Çanakkale’nin altın cetvelli sayfalarında önce, Hektor ve Homer ile Mustafa Kemal’i görürüz kuşkusuz: “Ya ölün bu savaşta, ya kalın! – Ya istiklal, ya ölüm!”
Romalıların mitolojik atası Ayneyas (Aeneis) da Çanakkalelidir. Aeneis, Afrodit’in oğludur. Demek ki Romalıların babaannesi Afrodit’tir.
Peki, öteki sayfalarında ne vardır? Birçok mitolojik ve tarihi anı. Gelin, önce o sayfaları aralayalım bir bir.
Çanakkale’nin antik çağdaki adları Dardanos ve Hellespontos’tur. Bu adlar, mitolojik “Altın Post” öyküsüyle, Argonotlarla bire bir ilişkilidir.
Çanakkale, antik yerleşim olarak en zengin, antik belleği koruma açısından en önemli kentlerimizdendir. Gelin, Çanakkale’nin o antik kentlerini ve nice kentin anısını yaşatan höyüklerini, şöyle kısaca bir anımsayalım.
Dardanos, İntepe’de Hasan-Mevsuf Şehitliği’nin bulunduğu yerdedir. Hellespontos, Çanakkale Boğazı’dır; boğazın Marmara’nın Ege’yle buluştuğu yeri. Bu iki ad, bizi Çanakkale mitolojindeki Friksos’la (Phriksos) buluşturur. Hani şu üvey ana isteğiyle, kral babası Athamas tarafından kurban edilmek istenen çocukla. Sevenlerinin, bir sandığa koyup da denize bırakıverdiği çocukla…
Friksos, anasının can havliyle denizden çekip aldığı ve bir kanatlı koçun sırtında uzaklara yolcu ettiği o çocuktur. Görüyoruz ki bu öykü de gelip belleğimizin kapılarını, bir kanadıyla Musa’ya, öter kanadıyla İbrahim’e açıveriyor. Evet, insanlık bir bütündür her şeyden önce.
Peki, Firiksos, ne mi yapmıştır sonra? Kendini kurtaran o koçu, Zeus’a kurban etmiştir. İşte o günden beridir, kadirbilmezliğin yüzü, hâlâ al kan
Peki, Dardanos kimdir? O da bir işgalci! Aşil ile Agamemnon’un öncüsü. Zeus ile Elektra’nın oğlu olan Dardanos, ta Arkadya’dan kalkıp gelmiş, buralara yerleşmiştir. Ne zaman bir “Dardanel ton” yesem, boğazımda düğümlenir. Çanakkale Boğazı’nda yaşanan acılar aklıma gelir. Nara Burnu, bu boğazın ademelmasıdır artık imgelemimde.
Gelelim Troya’ya
Troya, Homer’in İlyada’sındaki İlion’dur. İlyada’yı okumadan Troya’yı anlamak pek olası değildir. Evet, Çanakkale, her şeyden önce belleklerdeki Troya’dır. Troya, rehberinizin anlatsa da, kaç kat olduğunu anlamakta zorlandığınız, o üç beş taş duvar değil yalnızca. Ya da önünde fotoğraf çektirme yarışına girdiğimiz, o simgesel Tahta Atl…
Burada bir zamanlar capcanlı bir yaşam vardı. Burada, harmaniyesini savurup geçiveren dünyanın en güzel kadını Helena yaşamıştı. Tanrıların en yakışıklısı Apollon’a bile yüz vermeyen, o onur ve iffet simgesi Kasandra… O Helena benim şiirime şöyle düşmüştü bir zamanlar: “Seni yeren kördü, öven hep gördü ey güzel Helena / Şimdi aşk, Truva’da kanlı bir pınar zamana akan” Troya, aynı zamanda yüreği yanık Anadolu anası Hekabe’dir; Aşil’le saatlerce dövüşen Amazonlar kraliçesi o yiğit Pentesileya… Pentesileya’nın memesinin altından aldığı o yaranın kanı, hâlâ akmaktadır. Nerede mi? Afrodisias Müzesi’nde.
Fatih, iyi bir Homer okuyucusudur. Troya Savaşı’nı da en iyi algılayanlardandır. Nedenleri ve sonuçlarıyla!… O’nun II. Pius’a yazdığı mektup, işte bu nedenle önemlidir.
Fatih, İstanbul’u aldığında; “Biz Asyalılar, aradan bu denli dönemler, yıllar geçtikten sonra Troyalıların öcünü aldık.”[1] der. Mustafa Kemal de Dumlupınar Meydan Savaşı’nı kazandığında, aşağı yukarı aynı sözü söyler: “Hektor’un intikamını aldık!” Hiç unutmamamız gerekir, Batı’nın, özellikle emperyalizmin idolü Aşil ile İskender’dir; Anadolu’nun Hektor ile Mustafa Kemal.
Troya’yı, İlyada’dan okumak güzel. Homer, bir Luvi kenti olan İlium’un, Wiluşa’nın; Troya Savaşı’nın son 51 gününü anlatır. Evet, İlyada adının etimolojik kökeni budur.
Troya Savaşı’nın ilk şehidi, Bozcaadalı Tenes’dir. Ada, Tenedos adını ondan alır. Troya’ya en yakın yer de Bozcaada’dır. Troyalıları destekleyen tanrıların başında Apollon gelir; ötekiler, Artemis ile Afrodit’tir. Apollon Tapınağı da en çok bu coğrafyaya, Bozcaada’’ya yakışır. Çanakkale Savaşlarında Limni, bir Limni limanı olan Mondros ne ise Troya savaşı için Tenedos odur. Tahta At, öngörülü Kasandra’nın direnmesine karşın, Anadolu kadınu hep odur, Troya’nın kapısından girinceye kadar, Akalılar gemilerini, Bozcaada’nın arkasına saklıyorlar.
Miletli Tales’in Bozcaada’da yaşadığını, burada öldüğünü Haluk Şahin’in “Ada”sında okudum. Tales de belki Troya coğrafyasını merak etmiştir. Ha unutmayalım, gökbilimci Kleostratos Bozcaadalıdır.
Peki, ne kaldı o Troya’dan bugün geriye? Koskoca bir ders. Evet, Troya, yurt savunmasında buluşmanın simgesidir. Akhalılar Troya’ya saldırdığında bütün Anadolu halkları oradadır: Trakyalılar, Pelasglar, Frigyalılar, Lidyalılar, Karyalılar, Lelegler, Likyalılar…
Evet, ne Troya’nın ne o dokuz on katmanı şaşırtıyor tarihin ve Anadolu’nun aklını, ne de o kaşkalkutlar![2]
Evet, “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.”
Hektor, Troyalılar önündeki savaş söylevinin bir yerinde “ya ölün bu savaşta, ya kalın (6. Bölüm, 135 –137. dize)” der. Bu buyruk, Mustafa Kemal’de: “Ya istiklal, ya ölüm!”, Garibaldi’de: “Ya İtalya, ya ölüm!” olarak karşımıza çıkar. Peki, bu iki komut, bizi Hektor’la buluştururken, Fatih’in savına da ayna tutmuyor mu?…
Ve biliyoruz ki Fatih’in İstanbul’u fethi, Troya’da törenlerle, kurbanlarla kutlanmıştır. Fatih’in resmi tarihçisi Kritovulos, kendini “Son Troyalı” ilan eden Fatih’in 1462’de uğradığı Troya’da şunları söylediğini yazar: “Geçmişte bu toprakları, Grekler, Makedonyalılar, Tesalyalılar, Peleponezliler talan etmişlerdi. Onların soyundan gelenlere hak ettikleri cezayı ben verdim; o zaman ve daha sonraki yıllarda biz Asyalılara yapılan haksızlık, benim gayretlerimle telafi oldu.(Haluk Şahin, Troyalılar Türk müydü?)”
Troya’nın İlion’dan önceki adı Wiluşa’dır. Milet’in Milevanna (Millawanda), Efes’in Apasos, İzmir’in Smirna, Antalya’nın Adalya… Bu ilk adların hepsi de Hititçedir. Evet, hepsi Hitit kenti. Önceyi unutma! Batılıların dolduruşuna gelip de hepsini Helen sanma! Hele Sümer’le yatıp Eti’yle kalkan Mustafa Kemal’i hiç unutma!…
Hadi tarihi kentler yolculuğuna biraz daha devam edelim
Assos, Ayvacık-Behramkale’dedir. Assos, Athena Tapınağı ile ünlü bir ilkçağ kenti. Troya Savaşı’ndaki tutumları nedeniyle Anadolu’da, Athena, Hera ve Poseydon tapınaklarıyla pek karşılaşmayız. Varsa da anılar küllendikten sonra, daha sonra kurulan kentlerde vardır. Savaşa çok yakın bir bölgede Athena’ya gösterilen bu saygı, gerçekten şaşırtıcıdır. Assos, aynı zamanda Aristo’yla anılır. Burada üç yıl yaşamıştır.
Parion, Biga’nın Kemer köyündedir; Paris’in kentidir. Bulunan son sikkeler de bunu doğruluyor. Priapos ise Karabiga’da. Priyap (Priapos) buralıdır; mitolojinin simgesel fallusu olarak her yerde karşınıza çıkar. Lapsekili diyen de var ona. Lapseki ile Biga zaten kapı komşudur.
Lapseki’nin antik çağdaki adı, Lampsakos’dur. Foçalıların kurduğu bir kenttir. Marsilya’yı da kuran da Foçalılardır. Burası, Osmanlı’nın Rumeli’ye geçiş noktasıdır.
Sestos, Eceabat’ta, Hero’nun yaşadığı yer. Abydos, Sestos’un tam karşısıdır, Leander’in yaşadığı yer.
“Hero ile ile Leander” bu coğrafyanın en güzel mitolojik aşk öyküsüdür. Hero’nun aşkıyla, boğazı defalarca yüzerek geçen Leander, Ovidus’tan günümüze kaç şaire esin kaynağıdır. Hep Gençtir Mitoloji’de ben de yazdım onu. Akdamar’ın Tamara’sı, bu coğrafyanın başka bir Hero’sudur kuşkusuz.
Maydos (Eceabat-Kilye Koyu), Tenedos (Bozcaada), Apollaon Smitheion (Ayvacık-Gülpınar), Neandreia (Ezine), Alexandria Troas (Ezine-Dalyan, “İskender’in yurdu” demektir).
Çimenlik ile Kilitbahir kaleleri, Rumeli Hisarı gibi, Fatih’ten hatıradır bize. Kilitbahir,” denizin kilidi” anlamını taşır. İkisi de 1462 tarihini taşıyor. Boğazın güvenliği her şeyden önemlidir. Güvenlik, Haliç’e zincir çekip kilit vurmakla değil, Boğazlara sahip çıkmakla sağlanır kuşkusuz!
Bu arada bugünkü adı Menderes olan İlyada’nın o ünlü “Skamandros” ırmağını da unutmamamız gerekir. Troyalı gelinlik kızların ve tanrıçaların yıkandığı, Çanakkale Savaşları’nda üzerinden cephane kağnılarının, deve kervanlarının geçtiği… Kağnı, direnişin simgesidir. İlk banknotlarımızda o vardır. En güzel Kurtuluş Savaşı şiirimiz, “Mustafa Kemal’in Kağnısı”dır. Dağlarca’dan elbet.
Bu tarihi zenginliği görmek için, hem ören yerlerini, hem Çanakkale Arkeoloji Müzesi’ni gezmemiz gerekir. Örneğin, Arkeoloji Müzesi’ndeki Polyksena Lahiti, sizi mitoloji ve tarihle bir kez daha buluşturacaktır. Lahit, Biga’daki Kızöldün Tümülüsü’nde bulunmuştur.
Polyksena’yla bir kez daha döndük Troya’ya. Polyksena, Hektor’un ve Paris’in kız kardeşidir. Hekabe’nin en küçük çocuğu. Bu toy kız, Troya’nın o azılı düşmanı Aşil’le âşık olmanın bedelini ödemiştir; hem de kurban edilerek. Bana göre önemli olan, olayın trajikliğinden çok, o büyülü “Kızöldün” adında yaşatılan binlerce yıllık kültürdür. Demek ki, halkın ve coğrafyanın belleğini, hiçbir şey silmiyor / silemiyor. Ne İskender’in kılıcı, ne değişen diller, ne de her şeyi hep kendine yontan tarih yazıcıları…
Gelin, Büyük İskender’in pek hayran olduğu şu Aşil’i biraz daha yakından tanıyalım. Aşil (Akhilleus), tam bir sapıktır. Priaomos’un en küçük oğlu Troilos’a da kızı Poliyksena’ya tutkundur. Troilos, öpmesine izin vermeyince, Aşil onun kafasını keserek öpmüştür. Pentesileya’nın cesedine de savaş alanında tecavüz etmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ege’de yaşanan / yaşatılan mezalime ne çok benziyor değil mi? O Aşil, cinsel zaafı yüzünden, en zayıf yerini, yani ancak topuğundan vurulabileceğini Poliksena’ya söylemiştir. Polisksena, bunu fırsata çevirmiş, yurt sevgisi aşkına egemen olur olmaz, bu bilgiyi Paris’e söyleyip buluşmaya öyle gitmiştir. Paris de zehirli okla, onu topuğundan vurmuştur. Poliksena’yı öldüren Aşil’in oğlu Neoptolemus’tur. Kızöldün’de yaşatılan anının bir de bu yanı var.
Gelelim, İskender’e. Aristo’nun öğrencisidir, o halde başka türlü olması, başka türlü davranması beklenemez. Aristo, bir Tales ya da Heraklit değildir, skolastik düşünceyi kutsamanın da bir gereği yoktur. “Ne mutlu Akhilleus’a, çünkü unun yaptıklarını anlatan Homeros gibi bir ozanı var.” diyen İskender’dir; Oysa İlyada’da Homer’in yüreği Anadolu için, Troya için nasıl yanar. Akhilleus Tümülüsü, Beşik Koyu’nun hemen yanındaki Yeniköy’dedir. İşgalcinin, yurduna sağ salim dönememesi de “oh be” bir tarih gerçeğidir! Fatih, Hektor’dan yana olsa da o bir tarih meraklısıdır, ordular yönetendir, 1462’de bu tümülüsü ziyaret etmiştir.
İskender’in, Persleri Anadolu’dan sürüp çıkardığı o ünlü Granikos Savaşı da burada yapılmıştır. MÖ 334’te, Biga Çayı kenarında. Troya Savaşı, Granikos Savaşı, Çanakkale Savaşı; üçü de tarihin belleğinde derin izler bırakan savaşlardır. Tarihin akışını değiştiren savaşlar!…
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Afrodisyas, Milet, Troya ve daha nicesi bana bir şey öğretti; Afrodisyas’ın ünlü arkeoloğu Prof. Kenan Erim’in özetleyiverdiği, “Grek, Roma, Bizans yoktur; Anadolu vardır.” gerçeğini. Evet, tarih, ideolojilerin savaş alanıdır; coğrafya, kültürlerin buluşma alanı.
Bu topraklara yolum, iki kez düştü, 1980’lerde. Bir kez daha düşer mi bilmem. Dedem 1915’in ilk Çanakkale şehitlerinden; mezarı Kocadere’de. Çanakkale Savaşları, ayrı bir yazı konusu. Yazdım, umarım gecikmez, onu da ayrıntısıyla Edebiyatın Sılası Tarihi Kentler’de okuyacaksınız.
* Çini Kitap, 64. Sayı, Ocak-Şubat 2021
[1] Türkiye’nin Kültür Sorunları, Ekrem Akurgal, Kırmızı Kedi Yay. 2018 (sayfa 53)
[2] Kaşkalkut: İlkçağ kentleri arasındaki yeraltı tünelleri.
Tüm Hakları Saklıdır ©belgeseltarih.com 2018-2019