’89 “Soydaş” Göçü ve Jivkov’un Gizli Planları |
Trajik ‘89 göçünün 25. Yılını geride bıraktık. Yıl boyu konu ile ilgili toplantılar, seminerler, sergiler düzenlendi. Bursa Göç Tarihi Müzesi açıldı. Belgeseller yapıldı. Hacı Tonak, bu yazısında hem bunları değerlendiriyor; hem de dönemin Bulgaristan yöneticilerinin (Bulgaristan Komünist Partisi politik büro üyeleri) ’89 göçüne ilişkin hesaplarını ve planlarını hatırlatıyor.
***
Basınımızda, özellikle Bursa basınında “Soydaş Göçü” yahut “Soydaş Zorunlu Göçü” olarak adlandırılan ‘89 göçünün üzerinden çeyrek yüz yıl geçti bile. Geçen yıl Bursa’da olduğu kadar öteki büyük kentlerde, hatta Bulgaristan’da ’89 göçünü ve sonuçlarını çeşitli açılarda değerlendiren çok sayıda etkinlik gerçekleştirildi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, bu ve benzeri alanlarda birikimi, duyarlığı, katkısı tartışılmaz Ahmet Erdönmez’in küratörlüğünde ve Bursa konusunda olağanüstü özverili ve üretken tarih bilimcimiz Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu hocanın danışmanlığında, Bursa Göç Tarihi Müzesi’ni hayata geçirdi. Müze ve özenle hazırlanmış tanıtım broşürü, ’89 benzeri göçlerin asla bir “kader” ve “kaza” değil, ama şaşmaz şekilde egemenler tarafından işlenmiş büyük bir suç olduğuna ilişkin kanıyı güçlendiriyor. Müzede bir tarih labirenti gibi düzenlenmiş bölümler, zorla göçürme suçunun hemen her zaman toplumsal, dinsel, etnik farklılıklardan beslendiği ve suçluların kendilerini gizlerken bundan yararlanmayı iyi bildiklerini düşündürten ayrıntılarla dolu. O kadar iyi biliyorlar ki tarihin sayfalarına yalnızca zorbalıkları ve cinayetleri ile girseler bile, toplumun bir kesimi tarafından kahramanlaştırılıp yüceltiliyor, hatta putlaştırılıyorlar. Ne var ki eşkıya dünyaya hükümdar olamıyor, olsa da uzun sürmüyor hükümdarlığı.
’89 göçünün mimarı Todor Jivkov ve takımının alçaklıklarıyla oranlı itibarsızlığı bunu gösteriyor. Onların, bir zamanlar dilediğince yönettiği güya “sosyalist” Bulgaristan’da, Bulgar parlamentosu göçün mağdurlarından resmen ve alenen özür diliyor bugün; ve mağdurların örgütü Bal-Göç, orada ’89 göçü ile zulmünü teşhir eden sergi açıyor; hem de kapalı bir salonda değil, o zulmün sahnesi olmuş meydanlarda yapıyor bunu.
Bursa’da, 89 göçüne ilişkin önemli etkinliklerden biri de Mümin Ceyhan Bursa Araştırmaları Kütüphanesi’nde yapılan forumdu. Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Mümin Ceyhan ve Bal-Göç Genel Başkanı Doç.Dr. Yüksel Özkan’ın açılış konuşmaları duygulu, sıcak ve yaraya merhem olacak türdendi. Prof.Dr. Hüseyin Mevsim, Yard. Doç. Dr. İsmail Selimoğlu, Doç. Dr. İbrahim Yalımov, Yard. Doç. Dr. Seher Boykoy, Dr. Vildane Özkan, Gazeteci Rıdvan Tümenoğlu, Şair Hilmi Haşal ile Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Tarih ve Turizm Büro Sorumlusu Onur Ulutaş göçün uluslararası ve ulusal boyutu, sivil toplum yönü, politik tarafları ile edebiyat ve basındaki yansımalarını değerlendirirken, çok sayıda katılımcı söz alıp tanıklığını aktardı. Sergide ise göçe ve göçün basındaki yansımalarına ilişkin çok sayıda fotoğraf izlenime açılmıştı. Onur Ulutaş’ın sunduğu belgesel, ’89 göçünde yaşananları doğrudan tanıklıklarla aktarması bakımından önemliydi.
İstanbul ve Ankara’da da ’89 göçü ve genel olarak göç olayları ile sorunlarını tartışan, inceleyen etkinlikler yapıldı. Örneğin Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nca Atatürk Kültür Merkezi’nde “Elveda Doğduğum Toprak” başlıklı bir sergi açıldı. Anadolu’nun 150 yıllık göç tarihinden kesitler sunan sergi, fotoğrafları kadar iliştirilmiş bilgiler bakımından da çarpıcıydı.
’89 göçünden geriye bakıldığında, öncesinde bu bölgeden ’51 ve ‘52 göçü ve başka göçler var. Örneğin bir kısmı Bursa’da yerleşmiş 1923-1924 göçü var. Bunun, diğerlerinden farkı bir mübadele, yani karşılıklı göç olmasıydı. Gene de, devletlerarası bir anlaşmaya dayanmasına ve devletler bakımından göçün sağlıklı, insani ve insanı yıpratmayan koşullarda yapılması gibi yükümlülükler içermesine karşılık göçenlerin büyük sorunlar, büyük sıkıntılar yaşadıklarını bugünkü yaşlı kuşak, büyüklerinin anlattıklarından biliyor. Günümüz gençlerinin dinledikleri mübadele öyküleri ise, bu kuşağın o zamanki yaşı gereği, çok da sorgulamadan ve olsa, olsa yarım yamalak bir algılamayla belleğine kaydettiklerinden ibaret. Kaleme alınmış, sahneye ve sinemaya aktarılmış gerçek yaşam öyküleri de yok değil, ama bire bir yaşanmışlıkları aktarmak konusunda yazı ki çok eksiğimiz var.
Mübadil olmak da, olmamak da sorun
Özellikle gazeteciler, mübadeleden 75 yıl, 80 yıl sonra vefat eden, ama Türkiye’de defnedilmeyi vasiyet etmiş Müslümanların çocukları ile torunlarının “mutlu son”a ulaşan veya ulaşmayan çabalarına tanıktır. Bunlardan belleğimde yer eden biri, ebedi uykusunu Reyhan’da gönül bağıyla bağlandığı İsmail Hakkı dergahı haziresinde uyumak isteyen, besbelli dergahın Batı Rumeli’deki gönül erlerinden, diyelim ki Mehmet Bey merhumun yakınlarının çabasıydı. Başbakan Ecevit’e ulaşmışlar ve Mehmet Bey’in vefatından önceki son arzusunu iletmişlerdi. Ecevit, duyarlıkla ilgilenmiş, merhumun son arzusunun yerine gelmesi için gerekli talimatları vermişti.
Ne var ki Yunanistan’dan kaynaklanan güçlükler vardı, öncelikle engel çıkaran. Başbakan rica etmiş bunlar da aşılmıştı; ama Türkiye’de dergah ve tekkeleri tanımayan, dolayısıyla bunlarla herhangi bir bağı reddeden yasalardan kaynaklanan güçlükler nasıl aşılacaktı? İşte o aşamada Mehmet Bey’in çocuklarının, torunlarının neredeyse ümitsiz görünen çabasına yakından tanık olmuştuk. Nihayetinde gene başbakan, bütün yetkilerini kullanarak yakınların çabasına yardımcı olmuş ve merhumun vasiyetinin yerine getirilmesini sağlamıştı.
Bu olay göstermektedir ki kimi durumda göçün sıkıntıları, zorlukları, hatta çileleri istenmeyen yerde yaşamaktansa baş göz üzerine ve içten bir kabulün, samimi bir rızanın konusu olabilmektedir.
Dedeleri, büyükanneleri mübadele ile Türkiye’ye göçmüş Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, ’51 göçünü dünyadan habersiz bir çocuk olarak da değil, bir bebek olarak yaşayan Mümin Ceyhan’ın kurduğu ve adını verdiği Bursa Araştırmaları Kütüphanesi’ndeki Göç konulu toplantının açılışında, mübadillerin Bursa’ya ulaşıncaya değin yaşadıklarını hatırlattıktan sonra salonu dolduran dinleyicilere şöyle sormuştu:
Pekiyi bütün bunlar kaleme alındı mı?
Yanıtını da şöyle vermişti:
Hayır alınmadı!
Alındı mı, alınmadı mı üzerine kısa bir tartışma başlamış, kimi dinleyici bu konuda yeterince kitap yayımlandığından, kimi de yeterli olmasa bile hayli yayının yapıldığından söz etmişti.
Önceki yıl gene göç konusunun ele alındığı çok sayıda bilim insanının katkıda bulunduğu İstanbul’da başlayıp Bursa’da sonlanan sempozyumun son oturumunda dile getirilenleri hatırladım. O gün, söz alan hemen tüm konuklar özellikle bize, yani Bursalılara bu konudaki eksikliğimizi hatırlatmakla kalmamış, anıların kaleme alınmasının tarih ve toplum bilimleri açısından taşıdığı önemi de vurgulamıştı. Bursa’da ’89 göçünün 25.yılında yapılanlar, çok geç kalınan bir konuda elden gelenin yapıldığını göstermesi bakımından önemli.
Çarpıcı bir şey: Yunanistan’da, mesela Selanik’te Küçük Asya Federasyonu diye bir dernek kurulmuş; göçle ilgili ya da mübadelede buradan oraya gidenlerle ilgili olarak herkes ne yaşamış, neye tanık olmuş ve eski yurdu ile ilgili ne biliyorsa anlatmış. Gerekirse kroki çizmiş, nerede yaşamışsa oranın belli başlı özelliklerini bu kroki üzerinde işaretlemiş. Bildiği ya da aklında kaldığı kadarıyla, o bölgede kimler yaşıyor, bunlar orda hangi isimle veya lakapla anılıyor; bunların tümünü not etmiş ve götürüp o derneğe teslim etmiş! Mübadele ile oralara göçmüş olanların torunları bugün Özlüce’ye veya Görükle’ye veya Dereköy’e veya Trilye’ye geldiğinde dedelerinin, büyükannelerinin yazıp çizip not ettiklerinden eski İynesi’yi, Potomya’yı, Kuvikliya’yı mezarlığı, meydanı, meyhanesi, kahvehanesi, aşhanesi, kilisesi, camisi, muhtarlığı ve öteki kamu yapıları ile biliyor.
Bizde geç kalınan budur ve telafisi de yoktur.
’89 Göçünün Perde Arkası
Yirmi beşinci yılı dolayısıyla ’89 göçü yalnızca anılan etkinliklerde ve basında değil, olasılıkla devlet katında ve uluslar arası platformlarda da tartışıldı. Bu ikincilerin konuyu ele alışlarında ve değerlendirmelerinde kamuya açık olmayan bir tarafın var olduğu hep söylenir. Dikta rejimlerinde, kolay beriye hesap sorulamadığı ve hükümetlerden açıklık talep etmek kimsenin aklına gelmediği (!) için bu kapalılık daha da geçerlidir. Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH), yaklaşık on yıl önce Komünist Partisinin arşivlerinden seçilmiş belge ve tutanaklara dayanan ve ’89 göçünün iç yüzünü deşifre eden bir kitap çıkarmıştı. İki yüz sayfalık kitap “İsim Değiştirme Kampanyasının Gerçekleri” adını taşıyordu.
Kitapta yer verilen belgelerden biri 6 Haziran 1989’da toplanan politbürodaki görüşmelere ilişkindi ve gözlerinin içine baka baka halka yalan söylemenin tipik örneklerinden birini sunuyordu. Bulgaristan Komünist Partisi Politbürosunun o günkü toplantısında şunlar konuşulmuştu:
Todor JİVKOV: İsyan eylemlerini durdurduk. Artık ortada isyan yok. Bu insanlara pasaport başvurularını kolaylaştırmalıyız. Meseleyi dramatik hale getirmeyelim. Maksimum sayıda insanı göç ettirmek için elimizden geleni yapmak durumundayız. Ancak en az 200 bin kişiyi göçe zorlamalıyız. Veriler gösteriyor ki eğer bunu yapmazsak birkaç yıl sonra er veya geç bir Kıbrıs’a dönüşebiliriz. Bu halkın yıllık nüfus artışı ne kadar?
Georgi TANEV: 15 bin civarında.
Todor JİVKOV: 20 yıl sonrasını düşünebilir misiniz?
İvan PANEV: Gitmek isteyen 7 komünist var.
Todor JİVKOV: Komünistlerin gitmek istemesi çok iyi değil.
Grigor STOİÇKOV: Bu insanlar şimdi evlerine kapanıp bekliyorlar. Sorun yaratıyorlar.
Todor JİVKOV: En önemlisi onları işyerlerine döndürmek olacak. Eğer dönmezlerse tedbir alınmalı. Onlara, başka bir bölgeye gidecekleri, orada çalışacakları ve evlerine burada çalıştırılacak başka insanların yerleştirileceği söylensin.
Grigor STOİÇKOV: Hükümet kararı gerekiyor.
Todor JİVKOV: Ama bu karar basında yer almamalı.
Penço KUBADİNSKİ: Jivkov’un yaptığı açıklama çok büyük bir olaydır. Bu tutum bütün dünyaya yayıldı. Bunu sonuna kadar değerlendirmeliyiz. Kesinlikle tereddüt etmemeliyiz. Mesela Razgrad bölgesindeki Beli Lom’da 1800 kişinin yüzde 90’ı pasaport başvurusu almış bulunuyor. Biz onlara şöyle demeliyiz; sizi durdurmayacağız, ancak rekoltenin toplanması da size düşer. Önce buğday ambara girecek, ondan sonra gideceksiniz!
Todor JİVKOV: Çalışmayan pasaport alamayacak.
Penço KUBADİNSKİ: Türkiye’nin amacı, Bulgaristan’da ekonomik sorunlar yaratmak. Buna karşı koyacak gücümüzün olduğu bilinmelidir. Göçü durdurmadan duruma hakim olmamız gerekir. Bence 300 bin kişi göç eder. Bu durum, işgücünde kısmi bir kriz yaratabilir, ancak panik yaratmayacak.
Todor JİVKOV: Türkiye onları kabul etmeyi reddedecek.
Penço KUBADİNSKİ: Türkiye kapıları açmazsa suçun Türkiye’ye ait olduğunu söyleyeceğiz. Gidip geri döndüklerinde ise biz onlara, “Siz Bulgarsınız, nereye gidiyorsunuz? Gitmeyin demedik mi?” diyeceğiz.
Todor JİVKOV: Bu işi boş bırakmayalım… Onları bando mızıka ile uğurlamamız gerekir.
Penço KUBADİNSKİ: Doğru, çünkü kovulmadıklarını görecekler. Bazı işletmeleri kapatmak zorunda kalsak bile önemli değil. Öğrencilere hızlı meslek kursları vermeliyiz, hemen traktör veya biçerdöver koltuğuna oturabilmeliler. Emekliler için de önemli, onlar da mesleğinde çalışıp maddi anlamda teşvik edilmeli.
TSONEV: Evleri konusunda ne yapacağız?
JİVKOV: Evleri ile ilgili spekülasyon olmasın. Onları bir nevi parasız almalıyız. Toplumsal örgütlerce satın alınırsa daha iyi olur. Onların yerine gelecek işçilere bu evleri verebiliriz.
PAPAZOV: Ben Burgaz’daydım. Orada 70 bin Türkleştirilmiş Bulgar, 100 bin de Çingene var. Şimdi baktığımda Macaristan’da Çingeneler parti kuruyorlar, bizde ise 300 bin Çingene yaşıyor. Onlardan da parti kurmak isteyenler olabilir. İçişleri bakanlığı bu işi ciddi olarak takibe almalı. Yaptığımız, aslında büyük bir siyasi vurgun sayılır.
MLADENOV: Bence yoldaş Jivkov’un açıklaması, politikayla uğraşmaya başladığımdan beri gördüğüm en büyük siyasi hamlelerden biri. Eğer bunun tarihte bir emsali varsa öğrenci eylemleri sırasında De Gaulle’ın çıkıp, ”Buraya kadar” demesine benzetilebilir (Fransa’da 1968’de patlak veren büyük boyutlu gençlik eylemi ile devlet başkanı De Gaulle’ın bu eyleme karşı tutumundan söz ediliyor).
Burada bitiyor, politbürodaki konuşmalar. O gün orada başka neler konuşuldu, kayıt altına alınmadığı için bilmiyoruz, ama Kubadinski’nin sözlerindeki ikiyüzlülüğü aşacak ne olabilir ki: “Türkiye kapıları açmazsa suçun Türkiye’ye ait olduğunu söyleyeceğiz. Gidip geri döndüklerinde ise biz onlara, ’Siz Bulgarsınız, nereye gidiyorsunuz? Gitmeyin demedik mi?’ diyeceğiz…
Aralık,2014/H.Tonak