Arıburnu Muharebeleri! Göze Göz, Dişe Diş |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Çanakkale, 1. Dünya Savaşı’nda Türk ordusunun savaştığı 9 cepheden sadece biri… Fakat başlangıcından aylarca süren boğuşmalarına, müttefiklerin bir gece ansızın kaçıvermesiyle sona erişine kadar birçok nokta üzerinde halen konuşuluyor.
18 Mart’taki deniz savaşında yenilen düşman, topçu bataryalarını susturmak, böylece mayınları temizleyip müttefik donanmasının Marmara’ya ve İstanbul’a ulaşmasını sağlayabilmek için Gelibolu’ya kara çıkarması planladı ve birkaç hafta sonra da harekete geçti. 24-25 Nisan gecesi sabaha karşı hem Anadolu tarafında Kumkale’ye hem de Gelibolu tarafında Seddülbahir’den Arıburnu’na kadar farklı noktalardan çıkarmalar yapıldı.
25 Nisan 1915’te Gelibolu’da Kabatepe kuzeyine çıktıktan sonra ilerlemeye başlayan Anzak birlikleri, 19. Tümen birlikleriyle karşılaşınca önce durakladı, ardından da Yarbay Mustafa Kemal’in emriyle başlayan bir karşı taarruzla sahile kadar sürüldü.[1] 30 bin mevcutlu İki Anzak tümeni karaya çıkmış ama henüz çevre güvenliğini sağlayamamıştı.
Türk birliklerinin her an büyük bir taarruza kalkışması bekleniyordu. Paniğe kapılan Anzak Kolordusu Komutanı General Birdwood’un sahilin tahliyesiyle ilgili talebini reddeden Başkomutan Ian Hamilton’ın “…güvenliğe kavuşuncaya kadar yalnızca siper kazdırınız, siper kazdırınız. Kazdırınız!”[2] emri, Anzakları bir anlamda kendine getirdi. Sahile kadar sürülmüş ama denize dökülmemişlerdi. Karşılarında 19 ve 9. Tümenlerden Türk birlikleri vardı.
19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey, Arap erlerinden oluşan ve geceki muharebeler sırasında dağılan 77.Alay erlerinin derhal toplanmasını emretti. Çıkarmanın başladığı 25 Nisan günü saat 17.00’de hareket emri alan 77. Alay’ın 2.000 mevcudu vardı. Mevzideki askerler ve toplanabilen yaklaşık 400 kaçaktan yeni bir tabur oluşturuldu. 77. Alay’ın mevcudu bir tabur seviyesine inmişti. 19. Tümen 27 Nisan’da gece taarruzlarını sürdürme emri aldı. Saat 21.00’de 57. ve 64’ncü alaylar taarruza birlikte kalktı. Mevzinin dar olması ve gemilerin bombardımanından ötürü istenen sonuç alınamadı. Saldırı ertesi gün 07.30’da tekrarlandı ama düşmanı denize dökmek yine mümkün olamadı.
Başkomutan Vekili Enver Paşa yaverleri ve kurmayları ile 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın karargâhına geldi. Esat Paşa o günü şöyle anlatıyor:
…Buradan 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in idare yeri Kemalyeri’nde olduğu için oraya gittik. Enver Paşa, Mustafa Kemal Bey’i kucakladı ve bugüne kadar göstermiş olduğu kahramanlıklardan dolayı takdirlerini bildirdi.[3]
Yarbay Mustafa Kemal, bu görüşmenin ardından Enver Paşa’ya bir mektup yazarak, daha önce aldığı kıyı savunma tedbirlerinin değiştirilmesiyle, düşmanın kıyıya asker çıkarabilmesine adeta yardımcı olunduğundan yakındı. Bu mektubu daha önceki bölümlerde vermiştik.
Düşmanı denize dökmek için 1 Mayıs’ta yapılan hücumdan da bir sonuç alınamadı. Bölgedeki Türk askeri de daha derin siper kazmaya başladı. Üst üste yapılan hücumlara rağmen, düşmanı denize dökmek mümkün olamıyor ama Enver Paşa sürekli taarruz emri veriyordu. 4 Mayıs günü Enver Paşa’dan 5. Ordu’ya bir an önce sonuç alınmasını isteyen, gerekirse bir tümen daha gönderebileceğini belirten bir emir daha geldi. 5. Ordu Kurmay Başkanı Kazım Bey (İnanç) Enver Paşa’ya yazılı bir mesaj gönderdi:
…Bu gece Seddülbahir’de hücum tekrarlandı. Bölgenin düşmandan temizlenmesi yine mümkün olmadı. Rica ederim dokuz gündür arka arkaya yapılan hücumlara bir son verilsin, şehit ve yaralı sayısı 15.000’i aştı. Düşman bizi taarruza zorlayarak zayıf düşürmek istiyor. O bize taarruz etsin ve zayıf düşsün. Askerimizin dinlenmeye ihtiyacı var.[4]
2 Mayıs’ta Anafartalar sahilinde henüz muharebe alanının dışında bulunan Lalebaba Tepesi’ne baskın yapan İngiliz müfrezesi, buradaki Türk gözetleme postasını esir almıştı.[5] Anzaklar bu başarılı operasyondan güç alarak. Kabatepe’yi de baskınla vurmayı planladılar. 110 kişilik bir komando grubu kuruldu. Bu grup filikalarla karaya yaklaşırken mermi sağanağının ortasına düştü. 12 er ve 2 subay öldü, gönüllü komandolar geldikleri hızla kaçmak zorunda kaldı.[6]
Düşmanın biri başarılı diğeri başarısız bu iki baskınının ardından, bu kez Türkler “sınırlı hedef” planlamasıyla bir baskın harekâtına girişti. Arıburnu’nun kuzey kanadında, Korkuderesi’nin doğu yamacında bulunan düşman mevzileri hedef alınmıştı. Kapalı yaklaşma yollarından yavaşça ve sezdirilmeden düşman mevzilerine yaklaşıldı. Bir süre daha beklenip hazırlıklar tamamlandı. Bombalarla girişilen ani süngü hücumu sonucu boğuşma kısa sürdü, düşmanın ön siperleri bastırıldı. Düşman piyadesini temizleyen Türk müfrezesi, 200 tüfek ele geçirdi.[7]
Mayıs’ta Enver Paşa cepheye geldi, Kemalyeri’ndeki karargâhı da ziyaret etti. Liman von Sanders, Enver Paşa’nın talebini yerine getirerek yeni bir taarruz için hazırlıklara başlarken, bir yandan Türk birliklerinin görev ve dağılımı yeniden düzenlendi. Kuzey Grup Komutanlığı’na Esat Paşa atandı. Bu arada 19, 5, 16, 3, 7, 9. ve 15’nci tümenler Kuzey Grubu’na bağlandı. Esat Paşa’nın karargâhı Kemalyeri’ne taşınırken, 19. Tümen karargâhı da Conkbayırı’na yerleşti.
19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, çıkarmanın başladığı gün üzerine aldığı Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığı görevinden, birliklerle ilgili son düzenleme uyarınca ayrılıp, 19. Tümen Komutanlığına dönerken, Esat Paşa tarafından altın liyakat nişanıyla ödüllendirildi:
…Umum kıtaata ve bu kıtaatın başında bulunan 19. Fırka Kumandanı Mustafa Kemal Bey’e bilhassa teşekkür ederek kendisine Arıburnu Muharebatı hatırası olmak üzere bir kıt’a altın liyakat madalyası… ita ediyorum.[8]
Çanakkale kara savaşlarının ilk 4 haftasında yarbay rütbesinde olan, 1 Haziran’da albaylığa yükseltilen Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolünü küçümsemeye çalışan, hattâ yalan ve iftirayla aşağılama çabasına giren gayr-ı resmi tarih masallarına dönmeye gerek yok, biliyorum ama… Söylemeden de olmuyor: Ordu, kıyıda-kenarda duran bir ihtiyat tümeninin komutanına neden altın liyakat madalyası versin? Esat Paşa, “Umum kıtaat ve bu kıtaatın başında bulunan 19. Fırka Kumandanı Mustafa Kemal Bey…” ifadelerini neden kullansın?
3.Kolordu Komutanı Esat Paşa, taarruzun planlamasını tamamlayıp gereken emirleri birliklere ulaştırdı. Gerekli düzenlemeler yapılacaktı. 19 Mayıs günü saat 03.30’da başlayacak taarruzun planı, çok özet olarak ele alırsak, her tümenin kendi cephesindeki düşmanın üzerine süngüyle atılmasından ibaretti. Ancak birliklerin yer değiştirmesi sırasında ortaya çıkan gürültü, zaten güçlü bir saldırı beklemekte olan Anzaklar açısından alarm yerine geçti, derhal ateşe başladılar. Hücum planlandığı gibi saat 03.30’da başladı. İlk aşamada 19 ve 5. tümenler başarı göstermesine rağmen, taarruz sert direniş nedeniyle durdu. Hücumun devamı zayiatı artırmaktan başka bir işe yaramayacağından taarruz durduruldu. Türk birlikleri bu taarruz sırasında 3.000 şehit ve 6.000 yaralı verdi. Anzakların zayiatı ise 600 kişiydi.
Bu hücumda, ağır zayiata ilave olarak bir başka talihsizlik daha yaşandı. Çanakkale haritaları ilk defa İtilaf Kuvvetleri’nin eline geçti. Anzaklar’ın ele geçirdiği bu haritalar, İtilaf subaylarının çok işine yarayacaktı.
20 Mayıs günü düşman hatlarından bir Kızılhaç bayrağı kaldırıldı. Ölülerin gömülmesi, yaralıların kaldırılması için ateşkes öneriliyordu. Liman von Sanders, Fransa cephesinde böyle bir uygulama olmadığı gerekçesiyle bu teklifi soğuk karşıladı. Ama Esat Paşa’nın da anılarında yazdığı üzere, aslında böyle bir molaya ihtiyaç vardı.
Esat Paşa anlatıyor:
…Öğleden sonra saat dört sıralarında İngiliz Kızılhaç bayrağının siperde dalgalandığı görüldü.
…Önce Kızılhaç bayrağını taşıyan, karaya çıkan İngiliz kuvvetlerinin komutanının yaveri bize doğru ilerlemeye başladı. Kızılhaç bayrağını elinde tutan bir Türk teğmeni de ona karşı yürüdü. Her ikisi de tam siperlerin ortasında birleşti. Bu sırada her iki taraf da ateş kesmişti.
Kızılhaç bayrağı taşıyan İngiliz subayı ölülerin gömülmesi için komutanı adına altı saatlik bir silah bırakışması teklif etti. Şehitlerimizi gömmek, iki taraf hatları arasında dayanılmaz acılarını işittiğimiz yaralıları kaldırıp kurtarmak için bizim de böyle bir mütarekeye ihtiyacımız vardı.[9]
3.Kolordu Komutanı Esat Bey adına görüşmeye giden Binbaşı Ohrili Kemal Bey, Anzak Kolordusu Komutanı General Birdwood’un mektubunu getirdi. Birdwood delegelerin görüşmelere devam etmesini istiyordu.
Nihayetinde uzlaşma sağlandı. Ordu komutanı Liman von Sanders, Yarbay Fahrettin Bey’e (Altay) anlaşmayı imzalama yetkisi verdiğini bildirdi.
Sanders’in, Ian Hamilton’un eline 22 Mayıs’ta geçen mektubu şöyleydi:
Ekselans,
İki düşman tarafın ölülerini gömmesi ve yaralılarını kurtarması ile ilgili ateşkes anlaşmasını tamamen onayladığımı ve bu karara yalnızca insani duygularımız dolayısıyla vardığımızı siz ekselanslarına bildirmekle onur duyarım. Yarbay Fahrettin (Altay) benim adıma imza atma yetkisine sahiptir.
Liman von Sanders, 5. Osmanlı Ordu Komutanı.[10]
Hamilton bu mektubu değerlendirirken, “Yaralıların hepsi bizim yaralılar gibi, 19 Mayıs’tan beri siperlerde kalmışlar. Ölülere gelince (…) mert insanlara basit fakat temiz bir şekilde dini görevleri yerine getirmek, gömülmelerini sağlamak gerekir”[11] diyordu.
Sonuç itibarıyla anlaşma imzalandı. 24 Mayıs günü sabah 07.30 itibarıyla ateşkes ilan edildi. 19 Mayıs’tan bu yana, neredeyse bir haftadır açık alanda yatmakta olan askerler defnedilecek, yaralılar da tedavi altına alınacaktı. Her iki taraftan 100’er er, başlarındaki kurmay subayla çıktı. Cenazeler defnedildi, yaralılar geriye taşındı.
Geçici ateşkes sırasında ilginç bir şey oldu. Orada görev yapan Anzaklar ve Türkler kaynaştı, birbirlerine hediye bile verdiler. Anzakların Türklere duyduğu düşmanlık hissinin de bu olaydan sonra ortadan kalktığına ilişkin hemen her kaynakta bilgilere rastlıyoruz.
Avustralyalıların gözünde Türklerin bir propaganda malzemesi olmaktan çıkıp, bundan sonra mert, cesur ve normal insan haline dönüştüğünü belirten Alan Moorehead ise Yeni Zelandalı ve Avustralyalıların dağıtılan gaz maskelerini kullanmayı “Türkler gaz kullanmaz. Onlar dürüst savaşçı” gerekçesiyle reddettiğini de yazıyor.[12]
Siperler arasındaki hediye değiş-tokuşu sonraki günlerde de devam edecek, Avustralyalıların siperlerine fırlattığı konserve, et ve sigaraya, Türkler de üzüm ve şekerlemeyle karşılık verecekti.
…Ben ölüleri gömenlerden biri değildim ama siperin kenarında oturdum ve bir süre sonra yanlarına gidip [uzun boylu ve elinde beyaz bayrak olan] Türk’e sığır kavurması ikram ettim. Gülümsedi, çok sevinmiş göründü ve o da bana ipe dizilmiş incir verdi.
Jacko adını verdiğimiz Türk askerlerinden ben de bizimkilerin hepsi de pek hoşlanmıştık. Onun için kötü bir söz söylendiğini duymadım, temiz dövüşürlerdi ve dünyanın en cesur insanlarıydı. En yoğun ateş karşısında bile durmazlardı adeta fanatik insanlardı. Onlarla ateşkeste karşılaştığımızda çok esaslı insanlar oldukları sonucuna vardık. (Er Henry Barnes)[13]
Fakat savaşın kendi kuralları vardı… Ateşkesin sona ermesinin ardından silahlar yeniden ateşlendi. Avustralyalılar iki kez daha hücum denedi, başarılı olamadılar.
25 Nisan’da başlayan kara savaşlarının beşinci haftasında, 1 Haziran 1915’te 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Bey albaylığa terfi etti. Savaşın bundan sonraki aşamalarında, Gelibolu’dan ayrıldığı ve savaşın da bitme noktasına geldiği Aralık ayı ortalarına kadar görevini albay rütbesiyle yürütecekti. Polemikler bölümünde detaylarıyla ele aldık. Çanakkale Savaşlarından söz edilirken, ısrarla “Yarbay Mustafa Kemal” denilmesinin bir mantığı olamazdı. Çünkü savaş bu tarihten sonra da, yaklaşık 7,5 ay daha sürecekti.
8,5 aylık savaşın sadece 5 haftasını yarbay, 7 ayını ise albay rütbesiyle geçiren bir subaydan söz ederken ısrarla önceki rütbesinden söz etmenin mantıklı ve izah edilebilir bir yanı olmasa gerek.
Müttefiklerin hem Anzak hem de Seddülbahir cephelerinde adım adım ilerleyip bulundukları yeri koruma çabası devam ederken, haziran ayı sonlarında güney cephesinin ağırlığı azalmış, bütün dikkatler Arıburnu’na yönelmişti.
Arıburnu cephesinde 29 Haziran’da tekrarlanan Türk taarruzu da 9 Mayıs’taki hücumla aynı hazin sonucu verdi.
O bölgedeki yaşam da, tıpkı güney cephesindeki gibi, siper kazmak, tünel kazmak, mayın döşemekten ibaretti artık…
Savaş tıkanma noktasına doğru gidiyordu. Artık bu gidişatı değiştirmek için yeni bazı hamleler yapılmalıydı. Bu hamleler de saldırgan taraftan gelecekti…
(*) Bu makalenin derlenmesinde kullanılan kaynak kitap: Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 Yalanlar İftiralar Polemikler”
[1] Mustafa Kemal bu olayı daha sonra gazeteci Ruşen Eşref’e şöyle anlatmıştı: “Conkbayırı’nın güneyindeki 261 rakımlı tepeden, sahilin gözetlenmesinin sağlanmasıyla görevli olarak oralarda bulunan bir müfreze erlerinin Conkbayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu konuşmayı aynen okuyacağım!
Bizzat bu erlerin önüne çıkarak:
-Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
– Efendim düşman! dediler.
-Nerede?
– İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam serbestlikle ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye… Düşman da bu tepeye gelmiş… Demek ki düşman bana, benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse, kuvvetlerim çok kötü duruma düşecekti.
O zaman artık bir mantık yürütme midir, yoksa refleks ile midir, bunu bilmiyorum. Kaçan erlere:
– Düşmandan kaçılmaz, dedim.
– Cephanemiz kalmadı, dediler.
– Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının “marş marş”la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye gönderdim. Bu erat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır. (Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.19-24)
[2] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”,s. 117
[3] Esat Paşa, “Çanakkale Savaşı Hatıraları”, s.94 (İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s. 234) Gürsel Göncü-Şahin Aldoğan, “Siperin Ardı Vatan”
[4] Selahattin Çetiner, “Çanakkale Savaşı Üzerine Bir İnceleme”, s.141
[5] Gürsel Göncü-Şahin Aldoğan, “Siperin Ardı Vatan”, s.84 (İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s. 251)
[6] Murat Çulcu, “İkdam Gazetesinde Çanakkale Cephesi-1”, s.297 (İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s. 258)
[7] Genelkurmay Başkanlığı, “Çanakkale Cephesi Harekatı”, 2. Kitap, s.166 (İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s. 259)
[8] Saim Besbelli, “Çanakkale’de Türk Bahriyesi”, s.47 (İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s. 278)
[9] Esat Paşa, “Çanakkale Savaşı Hatıraları”, s.114 (İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s. 285)
[10] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”, s.168
[11] Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları-1915”, s.167
[12] Alan Morhead, “Gelibolu”, s.167
[13] Steel-Hart, “Gelibolu – Yenilginin Destanı”, s.125
***