Anadolu’ya Orta Asya’dan gelenler çok yazıldı. Kervanların dışında, elçilik görevi sebebiyle ya da ticaret amacıyla gidenler olmuştur mutlaka. Bunun dışında medreselerde öğrenim görmek için gidenler de çıkmıştır. Mısır’a, Şam’a ve Bağdat’a gidip dönenler tarihi kayıtlara geçmiştir. Bu topraklardan değişik bir insan Orta Asya’ya yolculuk yapar. Bu yolcunun amacı oradaki medreselerde öğrenim görmektir. Öğrencinin amacı medreselerde dini öğrenim almak değildir. Onun yolculuğunun amacı çok farklıdır. Yolcumuz yıldızlara merak salmıştır.
Osmanlı döneminde yaşamış Kadızade-i Rumi 1337 yılında Bursa’da doğmuştur. Kadılık yapan Mahmut Çelebi’nin oğludur. Öğrenimini Bursa’da tamamlar. Ünlü bilgin molla Fenari’den astronomi ve matematik dersleri almıştır. Yıldızları ve gökyüzünü incelemek, araştırmak onun en büyük amacı olur. Osmanlı topraklarında ve Anadolu’da yeterli bilgi kaynağı bulamaz. Hocaları ona Horasan’ı ve Türkistan’ı gösteriyorlardı.
Kadızade önce Horasan’a gidip ünlü bilgin Cürcani’nin öğrencisi olur. Burada uzun süre kalır. Sonra Semerkant’a gider. Uluğbek’in Semerkant’ta kurduğu aynı zamanda bir matematik medresesi olan Semerkant Gözlem Evi’nde çalışır. Türkistanlılar onu çok severler. “Anadolulu” anlamında Rumi lakabını verirler. Rumi XV. Yüzyılın başlarında matematik ilkelerini astronomi araştırmalarına uygulayan, gök cisimlerinin kendi yörüngeleri üzerindeki hareketlerini incelerken matematiğin verilerinden yararlanan ilk bilginlerden biridir. Ünlü bilginin Kaşi’nin ölümünden sonra medresenin yöneticiliğine getirilir.
Kişi’nin ölümü üzerine Semerkand Rasathanesi’nin müdürü olmuş ve Uluğ Bey Zici’nin hazırlanmasına katılmıştır. Semerkandî’nin (ölümü 1302) Eşkâlu’t-Tesis (Temel Teoremler) adlı geometri eserine Tuhfetu’r-Reis fî Şerh Eşkali’t Tesis adıyla bir açıklama yazmış ve Uluğ Bey’e takdim etmiştir. Bu açıklama. Kadızâde’nin teorik geometri alanındaki en önemli çalışmasıdır. Eser, Osmanlı medreselerinde uzun yıllar orta seviyeli bir geometri ders kitabı olarak okutulmuş, üzerine pek çok yorum ve ek yazılmıştır. Kadızâde eserinde, hesap ve cebir bilimlerinin geometri üzerine kurulu olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: “Geometrik şekiller geometrik-nicelik, yani mikdar-mekâdir üzerine kuruludur, ancak mikdarın adede (sayıya) aktarılması çok kolaydır”. Böylece, Osmanlı matematiğinde geometrik niceliklerle cebir ve hesap yapma geleneğinin devam etmesini sağlamıştır. Kadızâde, eserinin girişinde geometrinin hem kuramsal hem de uygulamalı tarafına işaret ederek geometri bilgisinin neden gerekli olduğunu şöyle ifade etmiştir: “Problemlerinin sağlam, kanıtlarının güvenilir olması ve hiçbir yanlışı barındırmaması nedeniyle filozoflar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünmek ve hukukçular fetva vermek için geometriye ihtiyaç duyarlar. Divan üyeleri ve kadılar da geometrisiz yapamazlar. Geometrisiz gökyüzünün merdivenlerine çıkmak, yeryüzünün yollarını ve memleketlerini kuşatmak kolay olmaz. Bu bilime sahip olmayanlar ortaklar arasında adaletli paylaşım yapamazlar.
Birçok öğrenci yetiştiren Kadızade-i Rumi’nin en ünlü öğrencisi kendisi gibi Osmanlı bilgini olan Ali Kuşçu dur. Görevi sırasında o dönemin en yetkin astronomi cetvelleri olan Zic- i Uluğbey’in hazırlanmasına katıldı.
Kadızade-i Rumi’nin öğrencilerinden birisi dünya astronomi tarihine geçer. Ali Kuşçu
Babası Timurlu hükümdarı Uluğbey’in doğancısı olduğu için Kuşçu lakabı ile anılan Alaaddin Semerkant da dünyaya geldi. Öğrenimini Semerkant’ta yapar. Sonra İran’a gider.
Dönüşünde Semerkant’taki gözlem evi ve medresenin başına geçer. Burada Uluğbey’le çalışır. Uluğbey’in öldürülmesinden (1449) sonra Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın yanına sığınır. Uluğbey’in ilim yuvası olan üç katlı gözlem evi yıktırılır. Sonraki yıllar üzeri toprakla örtülür, küçük bir tepe olarak kalır. Asırlar geçer Ruslar 1868 yılında Semerkant’ı istila eder. Bir Rus General’i bu efsanevi rasathaneyi bulur. Rasathaneyi restore eder, bugüne ulaşmasını sağlar.
Ali Kuşçu Uzun Hasan’ın elçisi olarak İstanbul’a gelir. Osmanlı sultan Fatih Sultan Mehmet’tir. Bu aydın padişahın isteğiyle Ayasofya Medresesi’nde ders verir. Elçilik görevini tamamlamak için Tebriz’e gider. Sonra geri dönmemek üzere İstanbul’a gelir ve derslerine devam eder. Onun gelişiyle İstanbul’da astronomi bilimi gelişmiştir. Astronomi üzerine çok sayıda eser veren Ali Kuşçu 1474 yılında İstanbul da vefat etmiştir.
Semerkant Rasathanesi ve medreseleri
Emir Timur, ardılı Şahruh devrinde Semerkant parlayan bir yıldızdı. Taassuptan uzak olan ve çocuklarına, “Seyyitleri sevin ama sakın iktidara ortak etmeyin, yoksa tamamını isterler” öğüdünü veren Emir Timur, Anadolu, Irak ve Suriye’den çok sayıda sanatçı ve bilim adamını Semerkant’a getirmişti.
Timur’un ölümünden sonra Semerkant âlimleri ve araştırmacıları kendisine çekti. Timur’un torunu Uluğ Bey zamanında bilimsel çalışmalar zirveye ulaştı. Uluğ Bey, şair ve bilim adamıydı. Kurduğu ve 1421 yılında faaliyete başlayan medrese ve rasathanede çok sayıda insan matematik ve gök bilimi alanında öğrenim gördü.
Anadolu’dan Molla Şemsettin’in torunu Ali el-Fenari, Herat, Semerkant ve İran’da çalışmalar yaptı. Molla Gürani, Fatih Sultan Mehmet’i onu çağırmaya ikna etti. İstanbul’a gelen Fenari, Müderrislik, kadılık yaptı. Kazaskerlik makamına yükseldi.
Horasan’ın Tus kentinde doğan Molla Alaeddin el-Tusi, Fatih Sultan Mehmet döneminde İstanbul’a geldi. Uzun yıllar Osmanlı Devleti’nde yaşayan Tusi, Semerkant’a döndü ve orada vefat etti.
Ünlü gök bilimci Ali Kuşçu’nun hocası ve asıl adı Molla Mahmut ibn Musa olan Kadızade-i Rumi Bursa’dan ilim aşkıyla Semerkant’a giden bilginlerden. Semerkant’ta 1436 veya 1437 yılında vefat etti.
Öğrencisi Ali Kuşçu, Uluğ Bey’in ölümünden sonra hacca gitme bahanesiyle Semerkant’tan ayrıldı. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın hizmetine girdi. Onun elçisi olarak Fatih Sultan Mehmet’e geldi. Onun davetiyle elçilik görevini tamamlayıp, İstanbul’a geldi. 1474 yılında İstanbul’da vefat etti.
Uluğ Bey’in bilimle, gökle uğraşması Buharalı Nakşibendi mollaları rahatsız eder. Mollaların teşvikiyle büyük oğlu Abdüllatif Mirza, isyan eder ve ele geçirdiği babasını 1449 öldürür. Bu olaydan sonra Timur’un devleti çökmeye başlar. Türkistan’da bilim ve kervan ticareti hızla geriler. İran’da Savefi Devletinin kurulmasıyla denizle bağı kopan Türkistan hızla gerileme sürecine girer
***
Sade bilim adamları, yazarlar değil şairler de Osmanlı ülkesine gelir. Özbekistan’ın Buhara şehrinden 13, Semerkant’tan 3 olmak üzere toplam 16 şair Osmanlı ülkesine gelmiştir. Osmanlı ülkesine gelen 13 Buharalı şair bilinmektedir: Handan, Emir Sultan, Emir Ahmed, Ahmed İlâhî, Cüdâyî, Saidâ, Resâ, Şeyda, Nazîmâ, Revnak, Kirâmî, Hâlis, Süleyman.
İbni Arapşah, ölümü 1450 Acaibu’l Makdur (Bozkırdan Gelen Bela)
1392 yılında Şam’ı kuşatan Emir Timur tarafından esir edildi ve Semerkant’a götürüldü. Timur’un ölümünden sonra 1412’de Anadolu’ya gelerek Çelebi Mehmet’in hizmetine girdi. Sultan Çelebi Mehmet’in in muhasibi ve şehzade hocası oldu. Sultan Çelebi Mehmet’in ölümüne kadar (1421) Osmanlı Devleti’nin hizmetinde çalıştı. Sultanın vefatından sonra vatanı Şam’a döndü.
Sultan Çelebi Mehmet için Câmi’ül Hikâyat ile Abi Leys al-Semerkandi’nin Tefsir’ini Türkçeye çevirdi. Şandan Mısır’a gitti ve burada Acaibu’l Makdur (Bozkırdan Gelen Bela) adlı eserini yazdı.
I.Mehmet ile merkeziyetçil Hükümranlığın Yeniden Kurulması, Halil İnalcık, s, 26
Sultan Mehmet Çelebi ve Dönemi, Bursa-2014 (Osmangazi Belediyesi Yayını)
Kırım’a gidip, orada edib ve Şair Abdülmecid ile görüştükten sonra, Karadeniz üzerinden Osmanlı payi tahtı Edirne’ye geldi. Sultan Çelebi Mehmed’in sarayına girerek, birçok ikram ve iltifata kavuştu. İznik Medresesi müderrislerinden olup, Karaman ve Mısır’da ilim tahsil eden, tasavvuf, mantık ve diğer akli ilimlerde mütehassıs olan büyük âlim Molla Fenari ve Burhaneddin Haydar el-Havafi gibi âlimlerden ilim tahsil etti.
İbn-i Arabşah Edirne’de bulunduğu zaman, Ebü’l-Leys-i Semerkandi hazretlerinin tefsirini Arapçadan Türkçeye, Cami’ul-Hikayat ve Lami-ur-Rivayat adlı eseri Farsçadan Türkçeye tercüme etti. Edebiyattaki kudreti, ifadede gösterdiği incelik ve birkaç yabancı dili bilmesi sebebiyle, Sultan Çelebi Mehmed Hanın iltifatına kavuşup, Divan-ı Hümayun’da vazife aldı. Sultan Çelebi Mehmed’in hususi kâtipliğini yapıp, civar devlet başkanlarına mektuplar yazdı. Bu arada Burhanüddin Haydar’dan Miftah-ül-Ulum adlı eseri okumaya devam etti. 1421 (H.824) senesinde Sultan Çelebi Mehmed’in vefat etmesi üzerine, on sene müddetle kaldığıOsmanlı ülkesinden vatanına dönmeye karar verdi. 1422 senesinde Halep’e gelerek, orada üç sene kaldı. Sonra esas memleketi olan Dımaşk’a gitti.
İbn-i Arabşah, 1428 senesinde Hicaz’dan Dımaşk’a dönen Mevlana Ebu Abdullah Muhammed bin Muhammed Buhari’ye talebe olup, ondan tasavvuf, fıkıh, usul, me’ani, beyan ve diğer ilimleri öğrendi. Vefatına kadar hocasından ayrılmadı. 1438 senesinde hocasının vefatı üzerine, hac vecibesini yerine getirmek üzere Hicaz’a, oradan da Mısır’a gidip, bir daha vatanına dönmemek üzere Kahire’ye yerleşti. Kısa zamanda buranın âlimleri ve şairleriyle yakınlık peyda edip, Sultan Melik Zahir Çakmak’la tanıştı. Sultan ona iyi muamelede bulunup, iltifat etti.
İbn-i Arabşah Arapça, Farsça ve Türkçeyi çok iyi bilirdi. Bu sebeple ona Arap, Fars ve Türk dillerinin meliki denirdi. Yazmış olduğu eserlerin çoğu manzumdur.
1451 (H.854) senesinde Kahire’de vefat etti ve oraya defnedildi.Yıldırım Beyazıt’ın damadı Emir Sultan’da Buharalı. Bu topraklardan gelip Anadolu’ya tasavvuf felsefesini yayar. Kazandığı saygınlık onu Yıldırım’a damat yapar, bu kalem nice şanlı beyleri geride bırakır. Araştırdıkça Bursa’ya Emir Sultan’dan başka birçok sufinin geldiğini öğrenmek doğrusu hoş oluyor. Pir Emir, Selehâddin Buhari, Ali Dede El Buhari, Orhan Bey döneminde Yenişehir’de tekke kuran Postnişin derviş Mehmet ve daha bilmediğimiz niceleri…
Mesafeler yola çıkmak isteyenler için hiç de uzak değilmiş diye düşünüyorum. Çoğu zaman yayan; bazen at, eşek veya deve üzerinde, yarı aç yarı tok çöller, dağlar aşılıp binlerce kilometre yol kat edilip Anadolu’ya, Mısır’a daha nice yerlere gidilebiliyormuş. İstanbul-Taşkent arasının uçakla yaklaşık 3300 kilometre olduğunu düşünürsek ne demek istediğim belki daha iyi anlaşılır. Mevlana’nın da tarihi Özbek topraklarında yer alan (bugün Afganistan’da) Belh şehrinden geldiğini de hatırlayalım.
Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar.
Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu.
TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi.
Yayınlanmış kitaplarından bazıları:
"Kuşçubaşı Hacı Sami Bey",
"Özbek Mektupları",
"Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler",
"Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi".
Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır.
E-Posta: [email protected]