Atatürk Neden 1927’de İstanbul’u Ziyaret Etti? |
Siyasal İslamcıların Atatürk’le ilgili gündeme getirdikleri sürekli tekrar edilen iki soru vardır. Birincisi, İngilizler neden hiç kurşun atmadan İstanbul’dan çekildi? Diğeri de Atatürk 1919’dan sonra neden 1927’e kadar İstanbul’a gelmedi?
İki soruda tarihi güdümlü okuyanlar tarafından sağa sola çok çekilmiştir. Nedendir acaba?
İlk olarak Atatürk 1927 tarihine kadar neden İstanbul’a gelmedi sorusuna, 1 Temmuz 1927 de İstanbul ziyaretinde Dolmabahçe de yapmış olduğu konuşma ile giriş yapalım;
“…Bu şehir meş’um hadiselerle mustarip bulunduğu zamanlar bütün vatandaşların kalplerinde kanayan yaralar açılmıştı. Kalbi yaralı olanlardan biri de bendim. .Sekiz sene evvel mustarip ağlayan İstanbul’dan kalbim sızlayarak çıktım. Teşvi’ edenim yoktu. Sekiz sene sonra kalbim müsterih olarak, gülen ve daha güzelleşen İstanbul’a geldim. Bütün İstanbulluların ruhuma heyecan veren sıcak muhabbetkâr ağusu ile karşılandım.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 1959: 246‐247)
Atatürk bu konuşmasında üzerine basa basa konuşma devamı da öyle olmak üzere İstanbul demektir. İmparatorluktan devraldığı Konstantin’e ya da Konstantinopolis artık geri de kalmış bu 1932 de yapacağı İstanbul adının dünya kabulü için yapılacak kampanyaya kadar devam edecektir.
Atatürk’ün İstanbul’a gelmemesi özellikle İstanbul basını (ki baştan beri Ankara yönetiminin aleyhindedir. Birkaç gazete hariç) ve kamuoyu tarafından sürekli tartışılan konu olmuştur. Özellikle 12 Eylül 1924 de Mudanya’dan hareketle Boğaz üzerinden Karadeniz’e gezisinde karaya çıkmaması, eleştirinin dozunu fazlasıyla artırmıştır.
Mustafa Kemal tam bir kurmay yani strateji uzmanı hatta dehasıdır. İstanbul’dan işgal kuvvetleri çekilmiş olsa bile İstanbul yeni cumhuriyetin başkenti olmayacaktır. Bu Yeni devletin, Cumhuriyet’in başkenti Ankara’dır. Ve İmparatorluk başkenti işgalciler çekilmiş olsa bile (ki boğazlar bölgesinde yine askeri kontrol maalesef onlardadır) iktisadi işgalcilerden kurtulmak için yapılan millileştirme hamlesi kademe kademe ilerlemektedir. Tüm posta, telgraf, telefon, elektrik, havagazı, su vb. işlemlerde altyapı kontrolü 1927’nin başlarına kadar anca alınabilmiştir. Yani Atatürk’ün ülkenin başı olarak İstanbul’a gelmesi, Ankara’nın başkent olma sürecine ters etkiler yapacak, cumhuriyet güvenli büyüme yatağını kaybedebilecekti. Bin beş yüz yıl tüm Anadolu ve Balkanların hatta Ortadoğu’nun merkezi olmuş bir kenti toplumun hafızasından başkent olmaktan çıkartmak sabır istemekteydi.
Diğer husus, İngilizler. Evet, İngilizler için özellikle hiç değilse Hindistan’ı kaybetmemek (ki İngiliz zenginliğinin son elmasıdır. O elden giderse o güneş batmayan imparatorluk balonu sönecektir) için İstanbul önemli bir anahtardı. 1923’den Lozan’dan itibaren Yunanlıları maşa yapıp madara olan İngilizlerle aramızda birçok önemli husumet vardı; birincisi Musul sorunu, ikincisi Boğazlar sorunu, üçüncüsü kendilerinin gözlemci ve aslında güvenliği sağlamaktan sorumlu olup bu görevi yerine getirmemelerine rağmen Ermeni sorunu ve o iş için Pay-i tahttan kopardıkları Kıbrıs. Hint Müslümanlarına hep koz olarak kullandıkları Hilafet ile İstanbul’un Hilafetin başkenti olması konusu.
İngilizler 1923’den 1927’e kadar diplomatik ilişkileri hep İstanbul’daki diplomatları üzerinden götürmeye, Ankara’yı özellikle başkent kabul etmemeye dikkat ettiler. Yazışmalarında ve gazete haberlerinde Yeni Cumhuriyeti merkezi ve benzeri ifadelerini kullandılar. Özellikle 1924’de Mustafa Kemalin İstanbul’da karaya çıkıp şehri ziyaret etmemesini İngiliz diplomatlar İstanbul basınındaki kalemleri vasıtasıyla bir baskı halinde kullanmaya özen gösteri. İkrar gazetesi başyazısında Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa İslam’ın ve devletin başkentine çıkmaktan neden imtina etti? Sormuştur.
Bir diğer gelmeme sebebi de yeni cumhuriyetin bütün muhalif ve Ankara’ya bıçak bileyen kesimleri İstanbul’da sürekli bir faaliyet içindeydi. Kimi Fransız Başkonsolosluğundan çıkmıyordu, kimi Alman kimi İngiliz hatta Bulgar sefareti bile sürekli ziyaret ediliyordu. Ankara belli kesimlere Ruslarla ittifak halindeymiş gibi gösteriliyordu. Büyük dini akımların merkezleri (tarikat) hep eski başkentteydi ve özellikle Hilafetin kaldırılmasından sonra iyice sahipsiz kalmışlardı. Modern Türkiye Cumhuriyetinin sağlam temeller üzere kurulması için çalışan Mustafa Kemal için Ankara bozkırı yeşertilecek yeni bir ormandı. İstanbul’un 1500 yıllık gayya kuyusuna girmeye hiç niyeti yoktu. Zaten bu görüşünde de haklı çıktı, 1932 senesinden sonra bu gayya kuyusuna tamamen girdi. 1936-1938 arasında etrafı Osmanlı Dolmabahçe Sarayında olduğu gibi duvarlarla çevrildi. O dönemde olanlar ve sonrasında yaşananlar malumunuz.
İngilizler neden tek kurşun atmadan İstanbul’u terk etti? Tarih okumaktan azade bir avuç Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı lafta tarihçinin çok sevdiği konu bu. Birçok imalar ve ağızlarında uyduruk laflar geveleyerek ahkâm kesen bu zevat. Ne Çanakkale krizinden (Chanak Affair) haberdardır. Ne diğer işgalci devletlerin halet-i ruhiyesinden. İngilizler zaten Yunanlılarla beraber denize İzmir’de dökülmüşlerdi ama İngiliz karakterinin kibrini üstüne elbise gibi giyinmiş olan Başbakan Lloyd George sorunu İngiliz duruşu ile çözebileceğini sanıyordu. Kurtuluş savaşı hezimeti Londra’da yankılanırken Mustafa Kemal ordulara işgal kuvvetlerinin kontrolündeki Çanakkale, sonrasında İstanbul’a yönlendirmişti. Fransız kontrolündeki Çanakkale’ye giren Türk birliklerinin (herkes İstanbul için tek kurşun atılmadan neden teslim edildi diyorlar ya bir sorun onlara Fransızlar tek kurşun atmadan Çanakkale’yi niye teslim etmiş). İrlanda sorunu, Irak-Musul meselesi, Hindistan sorunu ve onların akabinde Kanada sorunu patlak verince İngiltere böyle askeri bir operasyon serüvenine girecek desteği ve kaynağı bulamadı. Zaten müttefikleri Ankara hükümetiyle çok erken dönemlerden beri temastaydı ve İzmir hezimetinden sonra İngiltere’nin yanında yer almadılar.
İngiltere de hükümet değişti. İngilizler sessiz sedasız İstanbul’u Ankara hükümetine teslim ettiler. İngiltere yukarıda bahsettiğim gibi Musul ve benzeri sorunlarındaki (Ankara’yı Başkent olarak tanımama da dâhil) çözümsüzlük diplomasisini devam ettirdi. Her birinde sonrasında farklı şekillerde hezimete uğradı.