Almanca Konuşan Bilimcilerin Katkılarıyla Türk Tıp Tarihinde Bir Yolculuk (I) |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Türkiye’de tıbbın gelişimi sürecinde Almanca konuşan ülkelerden gelen hekimlerin/sağlıkçıların katkılarını üç dönem altında incelemek mümkündür:
a) “Medrese” döneminden “tıp okulu”na geçiş dönemi,
b) I. Dünya savaşı öncesi,
c) II. Dünya savaşı öncesi.
Her üç dönemi, zaman içinde her biri ayrı yazı şeklinde sunacağım.
Giriş
19.yüzyılı tarihçi İlber Ortaylı Osmanlı İmparatorluğu’nun “en uzun yüzyılı” olarak tanımlar.Fransa İhtilali’yle başlayan milliyetçi akımlar sonucu toprak kayıplarının başlaması ve Avrupa sanayi devriminin etkileri Osmanlı İmparatorluğu’nu çıkmaza sokar.Osmanlı Devleti yaşadığı problemlere karşı çözüm yolları aramaya başlamıştır. Devletin bekasını sağlamak için bazı yeniliklerin yapılması gerekli olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yüzünü batıya çevirir. Batı normlarına uygun reformlar amaçlanır. 19. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nde batılı reformların her alanda en yoğun olduğu dönemdir. Devlet yönetiminde merkezileşme amaçlanır. “Yeniçeri” sistemi lağvedilir. Orduda modernleşmeye gidilir. Reformlar, eğitimden sağlığa, vergiden askerliğe, bürokrasiden gündelik hayata kadar pek çok alanı kapsar.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyıla kadar Batılı anlamda tıp eğitimi veren kurumlar yoktu. Tıp eğitimi “medrese” ve ona bağlı “darüşşifa”( hastane) adı verilen kuruluşlarda din eğitimi ile birlikte, usta-çırak biçiminde veriliyordu. Tıp eğitiminde de yeni bir dönem başlar.Dini öğrenim ile birlikte verilen ve usta-çırak ilişkisine dayalı geleneksel “medrese” tıp eğitimi yerine batı türü eğitim modelinin uygulanmasına karar verilir. Ordu Osmanlı İmparatorluğunun ana unsuru idi. O nedenle, Batı modeli tıp eğitimine geçiş kararında, modernleşmeye gidilen yeni ordu sistemi içinde, askeri hekimlerinin Avrupa ordularındaki gibi yetiştirilmesi ihtiyacı belirleyici rol oynar. 19 yy’daki yenilik hareketleri Sultan II.Mahmud’un tahta çıkmasıyla başlar (1808). Askeri,idari,eğitim ve teknik alanlardaki yenilikler tıp alanını da kapsar.
II.Mahmut’un 1826’da yeniçeriliği kaldırmasından (Vaka-i Hayriye) sonra yerine kurduğu “Avrupai” ordu Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’nin ihtiyacının karşılanması amacıyla, dönemin askeri hekimlik anlayışına uygun hekim ve cerrah yetiştirmesine karar verilir. Geleneksel medrese tipi tıp eğitiminin bu amacı karşılamadığı anlaşılmıştır. 14 Mart 1827’de İstanbul’un Şehzadebaşı semtinde kurulan “ Osmanlı Devleti Tıp ve Cerrahi Okulu” anlamına gelen “Tıphane ve Cerrahhane-i Amire” (Mekteb-i Tıbbiye) adlı yeni bir tıp okulu açılır.Okul Şehzadebaşı Camii cevresinde Vezneciler’deki Tulumbacılar Konağında kurulur. Konak daha sonra satılınca da yine o bölgede yer alan Acemoğlu Kışlasına taşınır. [Acemoğlu, burada Yeniçeri Ocağına yeni katılan acemi askerler için kullanılan “acemi oğlanlar kışlası anlamına gelir. Bu kışlanın hamamı olan “Acemoğlu Hamamı” bugün Vezneciler’deki turistik bir otelin (Celalağa Konağı Oteli) arka parselinde kalmıştır. O dönemden anılan tarihi mekanı belirleyen ayakta kalmış son yapı olması açısından anlamlıdır].
Bu okulda geleneksel tıp eğitimi ile batı türü tıp eğitiminin birlikte uygulandığı bir modele geçilir. Bu tarih Osmanlı İmparatorluğu’nda içinde “batılı” anlamda ilk tıp okulunun kuruluşu olarak kabul edilir. Okulda, birinci sınıfta din dersleri ile birlikte Fransızca, fizik, kimya, ikinci sınıfta hijyen, farmakoloji, fizyoloji üçüncü ve dördüncü sınıfta da dahiliye, hariciye ve nisaiye (kadın hastalıkları) dersleri okutulurdu. Anatomi ise modeller üzerinde öğretilirdi. Okulun başına İstanbul Süleymaniye tıp medresesinde okumuş ve Venedik’te ek eğitim almış olan, II.Mahmud’un hekimbaşısı Behçet Mustafa Efendi (1774-1832) getirilir. Ancak bir süre sonra bu okuldan arzu edilen verimin sağlanamadığı görülür.Çünkü okulda, eski medrese sistemini ile batı tıp okullarında okutulan bazı derslerin harmanı şeklinde bir öğretim modeli uygulanmaktadır.
Sultan II.Mahmud yüzü batıya dönük,yenilikçi bir sultandır.
Konuyu hekim ve diplomasi danışmanlarıyla tartışır ve zamanın ünlü askeri tıp okulu Viyana “Josephinum” modelinde bir okul kurulmasına karar verilir. Bu amaçla da Viyana’dan Josephinum sistemini İstanbul’da kuracak , yönetecek ve ders programını uygulayacak nitelik ve dirayette hekim arayışına gidilir. Uygun kişi için Josephinum mezunu olması, tıp ve cerrahide yeterince çalışmış olması , salgınlarla mücadele deneyimi ve cephede çalışmış olması şartlar aranır. Sultan, Osmanlı devletinin Paris büyükelçisi Ahmet Fethi Paşa’yı görevlendirir. Çünkü Ahmet Fethi Paşa Paris’ten önce Viyana elçiliği görevinde bulunmuş, Avusturya makamları ile yakın ilişkiler kurmuş bir kişidir. Josephinum’un Paris’teki benzerine kıyasla daha iyi olduğuna dair Sultan’a ön rapor vermiştir. Elçi Paris’teki görevine giderken Viyana’ya uğrar, kişisel olarak tanıdığı, dönemin Avusturya Başbakanı Metternich’e Sultan’ın talebini iletir. Klemens von Metternich (1773-1859), Napolyon sonrası Avrupa’yı yeniden toparlayan kişidir.1815 Viyana Kongresi’nde Avrupa’daki sistemi korumak için güçlü imparatorlukların olmasını savunan ve “Metternich sistemi” olarak anılan “denge politikasını” ortaya atar. Avusturya’nın doğu sınırını Osmanlı Devleti oluşturmaktadır. Güçlü ve üniter Osmanlı Devletinin varlığı Avusturya’nın lehinedir. Bu nedenle de Metternich Osmanlı devletini güçlü kılacak hareketleri destekler.
Osmanlı ordusunun ihtiyaç duyduğu iyi yetişmiş askeri hekimlerin
eğitimi Metternich’in görüşleriyle bağdaşmaktadır. Josephinum modelini uygulayacak bir tıp okunun İstanbul’da kurulmasından memnun olur ve gereken desteğin verilmesini ister.
Metternich bu görevi Avusturya Hariciye müsteşarı Baron von Ottenfels’e ile Josephinum öğretim üyelerinden Friedrich Jaeger von Jaxtthal’e havale eder. Dr Jaxtthal (1784-1871), Viyana Üniversitesi mezunudur, dönemin ünlü göz profesörüdür ve Prens Metternich’in özel hekimidir.
Xaxtthal’ın önerisi ve görüşmeler sonrasında iki hekim ve bir eczacı seçilir. İstanbul’daki tıp okulunun organizasyonu için Dr Karl Ambros Bernard (1808-1844); Saray’da Sultan’ın özel hekimi ve Osmanlı devleti sağlık sisteminin düzenlenmesi ; kolera ve veba salgınlarına karşı İstanbul’da karantina teşkilatının kurulması için Dr Jacob Anton Neuer ; Saray eczanesi idaresi yanı sıra ülkedeki ilaç dağıtım organizasyonu için Eczacı Jacob Hofmann uygun bulunur. Bernard Josephinum’da “tıp ve cerrahi doktoru” unvanı için hazırladığı tezini (“The functions of fluid electrolytes in human body”) Prof Jaxtthal’a ithaf etmiştir. Bernard Bohemya’da Starkenbach’ta doğmuştur (Bugün Cekya’da Jilemnice kasabası). Mezuniyetten sonra Avustura-Macaristan İmparatorluğuna bağlı Galiçya bölgesinde Bukowina bölgesindeki askeri birliklerde görev yapar. Burada çıkan kolera salgını ile mücadele eder, kolera hastanesi kurar ve koleradan ölen üzerinde otopsi çalışmalarında bulunur.
Özgeçmişindeki bu özellikler İstanbul’daki görev için seçilmesinde önemli rol oynar. Jacob Anton Neuer (1806-1842) bugünkü Slovenya Cilli’de doğmuş, Avusturya Leoben’de vefat etmiştir.Neuer’in Josephinum’daki tez konusu (1834) “ Oftalmitis’te Intermittent ocular fever” başlığını taşımaktadır.Göz hastalıkları ve doğum konusunda çalışmalar yapmıştır.Milano’da 12. Piyade Alayı’nda görevli hekimken İstanbul için seçilmiştir. Anlaşmaya göre bu kişilerin yol masrafları,yollukları ve İstanbul’daki maaşları Osmanlı devleti tarafından ödenecektir.Türk tıp tarihçisi Arslan Terzioğlu yaptığı araştırmalarda bu konudaki tüm belgelerin ve yazışmaların Viyana Devlet Arşivleri’nde (Vienna Haus,Hof und Staats Arciheves, e.g. Nr CCCLVI.Lit G, Nr CCLI,Lit C,vom 24 vm) kayıtlı olduğunu belirtmiştir.
Seçilen bu üç kişi 11Kasım 1838’de Viyana’dan yola çıkarlar. Graz-Trieste arasını karadan, Trieste-İstanbul arasını deniz yoluyla (Ancona, Korfu,Pire) geçerek 3 Aralık 1838’de İstanbul’a varırlar (Bernard ile İstanbul’a geldikten sonra sonra , Avusturya’da bıraktığı nişanlısı Katherina von Kletzk ile Avusturya Hükümetinden izin alarak evlenmiştir.Bu evilikten çocukları olmamıştır.)
Yeni tıp okulu İstanbul’un Pera semtinde Galata bölgesinde açılır. Burada Saray’a memur yetiştiren (Enderhun) bir okul vardı.Okulun bulunduğu yapı “Galata Sarayı” olarak anılmaktaydı (Bügün Galatasaray Lisesi’nin olduğu alan). Okula, İmperial Medical School (Mektebi Tıbbiye-i Şahane/ İmparatorluk Tıp Okulu ) adı verilir.
Batılı kaynaklarda daha ziyade okulun bulunduğu semtin adından dolayı “Galata Serai Tıp Okulu” olarak yazılır. Avusturya kaynaklarına göre okulun 17 Şubat 1839’da açıldığı belirtilmektedir.
Okulun idari sorumlusu Hekimbaşı Abdulhak Molla’dır (1786-1854).II. Mahmud ve I. Abdülmecid döneminde hekimbaşılık görevini de yürütmüştür. Yeniliklera açık fikirli bir kişidir. Yukarıda değdiğimiz Şehzadebaşı’ndaki ilk batılı tıp okulunun müdürü olan hekimbaşı Mustafa Efendi’nin kardeşidir. Ünlü şair Abdülhak Hamid’in de dedesi olur. Abdülhak Molla’nın oğlu da hekimdir (Abdülhak Molla’in kabri Çemberlitaş -Divanyolu ‘nda Sultan II Mahmud’un türbesinin avlusunda/haziresi’ndedir).
Abdülhak Molla’ın oğlu, Dr Bernard’ın ilk öğrencilerinden ve Galatasaray Tıbbiyesi’nin ilk mezunlarından Hayrullah Efendi’dir. Hayrullah Efendi daha sonar mezun olduğu okula eğitici olacak, tıp kitapları yazacak ve hekimliğe katkılar da bulanacak ve hekimbaşı makamına kadar yükselecektir. En değerli eserlerinden biri, hastalıkların oluşumu konuşundaki gözlem ve deneyimini aktardığı makalelerden oluşan “Makalatı Tıbbiye” dır (Tıbbi makalelerim) [Abdülhak Molla ve oğlu Hayrullah Efendi Bebek’te iskelenin arkasaında yer alan (günümüzde yok) hekimpaşa köşkünde yaşardı. Hayrullah Efendi’ini oğlu şair-diplomat ünlü makber’in yazarı Abdülhak Hamid’dir . Anılan hekimpaşa yalısında doğmuş ve Bebek ve Rumelihisar’nda ilk eğitimini almıştır]. Abdülhak Molla Tıbbiye’nin yönetiminden, Bernard eğitim-öğretim ve organizasyondan sorumluydu.
Bernard tıp okulunun organizasyonu ile görevlendirildi. Neuner Sultan II. Mahmud’un özel hekimi oldu. Hofmann eczane işlerinden sorumlu oldu. Nuener’e ayrıca Osmanlı Devleti’nin sağlık teşkilatını organizyon görevi de verildi. Sultan’ın 1839’da ölümü üzerine Neuner ve Hofmann Avusturya’ya döndü.
“Imperial Medical School “( Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ) adıyla 1839’da öğretime başlayan bu okulda eğitimden sorumlu yönetici olarak görev alan Dr. Bernard, tıbbiyenin modernizasyonu için büyük emek harcadı. Okul’da Viyana Josephinium Askeri Tıp Fakültesi’nin sistemini ve müfredatını uyarlamayı amaçladı. Okuldaki eğitim dili Fransızca idi. Öğrencinin okula donanımlı gelmesi ve Fransızcayı öğrenmesi için 4 yıllık “ tıp lisesi “açılmasına karar verildi.
Bu değişikliklerden en önemlileri; poliklinik, klinik bölümlerinin oluşturulması,ebelik sınıfı açılması,tıbbı bitkiler için botanik bahçesi kurulması, labotaruvar açılması, anatomi’nin modeller üzerinde öğretilmesinin terk edilmesi, kadavra üzerinde anatomi öğrenmek için disseksiyon yapılması , patolojinin ders programına konulması ve otopsi çalışmalarının başlatılmasıydı. Patoloji dersi hastalıkların tanımları, belirtileri, hastada yol açtığı sorunlar gibi, genel anlamda öğrencinin hastalık kavramı ve hastalıkların tanımı çevresindeki bilgileri kapsamaktaydı.. Öğrenciler, “eksternal patoloji “derslerinde cerrahi hastalıklar, “internal patoloji” derslerinde de iç hastalıkları ile tanışmaktaydı. Klasik anlamdaki mikroskop altında hastalıklı dokuların incelenmesi ve hastalıkları doku-hücre düzeyinde oluşturduğu değişikliklerin incelenmesi yoluyla hastalığın tanısına varmayı amaçlayan “anatomik patoloji” dersleri henüz yoktu.
Bernard’ın tıp eğitimi için getirdiği en önemli yenilik anatomi öğretiminin tablolar ve modellerden üzerinden yapılmasının terk edilerek kadavra ve otopsi uygulamalarına geçilmesi için Saray’dan izin almasıdır.Kendisinin İstanbul’a gelmesine vesile olan Sultan Mahmud II bir yıl sonra vefat eder (muhtemel neden tüberküloz). Mahmud kadavra-otopsi konusunda muhafazakar çevreleri tepkisinden çekindiği için izin vermez.
Yerine geçen Sultan Abdulmecid de yenilikçi ve yüzü batıya dönük bir sultandır. Bu arada anatomi derslerine katkı için Viyana’dan bir hekim daha okulun eğitim kadrosuna katılır. Viyana Üniversitesi’nde anatomi profesörü Dr Sigmund Spitzer (1813-1894) , 1839’da İstanbul’a gelir.
Bernard ve Spitzer ortak çabalarıyla yeni sultan’dan (Sultan Abdulmecid)’dan kadavra ve otopsi izni alınır.Sultan muhafazakar dini çevrelerin tepkisini hafifletmek için hapishanede ya da zindanda ölen Hristiyan mahkumlar üzeinde otopsi yapılmasına izin verilir.
O zamana kadar hiç otopsi yapılmamıştı. Kuran’ın bu konuda engelleyici olmadığı ve başka yasaklayıcı bir dini kural da bulunmadığı bilinmektedir. Ancak, İslam dininde cenazeye duyulan saygının ve tutucu sosyal görüşlerin engelleyici etkisi olduğu söylenebilir. Dr. Bernard’ın ısrarı üzerine zamanın padişahı Sultan I. Abdülmecid, 1841 yılında disseksiyon ve otopsiye izin veren bir yazılı izin (ferman) çıkardı. Okul yöneticileri ilk başta kaynak olarak sahipsiz Müslüman cenazeleri ile esir ya da mahkum Hıristiyan ölülerde yararlanılmasını önerdi. Aradaki yetkilerin ve hatta Başbakanlık makamının oluruna rağmen halkın tepkisinden çekinen Sultan sadece esir ya da mahkum Hıristiyan ölülerinin otopsisi için verilmiştir. Kadavra ve otopsi için İstanbul Haliç tersanesinde (Kasımpaşa Tersanesi) ölen mahkum ve esirlerden yararlanılmıştır.
Bilinen ilk tıbbı otopsinin ilk Dr. Bernard tarafından 1841 yılında yapıldığı belirtilmektedir. Kadavra izninden sonra Avusturya’dan Viyanalı anatomist Dr Sigmund Spitzer (1813-1895) anatomi ve diseksiyon uzmanı olarak 1839’da tıp okulu kadrosuna katıldı. (Hıfzı Topuz’un I: Abdülmecid’i kurgulaştırdığı aynı adı taşıyan romanında (Remzi Kitapevi) Abdülmecid ile Spitzer arasındaki yakınlık kapsamlı olarak işlenir. Spizter’in İstanbul’da Türkler arasında ‘İspeçer Bey’ olarak anıldığı, Sultana yakın olması sayesinde otopsi iznini alabildiği yazılıdır). Spitzer, Istanbul’a gelirken yanında yine dönemin ünlü Viyanalı anatomist Joseph Hyrti’nin ( 1810-1894 ) kendisine verdiği patolojik doku örneklerini de (öğrencinin görüp öğrenmesi için mumyalanmış hastalıklı doku örnekleri) getirdi .
Bernard’ın öğrencisi ve anılan tıp okulun ilk mezunlarından olan Hekimbaşı Hayrullah efendi “Makalat-ı Tıbbıye” ( Tıbbi Makalelerim) adlı eserinde bu otopsilerim birini şöyle anlatır. “Amele esnafından bir hırvat bir bina altında yonga toplarken çocuktan iri bir sırığın başına düşmesi nedeniye vefat ettiğinden, Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve üstadım Dr. Bernand tarafından İstanbul Avusturya hastanesinde (bugünkü Sank Georg Avusturya Hastanesi değil) ben ve diğer talebelerin huzurunda otopsisi yapıldı. Otopside kalbin normalden iki kez daha büyük olduğu ,ayrıca kalp kapaklarının sertleşmiş-kalınlaşmış (özgün Osmanlıca metinde ‘guddrufi’ ) olduğu görüldü.”
Bernard İstanbul’da bulunduğu süre Fransızca 4 kitap yazdı: Botanik, Pharmacope (Tedavide kullanılan ilaçların dökümü-hazırlanışı) , Bursa Kaplıcaları ve en önemlisi Perkusyon ve Oskultasyon. Bu kitapta perkusyon ve oskultasyon tekniklerine yer veriliyor (‘Perküsyon’,parmakla hastanın sırtına, karnına vurarak çıkan sesin tınısından hastalık tanısına varma, ‘oskultasyon’ stetoskopla hastanın iç organlarını dinleme). Stetoskop, Paris’te Dr Laanec ve Bernard’ın Viyana’daki hocası Scoda tarafından keşfedilmiş; Avrupa’da hastalıkların teşhisinde devrim niteliğinde kabul görmüştü tıpkı günümüzdeki utrasonu gibi. [50 yıl önce biz tıbbiyedeyken her iki yöntemi de uzun uzun öğrendik, ultrason henüz Türkiye’de tıpta yaygın kullanım alanı bulmamıştı ( Cerrahapaşa 1970-76)].
Öte yandan Dr Bernard’ın Bursa Kaplıcalarına özel bir ilgisi vardı. Kendisinin tedavi için çok kez Bursa’ya gittiği ve kaplıcalardan yararlandığı belirtilmektedir.
Dr.Spitzer 1839-1850 arasında Istanbul’da görev yapar. Bernard’ın 1844’de beklenmedik vefatı üzerine tıp okulunda Bernard’ın yerine yönetici olarak atanır. Bernard’ın diş çekimi sonrası oluşan apsenin oluşturduğu septisemiden vefat ettiği ileri sürülür İstanbul Beyoğlu’nda Maria Kilisesinde gömülüdür. Zamanla unutulmuş lahti Biznas ve Osmanlı tarihçisi Semavi Eyice tarafından 1952 yılında yeniden gün ışığına çıkarılmıştır.
Spitzer’in Sultan’a yakınlığı, saraya ve hasta bakma amacıyla hareme girip çıkması çevrede kıskançlığa ve “saray entrikalarına” yol açar. Hatta bir keresinde hayatına kastedilen bir suikast atlatır . Bunun üzerine ,Sultan’ın kalmasını istemesine rağmen Spitzer, 1850’de İstanbul’dan ayrılır. Sultan kendisine madalya and yüklü miktarda altın hediye eder. Sultan bununla yetinmez, Spitzer’in Osmanlı’nın Napoli fahri konsolosluğuna atar.(1860). Sultan Abdülmecid ertesi yıl vefat eder (1861). Bunun üzerine Spitzer Napoli’deki görevinden ayrılır.
Bernard okulun bahçesine tıbbı bitkilerden oluşan botanik bahçesi yapılmasını ister. Bu amaçla bir başka Avusturyalı Friedrich Wilhem Noe (1798-1858 Istanbul) Istanbul’a gelip okulda görev yapar. Noe Berlin doğumlu Avusturyalı botanikçi ve eczacıdır.. İstanbul’dan önce Fiume’de (bugün Hırvatistan’ın Rijeka kenti) görevliydi. Bernard’ın daveti üzerine hem tıbbi bitkiler bahçesi kurar, bitkilerden droglar(ilaçlar) hazırlar hem de “tıbbi botanik” dersini verir.
Bernard İstanbul’a gelirken özellikle anatomi konusunda eğitim malzemesine gereksinim duyar. Spitzer gelmezden önce ondan bu konuda malzeme getirmesini ister. Spitzer’e en önemli yardım ve katkıyı Viyana Üniversitesi anatomy profesörü Joseph Hyrtl (1810-1894) yapar. Spitzer’e yanında İstanbul’a götürmesi için çok sanıda anatomi eğitim malzemesi verir.
Karşılığında Sultan Abdulmecid kendisini kendi adını taşıyan madalya (order of Mecidije) ile ödüllendir. Hyrtl’in ünlü kitabı Textbook of Anatomy (Lehrbuch der Anatomie), Vienna,1889) iç kapağında bu madalyaya sahip olduğuna dair not bulunmaktadır.
Bernard’ın yaptığı değişikler içinde bir diğer önemli konu okulda kadınlara yönelik “ebelik ve doğum kursları “ açmasıdır. Osmanlıda ebelik işi “usta çırak” yöntemiyle mahalle edeleri tarafından yürütülürdü. Bernard eğitici olarak Avusturya’dan Frau (Bayan) Messani’yi getirdi. Messani 1851’de İstanbul’da vefat etti. Messani İstanbul’da çalıştığı 9 yıl boyunca ebelik kursları düzenledi, evlere giderek doğum yaptırdı (Osmanlı hükümeti geride kalan iki kızına aylık bağladı. Daha öte bilgi bulunamadı).
Galatasaray tıp okulunun eğitim kalitesini merak eden Sultan Abdülmecid, yapılan temaslar sonrası Galatasaray mezunları arasından seçilen ve dört farklı Osmanlı tebasını temsil eden dört öğrencinin 1848 ‘da Viyana Tıp Fakültesi’nde denklik sınavına girmesini sağlar. Dört öğrenci Tıp Fakültesi’nden doktor diploması alabilmek için gereken bütün imtihanlara girmek üzere Viyana’ya yollanır. Hekim adayları, arasında ikişer aylık hazırlanma süresi bulunan üç zorlu imtihandan geçmek zorundaydılar.
Fakülte başkanı Dr Weil, başkan yardımcısı Dr Feuchtersleben,dekan Dr Lerch, Noter Dr Schilling, professors Endlicher,Hyrtl, Rokitansky, Jaeger, Rosas, Scoda, Czerma,Teitony,Pleishel ve Fisher; müzeleri açarak, özel dersler düzenleyerek dört Osmanlı hekimini Viyana’da bulundukları iki ay zarfında sınava hazırlanmalarına yardım etmişlerdir.
Fakülte kurallarına göre bu imtihanlar kapalı oturumlar halinde gerçekleştiriliyordu; fakat Dr. Spitzer’in talebi üzerine fakülte geleneğinde ilk defa olarak doktora adayları izleyiciye açık olarak imtihan edildiler. Dört öğrenci ilk imtihanlarına 4 Ocak (1848) günü, bütün fakülte öğretim üyelerinin huzurunda ve Fransızca dilinden girdiler. İzleyenler arasında özel olarak davet edilmiş, Osmanlı Büyükelçisi Şekib Efendi, ordu başhekimi M. Bischof, Avusturya hükümetini temsilen M. de Hammer, Fakülte Dekanı M. Weil ve Prens Metternich’in saray hekimi Profesör Jaeger de vardı. Bu imtihanlar kamuoyunda son derece ilgi uyandırmış olup, bütün salon çeşitli izleyici grupları tarafından doldurulmuştu.
Öğrenciler kendilerini gayet rahat bir şekilde takdim ederek imtihana başlamışlardır. Her bir öğrencinin sınavı 4 saatten az sürmemiştir ve ilk imtihanı mükemmel biçimde vermişlerdir. Jüri tarafından verilen imtihan neticeleri şöyledir: Musa Arif Efendi: iyi, Gregoire Yanoviç: iyi, Stefan Arslanian ve Nikolas Nikifore :çok iyi.
Bu öğrencilerden Musa Arif ve Stefan Arslanian zaman içinde Osmanlı sağlık sisteminde görev almışlar, sağlık müsteşarlığı makamına kadar yükselmişlerdir .Öğrencilere sorulan sorular o zamanlar Istanbul’da basılan Fransızca gazete ‘Journal de Constantinopole’de haber olarak yer aldı. Avusturyalı profesörlerin Osmanlı hekimlerine sordukları “hastalıkların tanımı, hastalıkların nedenleri, belirti ve bulguları, hastalıkların seyri, hastalıklarda nabız durumu ve oskültasyon-perkusyonla hastalıklara tanı koyma gibi “konuları içermekteydi.
‘Journal de Constantinopole’ Galatasaray’daki olaylara her zaman geniş yer ayırırdı. Gazetenin nüshaları , arşivlerde korunmuştur. Bu sayede Galatasaray tıbbiyesi hakkında bir çok bilgi günümüze ulaşabilmiştir.
Galatasaray tıp okulu yandı
Galatasaray tıp okulunun o bölgede çıkan bir yangının sıçraması nedeniyle 1844’te tamamen yandı. Eşyaların, eğitim malzemelerinin, kitapların çoğu yandı. O nedenle Galatasaray’dan günümüze çok az belge kaldı. Tıbbiye Istanbul Haliç’in sonunda yer alan Halıcıoglu semtindeki topçu kışlasına (humbarhane) taşındı. (Okul Cumhuriyet döneminde Levazım Okulu olarak kullanıldı. Sonra bir dönem Beyoğlu Adliyesi’ne ev sahipliği yaptı. Ayakta kalan yapılar Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi kampüsü olarak kullanılmaktadır).
İstanbul’da en uzun süre görev yapan Josephium mezunu hekim Grazlı Dr.Lorenz Karl Rigler’dir (1815 -1862). Rigler, Prof Jaegler’in yayında oftalmoloji eğitimi aldı, ek alarak doğum üzerine deneyim kazandı. Dr.Lorenz Rigler, 1844’de Avusturya hükümeti tarafından Türk askeri hastanelerini ve salgınlara karşı karantına sistemini yeniden organize etmek amacıyla , bir başka Avusturyalı hekim Dr Eder ile birlikte İstanbul’a yollandı. O yıllarda en önemli salgın kolera idi. Eder İstanbul’a varışından kısa bir sonra menenjitten dolayı hayatını kaybetti . Eder’in yerine Avusturya bir başka Josephinum mezunu Dr J. Wartbicher’I (1817-1852) İstanbul’a yolladı. Wartbicher 1842 yılında Josephinum’dan mezun oldu.1844’de Spitzer’in daveti üzerine İstanbul’a geldi. Galata Serai tıp okulunda anatomi ,diseksiyon ve patoloji dersleri verdi. Maltepe Askeri Hastanesi’nde Dr Rigler’in yardımcısı olarak çalıştı (Hastane bugün Bayrampaşa Çevik Polis Kışlası olarak kullanılmaktadır ) . Ayrıca Rigler ve Wartbichher, Galatasaray tıbbiyesi yandıktan sonra taşındığı Halıcıoğlu topçu kışlasındaki yeni yerinde de ders vermeye devam etti. Wartbicher 1852’de İstanbul’da vefat etti (muhtemelen tüberkülozdan). Rigler ise 1856’ kadar İstanbul’da görev yaptı. Salgınlarda karantina, Avusturyalıların önem verdiği bir konuydu. Avustuya-Osmanlı sınırı boyunca “kantina salgın control istasyonları” kurdu. İstanbul’da sık görülen kolera salgına karşı karantinanın önemini Osmanlı hekimlerine ve yöneticilere aktarıyorladı.
Rigler Sultan Abdülmecid’in gözündeki bir sorunu ameliyatla giderir. Sultan kendisine “Mecidiye Madalyası” ile taltif eder. Rigler Türkiye’de kaldığı 1844-1856 yılları arasındaki anılarını kitaplaştırır.Kitap “Türkiye ve İnsanı” başlığını taşır. Güncellenmiş baskısı Almanca olarak Almanya’da bulunabilmektedir. Kitabının girişinde, “Türk insanı ile iş yapmanın Türk bürokraşi ile bir iş başarmanın zorluklarına” değinmiştir (The Turkei und deren Bewohner ,Inktank Yayınevi/Publishing Company, Georgsmarienhütte, Germany, July 9,2019, Tem 2019).
1848’de çoğu Orta Avrupa ülkesinde halk isyanları başladı.Viyana politik gelişmelere sahne oldu. Macarlar isyan denemesine girişti. 1848 ihtilali, yarım asırlık Metternich sistemini yıktı. 75 yaşına gelen Şansölye, tam 39 yıllık aralıksız bir başbakanlık ve dış işleri bakanlığından ve bu müddet içinde Avrupa sisteminin düzenleyicisi, koruyucusu olduktan sonra istifa etti. İmparator da değişti ve 18 yaşındaki Franz-Joseph tahta geçti.
Mektebi Tıbbiye’nin taşınma serüveni bitmedi. Kolera salgını nedeniye humbarhane kışlasının bir kısmı hastane olarak kullanılınca,tıbbiye önce kısa bir dönem Hasköy’de Gergeroğlu Konağı’na ,oradan da Sirkeci ‘de bugün tren garının arkasında askeri kurum olarak kullanılan Demirkapı Kışlası’na taşındı (Bkz: NP Belgesel Tarih’teki ilgili yazısı).1903 yılında da Haydapaşa ‘da Osmanlı’da tıbbiye olarak inşa edilen kendi görkemli binasına taşındı
Avusturya- Macaristan İmparatorluğundan İstanbul’a sığınan ilginç bir hekim: Dr Karl Eduard Hammerschmidt (1800 Viyana-1874 İstanbul
Hammerschmidt aslen Macar’dır. Macaristan’ın Transilvanya bölgesindendir. Viyana Üniversitesi’nde doğa bilimleri ve tıp okumuştur. Ether anestezisi üzerinde öncü çalışmaları vardır. 1948 Macar ihtilaline karışır. Yenilgi karşından Romanya üzerinden İstanbul’a gelir. Osmanlı devletinden sığınma talep eder. Bu arada din değiştirip Müslüman olur, adını “Macar Abdullah Bey “ olarak değiştirir. Osmanlı hükümeti kendisine tıp okulunda görev vermek ister. Avusturya hükümeti Osmanlı hükümetine baskı yaparak tıbbiyede görev yapmasını engeller. Bunun üzerine Abdullah Bey sağlıkla ilgili diğer konularla uğraşır. Doğa tarihi müzesi oluşturur. En önemlisi Türk hekimi Kırımlı Aziz Bey ile birlikte Türk Kızılay’ını kurar (1868).
Yeni yönetim İstanbul’a tıp okuluna yeni öğretim üyesi yollamayı durdurdu. Ancak, Istanbul Avustuya hastanesinde, Osmanlı askeri hastanelerinde, cephede konsultan hekim, karantina danışmanı gibi görevlerde Avusturya-Macaristan imparatorluğundan çok sayıda hekim 1870-71 kadar Türkiye’de görev yaptı. Viyana’daki denklik sınavında başarı gösterenlerden Stepfan Arslanyan Paşa, Osmanlı ordusunda görev alan Avusturya-Macar hekimleri kapsayan bir albüm-kitap hazırlamıştır. Kitap çoğunluğu Avusturyalı, bir kısmı da Macar 85 hekimin ad-soyad, mezuniyet yeri ve yılı ile Osmanlı Ordusundaki görev yerini içeren bilgiler yer almaktadır.
1870 sonrasına dair bilgiler yoktur. Bu tarihten sonra Avusturya’dan eğitim amacıyla gelen hekimlerin hiç ya da çok az olduğu düşünülmektedir.
1.Dünya Savaşı’na gelince, 1. Dünya savaşında Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Alman İmparatorlukları müttefikti.1915’den beri Osmanlı İmparatorluğunda, özellikle de Suriye-Filistin cephelerinde Avusturya-Macaristan askeri birlikleri bulunmaktaydı. Bu birliklerin sağlık dairesi başkanı Avustuya-Bohemyalı bakteriolog ve askeri hekim Dr Karl Feistmantel’di. 1916’da Kudus’te bir hastane, İstanbul’da başka bir askeri hastane tesis etmişlerdi. Ayrıca Avusturyalılar bu dönemde Türk birliklerine askeri sıhhiye techizatı ve ilaç yardımında da bulunmuşlardır. Savaş yaralanmaları dışında askeri hekimlerin uğraştıkları en önemli konular amibli dizanteri, sıtma ve tifus idi.
1918 Eylül’ünde Filistin cephesinin çökmesi üzerine Avusturya hekimleri geri çekilmeye başlar.
1880’lerde Osmanlı frengi sorunuyla karşı karşıya kalır. İstanbul ve Anadolu’da frengi olgularında artış baş gösterir. Artan frengi olguları toplumsal sağlık sorunu olmanın yanı sıra Osmanlı ordusunda zayıflamaya neden olur. Osmanlı ordusunun ve Mekteb-i Harbiye’nin reformu amacıyla amacıyla Almanya’dan istenen Colmar von der Godz (Golz Paşa) ‘dan frengiyle mücadele konusunda Almanya’dan uzman bulması için yardım istenir. 1889’da ünlü Alman dermatopatolog Prof. Dr. Paul Gerson Unna’nin önerisi üzerine 31 yaşındaki Dr. Ernest von During İstanbul’a davet edilmis ve kendisine paşa unvanı verilerek Demirkapı Kışlasındaki Mekteb-i Tıbbiye’de “emraz-i cildiye ve efrenciye” (deri ve zührevi hastalikları) profesörlüğüne atanmıştır (1889).
Dr. Düring bu görevine ek olarak Anadolu’da 6 yıl boyunca frengi mücadelesinde bulunmustur. Bu çalismalari Sultan II. Abdülhamid tarafından takdir edilmis ve Dr. Düring’e mir-i miran (beylerbeyi) unvanı verilmistir. During ,1898’de Almanya’ya geri döner . Kiel üniversitesinde görev alır.
Konumuzun ana başlığı “Almanca konuşan bilimciler” olmasına rağmen yazının bütünlüğü açısından, Fransız bir bilimcinin bu dönemdeki katkısına da değinmek istiyorum: Dr Maurice Nicole ((1862-1932).
Abdülhamid Osmanlının başına dert olan salgınlarla mücadeleye önem veren bir padişahtı. Pasteur’un kuduz aşısını bulduğunu (1885) öğrenince Demirkapı’daki tıbbiye’nin dahiye hocası Zoeros Paşa başkanlığında, veteriner hekim Hüseyin Hüsnü ve Zooloji Muallimi Dr. Hüseyin Remzi Beyler ‘ den oluşan üç kişilik heyeti aşı yöntemini öğrenmeleri için Pasteur Enstitüsü’ne yollar (1886) . Ayrıca Pasteur’e bir nişan ile Enstitü’ye bağış olarak 1000 altın gönderir. Pasteur’un yanında 6 ay hazırlama eğitimini alan Zoeros Paşa ve arkadaşları Demirkapı’da Kuduz Aşı-Tedavi Merkezi (Daülkelp Tedavihanesi) (1887) , 1892’de Çiçek Aşı Enstitüsünü (Telkihhane) kurdu.
Bu dönemde İstanbul yeni bir kolera salgını ile karşılaşınca Abdülhamid, kapsamlı bir bakteriyoloji laboratuvarı kurulması için Pasteur’dan görüş ister.
Demirkapı’da İmparatorluk Bakterioloji Enstitüsü’nü (Bakterioloji-i Şahane) kurar. O yıllarda Demirkapı tam bir sağlık kompleksi konumundadır Burada kuduz yanı sıra veba,difteri ve diğer salgınlarla ilgili çalışmalarda bulunur. Osmanlı-Fransa arasında kişiler ya da kurumlararası anlaşmazlıktan dolayı Nicolle 1901’de ülkesine döner.
Yazar notu: Konuyla ilgili olarak Bölüm I ve sonrası yer alacak yazım Avusturya Tıp Dergisinde İngilizce olarak üç makale şeklinde yayınlandı Viyana ve İstanbul’da ilgili tıp toplantılarında sunuldu.
1-Mutual influences in the development of pathology and medicine in Austria and Turkey. Paksoy N.Wien Med Wochenschr. 2020 Sep;170(11-12):255-265. doi: 10.1007/s10354-020-00743-4.
2-Addendum to: Mutual influences in the development of pathology and medicine in Austria and Turkey. Paksoy N.Wien Med Wochenschr. 2020 Sep;170(11-12):266-267. doi: 10.1007/s10354-020-00758-x.
3-Role of German-speaking scholars in the development of pathology in Turkey. Paksoy N.Wien Med Wochenschr. 2020 Mar;170(3-4):92-100. doi: 10.1007/s10354-019-0686-y.