Abdülhamit – Vahdettin – Mustafa Kemal! Efsane Yalanlar |
Olaylar anlatılırken tarihi gerçeklere bağlı kalınmaması, yaşananların çok farklı ifade edildiği garip örneklerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Öyle örnekler var ki, galatı meşhur ifadesi yetersiz kalıyor. Haydi beraber göz atalım…
İDDİA 5) “Osmanlı Padişahı İkinci Abdülhamit Han, saltanatı süresince tek karış toprak kaybetmedi”
2.Abdülhamid’in saltanatı süresince Osmanlı İmparatorluğunun hiç toprak kaybı yaşamadığı iddiası bir hayli popüler. Bu iddia bazı siyasiler tarafından sıklıkla dile getiriliyor. 2.Abdülhamid’in Osmanlı’ya hiç toprak kaybı yaşatmadığına inanılsa da, tarihi gerçekler aksi yönü işaret ediyor.
Osmanlı İmparatorluğu, 2. Abdülhamid’in 33 yıllık idaresi süresince Tunus, Girit, Mısır, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ, Romanya, Bulgaristan, Bosna Hersek, Niş, Teselya, Kars, Batum, Ardahan’ı kaybetmiştir. Ayrıca, Somali Birleşik Krallık tarafından, Habeş Eyaletinin İtalya tarafından işgal edilmiştir. Kuveyt’e özerklik verilmiş, Avusturya da Bosna-Hersek’i ilhak etmiştir. Kaybedilen toprakların yüzölçümü, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarımızın yaklaşık 2 katıdır.
2.Abdülhamid Döneminde Osmanlı İmparatorluğu Sınırlarında Değişimi Gösteren Karşılaştırmalı Harita (1876-1909) döneminde Osmanlı Devletinin toprak kaybını açıklıkla gösteriyor. Ülkelerin Osmanlı Devleti’nden ayrıldığı tarihlere ilişkin internette kabaca bir tarama yapılarak bile bu gerçek görülebilir.
İDDİA 4) “Koruma Kanunu nedeniyle gerçekler konuşulamıyor, Mustafa Kemal Atatürk eleştirilemiyor”
Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 numaralı, “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Kanunu” 25 Temmuz 1951’de dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından onaylanmış ve 31 Temmuz 1951’de de Resmi Gazete tarafından da yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanun Atatürk yaşarken değil, vefatından 13 yıl sonra çıkarılmıştır ve dönemin başbakanı Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes’tir.
5816 numaralı bu kanunda 5 madde bulunmaktadır. Bu kanunun, suçu tarif eden 1. maddesi şöyledir:
“Madde 1 – Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. – Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Bu suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.”
Diğer maddelerde ise suçun örgütlü bir şekilde ya da basın yoluyla işlenmesi durumunda cezanın artırılacağı, hangi makamın işlem yapacağı ve yürürlük tarihiyle ilgilidir.
Görüldüğü üzere bu kanuna göre Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret veya sövgü, Atatürk’ü simgeleyen büst, heykel ya da abidelere saldırı suçtur.
Hakaret etmeden, sövmeden, sembollerini kırıp dökmeden elbette Atatürk’ü de eleştirmek mümkün. Ancak bazı kişiler, sanki anlatacakları çok mühim konular varmış da, bu kanun nedeniyle konuşamıyormuş duygusunu yaymayı seviyor. Sürekli “Ah o kanun olmasa!” diye başlayan cümleler kuruyorlar. Demek istedikleri şey, “Şu kanun olmasa da, Atatürk’e gönlümüzce hakaret edebilsek mi?” Onu bilmiyoruz. Ama bu anlamsız ifadelerin tekrarı nedeniyle “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Kanunu” gündemden düşmüyor.
İDDİA 3) “Son Padişah Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’yı milli mücadeleyi başlatma “gizli göreviyle” Samsun’a gönderdi”
Son Padişah Vahdettin’in milli mücadeleyi teşvik ettiği, desteklediği, gizli gizli para ve subay gönderdiği yolunda tek satırlık yazı-emir yok, kendisinin de böyle bir ifadesi yok, Mustafa Kemal’in de yok. Vahdettin kendi beyannamesinde, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesine hükümetin karar verdiğini, kendisinin sadece o karara uyduğunu ve imza attığını söylüyor.
Savaştan sonra hatıratını yazan birçok subay ve bürokratlar var. Bunlardan, “Padişah tarafından verilen özel görevle Anadolu’ya geçtim” diyen bir tek kişi yok. “Anadolu’ya para götürdüm” diyen hiç yok… İyi ama savaş bittikten, işgal kalktıktan ve hatta cumhuriyet kurulduktan sonra bu bilgiyi açıklamalarında ne sıkıntı vardı ki, kimse bir şey söylemedi, yazmadı? Çünkü öyle bir durum yoktu.
Padişahın milli mücadeleyi gizli gizli desteklediği öne sürenler, başkenti işgal altındaki bir padişahın gizli saklı yapılması gereken işleri elbette açık-açık yapamayacağını, Mustafa Kemal’in gizli görevinin milli mücadele başlatmak olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddiayı doğrulayan kimse yok, tek satır bir belge yok, tanıklık da yok.
Bu iddianın, oradan oraya alıntılanarak ülkemizin en önde gelen galatı meşhur yalanlarından biri haline geldiğini ifade etmek gerek.
İDDİA 2) “Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz Kuvvetleriyle Hiç Savaşmadık! İngilizlere tek kurşun atmadık”
“Kurtuluş Savaşı’nda sadece Yunanlılarla savaşıldı”, “Kurtuluş Savaşı’nda İngilizlere tek kurşun sıkılmadı” iddiasını sıklıkla duyuyoruz.
Kurtuluş Savaşı sürecinde batı cephesinde İngiliz kuvvetlerle bir silahlı çatışma yok ama doğuda, Süleymaniye’de İngiliz kuvvetler ile yaşanan çarpışmalar mevcut.
31 Ağustos 1922 tarihinde Milis Yarbay Ali Şefik Özdemir Bey komutasındaki birliklerimizin, “Derbent Zaferi” olarak tarihe geçen ve Musul, Kerkük ve Süleymaniye’nin kontrolünü sağlamlaştıran çarpışmada İngilizleri yenilgiye uğratması bunun bir örneğidir. Böylelikle Musul, Kerkük ve Süleymaniye’nin kontrolü sağlamlaştırılmıştı.
Genelkurmay Başkanlığı’nın 1 Şubat 1922 tarihli emriyle, daha önce Antep’te Kuvâ-yi Milliye komutanlığı yapmış olan Milis Yarbayı Özdemir Bey Özdemir Bey, 9 Mart 1922 de Revandiz’e gitmek üzere Ankara’dan hareket etmiştir. Özdemir Bey’in komuta ettiği ve İngilizlerle çarpışan Revandiz Müfrezesi, Kuvâ-yi Milliye’nin bir parçasıdır.
Ayrıca, 30 Ağustos zaferi ve İzmir’in kurtuluşunun ardından Türk ordusunun İngiliz kuvvetlerinin yer aldığı, “tarafsız bölge” adı altında işgal altında tutulan Çanakkale bölgesine kararlılıkla yürüdüğünü, bu karşılaşmanın 1922 yılı Eylül ayı başından Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasına kadar geçen sürede İngiltere ile Ankara hükümeti arasında büyük gerilime yol açtığını, “Çanakkale Krizi” olarak anılan bu gerilimli sürecin İşgal Orduları Komutanı İngiliz General Charles Harrington’ın aldığı inisiyatifle savaşa dönüşmeden çözüldüğünü de vurgulamak gerek.
İDDİA 1) “7.Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın habersiz ricatı, Yıldırım Ordular Grubu’nun yenilmesine yol açtı”
Filistin-Suriye-Irak cephelerini korumak için 4, 7 ve 8’nci ordulardan oluşturulan Yıldırım Ordu Grubu’nun ilk komutanı General Falkenhayn’dır, 1 yıl sonra bu görevi Liman von Sanders Paşa devraldı.
Mustafa Kemal Paşa 7. Ordu komutanlığına (ikinci defa) 7 Ağustos 1918’de atandı. 4’ncü Ordu Komutanı Cemal Paşa, 8’nci Ordu Komutanı da Cevat (Çobanlı) Paşaydı.
Çok üstün kuvvetlerle taarruza kalkan Düşman 7. Ordu bölgesinden cepheyi yarmayı başaramaz, 8’nci Ordu büyük darbe yer ve cephesi yarılır. Bunun üzerine de Yıldırım Ordu Grubu tamamıyla geriye çekilir.
Yazışmalar ortada. Bu geriye çekilmede, iddia edildiği gibi “kimseye haber vermeden cepheyi boşaltmak” gibi bir şey söz konusu değil. Yıldırım Ordular Grubu İngiliz kuvvetlerince büyük ölçüde imha edildi. En az kayıpla geriye çekilmeyi başaran 7’nci Ordu’dur.
Bu arada Avusturya hükümeti 14 Eylül’de barış girişiminde bulunmuş, Bulgaristan 19 Eylül’de mütareke istemiş, Kuzey Yunanistan’da bulunan General Milne kuvvetleri de, İstanbul üzerine yürümek üzere Meriç sınırına yaklaşmıştır. Osmanlı Hükümetini ateşkes talebi ve imzası için harekete geçiren asıl büyük tehlike budur, Suriye’deki durum değil.
30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri’yle Mondros Mütârekesi imzalandı. Bu mütarekenin sonucu olarak 31 Ekim 1918’de Otto Liman von Sanders Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığını Mustafa Kemal Paşa’ya devretti. Mustafa Kemal Paşa’nın Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığı görevi 7 Kasım 1918 tarihine kadar sadece 8 gün sürdü.
Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a telgraf çekerek İskenderun’a İngiliz işgali olması durumunda silahla karşı koyacağını bildirince Yıldırım Ordu Grubu karargâhı lağvedildi, Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a çağrıldı.
Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” dergisinde “Dedektif X-Bir” sahte imzasıyla yayınlanan, “31 Ağustos 1918… [M.Kemal’in komutanı olduğu] 7.Ordu, ne sağındaki 4.Orduya, ne de solundaki 8. Orduya ve bilhassa Ordular Grubuna hiçbir haber vermeden ve hiçbir şey sızdırmadan, birdenbire Bisan istikametinde son süratle çekilmeye başlıyor. Birdenbire, cephe üzerinde müthiş bir yarık hasıl olmuş ve 4. Ordu ile 8. Ordu, birbirinden uzakta ve temassız halde kalmışlardır. İngiliz ordusu hemen bu yarıktan içeri dalarak, 8. Ordunun gerisine düşüyor ve bu orduyu kuşatıp kamilen esir alıyor. vs vs vs..” şeklindeki bu yalanlar 70 yıldır tekrarlana tekrarlana galatı meşhur oldu.
Bu yalanları gerçek zannedenleri yanıltıldıklarına ikna etmek zor oluyor.