Quantcast
Ak-Şemseddîn’in Fâtih’e Göynük’ten Yazdığı Mektubun Tarihî Açıdan Önemi – Belgesel Tarih

Hakan YILMAZ
Hakan  YILMAZ
Ak-Şemseddîn’in Fâtih’e Göynük’ten Yazdığı Mektubun Tarihî Açıdan Önemi
  • 22 Ağustos 2021 Pazar
  • +
  • -
  • Hakan YILMAZ /

Loading

Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde Ak-Şemseddîn’in Fâtih Sultan Mehmed’e kendi hattıyla yazdığı iki mühim mektup yer almakta olup; bunlardan biri fethin mânevî kumandanı olarak bilinen Hazret’in hem kendisinin, hem de Peygamberî müjdeye eren pâdişâhın fetih sırasındaki fiillerine açıklık getirmekte, bu konuda çağdaş kroniklerde ve Menāḳıb-nāme’lerde yer alan bilgileri tarihî açıdan te’yid etmektedir.* Akademik çevrelerde öteden beri bilinen ve üzerinde durulan bu mektubun tarihî gerçekleri aydınlatma konusundaki önemine, bu konudaki bazı spekülatif iddiâları tenkid amacıyla yazdığımız bir makalemizde daha önce biz de ayrıntılı olarak değinmiştik[1].

Fâtih Sultan Mehmed’in bir portresi. Hasan Rızâ, 149×125 cm., Harbiye Askerî Müze ve Harp Dairesi, Env. nr: 1

Şu kadar var ki Ak-Şemseddîn’in Fâtih’e daha sonraki bir tarihte Göynük’ten yazmış olduğu diğer mektubu; İstanbul’un fethinden sonraki siyâsî gelişmeleri aydınlatacak çok önemli bir tarihî belge olmasına rağmen, varlığı bilinse de içeriği dikkate alınmayan çağdaş bir materyal olarak bugüne kadar ilginç bir şekilde göz ardı edilmiştir.

Ak-Şemseddîn’in Fâtih’e Göynük’ten Yazdığı Mektubun İçeriği

İstanbul’un fethi sırasında Fatih’e ve Osmanlı ordusuna verdiği büyük mânevî destek nedeniyle, Ak-Şemseddîn’in Fatih devrine damgasını vurmuş en büyük tarihî şahsiyetlerden biri olduğunda şüphe yoktur. Onun Bizans’a yardıma gelen dört kalyonun boğazdan geçişi sonrası, pâdişâhın ve Osmanlı ordusunun moralinin tamamen bozulduğu bir anda, 20 Nisan gecesi yazdığı mektuptaki ifâdeleri bile tek başına Fâtih, fetih ve Türk askeri üzerindeki etki ve tesirini göstermeye yetmektedir[2]. Fetih sırasında yapılması gerekenleri Fâtih’e büyük bir olgunluk ve soğukkanlılıkla telkin amacı taşıyan bu mektupta yapılan tavsiyelerin, genç pâdişah tarafından hemen ertesi gün büyük bir titizlikle tatbik edildiğini, kalyonlardan birinin içinde bulunan Venedik’li hekim Nicolo Barbaro’nun gözlemlerinden bilmekteyiz[3]. Fatih’in Ak-Şemseddîn’e duyduğu güven ve bağlılığın boyutları kadar, kuşatmadan önce fethin bizzat Ak-Şemseddîn tarafından müjdelenişi, Çandarlı grubunun muhâlefeti ve gemiler zincirleri aştığı sırada ordunun içine düştüğü çaresizliği çağdaş bir belge olarak aydınlatan bu mektubun, konu hakkında günümüzde ortaya atılmış pek çok asılsız iddiâyı da kökünden çürütecek nitelikte önemli bir materyal olduğu dikkati çekmektedir.

İşte Ak-Şemseddîn’in İstanbul’un fethinden sonra Göynük’e gidişini müteâkip Fâtih’e yazdığı mektup da; hem Mısır-Türkmen coğrafyasında yaşanan siyâsî gelişmelerin başlangıç zamanına ışık tutan, hem de Hazret’in Hüseyin Enîsî tarafından kaleme alınan Menāḳıb-nāme’sindeki bâzı rivâyetleri doğrulayan kesin bir belge niteliğindedir.

Ak-Şemseddîn’i İstanbul’a giriş yapan Fatih’in yanında gösteren ünlü İtalyan ressam Fausto Zonaro’nun meşhur tablosu. Dolmabahçe Sarayı Resim Galerisi, Beşiktaş / İstanbul.

Ak-Şemseddîn’in İstanbul’un fethi sırasında gönderdiği diğer mektup gibi Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde kayıtlı bulunan[4] bu mektubun da, söz konusu mektuba benzer şekilde aynı hatla yazıldığı, yani bizzat Ak-Şemseddîn Hazretleri’nin elinden çıktığı ve üzerinde herhangi bir tarih kaydı bulunmadığı dikkati çeker. Ancak, Menāḳıb-nāme’sinde ve kroniklerde onun İstanbul’un fethinden sonra Göynük’e çekildiği ve bir süre orada ikâmet ettikten sonra 863/1459’da burada vefât ettiğine işâret edilmesinden[5] hareketle, mektubun en geç 863/1459 yılı civârında yazıldığını söylemek mümkündür.

Uzun bir kâğıda yirmi dört satır hâlinde yazılan mektup duâ ve hamdele ile başlamakta ve daha sonra Hazret “ʿArż-ı faḳīr budur ki…” hitap ifâdesiyle söze giriş yapmaktadır[6]. Ak-Şemseddîn bundan sonra bilinmeyen bir olay nedeniyle Sultan Mehmed’i dünya rahatlık ve lezzetlerinin âhirettekilere nisbetle hiç mesâbesinde bulunduğunu, belânın peygamberlerin, velîlerin ve onlara yakın olan kimselerin yolu olduğunu ve bu yol üzerinde bulunmak lütfuna eriştiği için üzülmemesi, aksine sevinmesi gerektiğini söyleyerek teselli etmektedir[7]. Kur’ân’da bir zorluğun  iki kolaylık arasında zikredildiğini belirterek “İnşāʾa’llāh yakında bütün zorlukların kolaylığa dönüşüp her ṭarafta düşmanların kahr ve zelīl olacağını” söylemekte; ona “hükümdarın devlete olan nisbetinin rūḥun bedene olan nisbeti gibi olduğunu” hatırlatıp, kendi devletinin ıslahından başka hiçbir şeyle ilgilenmemesini tavsiye ederek, başkaları ‘ahdinden dönse bile hiçbir sûrette ‘ahdinden dönmemesini öğütlemektedir[8].

Daha sonra Ak-Şemseddîn Hazretleri, İstanbul’dan ayrılıp Göynük’e yerleşmesi nedeniyle pâdişâhın aklına herhangi bir kötü düşünce gelmemesini, anne-babasının kendisini ısrarla dâvet etmeleri nedeniyle geldiğini ifâde ederek, mektubunu orada bir süre daha fakirlere hizmet ve devlete duâ etmekle meşgul olacağını bildiren şu ilginç cümlelerle bitirmektedir:

“Faḳīrüñ bu ṭarafa gitdügine pādişāhuñ mübārek ḫāṭırına ġubār gelmeye ki, vālideyn bir nice kerre mektūb göndermekden ṣoñra ādem göndermişler. Anlaruñ rıżāsın taḥṣīl itmegiçün geldük. Ümmīẕdür ki bir ḳaç gün bu faḳīrlerüñ rıżāsında olub, devām-ı devlet ve ezdiyād-ı ḫaşmet duʿāsına meşġūl olavuz. Eger pādişāha ḥużūr-ı ṣūrımuz maḳṣūd olursa, İnşāʾa’llāh ya biz anda varavuz ya pādişāh gele. Diyār-ı ʿArab’ı varup bilece fet idavüz. Ammā Türkmān’dan ġāfil olmayasız, igen de ipin alı-virmeyasiz. Bilmiş olasız.[9]

Bu ifâdelerin ardından mektup, Ak-Şemseddîn’in اضعف العباد محمد الفقير “Eżʿafu’l-ʿibād Muḥammed el-faḳīr” imzâsıyla sona ermektedir[10].

İstanbul’un fethinden sonra Göynük’e yerleşen ve 863/1459’da orada vefât eden Ak-Şemseddîn Hazretleri’nin ölümünden beş yıl sonra inşâ edilen türbesi. Göynük-Bolu.

Mektubun Târihî Açıdan Önemi

Ak-Şemseddîn Hazretleri’nin Fâtih’e Göynük’ten yazdığı mektup, öncelikle Hazret’in Menāḳıb’ındaki, Sultân’ın kendisine gösterdiği aşırı ilgi ve teveccüh nedeniyle İstanbul’dan ayrılıp Göynük’e gittiği yönündeki bilgileri kesin bir sûrette te’yid etmektedir. Mektubun başka bir diyardan yazılması ve onun: “Eger pādişāha ḥużūr-ı ṣūrımuz maḳṣūd olursa, İnşāʾa’llāh ya biz anda varavuz ya pādişāh gele.” şeklindeki ifadesi, hâl-i hazırda orada bulunduğunun ve Fâtih’in kendisine duyduğu ilginin açık bir göstergesi olduğu gibi; oraya annesi ve babasının dâveti nedeniyle geldiğini söyleyerek pâdişâhı teselli etmesi de, göçün Menāḳıb-nāme’de yazdığı gibi pâdişahtan habersiz bir şekilde gerçekleştiğine sarih bir delil teşkil etmektedir[11].

Bu bilgiler istisnâ edilirse, mektubun asıl önemi Fatih’in doğudaki fetih rotasını belirleyecek olan mühim bâzı siyâsî çekişmelerin ilk kez hangi tarihlerde başladığını, ulaştığı boyutları ve Ak-Şemseddîn’in bunu ne şekilde algıladığını tespit noktasında kendini izhâr etmektedir. Bu bakımdan mektup, Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinden sonraki beş yıllık süreçte meydana gelen siyâsî gelişmeleri, bizzat Şeyh’in dilinden orijinal bir surette sıcağı sıcağına aktarması yönüyle de büyük bir önem arz etmektedir.

Fâtih Sultan Mehmed’in fetihten sonraki icraatlarına ve fetih sonrası İslâm dünyasında meydana gelen gelişmelerle bağlantısına ışık tutacak resmî belgelerin sayısı oldukça azdır[12]. Özellikle Anadolu ve etrafında meydana gelen gelişmelerin başlangıcından sonuna kadar tâkip edilmesini sağlayacak nitelikte çok az sayıda kaynak ve belgeye rastlanmaktadır. Bu konudaki bilgi boşluğunu tamâmen dolduracak şekilde, Ak-Şemseddîn mektupta daha 863/1459’dan önce Fâtih’in “ʿahdin naḳż” etmiş birtakım düşmanları bulunduğundan bahsederek, bunlara karşı Sultân’ın bozulan moralini yatıştırmaya çalışmakta ve kastettiği düşmanların pâdişâhın rutin fetih sahası olan Avrupa’dan daha farklı bir yönde bulunduklarını: “her ṭarafda aʿdā maḳhūr ve zelīl ola.” sözü ile açıkça vurgulamaktadır.

İşte bu düşmanlarla kastedilenlerin kim olduğu sorusunun cevâbı, Şeyh’in mektubun devâmındaki: “Diyār-ı ʿArab’ı varup bilece fetḥ idavüz.” cümlesi ile ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere “Diyār-ı ʿArab denilen bölge Memlûkler’in hâkimiyeti altında bulunan Mısır topraklarıdır. Akşemseddîn bu cümleden sonra Fâtih’e: “Ammā Türkmān’dan ġāfil olmayasız, igen de ipin ṣalı-virmeyasiz..” diyerek, Memlûkler’e çok yakın bir noktada bulunan Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Karamanaoğullları gibi beylikler arasındaki sorunun da eş zamanlı olarak, daha o tarihlerde başladığına ilişkin açık bir gönderme yapmıştır.

Ak-Şemseddîn “Diyār-ı ʿArab”, yâni Mısır Sultânı’nın ahde riâyet etmediğini belirtmekle birlikte, mektupta Fâtih’le aralarındaki çekişmenin ana sebebini zikretmez. Fakat bunun sebebinin, İstanbul’un fethinden sonra özellikle bu bölgede Osmanlılar’a karşı harâretlenen hâkimiyet mücâdelesi fikri olduğu peşinen tahmin edilebilir. Çünkü İstanbul’un fethinden sonra Fâtih, Mekke şerîfi ve Karakoyunlu hükümdârı Cihân-şâh’la birlikte, hilâfet merkezi olması ve öteden beri atalarıyla iyi geçinmeleri nedeniyle Mısır’ın yeni sultânı Seyfeddîn İnâl el-Ecrûd’a da[13] cülûsunu kutlamak için mutâd üzere bir Tebrik-nāme ve İstanbul’un alındığını bildiren bir Fetḥ-nāme göndermişti[14]. Ancak Fâtih’in elçisi el-Kabûnî 29 Şevvâl 957/4 Kasım 1453’te Kahire’ye vardığı zaman, taltif yerine Mısır sultânının beklenmedik şaşkınlığı ve soğuk muâmelesi ile karşılaşmıştı.

Karamanoğlu İbrâhîm Beg’in 867/1463’te ölümünden sonra, Karaman’da yaşanan hâkimiyet mücâdeleleri sırasında Karamanoğulları ve Turgudoğulları’nın Osmanlılar’a karşı düşmanlıkları iyice hararetlenecek; Karaman velîahtı İshak Beg’in Mısır’ın himâyesini istemesi ve Uzun Hasan’la bağlantı içinde hareket etmesi ise, Osmanlılar’ı direkt Akkoyunlular ve Mısır Memlûk Sultanlığı ile karşı karşıya getirecekti. Ak-Şemseddîn Hazretleri’nin tavsiyesi doğrultusunda sabırla beklemekte olan Fâtih, nihâyet 870/1466 yılı içinde yerini bir sır gibi sakladığı uzak bir beldeye sefere çıkacağını ilân etti. Ancak, Karamanoğlu Pîr Ahmed’in göndermekle yükümlü olduğu orduyu göndermemesi üzerine Fâtih, birdenbire rotasını Karaman’a çevirip Karaman ve Larende’yi kuşatacak, Ahmed Beg’in kaçması sonucu Rûm Mehmed Paşa’yı Varsak üzerine yollayacak, Pîr Ahmed ise sonunda çareyi Mısır sultânı ve Akkoyunlu hükümdârının himâyelerine sığınmakta arayacaktı[15].

Genç yaşta Mısır Memlûk tahtına oturan Seyfeddîn Hoşkadem’in kendisine sunulan minyatürlü bir İskender-nāme nüshasının ilk varağında yer alan tasviri. Ahmedî, İskender-nāme, İÜ Ktp. TY, nr. 6044, vr. 1b.

Karamanoğlu Ahmed Beg’i yakalama işine İshak Paşa’yı memur eden Fâtih, Mısır Sultânı’na Arapça bir mektup göndererek, aralarındaki dostluğun zedelenmesinden yana değilse, “emīr ve nāʾiblerinin ḥimāye ettiği” Karamanoğlu’nu derhâl kendisine teslim etmesini istedi[16]. Tursun Beg ve Kemâl Paşa-zâde, pâdişâhın Karamanoğlu üzerine yürümeden önce, daha en başta gizli tuttuğu seferinin aslında “Mıṣır ve Ḥalep taraflarına yapılacağını” söylemek sûretiyle, Ak-Şemseddîn Hazretleri’nin mektubundaki sözlerini bir bakıma hem şerh hem de te’yid etmektedir[17]. Mısır Sultânı’nın sinsi fiillerinden haberdar olan ve mektupla bunun önünü kestikten sonra, onun himâyesindeki Alâ’iyye beyliğini de çekinmeden ortadan kaldıran Fâtih, ilerleyen yıllarda Karaman beyliğini haritadan tamâmen silmekle kalmayacak; Pîr Ahmed’in yeni hâmîsi Uzun Hasan’ın da üzerine yürüyerek, 16 Rebî‘u’l-evvel 878/11 Ağustos 1473’te Otlukbeli’nde karşısına çıkan Akkoyunlu ordusunu bir daha toparlanmamak üzere fecî bir şekilde yenilgiye uğratacaktır.

Fâtih Sultan Mehmed’in mektupta “Diyār-ı ʿArab” diye işâret edilen Mısır ve Suriye Memlûkler’i üzerine yürümesinin ana sebebi, aslında her iki taraf arasındaki gizli bir hâkimiyet mücâdelesine dayanıyordu. Fâtih Trabzon’u feth ettiğinde her ülkeden elçiler gelip: “Vilāyet mübārek olsun!” mesajlarını ilettiği hâlde Mısır sultânı bilinçli olarak ona elçi göndermemişti[18].

Memlûk sultânı Hoşkadem’in cülûsundan sonra bastırdığı bir dinar. Anadolu Medeniyetleri Müzesi-Ankara.

Sultan Mehmed’in kayınpederi Dulkadiroğlu Süleyman Beg’in toprakları, o târihlerde Memlûkler’le Osmanlılar’ı birbirinden ayıran tampon bir bölge konumundaydı. Süleyman Beg’in ölümü üzerine Fâtih, aradaki akrabalık bağı nedeniyle duruma müdâhale ederek, Mısır’ın desteklediği, ancak halkın istemediği Şah-Budak’ın yerine kardeşi Şehsuvâr Beg’i tâyin etti[19] ve Sultân’a bu girişiminde herhangi bir düşmanlık niyeti bulunmadığını bir mektupla bildirdi. Ayrıca Sultan Mehmed 863/1459’da Hicaz’dan dönen bir Osmanlı hacısının ihbârı üzerine, oradaki yıkık su kuyularını tâmir için bâzı ‘azîzleri yollamış; ancak Mısır ümerâsına yardım ricâsı ile gönderdiği mektup[20] ‘azîzlerin hakarete uğrayıp kovulmaları ile sonuçlanmıştı[21].

Memlûk yönetimi Fâtih’e inat hâlâ Şah-Budak Beg’i desteklemeye devâm etti ve Şehsuvâr’a karşı düşmanca hareketler sergilemekten çekinmedi. Buna karşılık Şehsuvâr Beg 1467’de Mısır Sultânı Seyfeddîn Hoşkadem’in (1461-1467) ordularını iki defâ dağıtıp yenilgiye uğrattı, Mısır Sultânı ise Fatih’in kudretinden çekinerek arayı iyi tutmak için su kuyuları işini önleyen ümerâyı öldürttü ve İstanbul’a bir elçi heyeti yolladı. Fâtih de Hoşkadem’e bir elçi gönderdi, ancak Mısır sarayı Osmanlı elçisini beklenmedik bir şekilde aşağıladı[22]. Memlûk Sultânı’nın gönderdiği yeni elçiyi oldukça iyi karşılayan Fâtih, ona sultanlarının “Ḳānūn ḳāʿide bilmez biri” olduğunu söyleyince, Hoşkadem bir ara Osmanlı sultânını öldürmeleri için üzerine fedâîler bile göndermeye cür’et etti[23]. Şehsuvar Beg 1471’de Memlûkler’e yenilince idâm edildi ve Mısır Sultânı ahdini bozarak tekrar Şah-Budak’ı beylik tahtına geçirmek istedi. Fâtih ise buna karşılık, oğlu Bâyezîd’in himâyesine sığınan ‘Alâ’ü’d-devle’yi bölgeye gönderdi. Şah-Budak bunları mağlup edince, aralarında Şehzâde Bâyezîd’in kapıcısının da bulunduğu Osmanlı kuvvetleri Mısır’a tâbî olan Sîs nâ’ibine sığındılar; ancak o, bunların hepsinin başlarını kestirerek Kahire’ye yolladı. Mısır sultânı Kayıtbay da bu defâ düşmanlığını açıkça izhar ederek, Fâtih’e hakâret kastıyla, bu başlarla meydanlarda top oynatmak gibi çirkin bir fiile kalkıştı[24]. Sultân’ın bu aşağılık hareketi Fâtih için bardağı taşıran son damla olmuştu; nitekim ‘Alâ’ü’d-devle’yi yeni bir birlikle bölgeye göndererek Şah-Budak’ın ordusunu hemen perişan ettirdiği gibi[25], uzun zamandır devâm eden Mısır işini de artık kesin olarak çözmeye karar verdi.

Fâtih’in tarihçisi Tursun Beg Tārīḫ-i Ebū’l-Fetḥ’inde Sultan Mehmed’in ölümünden kısa bir süre önce, 27 Safer 886/27 Nisan 1481 tarihinde Ordû-yı hümâyûn’a ansızın savaşa hazırlık emrini verdiğini söyler, ancak: “Cihet-i sefer ṭaraf-ı Anaṭolı olduġı maʿlūm olundı; ammā ʿArab mı, ʿAcem mi maʿlūm olmadı.” der[26]. Bununla birlikte müellif, seferle ilgili bâbı گفتار در قصد كردن ݒادشاه اسلام به استخلاص مصر وشام “Güftār der Ḳaṣd-kerden-i Pādişāh-ı İslām be-İstiḫlāṣ-ı Mıṣr u Şām” başlığı altında sunarak[27], bu konuda aslında seferin Mısır Memlûkler’i üzerine olduğuna dâir net bir mâlûmâta ulaştığına da açıkça işâret eder.

İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde) ise Tārīḫ-i İbn Kemāl’in VII. Defter’inde, Sultan Mehmed’in ölümünden önceki son seferinin Memlûkler’in hâkimiyeti altındaki “ʿArab ṭarafına”; “Ḥaleb” ve “Şām”daki “Çerkes nā-kesleri” üzerine olduğunu daha açık bir dille belirterek: “Leşker-i sitāre-şümārla Şehriyār-ı Rūm kişver-i Şām’a hücūm itdi, deryā-yı cihān-peymā-yı ġarbı ʿArab ṭarafına ṣarf idüb ol diyāra aḳıtdı.” der[28]. Pâdişâhın oraya gitmekteki amacını ise: “Ḳaṣdı buyıdı ki; sūr-ı sengīn-i Ḥaleb’i āb-gīne gibi ṭop-ṭaşıyle şikest ide, Çerkes nā-keslerini pāy-ı ḥarb-ile lekedkūb idüp, ol serkeşleri ḍarb-ı dest-ile pest ide.” cümleleriyle ifâde eder[29].

Tursun Beg’in, Fâtih Sultan Mehmed’in son seferinin “Mıṣr u Şām” üzerine olduğunu ortaya koyan satırları. Tārīḫ-i Ebū’l-Fetḥ, İÜ Ktp. TY, nr.: 4369, s. 220-221.

Tursun Beg Fâtih’in son vezîri Karamânî Mehmed Paşa’nın, o sırada nikris zahmetinden muzdarip olan Sultân’a: “İnşāʾa’llāhü’l-Mennān Mıṣr’a Sulṭān olursız, ol mülki tercīḥ idüp anda ḳalursız. Rūm’ı şehzādelerüñüze erzānī buyurursız ve vilāyet-i mevrūs̱ fuḳarāsı ki, aḥbāb-ı ḳadīmdür, dīdār-ı ferḫunde-ās̱ār-ı pādişāhdan dūr düşüp müteḥassır ḳalurlar.” dediğini nakletmektedir[30].

Ne var ki Fâtih Gebze’de “Ḫünkār-çayırı” adıyla anılan mevkiiye yaklaşınca hastalığı birdenbire şiddetlendi ve çok geçmeden orada rûhunu teslim etti. Böylece Mısır’ın te’dîbi ve Osmanlı hâkimiyetine girmesi meselesi daha sonraki bir zamâna, torunu Yavuz Sultan Selîm’in saltanatı anlarına ertelendi. Yavuz’un hilâfet merkezi bir İslâm devleti olmasına rağmen Mısır Memlûkleri üzerine yürümesinin sebepleri ve kökeni yukarıda gösterdiğimiz olaylar dizisinin içinde aranmalıdır. Fâtih’in hayatta iken fark ettiği bu büyük tehlikeyi, daha sonra keskin bir sezgiyle torunu Yavuz Sultan Selîm de anlamış ve Şah İsmail’in işini bitirdikten sonra rotayı doğrudan sınırdaki Mısır Memlûkler’i üzerine çevirerek dedesinin yarım bıraktığı işi kesin olarak tamamlamıştır.

Ak-Şemseddîn Hazretleri’nin mektubundan açıkça anlaşılıyor ki; Fâtih Sultan Mehmed’le Memlûklar ve bölgedeki Türkmen siyâsî yöneticileri arasındaki siyâsî çekişme, aradaki ahdin bozulmasına sebebiyet verecek yukarıdaki çirkin fiilleri nedeniyle, ‘Âşık Paşa-zâde’nin işâret ettiği gibi gerçekten de 863/1459’dan daha önce başlamış; İstanbul’un fethini tâkip eden birkaç yıl içerisinde ortaya çıkan bu durum Ak-Şemseddîn tarafından asrın cihângîrine karşı bir düşmanlık girişimi olarak algılanmıştır.

Bu noktada ‘Âşık Paşa-zâde’nin, Mısır’la aradaki düşmanlığın başlangıcını 862/1458 yılı olarak göstermesi ve ayrıca Hicaz’daki su kuyuları hâdisesinin Ak-Şemseddîn Hazretleri’nin ölüm tarihi olan 863/1459’da gerçekleştiğini bildirmesi; Hazret’in bu mektubu ölümünden çok kısa bir süre önce, bizzat 863/1459 yılı içinde yazdığını ve Fatih’in canını sıkıp Şeyh’in tesellisine sebep olan olayın Hicaz’daki su kuyuları vak‘ası olduğunu net bir biçimde ortaya koymaktadır. Fâtih’e mektupta ahdini bozan Mısır’a karşı kendi devletiyle meşgul olmaktan başka hiçbir şey yapmayıp, verdiği ahdi titizlikle korumasını telkin eden Hazret, bununla birlikte İstanbul’u nasıl birlikte fethetmişlerse, icap ederse yeniden bir araya gelip “ʿArab diyārı” olan Mısır’ı da aynı şekilde fethedebileceklerini söyleyerek, Osmanlı Sultânı’na gerektiğinde askerî bir müdâhale ile fethe varacak olan yolu daha o zamandan açmıştır.

Şu kadar var ki Ak-Şemseddîn bu mektubu yazdıktan kısa bir süre sonra vefât etmiş, Fâtih ise hastalığının iyice şiddetleneceği son anlarına kadar ertelediği bu seferi gerçekleştirmeye ansızın gelen ölümü nedeniyle fırsat ve imkân bulamamıştır.

Ak-Şemseddîn’in Ölümünden Kısa Bir Süre Önce Fâtih’e Göynük’ten Yazdığı Mektup

Ak-Şemseddîn’in ölümünden kısa bir süre önce, 863/1459’da Fâtih’e Göynük’ten yazdığı mektup. TSMA, nr.: E-5862.
  • لازالت ظلال شوكته على معارف المسلمين !
  • غبه حمد من : ﴿ لايعزب عن علمه ذرة فى الأرض ولا فى السماء ﴾ [31]
  • واثر ثناء من لايجرى فى ملكه ملكوته الا ما يشاء ، والدعا
  • من سلك البيل النجاة واتبع الخداء وقمع اساس الكفر والعداء
  • ʿArż-ı faḳīr budur ki;

Luṭf idüp, rāḥat-ı dünyāvī rāḥat-ı uḫrāvīye nisbet

  • bi-menzilet-i ʿademdür ve leẕẕet-i cismānī leẕẕet-i rūḥānīye nisbet lā-şeyʿdür; lā-şeyʿ
  • olan nesneye ilṭifāt itmeyasiz. Eşedd-i belā enbiyāya, baʿde-hū evliyāya ve baʿde-hū
  • ḫulefāyadur; enbiyā ve evliyā silkinde münselik olduġıñuzı niʿmet-i ʿaẓīme bilüp
  • hīç-bir belādan müteʾellim olmayasız, bel ki müteleẕẕiẕ olasız ki, Kelāmu’llāh’da
  • ʿusr, vāḥid-i yusrayn arasında[32] vāḳıʿ olmışdur. İnşāʾa’llāh aḳreb-i
  • ezmānda ʿusr yusra müntehī olub, her ṭarafda aʿdā maḳhūr ve zelīl ola. Ve
  • ol ʿahdler ki, Bārī-yi Teʿālā’yla bu faḳīr yanında vāḳıʿ olmışdur; zinhār
  • ve zinhār anuñ naḳżından ḥaẕer idasiz, tā ki her zamānda manṣūr
  • ve muẓaffer olasız ve hīç eḥad sizüñ-ile ʿahdin naḳż itmeye. Memleketüñ aḥvāli
  • sizüñ aḥvālüñüze tābiʿdür. Zīrā selāṭīn memlekete nisbet rūḥ gibidür
  • bedene nisbet. Her nesne ki bedende ẓāhir olur, bi’l-ḥaḳīḳa rūḥuñ es̱erlerindendür.
  • Siz sizi sāyir ḫalḳ gibi ẓann itmeyasiz, ıṣlāḥ-ı memleketden ġayrı
  • nesneye iştiġāl göstermeyesiz. Ve faḳīrüñ bu ṭarafa gitdügine pādişāhuñ
  • mübārek ḫāṭırına ġubār gelmeye ki, vālideyn bir nice kerre mektūb gönder-
  • mekden ṣoñra ādem göndermişler, anlaruñ rıżāsın taḥṣīl itmegiçün
  • geldük. Ümmīẕdür ki bir ḳaç gün bu faḳīrlerüñ rıżāsında olub, devām-ı
  • devlet ve ezdiyād-ı ḫaşmet duʿāsına meşġūl olavuz. Eger pādişāha
  • ḥużūr-ı ṣūrımuz maḳṣūd olursa, İnşāʾa’llāh ya biz anda varavuz
  • ya pādişāh gele. Diyār-ı ʿArab’ı varup bilece fetḥ idavüz. Ammā Türk-
  • mān’dan ġāfil olmayasız, igen de ipin ṣalı-virmeyasiz. Bilmiş olasız.
  •  [33] اضعف العباد محمد الفقير

DİPNOTLAR

* Bu makale daha önce Hakikat AİD, c. XXII, Sy. 262 (Temmuz 2015), s. 46 ve Sy.: 263 (Ağustos 2015), s. 44-46 aralığında iki seri halinde yayımlanmıştır.

[1] Hakan Yılmaz, “İstanbul’un Fethi ve Ak-Şemseddîn’in Fetihteki Rolü İle İlgili Yeni Bâzı İddiâlar Üzerine”, Hakikat AİD, XXI / 249 (Haziran 2014), s. 40-44.

[2] Krş. H. Yılmaz, a.g.m., s. 41-43.

[3] Krş. Nicolo Barbaro, Kostantıniyye Muhâsarası Ruznâmesi, trc.: Şemseddin T. Diler, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1976, s. 40-41.

[4] TSMA, E. nr.: 5862.

[5] ‘Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān’dan ʿĀşıḳ Paşa-zāde Tārīḫi, nşr.: ‘Âlî Beg, Matba‘a’-i ‘Âmire, İstanbul 1332, s. 39.

[6] TSMA, E. nr.: 5862, st. 3.

[7] Krş. TSMA, E. nr.: 5862, st. 3-8.

[8] TSMA, E. nr.: 5862, st. 9-16.

[9] TSMA, E. nr.: 5862, st. 16-23.

[10] TSMA, E. nr.: 5862, st. 23.

[11] Krş. Hüseyin Enîsî, Menāḳıb-ı Aḳ-Şemsü’d-dīn, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Ef., nr.: 4666, vr. 9a– 10a.

[12] Bu konuda Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi ve Münşeʾāt mecmû‘alarında yer alan sınırlı sayıdaki belgelerden bazıları için, meselâ Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan hakkında, bk. TSMA, nr. E-1459, E-3127, E-3130, E-8306, E-8344, E-8353, E-9195, E-9196, E-9662, E-11602; Mısır’a dâir yürütülen yazışmalar hakkında, bk. TSMA, E-3203, E-6517, E-8363. Yine Mısır Memlûkleri ve Dulkadiroğlu Şehsuvâr Beg’le ilgili, Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphânesi, nr.: 862 ve Viyana Kütüphanesi’ndeki (Wienna Nationalbibliothek, H.O., nr.: 161) iki Münşeʾāt Mecmūʿası’nın içinde de bâzı mektuplar kayıtlıdır.

[13] Onun hakkında, bk. Şehâbeddin Tekindağ, “Fatih’le Çağdaş bir Memlüklü Sultanı: Aynal el-Ecrûd”, TD, sy.: 23 (İstanbul, 1969), s. 38-39.

[14] Bu fetih-nâmeler için, bk. Feridûn Beg, Münşeʾātü’s-Selāṭīn, I, İstanbul, 1274, s. 235-248.

[15] Ayrıntılı bilgi için, bk. Selahaddin Tansel, Fatih Sultan Mehmed’in Siyasî ve Askerî Faaliyeti, istanbul, 1953, s. 287-292.

[16] TSMA, nr.: E-8363.

[17] Tursun Beg, Tārīḫ-i Ebū’l-Fetḥ, İÜ Ktp. TY, nr.: 4369, s. 175, st. 4-7; Mertol Tulum neşri, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1977, s. 145: “İrādet-i ʿaliyyesi buña müteʿallıḳ oldı ki, salṭanat-ı Mıṣr’ı dest-i taṣarruf-ı Çerākise’den intizāʿ idüp, taḥt-ı Yūsuf Nebī’yi -ʿaleyhi’s-selām- baḫt-ı bī-ẕārınuñ taḫt-ı taṣarrufına munṣarıf ḳıla.” Fâtih’in bu fermânından sonra, “imtis̱āl-i emr üzere her ṭarafuñ daḫı ʿaskeri cemʿ olup, tamām-ı ühbet ve kemāl-i übbehet üzere mülk-i ʿArab ṭarafına yöneldi.” (Tursun Beg, a.g.e., İÜ Ktp. nsh., s. 175, st. 9-10; M. Tulum nşr., s. 145). İbn Kemâl de buna paralel şekilde Fâtih’in “Ḥaleb ṭarafına gidüp, ol vilāyeti Çerkes’üñ nā-kes celebleri elinden almaġa taṣmīm-i ʿazīmet eyledi”ğini söyler. (Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, VII. Defter, nşr. Şerafettin Turan, Ankara 1957, s. 272 vd.).

[18] ‘Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 206.

[19] ‘Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 207.

[20] Fâtih Mısır sultânın “nāʾib” ve ḥākim”lerine yazdığı bu mektupta özetle: “Sulṭān nāʾibleri ve Mır ḥākimleri! Bu gönderdigüm ʿazīzlere berkelerüñ ʿimāretinde muʿāvenet idesiz!” diyordu. ‘Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 208. Müellif Fâtih’in su kuyularını tâmir ettirmekteki niyetini kendi dilinden şöyle özetliyor: “Rūm pādişāhı eydür: ‘Ol berkeleri maʿmūr ideyin, vaflar oyayın. Ol Beriyye ʿArabları’na virsünler kim, ol berkeleri maʿmūr ideler, ol vaflaruñ ḥāṣılların ol ʿArablar’a vireler kim anlar o berkeleri olduralar.’

[21] Krş. ‘Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 208. Bir görgü şâhidi olan müellifin ifâdelerine bakılırsa, Mısır sultânının Fâtih’e takındığı bu saldırgan tavırda, Karamanoğlu’nun: ʿOs̱mān-oġlı berke bahānesine Mekke Sulṭānı’na yüklerle filori gönderdi-kim, saña yaġı oldı ʿOs̱mān-oġlı!” şeklindeki asılsız telkinlerinin büyük etkisi olmuştu. Karamanoğlu’nun bu tahrikine kapılan Mısır’ın mülkî âmirleri: ʿOs̱mān-oġnuñ ḥīlesi vardur kim gele, bizüm vilāyetümüzde binā ide. Biz ʿāciz-miyüz kim berkemüzi ol meremmet ide?” demeye başlamışlardı.

[22] Mısır ümerâsı Fâtih’in elçisini aşağılamak için onu avluda atların üzerinde karşılamışlar; elçi ise oralı bile olmamış, çizmelerini çıkarmadan geçip sadra oturmuştu. Ertesi gün huzura çıktığında çavuşlar kendisinden yeri öpmesini istediklerinde ise: “Ben yir öpmege gelmedüm! Pādişāhumdan Sulṭān’a selām getürdüm.” karşılığını vermiş, bu durum saray halkının hakâret ve aşağılamalarına neden olmuştu. Krş. ‘Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 209.

[23] Krş. ‘Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 210. Fâtih gelen elçiye aynen şöyle demişti: “Ben saña uru-geldigüm ceddüñ ʿizzetine, Ḫōş-adem ʿizzetine degüldür! ayf degül-mi Mır tatı gibi şehre ḳānūn-ḳāʿide bilmez kişi ükm eyleye?!

[24] Krş. S. Tansel, a.g.e., s. 338-340.

[25] Krş. S. Tansel, a.g.e., s. 340.

[26] Tursun Beg, a.g.e., İÜ Ktp. nsh., s. 221, st. 8-9; M. Tulum nşr., s. 181.

[27] Tursun Beg, a.g.e., İÜ Ktp. nsh., s. 220, st. 11; M. Tulum nşr., s. 180.

[28] İbn Kemâl, a.g.e., VII. Defter, s. 527.

[29] İbn Kemâl, a.g.e., VII. Defter, s. 528.

[30] Tursun Beg, a.g.e., İÜ Ktp. nsh., s. 222, st. 8-10; M. Tulum nşr., s. 182. Gelibolulu Mustafa ‘Âlî de Künhü’l-Abārında Fâtih’in ölümünden bahsederken, cihan pâdişâhının ʿArab u ʿAcem fütūḥātı niyyetiyle İstanbūl’dan bir merale baʿīd olan Gegvize nām aabaʾ-i Firdevs-maḳām muayyem-i ıyâm olup onıldukda” rûhunu teslim ettiğini söyleyerek, onun son seferinin Mısır Memlûkler’i üzerine olduğunu bir kez daha te’yid etmektedir (Künhü’l-Abār, haz.: M. Hüdai Şentürk, TTK Ankara, 2003, s. 226).

[31] Kur’ân-ı Kerîm, Yunûs (10): 61, Sebe’ (34): 3.

[32] Kur’ân-ı Kerîm, İnşirâh (94): 5-6.

[33] TSMA, E. nr.: 5862.

Hakan YILMAZ

Hakan YILMAZ / Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı 21 Şubat 1977’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı’nda başladığı Yüksek Lisans (Master) eğitimini “İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde): Tārīḫ-i İbn Kemāl / VI. Defter (İnceleme-Transkripsiyon-Tıpkıbasım)” başlıklı teziyle tamamladı. Kuruluş devri Osmanlı tarihi ve Yeniçağ tarihi ile ilgili yeni bulgular ve bilimsel tartışmalara yönelik makaleleri 2004 yılından beri farklı akademik ve popüler dergilerde yayımlanmakta olup, uzmanlık alanı ile ilgili farklı sahalarda araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir. e-posta: [email protected] | [email protected] | [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Hakan Yılmaz

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024