerler çömelip sigara içmektedir, kimileri çay bile demler, subaylar da çalılıklar arasında dolaşıp durumu değerlendirmeye çalışır. Oysa bir saatten az bir yürüyüşlük yolda, güneydeki arkadaşlarının Seddülbahir ve İlyas burnunda üçer-beşer ölmekte olduğundan haberleri olmaz. Top seslerini duyarlar ama o tarafa yürümeyi akıllarına getirmezler.
Hâlbuki Y Kumsalı’na çıkmış İngiliz askerlerinin sayısı, yarımadanın güneyindeki tüm Türk askerlerinden fazladır. Güneye doğru ilerleseler, Türkleri çembere almaları işten bile değildir.
İlerlemezler, beklerler ama Euryalus’taki Hunter-Weston’dan bu konuda bir emir de gelmez. Planın kendileriyle ilgili bölümünün sadece güneyden gelecek İngilizleri beklemek ve hep birlikte kuzeye doğru yürümek olduğunu zannettiklerinden, saatler boyuna orada çakılı kalırlar… Büyük bir fırsatı kaçırdıklarının da farkına varmazlar. O rahat anların elbette bir sonu vardır ve umutsuz saatler çok uzak değildir.
6.Türk Bölüğü Komutanı, sahile dağıttığı erlerini toplayıp saat 11.00’de düşmanı karşıladı. İhtiyat taburunun 1. Bölüğü de bu yöne gönderildi. Bütün gün taarruz ve karşı taarruzlar birbirini kovaladı. Akşamüstü ilave takviye alan Türkler taarruz şiddetini iyice artırdı. Karşılıklı zayiat ağırdı. Kimsenin kıpırdayacak hali kalmamıştı. İngilizler “şimdilik” dayanmayı başarmış ama 700’den fazla kayıpla kuvvetlerinin neredeyse yüzde 30’unu kaybetmişti:
…Mevzilerimize yaklaşan Türk saflarını görebiliyorduk. Olağanüstü bir cesaretle çarpışıyorlardı ve ateşimiz karşısında yıkılan bir safın yerini alan diğeri bize karşı yürüyor, sağ kalanlar korumalı bir yerde toplanıp tekrar üzerimize geliyorlardı. (Yüzbaşı Robert Whigham) [20]
Gün battıktan sonra yaşananlar ise oldukça tartışmalıdır. Gece boyunca çoğu yaralı askerler geri çekildi, sahile yığıldı. Albay Koe ölmüştü, sahildekiler otorite boşluğu içerisinde sabah donanmaya kendilerini alması için işaret gönderdiler. Kumsaldakilerin çoğu yaralı değildi ama geceki çileden sarsıntı geçirmiş, birliklerinden ayrı düşmüş askerlerdi. Donanma geri çekilme emri verildiğini zannederek askerleri sahilden kurtarmaya koyuldu. İngilizlerin sağ kanadının tahliyesi böyle başladı.
Deniz piyadelerinin komutanı Albay Matthews, bu boşaltma operasyonunu geç fark etti. Çünkü o sırada tekrarlanan Türk hücumu karşısında pozisyonunu korumaya çalışıyordu. Kendilerinden kat kat üstün düşmana saldıran Türkler nihayetinde taarruzu durdurup geri çekildi, İngilizleri mevzilerinden çıkarmak için yeniden hamle de yapmadılar, çünkü düşman kendiliğinden tahliyeye başlamıştı bile.
Albay Matthews sağ kanadının kumsalı tahliye edip gemilere binmekte olduğunu bu saldırı durduktan sonra fark etti. Geceden destek birliği istemiş ancak bu talebine olumlu-olumsuz bir cevap alamamıştı. Kumsala bakarken daha çok birliğin gemilere döndüğünü gördü, tahliyeye devam kararı verdi. Birkaç saat içinde Y Kumsalı (Pınariçi Koyu) terk edilmişti bile.
Başarıyla başlayan harekât, fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Bu konu sonradan çok tartışılacaktı.
Akdeniz Seferi Kuvvetler Başkomutanı Ian Hamilton, birliklerinin kaçışını ve filikalara binip yüz geri gemilere dönüşünü, Quenn Elizabeth’ten nasıl çaresizce izlediğini anılarında şöyle anlatır:
…Saat 09.30’da Y Kumsalı karşısına vardık. Orada Sapphire, Dublin ve Goliath zırhlıları kıyıya yakın yerlerde demirlemişlerdi. Derken askerlerimizin dik kayalıklardan aşağı kaçtıklarını ve bir grubunun da Goliath’a doğru kıyıdan filika ile açıldığını gördük.
Yaralı getiriyorlarsa bir diyecek yok fakat kayalıkları tırmanmaya çalışan bir canlı bile görmedik. Oysa kumsal üzerinde dağınık birlikler vardı. Amaçsız ve adamsendeci bir hava içinde olan o birlikleri nefretle seyrettim. Bir çatışma yoktu, derken bir tek tüfek patladı ve arkasından bizim erleri tepeden aşağı inerken açık şekilde gördüm. Kıyıdaki filikalar erlerle doluydu ve kimse niçin onların telaşlandıklarına dikkat etmiyordu!
…[15 dakika sonra] bir çift şarapnel kayalıkların tepesi üzerinde ve yarım mil kadar kuzeyinde patladı. Pusuya düşmüş olan bir kısım Türk askerinin geri çekilmeye başladığı görüldüyse de, birliklerimizin kayalıklardan tersyüz edip kıyıya kaçması devam etti.[21]
Boşaltılan Y Kumsalı’nın değeri aradan 48 saat geçtikten sonra müttefikler tarafından daha iyi anlaşılacak, bu bölge ancak iki hafta sonra yeniden İngilizlerin eline geçecekti. İngilizler Pınariçi Koyu’ndaki [Y Kumsalı] bu sınırlı başarıyı elde etmek için, karaya çıkardıkları iki bin askerden 700’ünü kaybetmişlerdi.
Sahil boşaltılınca, Seddülbahir ve Ertuğrul Koyu’ndaki sağlam tahkimatlı Türk mevzilerini arkadan çevirme fırsatını da göz göre kaybetmişlerdi. Kısacası savaş talihi Türklerden yanaydı.
İkiz Koyu’na toplam üç tabur asker çıkaracak olan İngilizler, karşılarında sadece 9 kişiden oluşan bir gözetleme postası buldu. Bu bir manga asker demekti. İlk iki İngiliz bölüğü bu noktaya çıkarma yaparken, 6. Bölük’ten toplam 9 kişilik Türk mangası kahramanca karşı koydu. 12. Bölük gözetleme postası da sonradan yetişip muharebeye girdi. Düşman taburunun ikinci kademesi ancak saat 17.00’de karaya ayak basabildi.
6.Bölük’ten gelen 35-40 kişilik kuvvetle takviye olan Türkler düşman üzerine taarruz etti. 35-40 kişilik bir takımın, bir tabura hücumu etkili olmadı ama başlarında bir tuğgeneral bulunan düşman, durmayı tercih etti.
S Kumsalı olarak adlandırılan Morto Koyu’na çıkacak olan filikalar ise planlanandan tam bir buçuk saat sonra yavaşça karaya doğru ilerledi. Türk siperleri son birkaç saattir ağır bombardımana tutulmuştu. Kıyıdaki Türk askeri, filikalar karaya iyice yaklaşana kadar ateş açmadı.
O sırada filikalardan birinde bulunan Yüzbaşı Aubrey Williams, siperlerdeki Türklerin ağzına kadar asker dolu filikaların iyice yaklaşmasını hiç ateş açmadan beklemelerini “yanlışlık” diye nitelendirerek, ateş açmakta geciktiklerinden, müttefiklere ağır zayiat verdirme fırsatını kaçırdıkları görüşünde.
İki Güney Galler piyade bölüğü karaya çıktıktan sonra sayıca çok az olan Türk müfrezesini etkisiz hale getirdi, hattâ 15 Türk’ü de esir aldı, üçüncü bölük ise karaya hiçbir direnişle karşılaşmadan çıktı. Türk savunması sadece 3-5 keskin nişancının gayretine kalmıştı.
Saat 08.30 olduğunda, S Kumsalı tamamen İtilaf kuvvetlerinin eline geçmişti. Yabancı kaynaklara göre, müttefiklerin S Kumsalı’na çıkarken ölü-yaralı verdiği toplam kayıp 63 askerdi.
Türkler açısından sürpriz niteliği taşıyan S ve Y Kumsalı çıkarmaları müttefikler açısından ilk aşamada tam bir başarı olarak görülebilirdi ama Türk kuvvetlerinin yetişip karşılarına dikilmesinden sonra zor anlar geçireceklerdi.
Diğer kumsallardaki çıkarmalar ise hiç de kolay olmayacak, çok kan akacaktı…
İlyas burnunun her iki tarafında yer alan W (Tekke Koyu) ve V (Ertuğrul Koyu) kumsalları 29. Tümen’in saldırdığı diğer üç kumsaldan daha genişti. İlk çıkarılan örtme kuvvetinin çevre güvenliği almasının ardından, diğer birlikler de karaya çıkacaktı. Bu iki koy geniş kumlukları ve içerilere doğru yükselen alçak tepeleriyle çok sayıda asker ve top çıkarmak için elverişli görünüyordu. Ancak diğer üç kumsaldakinin aksine, buradaki dik sırtlar sahile paralel değildi ve kumsalları çevreliyordu. Bu durum, savunma için de mükemmel olanaklar sağlıyordu. Bu nedenle bu iki koydaki çıkarmalar, saldıranlar için çok zor olacaktı.
Saat 06.00’da Ertuğrul Koyu’nda düşman filikalarının karaya doğru yol aldıkları görüldü. Bir istimbot ile motorlu üç layter tarafından çekilen içi asker dolu River Clyde kömür gemisi de ağır ağır yaklaşıyordu. Savunmadaki Türkler, bu geminin ve amacın ne olduğunu pek anlayamamış, durumu dikkatle izliyordu.
Filikaların karaya 400 metre mesafeye yaklaşmasının ardından en önde altı muhrip, hemen arkasında Vengeance, Goliath, Cornwallis, Euryalus ve Albion zırhlıları olmak üzere tüm filo yoğun bir ateşe başladı. Kıyı şeridinde ve koyda mevzilenmiş sadece bir bölük Türk askeri vardı. Sürekli bombardımana ilave olarak bir de yeni bir ateş perdesiyle örtülmüş bu bölük, ateş altında filikaların yaklaşmasını bekliyordu…
Dublin Tüfekçileri’nin [piyadeleri] filikaları fazla uzakta değildi. River Clyde karaya oturunca, motorlu tekneler de her iki yandan filikaları serbest bıraktı. Bir filika kafilesi Morto Koyu’nun hemen içindeki köyün alt kesimindeki Küçük Kamber Limanı’na çok az kayıp vererek çıktı. Ancak buraya çıkanlar az sonra üstün bir ateş gücüyle burun buruna gelecekti.
Diğer filikalar asker yüklü River Clyde kömür gemisinin iskele yanından hiçbir ateşle karşılaşmadan ayrıldı. İlk filikalar kıyıya 20 metre kadar yaklaşana kadar, top ve makineli tüfek ateşi altındaki Türk mevzilerinde havaya uçan taş-topraktan başka bir hareket görülmüyordu.
Derken Türk mevzilerinden tek el silah atışı yapıldı. Ardından da kıyamet koptu. Karaya yanaşmaya çalışan filikalardaki Dublin piyadeleri arasında can pazarı yaşanıyordu. Filikalardaki 700 askerden sadece 300’ü karaya çıkabildi. Tek sığınak, suyun kenarından 3 metre kadar ileride bulunan ve yüksekliği 1,5 ile 3 metre arasında değişen ve kumsal boyunca uzanan bir tümsekti. Gün boyunca, karaya çıkıp bu yükseltinin arkasına sığınmayı başarabilen Dublinliler için o tümsek hayatla-ölüm arasındaki ince çizgiydi.
Yüzbaşı David French daha sonraları, “Türklerin nasıl olup da (çıkarma yapan birliklerin arkasına gizlenip kendini koruyabileceği) bu tümseği yerle bir etmeden bıraktığına hayret ettiğini” söyleyecek ve ekleyecekti:
…Eğer bunu yapmış olsalardı, hiçbirimiz kurtulamayacaktık.[22]
Çünkü bu tümsek olmasa, karaya çıkan Dublin piyadeleri Türk mermilerinden korunmak için kendilerini arkasına atacakları hiçbir şey bulamayacaktı.
River Clyde gemisinin açık kapakları ardında inmeyi bekleyen Dublinliler ise açık filikalardakilerin kapana kısılmış fareler gibi öldürüldüklerini izliyorlardı. River Clyde ile kara arasında derinliği yer yer 2 metreyi bulan deniz dışında bir şey yoktu. Çünkü gemi ile kara arasına çekilecek iki dubayı sürükleyecek römorkör arızalanmış, dubalar üzerine kalas koyarak yapılacak köprü işi suya düşmüştü.
River Clyde’ın kaptanı Yarbay Edward Unwin fedakârca bir iş yaptı, beline bir ip sarıp denize atladı, dubaları kendisine bağladı ve askerlerin çıkabilmesi için köprüyü bizzat oluşturdu. Ona deniz eri William Williams da yardım ediyordu. Bu köprüden geçen askerlerse, savunmadaki Türk müfrezesinin mermi yağmuru altında adeta biçiliyorlardı. Bu sırada komutanına yardım etmekte olan Er Williams vuruldu, Unwin onu tutabilmek için ipin ucunu bırakınca, dubalar akıntıya kapılıp uzaklaştı. Hem kumsal, hem başıboş kalmış filikalar ve hem de denizin içi cesetlerle dolmuştu. Hiç yara almayan ancak denizdeki boğuşma sırasında aşırı yorulan 51 yaşındaki yarbay baygınlık geçirdi ama River Clyde’a dönmeyi başardı. İlerleyen saatlerde River Clyde’dan asker çıkarmak için birkaç hamle daha yapılacak ama her defasında Türk keskin nişancıların mermileriyle karşı karşıya kalacaklardı.
Quenn Elizabeth’ten çarpışmayı izlemekte olan Ian Hamilton, günlüğüne şunları yazdı:
…Dürbünlerimizle tüfek mermilerinin fırtınalı bir yağmur gibi River Clyde’ı hedef aldığını ve kıyı boyunca mevzilenmiş Türklerin gemiye yaylım ateşi açtıklarını gördük.
Aynı zamanda cesur erlerden bir kısmı, bir işkence denizi durumunu alan sulara boyunlarına kadar gömülü, karaya ulaşmaya çalışıyorlardı. Bu erler River Clyde’ın iskele baş omuzluğuna yanaştırılmış bir dubadan denize atlıyor ve cehennemi andıran alanı kaderlerince bazen aşabiliyorlardı.[23]
İngilizlerin asker kayıpları yüzlerle ifade edilmeye başlandığında Unwin bir kere daha suya girer, çabalar, layterlerle pençeleşir, kıyıdan yaralı taşır ama bir kez daha yığılınca gemiye geri götürülür. Askerin de morali bozulmuştur, başaramayacaklarını düşünürler.
Aralarından sadece iki yüz kadarı kıyının uzak ucundaki topuğa varmayı başarmıştır, önlerindeki dikenli tel ise Türk siperlerine doğru saldırmak isteyenlerin cesetleriyle doludur.
Bin kadar asker hala River Clyde’ın içindedir. Ama başını gemiden uzatmaya her cesaret eden, Türk mermisiyle tanışır.
…General Hunter-Weston bütün bu süre zarfında denizde, Eryalus kruvazörünün güvertesindedir, gelişmelerden hiçbir haberi yoktur. Bu nedenle planın ikinci aşamasını uygulamaya koyar. Tuğgeneral Napier, askerin asıl bölümüyle birlikte karaya çıkma emri alır.
…Tekneler nakliye gemilerine yanaşır, ölü ve yaralıları boşalttıktan sonra karaya dönmeye hazırlanırlar. Sadece Napier ile kurmaylarını ve birkaç askeri alacak yerleri vardır.
Tekneler kıyıya yaklaştıklarında River Clyde’dakiler generale seslenerek ısrar etmenin anlamsızlığını anlatmaya çalışırlar. Ne var ki Napier olan biteni anlayamaz, layterlerin yanına varır, onların asker dolu olduğunu görünce, adamları kıyıya çıkarmak amacıyla laytere atlar. Askerler emrine cevap vermeyince bakar, hepsinin ölü olduğunu görür.
River Clyde’ın güvertesindekiler yeniden seslenirler, “Karaya çıkmanız imkansız!” Napier cevap verir, “Denemeye kararlıyım”.
Dener ve karaya ulaşamadan ölür.[24]
Ertuğrul Koyu’ndaki çıkarma sırasında kendilerinden kat kat üstün İngiliz birliğine karşı savaşanlar ise bu bölgeyi tutmakla görevlendirilmiş topu topu bir buçuk bölükten ibaret Türk kuvvetiydi. Oysa İngilizler, bu sahilleri kendilerinden 20 kat üstün Türk birliklerinin savunduğunu zannediyorlardı:
…Akşamüstü, River Clyde şilebi subaylarından Yüzbaşı Smith makineli tüfekler için daha fazla ikmal sağlamak üzere geldi. Dediğine göre River Clyde’da durum yürekler acısıymış. Yirmi katı bir kuvvetle çarpışmak zorunda kaldıklarını söylerken, yüzbaşı hiç heyecanlı değildi. V Kumsalı bölgesinde karaya çıkan birlikler ateş çemberine düştüler. (Ian Hamilton) [25]
Akşamüstüne doğru Türklerin mücadele azmine rağmen durumları yavaş yavaş tehlikeye girmeye başlamıştı. Sayıca az olmaları çok büyük dezavantajdı. Ayrıca River Clyde’da karaya çıkmak için bekleyen 1.000 asker daha vardı.
…Türklerin yerel yedek askerleri olsaydı, ikindi [vakti], tam bunların kullanılacağı zamandı. Ancak gerçekte hiç yedekleri yoktu; hepsi 29. Tümen’i durdurmak için değil, geciktirmek için kullanılmışlardı.[26]
Akşam yaklaşırken, River Clyde’dan asker çıkarma işlemi bir kez daha denendi. Komutasındaki bir takım askerle River Clyde’dan ayrılan Teğmen Gillett, o anı şöyle anlatıyor:
…Gözlerimizin önündeki manzarayı anlatmak olanaksızdı. Filikalar şimdi hemen hemen birbirine yanaşmış olarak kıyıya kadar uzanıyordu ve içleri parçalanmış cesetlerle doluydu. Sonuncu filika ile kıyı arasında cesetlerden bir iskele vardı. Ölülere basmadan kıyıya çıkmak mümkün değildi ve koyun suları kandan kıpkırmızı kesilmişti. (Teğmen R. B. Gillett) [27]
Ertuğrul Koyu’nda İngiliz Tümeni’nin karaya çıkarılışının bir katliam tablosuna dönüşmesine yol açan Türk müfrezesinin başında Yahya Çavuş vardı. Ezineli Yahya, 25 Nisan’da Seddülbahir Ertuğrul Koyu’nun savunmasında 9. Tümen’e bağlı 3. Tabur’un 10. Bölüğünde görevli beş manga ikmal erinin başında büyük bir kahramanlık örneği vermişti.
Yahya Çavuş ve askerleri 25 Nisan sabahı bir saate yakın süren ve yeri göğü birbirine katan düşman donanma ateşine yüreği titremeden dayanmış, sonra çıkarma araçlarının kıyıya yanaşmalarını sabırla beklemiş, tam çıkarma başlarken 200 metreden şiddetli bir ateş açtırmıştı. Bir saatlik bombardıman sırasında siperlerine yağan 4.650 adet top mermisi ve 40 makineli tüfeğin ateşi altında azimle bekleyen, ardından da müthiş bir zamanlamayla çıkarma birliklerinin ayak basmaya çalıştığı Ertuğrul Koyu’nu cehenneme çeviren bu takımın elinde ne havan topu ne de makineli tüfek vardı. Yahya Çavuş ve askerleri tam 9 saat boyunca (Kimi kaynaklara göre bu süre 7 saattir) çaptan düşmüş eski piyade tüfekleri ve el bombalarıyla kendilerinden kat kat üstün İngiliz birliğine adım attırmadı. Türk müfrezesinden sağ kalanlar, İngilizler tarafından çembere alınma tehlikesi belirince yavaş yavaş geri çekilecektir.
Bu etkili savunma, Alçıtepe’ye yürümesi planlanan Fransız tümeninin karaya çıkarılmasını geciktirdiği gibi, müttefiklerin “erken başarı” hayalini suya düşürmüştür. Çünkü Seddülbahir’deki çıkarmaların hepsi, Ertuğrul Koyu’ndan yola çıkıp Kirte istikametinde oluşturulacak koordinasyona bağlı olarak planlanmıştı. Ertuğrul Koyu’nda kuş uçurtmayan Türk müfrezesi, düşmanın bütün bu planlarını akamete uğratmıştı.
General Hamilton’un isteğine karşın Ertuğrul Koyu’ndaki buhran yüzünden Sarı Tepe altı (Y Kumsalı-Pınariçi Koyu) çıkarması takviye edilemedi. İkiz Koyu’nda serbest bulunan bir tugaya yakın kuvvet tek başına ve amaçsız bağlanıp kaldı. Yabancı kaynaklarda da, takım komutanı Asteğmen Hüseyin Bey’in şehit düşmesinin ardından komutayı devralan Yahya Çavuş ve beraberindeki 64 arkadaşının, Albion ve River Clyde’dan karaya çıkmaya başlayan 3.000 İngiliz askerine kök söktürdüğü anlatılmaktadır:
…Bu iki tepenin savunması [Aytepe ve Gözcübaba] Türklerin azminin destanını yazdı. Az sayıda yedek askerle desteklenen 10. Bölük’ten yalnızca bir avuç asker savundu. Bununla birlikte, üç İngiliz taburunun en iyilerinin onları ele geçirmesi yaklaşık 7 saatlerini aldı.
…Gözü pek bir çavuşun, Ezineli Yahya’nın komutasındaki savunma kuvveti bu eşitsizliğe karşın ustalıkla ve sabırla direnerek bu denli uzun süre savaştı. [28]
Yaralarını sardırdıktan sonra tekrar cepheye dönen Ezineli Yahya Çavuş, 5 Haziran’da Sığındere’de İngilizlere karşı yapılan bir süngü hücumunda şehit düşecekti.
Yahya Çavuş’un kahramanlığının duyulmasını sağlayan, burada bir gönül borcu olarak adına ayrı bir bölüm açacağımız 3. Tabur Komutanı Binbaşı Mahmut Sabri Bey’dir. Kara savaşlarının başladığı 25 Nisan 1915 günü Seddülbahir cephesini savunan Albay Halil Sami Bey komutasındaki 9. Tümen’in 26. Alayına bağlı 3. Tabur’un komutanı Binbaşı Mahmut Sabri Bey cepheyi müttefik çıkarmasından sadece üç gün önce 22 Nisan’da devralmış ve yaklaşık 900 kişilik birliğiyle Morto Koyu, Seddülbahir Kalesi ve Ertuğrul Koyu ile batısındaki Tekke Koyu’na kadar savunma tertibatı almıştı.
Binbaşı Mahmut Sabri, taburunu birer bölüğü W ve V kumsallarını savunacak biçimde yerleştirmişti. Kalan iki bölüğünden beş takım yedekte tutuluyordu ve altıncı takım Morto Koyu’nu gözetleme görevine ayrılmıştı. Seddülbahir bölgesi, müttefiklerin ana çıkarma alanıdır ve planlara göre İngiliz 29. Tümeni’ne bağlı yaklaşık 6 bin asker burada karaya ayak basacaktır.
Mahmut Sabri Bey’in taburu, Seddülbahir çıkarmaları sırasında tam 36 saat boyunca düşmana karşı ölümüne direnmiş, Liman von Sanders’in savunma planının kaybettirdiği bir buçuk günü, Türk ordusuna geri kazandırmıştır.
Düşmanın Arıburnu ve Seddülbahir sahillerine karşı giriştiği çıkarmalara karşı koymak üzere elde sadece 9 ve 19. tümenlerin olduğunu gözden kaçırmamalı. Çünkü çıkarma günü itibarıyla 5. Ordu’nun emrinde toplam 6 tümen vardı.
Liman von Sanders tarafından iki tümenin sahte çıkarma hareketlerinin görüldüğü Bolayır’da, iki tümenin de Fransızların biri sahte biri kısa süreli çıkarma yaptığı Anadolu yakasında iki gün boyunca çakılı bırakıldığını düşünürsek durum iyice netlik kazanır. Seddülbahir’de görevli Binbaşı Mahmut Sabri Bey’in omuzlarındaki yükün ağırlığını bir kez daha minnetle takdir edebiliriz.
Çıkarmaya karşı koymak için gösterdiği fedakârca çaba, son derece büyük ve önemlidir. Ama o, inanılmaz bir tevazu içerisinde görev yapar. Raporlarına ismini yazmaz, cümlelerini hep “gidildi, görüldü, yapıldı” sözleriyle bitirir. Savaş sırasında yazdığı raporu şöyle tamamlamıştır:
…Kısaca tabur ordunun en naçiz taburu olduğu ve vazifesinden başka bir şey yapmadığı ve düşmanın sayı ve silah üstünlüğüne rağmen gayesini gerçekleştirebilmesi ancak Allah’ın yardımı olduğunu itiraf ile beraber, 12 ve 13 Nisan (25–26 Nisan) tarihlerinde Seddülbahir sahilinde direniş ve metanetini ve subayların çoğu ile askerlerin yarıdan fazlası savaş hattından hariç kalıncaya kadar son derece gözü kara fedakârlık gösterdiği yukarıda anlatılan harp tablolarından anlaşılacağı gibi emsalleri arasındaki yeri, Zatıâlilerinin yüksek görüşlerinin takdirindedir. (26. Alay, 3. Tabur Kumandanı, Binbaşı) [29]
Bu durum, 1.Ordu Müfettişi Fahrettin Paşa’nın anılarına şu şekilde yansır.
…Bu raporu yazan zat imzasını koymamıştır. Sonradan yapılan araştırmalardan Binbaşı Mahmut [Sabri] Bey olduğu anlaşılmıştır. Bu muharebeden takriben bir ay kadar sonra kendi yaralı ve tedavide iken hatıra olarak yazmış Harbiye Nezareti Müsteşarlığı’na vermiştir. Aslı şimdi Harp Tarihi Encümeninde ve dosyasındadır.[30]
Mahmut Sabri Bey, ayrıca Ezineli Yahya Çavuş’un kahramanlıklarını raporuna yazarak taltif edilmesini (ödüllendirilmesini) de istemişti.
15-40 metre derinliğinde ve 350-400 metre genişlikteki W Kumsalı’na (Tekke Koyu) Lancashire Tüfekçileri 1. Tabur ve arkasından Vorchestershire Alayı 4. Tabur çıkacaktı. Koy, her iki yandan 50 metrelik sırtlarla çevriliydi. Yamaçlara makineli tüfekler yerleştirilmiş, kumsala ise dikenli teller ve mayın döşenmişti. Lancashire Tüfekçileri [piyadeler] önce sağdaki 138 rakımlı tepeye saldıracak, V Kumsalı’na (Ertuğrul Koyu) doğru giderek Kraliyet Munster Piyadeleri ile birleşecek ve çevre güvenliği aldıktan sonra kuzeydoğuya doğru yürüyüp Karacaoğlan Tepesi’ne karşı girişilecek harekâta destek vereceklerdi. Tekke Koyu’nu Mahmut Sabri Bey’in 3. Taburu’na bağlı 12. Bölük savunuyordu.
Ertuğrul Koyu ile aynı dakikalarda, günün ilk ışıklarıyla birlikte 45 dakika kadar süren korkunç bir bombardımanın ardından 29. Tümen birliklerinden ilki, 40 kadar küçük çıkarma aracıyla kıyıya yaklaştı. Kıyıya doğru ilerleyen filikalar sahile 50 metre kadar yaklaştığında, bir el ateş edildi. Suya isabet eden ilk kurşun, filikalardakilerin yüksek sesle alaylarına yol açtı. Oysa dalga geçenler, birkaç saniye sonra neyle karşılaşacaklarının farkında değillerdi.
…Filikamın birinci kürekçisi arkadaşlarının öfkeli şaşkınlığı arasında öne devrildi. Katliam işareti verilmişti. Yamaçların üzerinden makineli tüfek ve keskin nişancıların isabetli atışları başladı. Çok geçmeden kayıplar arttı. Pusunun zamanlaması kusursuzdu. Filikalar içinde tümüyle açıkta ve çaresizdik, gizlenmiş olan Türklerin talim hedefiydik ve birkaç dakika sonra filikamdaki 30 kişiden sadece yarısı kalmıştı. (Yüzbaşı Richard Willis) [31]
Ateş başladıktan sonra yaşanan can pazarı kolay kolay tasavvur edilemez. İngiliz askerlerinin bir bölümü filikalardan inmeye çalışırken vurulur, bir bölümü sahile yeterince yaklaşılamadığı için yaklaşık 1,5-2 metre derinliğindeki suya atlar ama ıslanan yüklerinin ağırlığıyla boğulur.
İlk şaşkınlıktan kurtulan savaş gemileri, karaya çıkacak askerlerine zarar vermemek için az önce gerilere doğru kaydırdığı ateşini yeniden kıyıya yöneltir. Kıyıyı savunan 12. Bölük askerlerinin üzerine ölüm ateş halinde yağar.
W Kumsalı civarındaki üç takımdan oluşan 12. Türk Bölüğü, Euryalus’tan yola çıkmış olan 950 subay ve erden, 500’den fazlasının –ölü ya da yaralı- kaybına sebep olmuştu.
Sonunda anlaşılır ki, 24 filikadan sadece 2’si sahile çıkabilmiştir. Kıyıdaki askerler de su ve ince kum taneleri nedeniyle çalışmaz hale gelen silahlarını temizlemeye uğraşırlar.
O sırada Euryalus’un kaptan köşkünde bulunan 29. İngiliz Tümeni Komutanı Aylmer Hunter-Weston, beraberindeki Seyir Subayı Yüzbaşı John Godfrey ve Amiral Wemyss ile birlikte bu sahneyi seyretmekteydi. Hunter-Weston ve Wemyss’in tepkileri aynı oldu:
“Tanrım. Karaya çıkamadılar!” [32]
Oysa az sayıda da olsa, karaya ulaşabilen İngilizler vardı. Binbaşı Thomas Frankland işte o sırada sahneye çıktı. Türk askerinin ölüme meydan okuyan kahramanlıkları sınırsızdır ama saldırganlar içinde de atılgan askerler vardır. Frankland kıyıdaki askerleri kayalıkların korumasına yönlendirdi, saldırının da sol kanada doğru kaydırılmasını sağladı. Kayalıklara tırmanıp bir piyadenin tüfeğini kaptığı gibi sırttaki birkaç Türk askeriyle süngü muharebesine de girdi. Askerleri de onu izledi.
Kumsalın en batısına doğru giden Tuğgeneral Steuart Hare’in birliği karaya çıktıktan sonra yine sol kanattan yamaca tırmanan İngiliz askerleriyle birleşti. Hare bu askerlerden bir bölümünü geri çekilmeye başlayan Türk askerlerini takip için gönderdi. Birliğinin Kurmay Başkanı Binbaşı Thomas Frankland ile birlikte İkiz Koyu çıkarmasıyla ilgili incelemede bulunmak isteyen 86. Tugay Komutanı Tuğgeneral Hare, o sırtta yaşananları şöyle aktarıyor:
…Tekke burnuna yakın bir sırtın üzerindeyken birden kendimizi bir siper dolusu Türk’ün 100 metre kadar yakınında bulduk. Ateş açmaya başladıklarında yamaçtan aşağıya inmeye başladık. Baldırımda müthiş bir darbe hissettim ve yamacın kenarındayken yere oturdum.” [33]
Hare çok ağır bir yara almıştı ve çok erken bir saatte saf dışı olmuştu. Yerine Tugay Kurmay Başkanı Binbaşı Frankland geçti. Frankland ile beraberindeki Yüzbaşı Mynors, General Hare’i sedyecileri beklemek üzere bırakıp, 138 Rakımlı Tepe’ye saldırıyı hızlandırmak ve Tugay Karargâhı’nı İlyas burnunun hemen üzerindeki yıkık fenerde kurmak için kumsala döndüler. Kumsalın doğusundaki dik yamaçlara da tırmanmış olan askerleri bir araya topladılar ve fenere götürdüler. Bu arada çevredeki Türk askerleri de bu ilerleyiş karşısında geri çekiliyordu. Frankland V Kumsalı (Ertuğrul Koyu) ile bağlantı sağlamaya çalışırken vuruldu. 86. Tugay üst rütbeli ve becerikli bir komutanını daha kaybetti. Ama destek birlikleri gelmeye devam ediyordu.
Gece bastırdığında İngilizler yarımadanın güneyindeki yarısı erimiş 9. Türk Tümeni’ni imha edebilecek durumdadırlar. Ancak saldırıyı hiç düşünmedikleri gibi, Türk karşı saldırısı ihtimali nedeniyle geceyi korku içinde geçirirler. Oysa o gece yarımadanın güneyinde, Türklerin 6 katı İngiliz askeri vardır. Bu kesimi koruyan 9. Türk Tümeni’ne beklediği destek bir türlü gelmemiştir. 9. Tümen erime pahasına akşama kadar direnir. Tümenin ihtiyattaki 25. ve 26. alayları yetişince durum dengelenmese bile direnme gücü artar. Ama müttefik komuta kademesinden hiç kimse bunun farkında değildir.
İtilaf Devletleri, 25 Nisan günü itibarıyla yarısı Anzak Koyu’nda, yarısı Seddülbahir’de olmak üzere yaklaşık 30 bin asker çıkarmıştır. Bunların karşısında Seddülbahir’de Halil Sami Bey’in 9. Tümeni, Arıburnu’nda ise Ordu ihtiyatı olmasına karşın, emir verilmeksizin hızla duruma müdahale eden Mustafa Kemal Bey’in 19. Tümeni bulunuyordu.
“Mustafa Kemal’in tümeni, yedeğin de yedeğiydi” [34] iddiasına dönüp, bu iddianın geçersizliğini ve mantıksızlığını anlatmanın tam yeri ve zamanı. Çünkü anlatılan bir olayı, savaşın akışı içerisinde ‘o an’ın çerçevesine yerleştirmek, konunun daha net anlaşılmasını sağlar. Savaşın akışı içinde bu yola da başvurarak, açıklamalarımızı netleştirelim.
“1915’te Çanakkale’de Türk” [35] adlı kitapçıkta yer alan ve savaşın akışını ele alan özette 9. Tümen’in alaylarının yerleşimi anlatıldıktan sonra, “9. Tümen, düşman çıkarma faaliyetlerine göre ihtiyatındaki kuvvetlerini kullanmada serbest bulunuyordu. 9. Tümen’in gerisinde, Bigalı-Maltepe çevresinde ordunun ihtiyatı olarak Yarbay Mustafa Kemal Bey’in kumandasında 19. Tümen vardı” bilgisine yer veriliyor.
Çünkü her birliğin ihtiyat ayırması genel kural. Bir ordu (ya da kolordu) ihtiyat (yedek) olarak bir tümen ayırıyorsa, bir tümen de bir alayını, alay da bir taburunu mutlaka ihtiyata ayırır. Hattâ taburların da ihtiyat bölüğü olur. Bunlar muharebe içerisinde, durum gerektirdiği anda devreye girer.
Mustafa Kemal’i önemsiz göstermek için özel çaba harcayan, bu nedenle bu çok basit askeri stratejiden habersiz görünmeyi bile yeğleyen GRYT Ansiklopedisi’nin yazarları ise “Çanakkale’de Türk” adlı kitapçıktaki bu bilgiyi, “Genelkurmay’ın da açıkladığı gibi, düşman ordusu ile yüz yüze gelecek olan Osmanlı Ordusu’nun ihtiyat birliği 9. Tümen idi. Yarbay M. Kemal Bey’in kumandasında bulunan 19. Tümen ise ordunun ihtiyatı, yani yedeğin yedeği idi” cümlesiyle yorumluyorlar. Sayfanın başına da “M. Kemal’in birliği, yedeğin yedeğiydi” başlığı atılmış.[36]
Oysa 9. Tümen Gelibolu’nun muhtemel çıkarma noktalarında, ilk hatta görevli. Düşman karaya çıktığı takdirde onu karşılayacak, ateşe ilk girecek bu birlik, ihtiyat birliği olur mu? O birliğin kendi içinde ihtiyatları var. Nitekim 9. Tümen’in 25. ve 26. alayları, 25 Nisan günü beş koldan devam eden çıkarmalar karşısında ihtiyaç nedeniyle devreye sokuluyor. Elinde ihtiyatı kalmayan 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey’in, Yarbay Mustafa Kemal’in ordu ihtiyatındaki 19. Tümenine emir verip destek isteme yetkisi yok. Çünkü 19. Tümen 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders’in ihtiyat birliği. Ordu ihtiyatını oluşturan 19. Tümen’in nasıl kullanılacağına ilişkin, tümene de, tümenin bağlı olduğu 3. Kolordu’ya da bir emir bırakılmış değil. M. Kemal’in Arıburnu’nda emir almadan ve tamamen kendi inisiyatifiyle yaptığı hareket, bu nedenle önem taşıyor. Doğru ve yerinde bir hareket olduğu gelişen olaylarla kanıtlandığı için herhangi bir eleştiri ya da soruşturmaya uğramıyor.
Nitekim Celal Erikan da M. Kemal’in verdiği kararı tüm yönleriyle değerlendirdikten sonra bu noktaya işaret ediyor:
…Liman Paşa… emrini savsaklayan 16. Kolordu Komutanı Ahmet Fevzi Bey’i derhal görevden alacak ve cephe gerisine postalayacaktır. Eğer olayların gelişimi, bu kural dışı kararın doğru ve gerekli olduğunu kanıtlamasaydı, herhalde M. Kemal de aynı akıbete uğrardı.[37]
Tekrar 25 Nisan’a ve asıl konumuza dönüyoruz. Seddülbahir’deki çıkarma gününün bilançosuna gelince…
Yarımadanın güney ucunun fazla derinlikli olmasa da ele geçirilmesi İngilizlere 3.800 ölü ve yaralıya mal oldu. Bu, 29. Tümen piyade kuvvetinin neredeyse 5’te 1’i anlamına geliyordu. Türklerin de yaklaşık 800-1.000 kadar kayıp verdiği hesaplanıyor.[38]
Buna rağmen İngiliz askerleri Seddülbahir’de tutunmayı başardı. Çünkü sayıca Türklerden çok daha fazlaydılar.Bu arada Fransızlar da Kumkale’ye asker çıkarmış, bölgedeki 3’ncü ve 11’nci tümenleri [Seddülbahir ya da Arıburnu’na yardıma gidemeyeceği şekilde] Anadolu yakasında tutmayı başarmışlardı. Türklerin yaşadığı asıl büyük şanssızlık ise –daha önce de söz etmiştik- yarımadadaki iki Türk tümeninin sahte çıkarma hareketlerinin yapıldığı en kuzeydeki Bolayır’da çakılı kalması, Liman von Sanders’in korkularından sıyrılıp bu iki tümeni çıkarma gününün sabah saatlerinde güneye göndermeye karar verememesidir. Bolayır’daki iki tümen ancak 26/27 Nisan gecesi güneydeki çıkarma bölgelerine doğru kaydırılmaya başlanabilecekti. Çıkarma yapılmayan Beşige bölgesindeki 11. Tümen de, tam beş gün orada çakılı tutulur, ancak 30 Nisan’da yarımadaya geçirilir.
Yarımadanın güneyinde yalnız bırakılıp bir anlamda feda edilen birlikler “Destek gönderin!” diye feryat ederken yaşanan bu olumsuz gelişmeler, İngilizlerin talihiydi. İngilizler Seddülbahir’de cephe düzenlemeleri yaptıktan sonra biraz daha ilerleyebilecekler, ancak bunun bedeli çok ağır olacaktı.
6.Sömürge Alayı ile bir top bataryasından oluşan Fransız çıkarması, 25 Nisan 1915 günü saat 05.30’da Henri IV, Jaurequibery, Jeanne d’Arc ve Rus Askold gemilerinin bombardımanının ardından başladı.
Savaş gemileri Kumkale ile Kumkale-Orhaniye arasındaki bölgeyi hedef almıştı. Bir yandan da Orhaniye sırtları ve Yenişehir bombalanıyordu. Prince George savaş gemisi ise Anadolu yakasındaki sahra toplarını devre dışı bırakmaya çalışıyor, daha çok İntepe’ye yükleniyordu.
Anadolu yakasındaki 15. Kolordu’nun komutası Alman Weber Paşa’daydı. O da Liman Paşa gibi, kıyıda zayıf birlikler bulundurmayı, emri altındaki iki tümeni ağırlıklı olarak geride tutmayı planlamıştı. Weber Paşa, akşam saatlerinde yapılacak güçlü taarruzlarla düşmanı denize dökmek niyetindeydi. Düşmanın çıkarmaya hazırlandığı haberi saat 03.30 sıralarında alarm verilmesine yol açtı. Savunma planının uygulanmasına geçildi. Güçlü akıntılar nedeniyle yaşanan gecikmenin ardından ilk birlikler saat 10.00 civarında harabe halindeki iskeleye çıktı.
İki saat içinde Orhaniye Tabyası ve Kumkale Köyü, küçük Türk müfrezelerini geri süren Fransız birliklerinin eline geçmişti. Fakat Türklerin kıyı savunması da gönderilen takviye birliklerinin de desteğiyle iyice sertleştiğinden daha fazla ilerleyemediler.
Saat 17.00 civarında Fransız birliklerinin tümü karaya çıkarılmış oldu. Türk karşı hücumları gece boyunca devam etti. Fransızlar sahil kesimine doğru geri çekilmek zorunda kaldı. Ertesi gün, Türk hücumları karşısında Fransızlar, donanmanın bitmek bilmeyen bombardımanı karşısında ise Türkler zor anlar yaşadı. General Hamilton, 26 Nisan günü şu notu düştü:
…Öğleden sonra General d’Amade bir torpidobotla beni görmeye geldi ve Kumkale’de karaya çıktığını, zafere ulaşacakları sırada Türklerin çok sert direnişiyle karşılaştıklarını, çıkarmanın pek kanlı olduğunu, köy çevresinde ağır çatışmaların devam ettiğini ve savaşın evden eve devam ilerlediğini söyledi.
…Yenişehir köyünü işgal etmeden güvenliğe kavuşmamıza imkân yoktu. Köyde mevzilenmiş Türk direnişini kırmak için [Beşige sahilinde sahte çıkarma planına uygun olarak gemilerde tutulan ancak karaya çıkarılmayan] Fransız Tümeni’nin tümünü Kumkale’ye göndermek gerekliydi. D’Amade bu doğrultuda hazırlık yapmak amacıyla ayrıldı.[39]
Ne var ki, birliklerinin zor durumda olduğundan yakınan sadece d’Amade değildi. Amiral de Robeck ile General Braithwaite de Seddülbahir’e destek istiyorlardı. Gelibolu’da adımını sağlam atmak zorunda olan Hamilton çaresiz, Fransız yedek kuvvetlerinin W Kumsalı’na gönderilmesini emretti. D’Amade aldığı bu emri uyguladı, yedek kuvvetleri Seddülbahir’e yolladı ama aradan birkaç saat geçtikten sonra Hamilton’u çok şaşırtıp öfkelendiren başka bir karar verdi. Fransız birlikleri karanlıktan yararlanarak Kumkale sahillerini tahliye edecekti. Hamilton’un sabaha karşı saat 02.00 sıralarında haberi oldu, o sırada boşaltma işleminin yarısı tamamlanmıştı bile:
…Amiral Quepratte’dan bir mesaj aldım; “Kumkale’deki durum çok iyi ama General d’Amade birliklerini geri çekmek üzere emir verdi ve birliklerin gemilere taşınmasına başlandı. Bu işlemi durdurmak elimde olmadığı için üzgünüm.”
İyi, o halde ben de üzgünüm! …Şu duruma bakın, ben haklı olduğumu düşünürken, dilenciler bir türlü beğenmiyorlar. Fransızlar Seddülbahir’e çıkıyorlar. V Kumsalı yerine, Tekke burnu ile Hellas burnu arasındaki W Kumsalı’na çıkmakta da serbestler.[40]
Hamilton öfkelene dursun, Fransızlar 26 Nisan gecesi büyük bir sessizlik içerisinde Kumkale’yi boşalttılar. 27 Nisan sabahı Anadolu yakasında ölü ya da esir düşenler dışında tek bir Fransız askeri kalmamıştı. Kumkale muharebelerinin bilançosuna gelince… Türk resmi savaş tarihi kaynaklarına göre Türk tarafının zayiatı 467 şehit, 763 yaralı ve 505 kayıp olmak üzere toplam 1735’tir. Kayıp 505 Türk askerinin ise aslında Fransızlar’a esir düşenler olduğunu Hamilton’un günlüğündeki notlardan anlıyoruz.[41] Fransızların ise 176 ölü, 481 yaralı ve 129 kayıp olmak üzere toplam zayiatı 786’dır.
[1] Bu bölümün özetlenmesinde ana kaynak olarak Tayfun Çavuşoğlu’nun “Çanakkale 1915 Yalanlar İftiralar Polemikler” adlı kitabı kullanılmıştır.
[2] Tim Travers, “Gelibolu 1915”, s.48
[3] Tim Travers, “Gelibolu 1915”, s.51
[4] Steel-Hart, “Gelibolu – Yenilginin Destanı”, s.67
[5] Steel-Hart, “Gelibolu – Yenilginin Destanı”, s.52-53
[6] Steel-Hart, “Gelibolu – Yenilginin Destanı”, s.53
[7] Miralay Şefik Aker, “Çanakkale Arıburnu Savaşları ve 27. Alay”, 1935, Askeri Mecmua – Tarih Kısmı 40. Sayı. S. 122, ayrıca bkz: “Çanakkale Hatıraları”, Cilt-1, Albay Şefik Aker anlatıyor, “Çanakkale-Arıburnu Savaşları ve 27. Alay”.
[8] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.17
[9] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.19-24
[10] Alan Moorehead, “Gelibolu”, s.122
[11] Steel-Hart, “Gelibolu – Yenilginin Destanı”, s.61
[12] Murat Karataş, “Haritalarla Çanakkale Savaşları –Zerrin Günal, “Mustafa Kemal Yolu (57. Alay’ın Son Yolculuğu)”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, sayı 6, s. 36-42
[13] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.24
[14] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.26
[15] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.26-27
[16] Steel-Hart, “Gelibolu – Yenilginin Destanı”, s.63
[17] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”,s.115
[18] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”,s.116
[19] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”,s.103
[20] Steel-Hart, “Gelibolu – Yenilginin Destanı”, s.84
[21] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”,s.118
[22] Yüzbaşı D. French, el yazması mektup, National Army Museum, 6405-86 (Steel-Hart, “Gelibolu-Yenilginin Destanı, s.75)
[23] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”, s.104
[24] Alan Moorehead, “Gelibolu”, s.129
[25] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”, s.109
[26] Robin Prior, “Gelibolu – Mitin Sonu”, s. 154
[27] IWM SR 7377, R. B. Gillett, kaydın ve günlüğünün bir kopyası DOCS’da bulunmaktadır. (Steel-Hart, “Gelibolu, Yenilginin Destanı”, s.83)
[28] Robin Prior, “Gelibolu – Mitin Sonu”, s. 153
[29] Mahmut Sabri, “Seddülbahir Muharebesi”, Yıldız Harp Akademisi Matbaası, 1933, s.77 (İsmail Bilgin, Çanakkale Savaşı Günlüğü, s.238)
[30] Mahmut Sabri, “Seddülbahir Muharebesi”, Yıldız Harp Akademisi Matbaası, 1933, s.77 (İsmail Bilgin, Çanakkale Savaşı Günlüğü, s.238)
[31] Willis, Gallipoli Gazette, s.73 (Steell-Hart, “Gelibolu-Yenilginin Destanı”, s.72)
[32] IVM Docs, Amiral J. H. Godfrey, Donanma Hatıraları-II, s.5 (Steell-Hart, “Gelibolu-Yenilginin Destanı”, s.73)
[33] Hare, “Günlük”, 25 Nisan 1915, (Steell-Hart, “Gelibolu-Yenilginin Destanı”, s.73)
[34] Gayr-ı Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi, 1.C, s.85 (Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.123)
[35] Toplam 103 sayfalık “1915’te Çanakkale’de Türk” adlı kitapçık Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1957’de öğrencilere dağıtmak üzere bastırdığı bir anma eseri. Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayınlanmış olmasına karşın, GRYT Ansiklopedisi yazarları bu eseri “Genelkurmay’ın yayınladığı kitap” diye tanıtıyorlar. Detaylı bilgi, bu kitabın “Bizimkileri kim neyle kandırdı?” başlıklı bölümünde mevcut.
[36] Gayr-ı Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi, 1.C, s.85 (Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.123, dipnot)
[37] Celal Erikan, “Komutan Atatürk”, s.131 (Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.124, dipnot)
[38] Robin Prior, “Gelibolu-Mitin Sonu”, s.155
[39] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”, s.122
[40] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”, s.127
[41] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”, s.126
***