“Bekin Nur Muhammedov.. “Sıçan yılında doğdum. Ben Türk halklarının en büyük artistiyim; Orta cüzden bir Nayman”ım, dürüstüm, Altın Elbiseli Adam”ı ben buldum ve teslim ettim” diyor.
Sabah erkenden, Almatı”ya 55 kilometre uzaklıktaki kurganlara doğru yola çıkıyoruz. Kazak tarihçi ve etnologlar da bizimle birlikte… Yağmur bastırıyor ama aldırmıyoruz. Burası “Yedisu” denilen ve Türk medeniyetinin doğduğu topraklar olarak kabul edebileceğimiz üçgenin bir ucu… Arazide, deve hörgücü gibi, 10 metre uzunluğunda, 7-8 metre genişliğinde ve yerden yüksekliği ortalama 3-4 metre olan tepecikler var. 25 tane kadar sayabiliyoruz. Bunlar kurgan denilen Türk mezarları.. Aslında bütün Yedisu bölgesi, hatta bütün Kazakistan ve Kırgızistan kurganlarla dolu…Kurganlardan sadece birisi açılmış… Diğerleri de açılacak…
Kazı ekibi bir Kazak çadırında kalıyor. Birden çekik gözlü, güleç yüzlü, sakallı bir ihtiyar çıkıyor ortaya… Tarihin derinliklerinden gelen bir Türkçe ile bizim için dua ediyor… Kazak bilim adamları, heyecanla bize, “İşte altın elbiseli adamı bulan adam; Bekin Nur Muhammedov” diyorlar. Hepimiz adamın etrafını sarıyoruz ve Altın Elbiseli Adamı nasıl bulduğunu anlatmasını istiyoruz..
Bir Türk prensine ait bu elbisenin M.Ö. 6.yüzyıla ait olduğunu ve o devirde Türklerin, altını iplik haline getirip elbise dokuyabildiğini, ayrıca, altın elbise ile birlikte bulunan tasın üzerindeki yazının tarihi değerinin çok yüksek olduğunu biliyoruz. Altın elbiseli adamın altın işlemeli elbisesini şimdi bile dokuyamıyorlar.
SIÇAN YILINDA DOĞDUM
Bekin Nur Muhammedov, şevkle ve heyecanla ve hepimizin anlayabileceği bir Türkçe ile konuşuyor: “Ben sıçan yılında doğdum, orta cüzden bir Nayman”ım.. Yaşım 70”i aşmıştır. Ben burada, doğdum büyüdüm, buralarda yaşarım. Tarih bölümünü bitirdim. Şu gördüğünüz köyde yaşadım hep… 1963 yılında Essik Gölü taştı ve bütün bu araziyi sel bastı. (Essik eşik demek, Essik Göl de Eşik göl anlamına geliyor) Bu selde bazı kurganlar dümdüz oldu. Biraz sonra gideceğimiz bir fabrika var. 1969 yılında başladı o fabrikanın inşaatı… İnşaat kazısı sırasında, 6 metre yüksekliğinde, 60 metre genişliğinde iki kuyu kazıyorlardı. Bu kuyu kazma çalışması sırasında, sonradan yaptığımız ölçümlere göre, 3 metre derinliğe ulaştıklarında, 2×4 metre ebadında, kudukta (çukurda) bulmuşlar mezarı… (Kuduk kelimesi Trabzon köylerinde hala yaşıyor ve mesela ekmeğin sivri ucuna kuduk deniliyor.) Çatısı kalın tahta… Zemini de tahta… Tahtanın üstünde kilim, kilimin üstünde kumaş; onun üzerine yatırmışlar, başı Batıya, ayağı Doğuya dönük, sırtüstü yatıyormuş. Çalışmayı kesip tarihçi olduğum için hemen bana haber verdiler. Mezara vardığımda, ellerimle toprağı kazımaya başladım. Önce tahta parçalarını açığa çıkardım ama tahtalar güneşi görünce elimde dağılıverdi ve toz haline dönüştü.. Biraz daha tırmalayınca, gözlerim bir parıltıyla kamaştı ve uzun süre mezara bakamadım. Yanımda bulunanlar da bakamadı.. Gözlerimi oğuşturduktan sonra, Altın Elbiseyi gördüm… Tahta bir tabut içinde gömülmüştü. Yanında, üzerinde yazılar olan bir çanak vardı. Elinde de bir yüzük vardı. Yüzüğü alıp parmağıma taktım. Cesedi altın elbisesiyle birlikte kaldırınca, altındaki ağaçlar da ceset de toza dönüştü, güneş gördükçe yanıyordu sanki. Büyük bir heyecan içindeydik.. Yine sonradan yapılan ölçümlere göre, Altın elbiseli adam 1.65 metre boyunda ve 18 yaşlarındaydı. Dürüst davrandık, hükümete haber verdik. Ruslar geldiler ve kemik parçalarını aldılar. Altın Elbiseli Adam”ın sonrası malum. Önce müzeye konuldu, daha sonra Kazakistan Merkez Bankası kasasına nakledildi. Ancak Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev”in izniyle görülebilir. Şimdi Ortalık müzesinde maketi var, şehrin ortasında heykeli ve çıktığı yere de bir heykel yaptılar. Biraz sonra sizi oraya götüreceğim…”
Kazı yapılan kurganın 100 metre yakınında, yerde, saat gibi çizilmiş bir daire ve dairenin bir noktasından 45 derece açı ile çakılmış demir bir kazık gördük. Bekin Nur Muhammed, “Bu, benim güneş saatimdir” dedi; “Günün saatlerini gösterir. Özüm yaptım, saatim yoktu, bunu kullanıyorum. Gün var, ay var, güneş var, saate ne gerek var.”
Kısa bir yolculuktan sonra Bekin Nur Muhammedov”un bahsettiği tuğla fabrikasına gidiyoruz. Yağmur altında, fabrikanın beton avlusunda bir yeri gösteriyor; “İşte burası” diyor… Altın Elbiseli Adam”ın mezarı burasıydı… Hiçbir işaret yok.. Sadece fabrikanın önüne altın elbiseli adamın basit bir heykelini dikmişler.
Yağmur altında, Almatı yakınlarında, biraz engebeli bir arazide Türk kağanlarının kurganlarına gidiyoruz…Bekin Nur Muhammedov, kağan kurganının en üstte olduğunu, buyrukların veya komutanların mezarlarının rütbe sırasına göre aşağıya doğru sıralandığını anlatıyor ve Türk mezarlarında da bir hiyerarşi bulunduğunu söylüyor.. Kağan kurganı 6 metre, vezirinki 4-6 metre, diğerleri 2-4 metre yükseklikte imiş.. Eski Türk inançlarına göre kağan öldükten sonra da bütün insanları görmesi için mezarı yüksek yerde olmalıydı.Bekin Nur Muhammedov, kağan kurganının bulunduğu tepeden, 100 metre aşağıda, çiçek resimleri çekmekte olan Servet Somuncuoğlu”nu gösteriyor… Kurganın resmini çekmek mümkün değil, çünkü adam boyu otlar arasındayız ve buranın kurgan olduğunu, Kazak bilim adamları tespit etmese, sıradan bir tepe sanılabilecek bir yer ve biz de tam üzerindeyiz. Servet, aşağıdan fotoğraf makinesini bize doğru çevirince, Nur Muhammedov sesleniyor: “Ben Türk halklarının en büyük artistiyim; Nayman”ım, dürüstüm, Altın Elbiseli adamı ben buldum ve teslim ettim” diyor.
Yedisu”da Essik Göl ve tarihi dua
Almatı yakınlarında, Türk ata ruhlarının sindiği tepelerden ayrılıp, birkaç kilometre gittikten sonra daha yükseklere çıkıyoruz… Minibüslerle bir köy yolunu takip ederek, bir saat süreyle tırmanıyoruz… Birden, 2400 metre yükseklikte, Trabzon”daki Uzungöl gibi fakat daha büyük ve daha derin, daha vahşi bir göl çıkıyor karşımıza… Her taraftan göle doğru gürül gürül sel suları akıyor ama suyun rengi yemyeşil… Bir doğa harikası… Hayranlıkla bakıyoruz ve buradan ayrılmak istemiyoruz.. Essik Göl dedikleri burası işte… (Issık Göl ile karıştırmayalım; o çok büyük bir göl ve Kırgızistan”da…) Essik Göl”ün toprak kayması sonucu bir doğal bent oluşmasıyla ortaya çıktığı anlatılıyor.. Hava kararıyor, yağmur devamlı yağıyor ve Bekin Nur Muhammedov ile ayrılma zamanı geliyor. Almatı yolunda, evine yakın bir yol ayırımında onu bırakacağız… İnmeden önce, bizi karşıladığı zaman yaptığı duayı tekrarlamasını istiyorum. Teybin düğmesine basıyorum… Davudi bir sesle ve yüreğinden gelerek haykırıyor: “Kök Tengri koldasın Jir ana Umay koldasın Kadırım konagın olsun Korası balga jatı tamgat olsun Amiiiinnn”
TANRININ TÜRKLERİ / TÜRK TARİHİ URADA YATIYOR
Sabah erkenden artık çok merak ettiğimiz ve görmek için heyecanlandığımız Tamgalı Say”a doğru yola çıktık. Kazım Mirşan, hepimizden heyecanlıydı. Çünkü yıllardır yazıp çizdiği, kitaplarında siyah beyaz ve silik resimlerini yayınlayabildiği Tamgalı Say”ı çıplak gözle görecek ve fotoğraflarını çekecekti.. Gerçi, Kazak Bilimler Akademisi Tarih ve Etnoloji Bölümü Başkanı, kendisine Maksimova”nın 1954 yılında, asfalt yol yokken, at arabasıyla yolculuk yaparak buraya yaptığı gezide çektiği renkli fotoğraflardan oluşan kitabını da hediye etmişti ama, hiç bir kitap gözlemin yerini tutamazdı… Yol bozuk… Hava sıcak… Tam bir bozkır… Her yer dümdüz… Düz ama denizden yüksekliği 2000 metreye yakın…
170 kilometrelik yol, uzadıkça uzuyor.. 170 kilometre boyunca sadece bir yerleşim yeri gördük.. Karabastav”da durmadık…
Ve Tamgalı Say tabelasını görünce otobüsten inip fotoğraf çektirdik…
BİRKAÇ MEZAR İÇİN Mİ?
Tamgalı Say tabelasını epey geçtikten sonra yoldan ayrılıp toprak bir yola girdik. Rehberimiz, “geldik” dedi ama önce hiçbir şey göremedik.. Biraz ileride, bulunduğumuz yerden 200-300 metre yükseklikte üç dört taşlık tepe vardı, o kadar…
Tepelere doğru yürümeye başladık.. Rehberimiz, önümüze çıkan üstü açık mezarları gösterdi ve anlatmaya başladı…
“Bu mezarlar, bronz devrinden kalmadır. Cesetleri, ”ölmemiş” kabul ederek ve yeni doğan çocuk şeklinde bir pozisyon vererek, dik gömüyorlardı. Cesetlerin başı Batı”ya dönük; yani o zamanki anlayışa göre öbür dünyaya bakıyor…
Mezarlar talan edilmiş.
Bu mezarlarda sadece bir altın küpe bulunmuş. MÖ 3500 öncesine ait olduğunu söylüyor..
Rehberimiz sıradan biri değil. O da Kazak Bilimler Akademisi üyesi ve bir doçent… Kemal Akışev”in talebesi Alman asıllı Doç. Dr. Aleksandır Goryachev Pavloviç”e göre burada 3 farklı mezar anlayışı var,. Bunlardan şu sonuç çıkıyor ki burası bir mezarlık bölgesiydi. Kadın mezarlarında altın takılar var.
Erkeklerde minyatür silahlar var ama kadın mezarlarında her şey gerçek…
“Sısta” denilen bir metre derinliğinde har tarafı düzgün taşlarla örülmüş mezarların üzerinde de taş kapaklar var. Bazı taşlarda resim ve işaretler var. Kazım Mirşan”a göre bunlar biraz ötedeki Tamgalı Say”dan alınma ve mezarlar daha yakın bir tarihe ait..
Alman asıllı Alexandır Goryachev, kafileyi mezarların başında topluyor: “Burada gördüğünüz mezarlar, az ötedeki Tamgalı Say”da göreceklerinizin yanında daha hiçbir şey değil… Tamgalı say, bir döneme yani bir nesle ait bir yer değil. Burada bin yılların birikimi var. Biraz sonra insanoğlunun ilk defterlerine götüreceğim sizleri. Kayadan defterler… Bu defterler belki de binlerce yılda yazıldı. Benim kanaatim M.Ö. 3500 yıllarına dayanıyor ama kesin bilgi değil. Burası farklı bir yer. Sovyet döneminde tankların talim alanı olarak özellikle seçilen bir yer. Tankların sürekli burada talim yaptığını düşünürseniz, kayaların titreşimden ne kadar etkilendiğini ve nasıl döküldüklerini tahmin edebilirsiniz. Ayrıca bir de atışları eklerseniz Tamgalı Say”ın bugüne kadar ayakta kalmasının mucize olduğunu düşünmek gerekir. O kadar ağır tahribata rağmen kayalar direnmiş…”
İKİ ASKER KORUYOR
Türk tarihinin zaman tüneline gireceğiz ama bizi silahlı iki Kazak askeri karşılıyor. Tamgalı Say alanının, yani Türk tarihinin de insanlık tarihinin de bu en kıymetli hazinesinin yıllık koruma bütçesi üç bin dolarmış…
İşte 35 bin yıllık kaya defterleri
Keçiler, atlar, sığırlar, kurtlar, av resimleri, eğlence resimleri, cinsel ilişki resimleri ve Türk tamgaları… Her santimetrekaresinde resimler bulunan kayalar, güneşin altında, kalıp kalıp dökülüyor…
Tamgalı Say”a biraz daha yaklaştıkça kayalar üzerindeki resimler belirmeye başlıyor. Küçük bir alan içinde, kayalardan oluşan tepecikler, tarihin resim sergisi gibi… Keçiler, atlar, sığırlar, kurtlar, av resimleri, eğlence resimleri, hayvan ve insanların cinsel ilişki resimleri ve Türk tamgaları… Her santimetrekaresinde resimler bulunan kayalar, güneşin altında, kalıp kalıp dökülüyor… Belki de kayalar, kendi ömürlerinin sonuna gelmiş.. Bir şeyler yapmak, bu kaya resimlerini kurtarmak gerek… Bu tepecikleri güneş ışığından, yağmurdan ve kardan korumak gerek…
İLK YAZI RESİM VE TAMGALARLA BAŞLADI
Mirşan, üniversitedeki konferansta ve Tamgalı Say sohbetlerimizde, Türk tarihinin zaman tünelini şöyle anlattı:”Benim tespit edebildiğim kadarı ile, tarihin en eski yazısı burada, Kazakistan”ın Yedisu bölgesindeki Tamgalı Say”daki resimlerdir. İlk yazı bu şekilde başladı. Bu resimler arasında ilk Türk harfleri de var. Taşlara çizilen resimlerin tarihini belirleme imkanı yok. Musabayev 10 bin yıl olarak tahmin ediyor. Bana göre ise bunlar en az 35 bin yıl öncesine ait!Medeniyetimiz Tamgalı Say”da başlamış. Bir Rus hanım araştırmacı; Maksimova 1954”te gitmiş kaya resimlerini görmüş, incelemiş, fotoğraflarını çekmiş ve kitap olarak bastırmış… Daha Çingiz”in ismini taşıyan çok eski yazıtlar var, okunmamış çok yazıt var.Portekiz”de, Fransa”da da var bu tür yazıtlar; hepsi Türkçe. Onların karbon testi yapılabilmiş. 28 bin yıllık oldukları tespit ediliyor. Tamgalı Say”daki resimlerle, yane ”ilk yazılar”la benzerlikleri var ama dil bilimi açısından Tamgalı Say”dakilerin daha eski olduğu anlaşılıyor. Buradaki kültürün, Fransa”ya kadar ulaşması için birkaç bin yıl gerekir, bu itibarla 35 bin yıl diyorum. Mısır yazıtları da Türkçe”dir…Altın elbiseli adamla birlikte bulunan tastaki yazı Türkçe”dir.Başkurdistan”da Şölgentaş Mağarası”nda 16 bin yıllık Türk damgaları var. Bu tarih, karbon testi ile belirlendi ve kesindir.Pazırık kurganında ortaya çıkan Türk halısı bir at sırtına örtülmek için örülmüş.Bulanlar bunu bir türlü Türklere mal etmek istemedi ama sonunda başka bir çare bulamadılar. 4 bin yıllık bir halı…İskandinavya”da da Türklerle aynı usülde dokumalar var. Türkler bu sanatı oraya da götürmüş…
86 yaşındaki Kazım Mirşan, bütün ömrü boyunca araştırdığı Türk dili tarihinin kaynağına geldiğini bildiği için, kayalar arasında inatla dolaşıyor ve tehlikeli bölgelere de tırmanıyordu… Onun yüreğinden nasıl ırmaklar aktığı, yüzünden belli oluyordu. Biz de tarih sarhoşu gibiydik…
Uzaydan gelen adamın resmi mi?
Tamgalı Say”daki 35 bin yıllık kaya defterlerinde, bir insan başı üzerinde güneşle simgelenen motifin özel bir anlamı var. Çünkü bu motife, kaya resimleri arasında sık sık rastlıyorsunuz. Ya bir insanın başında,ya bir dağ keçisinin başında aynı tamga var. Türk tarihinin sırları bu resimlerde ve tamgalarda yatıyor. Kazakistan Bilimler Akademisi üyesi asıllı Doç. Dr. Alexandır Goryachev, bu resmin uzaydan gelen adamı simgelediğini söylüyor. Kazım Mirşan”a göre, yazıyı da Türkler buldu. En belirgin örnekleri;1-Tamgalı Say: Maksimova 1954”te buldu. Buradaki resimler 35 bin yıl öncesine dayanıyor.2-Talas-Açıktaş yazıtları, asgari 7 bin yıllıktır.3-Essik kurganı ve Altın Elbiseli Adam, biliyorsunuz 3 tane daha bulundu…
Kazım Mirşan’ın bu büyük iddiasına, gözümüzle görmesek, biz de inanamazdık!
“Medeniyet, bütün dünyaya buradan gitti!”
* Medeniyet bütün dünyaya buralardan gitti. Bu resimlerde Türklerin sembollerini, davranış felsefesini görebiliyorsunuz. Resimlerdeki hayvanların davranış şekillerine göre yazıyı okuyorsunuz. Erken Türkler’in yazıtları resim şeklindedir. Aslında bunlar yazıdır, tümüne yazıt diyoruz.
* Avrupalılar bu alanda çok hatalı davranmış. Mesela Lazkio”deki yazıtları yorumlarken bizon postu giymiş bir adam ve ileride geyikler var. Bu resmi, ”Şaman, hayvanları kovalıyor” diye yorumlamışlar. Halbuki, resmi çizen adam diyor ki, ”av sırasında bizon postu giyersen geyikler senin insan olduğunu anlamaz, sen de rahatlıkla avlarsın!”
Tamgalı Say”da akşama kadar, kaya resimlerini inceledik…Mirşan zaman zaman bilgi verdi:”Bana göre, Türkler”in en eski izleri, Yedisu bölgesinden önce Afganistan”da bulunuyor.İngiliz bilim adamları da bu kültürün izlerinin bütün Avrupa”da, İskandinavya”da, İtalya”da, Macaristan”da bulunduğunu kabul ediyor. Bunu taştan yapılmış aletlere dayanarak söylüyor ve Karakamar mağarasını örnek gösteriyor ve 40 bin yıl öncesine kadar götürüyorlar.Biz bu kültürün asıl mekanını Tamgalı Say”da görüyoruz. Buraya da Afganistan”dan gelmiş olabilirler. Çünkü Karakamar mağarası o kadar eski değil.Tamgalı Say”ı nasıl 35 bin yıl öncesine götürüyorum?Ruslar, Şölgentaş Mağarası”nı 16 bin yıl öncesine götürüyor. Fransa”da aynı tipte bir mağara var: Lazkio Mağarası… Bunun tarihi 17 bin 500 yıl olarak tespit edilmiş.. Şölgentaş”taki mağarada Lazkiö”daki detaylar var. Hayvan başı detayları…Şölgentaş”ta ise o kadar detay yok. Tabii halde, hayvanı olduğu gibi çiziyorlar. Fransa”daki mağara ile karşılaştırıldığında Şölgentaş”takinin daha eski olduğu anlaşılıyor.
17 bin 500 yıl karbon testi ile ispatlanmış… Şölgentaş bundan da eski olduğuna göre…Bunun dışında İngilizler resimleri, 32 bin yıla kadar götürüyor.
Eğer bunlar 32 bin yıllık ise ve kültür Tamgalı Say”dan gitmişse, Tamgalı Say”ı en az 35 bin yıla dayandırabiliriz. Bunu Lazkio mağarası için yapılan karbon testleri gösteriyor.
Bu mağara, toprak kayması sonucu kapalı kalmış, hava almamış. Fransızlar keşfettiğinde içerde oksijen bulunmadığı için resimlerin bozulmadığını tespit ettiler. Fransızlar bu mağarada fotoğraf çektirmiyor. Ancak çekilmiş resimleri var.
Orada bulunan derin bir çukurda kömür vardı. Kömürün 17 bin 500 yıllık olduğu tespit edildi. Tabii kömür sonraki bin yıllarda mağaraya konulmuş olabilir.Şölgentaş ise açık bir mağara. Oradan alınan kömürler daha erken mi geç mi bilemem ama 16 bin yıllık olduğu söylenebilir. Bu kömürler resimler çizildikten sonraki bin yıl içinde de bırakılmış olabilir.
Başkurdistan”da açıkta resimler de var. Bunların tarihi 27 bin yıl. Ak İdil”in kenarında Kızılyar köyünde Açıkkala mevkiindeki buluntulara Ruslar karbon testi yaptı ve bu sonuca ulaştı.
Medeniyet bütün dünyaya buralardan gitti. Bu resimlerde Türklerin sembollerini, davranış felsefesini görebiliyorsunuz. Resimlerdeki hayvanların davranış şekillerine göre yazıyı okuyorsunuz. Erken Türkler”in yazıtları resim şeklindedir. Aslında bunlar yazıdır, tümüne yazıt diyoruz.
Avrupalılar bu alanda çok hatalı davranmış. Mesela Lazkio”deki yazıtları yorumlarken bizon postu giymiş bir adam ve ileride geyikler var. Bu resmi, “Şaman, hayvanları kovalıyor” diye yorumlamışlar. Halbuki, resmi çizen adam diyor ki, ”av sırasında bizon postu giyersen geyikler senin insan olduğunu anlamaz, sen de rahatlıkla avlarsın!”
İlk insanlar, yazıyı davranış şekillerine göre yazmıştır.”(Binlerce yıl önce bu resimleri çizenler, bugün onları yorumlayanlardan daha zekiydi bu duruma göre…)
Tamgalı Say”ı geride bırakıp giderken, kendimi sadece Türkçe”nin ve Türk tarihinin değil, bütün insanlık tarihinin ve dillerin zaman tüneline girmiş de oradan bugüne dönüyormuş gibi hissettim…
Kazak çoban
Tamgalı Say”dan ayrıldıktan sonra yol üzerindeki köyde, uzatan atlılar, koyun sürüleri görünce, fotoğraf çekmek için mola verdik… Genç kızlar, delikanlılar, çobanlar çok içten davrandılar…
Ölen insanların ruhu; Şıngıl Ağacı
Tamgalı Say”ın girişinde M.Ö 3500 yıllarına ait mezarları geçtikten sonra, tepelere; kaya resimlerine doğru Aysev Turizm yetkilisi Murat Ayaydın ile yürürken yolun iki yanında çaput bağlanmış ağaçlar dikkatimizi çekiyor. Rehberimiz, Şıngıl ağacının, burada ölen insanların ruhu olarak kabul edildiğini belirtti.
Büyük heyecan
Turgay Tüfekçioğlu, Celil İnce, Doç. Dr Alexandır Goryachev, Oğuz Yıldırım ve Kazım Mirşan Tamgalı Say”da büyük bir heyecan içinde.
Hiçbir resmi ihmal etmedik
Tamgalı Say”da çektiğimiz bütün resimleri, Turgay Tüfekçioğlu”nda topladık ve hepsini çoğaltarak, bilimsel incelemelerine devam etmesi için 86 yaşındaki Kazım Mirşan”a ilettik. Birbirimizi de uyardık ki, herkes fotoğraf çeksin. Ne yapalım ki, Türkiye”de hiçbir üniversite, Mirşan”ın iddialarını incelemeye yanaşmıyor. Çünkü, ellerindeki Batı”ya ait veriler Kazım Mirşan”ın tespitleri ile uyuşmuyor. Bilimsel bilgiyi üretmek yerine, Batı”dan aynen kopyalamayı tercih ediyorlar.
Moğolistan”da da aynı yazıtlar var
Moğolistan”dan gelen tarih profesörü Bilcumar Kamalaşoğlu, beraberinde getirdiği dev bir haritayı açarak, Kazım Mirşan”a Moğolistan”daki yazıtların yerlerini gösterdi, kitaplar hediye etti ve Moğolistan”a davet etti.
Turgay Tüfekçioğlu ile göz göze geldik, “Mirşan Hoca ile birlikte bize Moğolistan yılları görünüyor” dedi.
Kazım Mirşan, Kazakistan Bilimler Akademisi”nde bir tebliğ sundu. Kazım Mirşan”ı Turgay Tüfekçioğlu tanıttı:”1919 Kulca doğumlu. 1935”ten beri Türkiye”de. İlk ve orta okulu Türkiye”de okumuş. Bütün Türk lehçelerini ve ağızlarını biliyor. 1935”de Türkiye”ye geliyor, liseyi bitiriyor. İTÜ 3.sınıfta okurken inşaat mühendisliği tahsiline devam etmek üzere Almanya”ya gidiyor.Türk dili ve genel olarak dil üzerine yaptığı bilimsel araştırmalara, 1979 yılında başlıyor.Yenisey Ulukem, Baykal LenaAltay Talas yazıtlarını okuyor. (Talas yazıtlarını 1932”de Mason buldu.)Mason”un bulduğu yazıtlar halen, Petersburg”daki Ermitaj müzesindedir. Mirşan, Başkurdistan, İskiteli, İtalya, Anadolu, Eskişehir”deki Yazılıkaya yazıtlarını, bütün rünik yazıları veEtrüsk alfabesini çözmüş durumdadır ve Mirşan”ın tespitleri, insanlık tarihin altüst edecek kadar önem taşımaktadır.”
Mirşan”ın anlatımları, Tamgalı Say, Altın Elbiseli Adam ve Nur Muhammed”in duası, kurganlar… Kafilede hemen herkes, grogi durumdaki boksör gibi… Kazım Mirşan”ın bütün bilimsel tespitlerini daha önceden bildiğim halde, ben de onlardan farksızım..Bir bilim adamı, Eskişehir Yazılıkaya anıtı ile Hoca Ahmet Yesevi türbesindeki desenlerin aynı olduğuna işaret etti.Bu arada, konferansı Moğolistan”dan gelen Moğol tarih profesörü Bilcumar Kamalaşoğlu da izledi ve beraberinde getirdiği dev bir haritayı açarak, Kazım Mirşan”a Moğolistan”daki yazıtların yerlerini gösterdi, kitaplar hediye etti ve Moğolistan”a davet etti.Turgay Tüfekçioğlu ile göz göze geldik, “Mirşan Hoca ile birlikte bize Moğolistan yılları görünüyor” dedi.
Almatı”da tanıştığımız Süleyman Kelebek, “Bit pazarını gördünüz mü?” diye sordu. “Ne önemi var ki bit pazarının?” deyince, “Bu bit pazarı, bizim bit pazarlarımızdan değil. Gerçekten bit satılan dükkanlar var!” diyor!-Peki kim satın alıyor bitleri?-Sara ve sarılık hastaları..-Nasıl kullanıyorlar?-Yutarak!-Haydi gidelim öyleyse…Gidelim diyoruz ama artık hava kararmış… Süleyman Kelebek, dükkanların bu saatte kapalı olduğunu hatırlatıyor… Ertesi sabah da Bişkek”e doğru otobüsle yola çıkacağız…
Kazak Müzik Aletleri Müzesi Müdürü bir bozkurt!
Almatı”da, Kazakistan Halk çalgıları müzesini ziyaret ettik. Müze müdürü Hasem Kerimcanoğlu Hoca Ahmed, Sovyet döneminde birkaç kez tutuklandığını ve cezaevinde yattığını söylüyor. Şimdi de bozkurt bayraklı “Azat Partisi”nin başkanı. Bütün eski Türk müzik aletlerinin burada toplanacağını ve müzeyi “Türk Halkları Müzik Müzesi”ne dönüştürmeyi planladığını söylüyor.
Kımız, verem, mide, bağırsak ve kalp hastalıklarına iyi geliyor
Aysev turizm şirketinin Almatı temsilcisi Süleyman Kelebek ile birlikte şehir dışında bulunan bir kımız çiftliğine gittik. Bizi çiftlik sahibinin 80 yaşındaki babası, Çerşebek Tıloğbay karşıladı. Çerşebek, çarşamba demek. 1500 dönümlük bir arazide kurulu olan çiftliğin sahipleri, İstanbul”dan geldiğimizi, gazeteci olduğumuzu öğrenince, bizi evlerine davet ediyorlar, kımız, hamurdan ve baldan yapılan ve “çakçak” denilen bir yiyecek ikram ediyorlar. Tabii, testilerle ve büyük su şişeleriyle kımız satın almayı da ihmal etmiyoruz.. Daha yolumuz uzun.. Üstelik, kımız şişelerinden birini Kazım Mirşan”a hediye edeceğiz.
KIMIZ NASIL YAPILIR?
Bahattin Ögel, kımızın nasıl yapıldığını şöyle anlatır:”Kımızın özelliği, mayasından ileri gelir. Bozkır halkı, Kırgızlar ile Başkırtlar, en iyi maya olarak eski kımızı kullanır. Sonbaharda mayalı kımız, ağzı iyice kapatılmış bir şişe içinde saklanırdı. Yazın kımız çalma zamanı gelince, bu mayaya aynı oranda taze kısrak sütü katılır ve ılık bir yerde 24 saat bekletilirdi. İkinci gün buna iki misli daha taze süt katılırdı. Maya için kışa bırakılan kımız, kışın birkaç defa inek sütü ile ekşitilirdi. Buna, katık adı verilirdi. Yaz gelince bu maya bir veya iki misli kısrak sütü ile karıştırılarak çalkalanır ve 22-25 derecede ılık bir yere bırakılırdı. Dört veya beş gün sonra, yani gaz haline gelinceye kadar bekletilir ve alınarak kullanılırdı… Kımız, ”veremle mücadele”de en tesirli ilaçların başında geliyordu. Yalnızca Başkırdistan”da 800 ve 540 yataklı iki sanatoryum vardır. Kımız, mide ve bağırsak böbreklere, kalbe ve damar sistemlerine de tesirlidir. Kısrak sütü hem fizik ve hem de kimya bakımından inek sütünden çok ayrılır. Kadın sütüne benzer…”
“Dünyadaki bütün alfabeler Türk alfabesinden türemiştir”
Kazım Mirşan Manas Üniversitesi”ndeki bilimsel toplantıda kısa bildirisini sundu. Salonda bulunan öğretim üyeleri ve öğrenciler de katkıda bulundular.Kırgızistan”da Türk Uygarlığını Araştırma Enstitüsü var ve Türkoloji çalışmalarına önemveriliyor.Mirşan, konuşmasına, On uyul devletinin, Kırgızistan”da bulunan Talas”ta kurulduğunu anlatarak başladı,Talas”taki yazıtların 7 bin yıl öncesine ait olduğunu, sonra soğuk çağın başladığını, MÖ 3500 yıllarında Türk uygarlığının yeniden parladığını belirttikten sonra sözü,”Büyük Türk tarihçisi Önre Bina Başı”ya getirdi:”Önre Bina Başı”ya göre At oy bil devleti M.Ö. 1715”te Urallar”da kuruluyor.Uçuz yazıtında ”Halkımız kendi At-il”ine yerleşmiş bulunuyor” ifadesi var.ATİL”in bir sembolü var ve bu da muskada kullanılıyor. Atil muskası deniliyor ve ”kullananlara uğur getirir”deniliyor.Kurus”un Messaget seferini kastederek Yuluğ Tigin şöyle diyor: ”Türk-Bil”i kendi ilimiz kabul ederek bize olan bağlılığından dolayı… Davetiniz üzere sizin için savaştım…”
Demek ki tarihte başka bir halk için savaşa giren bir halktır Türkler. Bu Türk anayasalarında yazar.Dünyadaki bütün alfabeler Türk alfabesinden türemiştir.Etrüskpusulası da bunu gösterir.(Kazım Mirşan”a göre, Etrüsk pusulası, dünyadaki bütün alfabelerin Türk alfabesinden türediğini ispatlıyor. Etrüsk alfabesinin Latin alfabesinin temeli olduğu Batılı bilim adamları tarafından da istenmese de kabul ediliyor. İtalyan Üniversiteleri, Etrüsklerin Türk olduğunu bildiriyor. Bu durumda, Türkler, Atatürk ile birlikte Latin alfabesini kabul ederken, kendi mallarını geri almış oluyor.)
TANRININ TÜRKLERİ VE TÜRKLERİN UZAYDAN GELMESİ MESELESİ
Göktürk diye okunan yazı, ”ÖK-ÜK Türk”dür. ”ÖK-ÜK Türk” demek, ”Tanrı”nın Türkleri” demektir. ”Tanrı Türkleri uzaydan gönderdi” anlamında. Türk bu durumda, o zamanlar için dini bir kavram oluyor. Mesela o zaman Türgişlere Türk diye bakmıyorlar. Çünkü Türkçe konuşuyorlar ama Türk dininden değiller.”Türgişleri yendik, çünkü biz Tanrı”nın Türkleriyiz” diyor.Orhun yazıtlarında söz konusu olan devlet Türk Bildevletidir.Bilge Kağan demek yanlış, Biligli Kağan diye okumak gerekirdi. Eski kelimeleri bugünkü söylenişiyle ifade etmek doğru bir yöntem değildir.Bil, bugünkü anlamda federasyon demek.İl federasyona dahil devlettir.Ama biz bugün Orhun kitabelerinden kelimeler alıp diriltmeliyiz, onları yaşatmalıyız.Zamanı Tanrı yaşar!Türkler galaksi merkezinin çapını, güneşin tabakalarını, elementlerin adlarınıbiliyordu.Bugünkü astronominin ulaşamadığı bilgilere vakıftılar.Çilgiri yazıtlarında Türk kozmolojisini, Türk felsefesini bulabilirsiniz:”
Issık Köl”de hacı olmak!
Balasagun”dan ayrılıp, Tanrı dağlarını sağ yanımıza alarak, gittikçe yükselen vadilerden, gürül gürül akan ırmaklardan geçerek her dönemeçte karşımıza çıkan farklı manzaraları doya doya seyrederek Issık Göl”e ulaştık.Sovyet döneminde yapılan ve nöbetçisi bile olmayan eski bir tatil köyüne girip, göl kıyısında piknik yaptık. Burası yüksek olduğu için, yaz ortasına rağmen sıcaklık 10 derece… Göl suyu da çok soğuk… İçimizden sadece Trabzonlu Zeki Saral, buz gibi suya girdi ve birka dakika yüzdü. Issık Göl”den ayrılırken, “İçinizde bir tek ben hacı oldum” dedi.. Kendisini karşılaştığı herkese sevdirmesini bilen ve otobüs yolculukları sırasında önde oturup mikrofonu eline alarak, “General Önre Bina Başı konuşuyor” diye söze başlayan Zeki Saral”a, Issık Göl”e tek başına girmesinden dolayı, ”General Önre Bina Başı” demeye başladık. Telefonumda da aynı adla kayıtlı.
Kambargan grubu Manas Üniversitesi”nde
Manas Üniversitesi”nde bizim için hazırlanmış şölene katıldık. Devlet Halk Dansları Topluluğu diyebileceğimiz Kambargan grubu, kopuzlarla, ağız kopuzlarıyla, uzun zurnalarla ve şarkılarıyla muhteşem bir müzik ziyafeti sundu. Şaman dansını ilgiyle izledik, minyatür keçileri kopuzuyla birlikte oynatan sanatçıyı da zevkle izledik.
Yazı Türk Damgalarından Türedi
Kazım Mirşan, son konuşmamızda tarihe seslenir gibi sözler söyledi:
Zamanı Tanrı yaşar!
Bişkek Tarih Müzesi”ni tatil günü ve akşam saatleri olmasına rağmen, Kazım Mirşan için açtılar.. Üniversiteden öğretim üyeleri ve müze görevlileri, bizi zemin kattaki depoya götürdü. Talas yazıtlarının bulunduğu büyük taşlar burada. Üç büyük taş var. Üzerlerindeki Rünik Türk yazılarının kopyaları alınıyor. Kazım Mirşan, fotoğrafları çok net çekmemizi rica etti. Bu yazıları kendisi de çıplak gözle yeni görüyor. Yazıları tek tek fotoğraflardan inceleyip okumaya gayret edecek.
Ünlü Türk dilcisi ve tarihçisi Kazım Mirşan, Bişkek”teki son konuşmamızda tarihe seslenir gibi sözler söyledi:”Ben Kazım Mirşan; Ulukem, Baykal Lena, Altay, Talas, Moğolistan, Başkurdistan, İskiteli, Val Camonica, Anadolu, İsviçre, Etrüsk, Yunanistan, Makedonya, Fransa, Portekiz, Pra Mısır ve İskandinavya yazıtlarını okumakla kalmadım, Türklerin takvimlerini de ortaya çıkararak bolbolların tarihlerini de tespit ettim, elimden geldiğince erken Türk gramerini de yazdım.Batılı bilginlerin bütün iddialarının aksine bugün dünyada kullanılan alfabelerin hepsinin temeli Türkler tarafından 18 bin yıl öncelerinden beri geliştirilen tamgalara dayanıyor. Türklerin alfabetik yazıyı geliştirdiği çağlardan daha geç çağlarda Sümerler, Hititler ve çok daha sonraları Çinliler tarafından geliştirilen hiyerogliflerden bir alfabetik yazı gelişmemiştir, çünkü bu çağlarda artık diller kendi karakterlerine kavuşmuş durumdaydı.
Türklerin Avrupa”daki ayak izleri Romanya”daki Attila hazinesi yazıtları, Proto-Bulgar yazıtları, Yunanistan”daki Attika yazıtları, Sırbistan”daki Vinça-Tartaria yazıtları, İtalya ve Avusturya”daki Etrüsk yazıtları, Fransa”daki Glozel yazıtları, Pra-Portekiz yazıtları, Başkurdistan yazıtları ve İskandinavya yazıtları ile ben Türklerin Avrupa”da bıraktıkları ayak izlerini tanıtmış bulunuyorum.Yani bugünkü Avrupa medeniyetini kuranların yazı yazmasını bilen Türkler olduğu ispat edilmiş durumdadır.Batı bilginlerinin en büyük hatası Türklerin aşağılanmasına vesile teşkil edecek şekilde, Kül Tigin anıtının M.S. 732”de ve Qanım Kağan yazıtının 734”de dikildiğini kabul etmiş olmalarıdır. Bizans tarihçisi Menander, Kül Tigin”in ölüm tarihini M.S. 575 olarak veriyor. Türük takvimine göre de aynı tarihi elde ediyoruz. Çinli kaynaklardaki tarihler Çin saltanat takvimine göre yazılmıştır. Bizim bugün kabul ettiğimiz takvime göre değil.
El Taberi, ”Resuller ve Hükümdarlar Üzerine Bilgiler” kitabında şöyle diyor: ”Ali bin Muhammed”in bildirdiğine göre, Kuteybe, Nizek ile bir anlaşma yaptıktan sonra M.S. 705 yılında Baykent”e doğru yola çıktı.”Arapların M.S. 707”de Buhara”yı, M.S. 711-712”de Semerkant”ı küçük çapta ordular ile aldıkları da biliniyor.”Çin kaynakları Kül Tigin devrini anlatırken Kore denizinden Hazar denizine kadar uzanan coğrafyada Çin dışındaki bütün devletlerin Türk devletinin boyunduruğu altında bulunduğunu belirtiyor Nasıl olur da böyle büyük bir hakandan, yani Çinlilerin Sse-kin dedikleri Kül Tigin”den Araplar”ın haberi olmaz ve nasıl olur da bu büyük Türk devleti Arapların, kendi coğrafyasının tam ortasında giriştikleri katliamlara göz yumar? Ki Türük Bil hakanları hiçbir zaman katliamlara göz yummamıştır.
M.Ö. 517 yılında yazılan yazıtta ilk Türk tarihçisi Önre Bina Başı; ”Bütün Türk Hakanları”nın ülkesini gezdim ve buraya, Türk federasyonunun kuruluşunun 1000.yılını kutlamak üzere geldim” diyor. Ben bunu okudum; tarih nereye gitti? M.Ö. 1517 yılına gitti. Oysa bize, ”Sizin tarihiniz Orhun Abideleri ile ve M.S. 734”te başlar” derler; doğru değil bunlar. Bilimsel olarak doğru değil.”
ŞÜKÜR
Bişkek”te son gece, işadamı Zafer Özsoy, evinde bize kendi elleriyle bir şiş kebap yaptı. Sabah alışveriş yapmıştı ve eti kendisi özenle almıştı. Birlikte bütün Orta Asya”yı, bütün Türk Dünyası”nı at sırtında gezme hayalleri kurduk. O zaten her yeri gezmiş. Yemekte Özer Revanoğlu ve Avukat Mümtaz Çoban ile yeniden beraber olduk ve gece yarısı, 4 bin çağrım ötedeki İstanbul”a uçmak için hava alanına hareket ettik.İstanbul”a dönüş yolunda, uçakta Kazım Mirşan ile beraber oturduk. Büyük bir mutluluk içindeydi. Onunla birlikte, biz de Tanrı”nın Türklerinden kalan eserlerin bir kısmını dünya gözüyle görmüş, anlamlarını kendisinden dinlemiş ve kısa bir süre için de olsa Türkçe”nin ve Türk tarihinin zaman tüneline girmiştik. Türk felsefesine göre zamanı Tanrı yaşardı ama, Tanrı, o zamandan bize de biraz bağışlamıştı.. Şükrettik…
Cengiz Aytmatov”un babası bu fırında yakıldı
Bişkek yakınlarında, Çantaş denilen yerde ünlü Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov”un babasının Sovyet döneminde yakıldığı fırınları gördük.
Eski dost Mümtaz Çoban ile Manas köyünü gezdik.
Bir yemekte tanıştığımız işadamı Zafer Özsoy, bize olağanüstü ilgi gösterdi. Almatı”da İstanbul”dan getirdiği lüks kadın kıyafetlerini kendi mağazasında satıyor. Aynı zamanda çok iyi bir dövüş sporları hocası… Evinde çok güzel bir Kafkas kurdu var. Birlikte, Bişkek”in Dordoy pazarını ve Oş pazarını gezdik.
Bişkek”te İt Pazarı
Zafer Özsöy, Özsoy, arabasını ve şoförünü 24 saat bize tahsis etti. Günün büyük kısmında da bizimle birlikte oldu. Sonra İt Pazarı”na gittik. İt Pazarı”nda her türden köpek ve kedi satılıyor.
Pazar tütsüsü ve duası
Bişkek”te pazarda tezgahları dolaşan Fatma adlı kadın, yaktığı tütsüyü gezdirirken, “Pazarlar yahşı bolsun, Allah medargar bolsun” diyordu. Tabi hemen herkesten bahşişini alıyordu.
Ala Arça
Gün batmadan, Tanrı Dağları”nın eteklerinde, Ala-Arça”ya, çiçek resimleri çekmeye gittik. Bitki örtüsü Karadeniz yaylaları gibi. Yer yer bazı gür ağaçların dilek ağacı olarak değerlendirildiğini gördük. Ancak belirli bir bölgeden sonra daha yükseklere doğru çıkmak yasak! Zaten yolu da kapatmışlar. Yolun kesildiği yerde villalar ve eğlence mekanları var.
(Arslan BULUT – 2004)