19.yy. başlarında İngiltere Mısır üzerinde, Fransa ise Kuzey-Batı Afrika ile Suriye bölgesinde nüfuz sahası elde etmek çabası ve rekabetine giriştiler. Bu topraklar Osmanlı Devletine ait topraklardı. Suriye, Akdeniz çevresindeki Mısır, Arabistan, Anadolu ve Irak gibi dört büyük bölgeyi coğrafi merkez olarak birbirine bağlarken bu bölgeler arasındaki ulaşım ve ticaret bağlantısını da yapan tek mevki durumunda idi. Bu bölgeye sahip olacak herhangi bir devlet, öteki devletlerin sömürgeleri ile bağlantısını kesebilirdi. İşte bir Osmanlı toprağı olan Suriye’nin bu ticarî ve stratejik durumu, Fransa’yı o zaman bu bölgeye yöneltti.
Ortak bir düşman karşısında bulunma tehlikesi onları bir müddet için birleştirmiş ve Almanya’yı yenmişlerdi. Almanya tehlikesi geçer geçmez aralarındaki rekabet tekrar başlamıştı. I. Dünya Savaşı’nın Orta Doğu’daki sorunlara son vermesi beklenirken Batılı devletlerin mücadelesine sahne olmuştu. İngiltere I. Dünya Savaşı’nda Arap Yarımadası, Suriye ve Irak’ta savaşın bütün yükünü çektiği iddiası ile Güneydoğu Anadolu’yu işgal etmişti. Başbakan Lloyd George, İngiltere’nin Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’yu işgalini, I. Dünya Savaşı’nda askerî başarılarının bir sonucu olarak görüyordu. Fransa ise bu bölge ile geçmişte tarihî bağları bulunduğu ve gizli Sykes-Picot Antlaşması’nda Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’nun kendilerine ayrıldığı gerekçesiyle bölgeyi işgal etmişti. Fransa, Osmanlı Devleti’nde karşı çıkılamayacak hakları olduğunu, tarihi antlaşmalara dayanan haklarının Suriye, Filistin, Lübnan ve Çukurova’yı içine aldığını belirtmekteydi. Bütün bunların yanı sıra her iki devlet bölgedeki işgallerine sebep olarak Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesini gösteriyordu.
Bu bölgede 3 Kasım 1918’de Musul’u işgal eden İngilizler, Musul Vilayeti’nden başka, 9 Kasım 1918’de İskenderun’u, 6 Aralık 1918’de Kilis’i, 17 Aralık 1918’de Antep’i, 22 Şubat 1919’da Maraş’ı ve 24 Mart 1919’da Urfa’ı işgal etmiş ve askerî harekâtını genişletmişti. Diyarbakır dolaylarında sürekli olarak zararlı propaganda yapmak suretiyle halk arasında güvensizlik yaratmak için çalışan İngilizlerin amaçları, yerleştirecekleri olumsuz düşüncelerle ve özellikle Kürtçülük cereyanını kamçılatarak İngiliz ve Fransızların desteği altında bir Kürt hükûmeti kurmak ve bu suretle bölgenin işgalini sağlamaktı. Esasen İngilizler, Irak bölgesinin Siirt, Mardin ve Diyarbakır Sancakları’nı da içine aldığını iddia ederek burayı işgal etmek istemişlerse de 13.’üncü Kolordu’nun uyanık davranarak direnmesi karşısında buna cesaret edememişlerdir. İngilizler bu faaliyetlerine hem propaganda şeklinde hem de bölgede mevcut aşiretlere para dağıtarak onları bu usullerle yanlarına çekmek suretiyle davam etmişlerdir.
Bölgede bazı aşiretler İngilizler tarafından elde edilmiş ve hükûmete karşı ayaklandırılmıştı. Hükûmet kuvvetleri bir yandan asayişsizliği yoluna koymaya çalışırken diğer taraftan da siyasi hareketlere engel olmaya uğraşıyorlardı. Çıkan ayaklanmalar, 13.’üncü Kolordu birliklerini oldukça güç duruma sokmuştu. Bu sebeple Urfa, Maraş, Antep bölgelerinde yapılan Millî Mücadeleye yardım için birlikler gönderilemiyordu.
İngiliz ve Fransızların Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bu işgal hareketleri 15 Eylül 1919’da yapılan Suriye Antlaşması’yla yeni bir yön kazandı. Bu anlaşmaya göre Musul bölgesini elde eden İngiltere, 1 Kasım 1919 tarihinde Adana, Maraş, Antep ve Urfa’dan çekilerek yerini Fransa’ya bırakmıştı. Bunun üzerine Fransızlar, 11 Aralık 1918’de Dörtyol’a, 17 Aralık 1918’de de Mersin’e çıkarma yaptılar. Antlaşma ile İngiltere, Fransa’yı Güneydoğu Anadolu’da sonuç alamayacağı bir maceraya sevk ederken, bu devletin diğer bölgelerde kendilerine olan direncini de kırmak istiyordu. Antlaşmadan her iki devlette memnun görünüyordu. İngiltere petrol bölgesi Musul’u, Fransa ise Musul petrollerinin akacağı İskenderun Körfezi ve kendi deyimleriyle “Alp Dağlarına sahip bir Nil deltası” olarak gördükleri Çukurova’yı elde etmişti.
Batılı Ülkelerin Mücadele Sahası
1.Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere Hindistan yolu üzerindeki bu bölgeyi ele geçirmek için faaliyete geçti. Filistin, Irak ve Suriye Cepheleri’nde tek başına savaşın bütün yükünü çeken ve Osmanlı Devleti’ni yenen İngiltere, bu nedenle Fransa’yı, Mondros Mütarekesi görüşmelerine katmamıştı. İngiltere’nin amacı, gizli antlaşmalar gereğince Fransa’ya vermesi gereken Musul’u, kendi elinde tutmaktı. Bununla birlikte, İngiltere, tampon bölge fikrinden vazgeçmemiş, ancak savaş sona erdikten sonra stratejisini değiştirerek, tampon bölgenin sınırını daha kuzeye doğru çekmeye ve genişletmeye çalışmıştır.
Orta Doğu’da istedikleri yeni düzeni kurmak için Mondros Mütarekesi’nden sonra Musul dahil bütün Irak bölgesini ve Güneydoğu Anadolu’yu işgal eden İngilizler, Türkleri İngiliz menfaatleri çerçevesinde bir anlaşmaya zorluyordu. Bunu sağlamak amacıyla, Batı’daki Yunan harekâtı ve Doğu’daki Ermenileri kullanıyorlardı. Ermenilerin yanına Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Türk vatandaşlarını da katmak isteyen İngiltere, bu amaçla bölgede etnik sorunlar çıkartmaya çalışıyor ve bölücülük faaliyetlerinde bulunuyordu. Bu girişimleri ile Anadolu’da oluşan millî faaliyetlere engel olmak istiyorlardı.
Anadolu’daki Türk Milli Mücadele Hareketi ile Suriye’deki Faysal Hükûmeti arasında kurulan ilişki, Şam doğumlu bir Türk olan Kurmay Albay Yahya Hayati Bey’e Faysal tarafından Suriye başkomutanlığının teklif edilmesiyle başlamıştı. Yahya Hayati Bey’den faydalanmak isteyen Suriye Kralı Faysal, Yahya Hayati Bey’e bir mektup göndererek Suriye Ordusunun Başkumandanlığını teklif etmişti. Yahya Hayati Bey, arkadaşı Mustafa Kemal Paşa’dan izin alarak, Suriye’ye gelmiştir.
Hayati Bey’in tesiri ile Faysal Suriyesi ve Türk Ulusal Hareketi 1919 yılından itibaren ortak düşman Fransa’ya karşı birlikte hareket etme kararı aldı. Bu dönemde Mustafa Kemal, Suriye’deki Faysal taraftarlarını destekledi ve cesaretlendirdi. Hayati Bey’in teşvikiyle, Atatürk’le işbirliği hususlarını görüşmek üzere Ankara’ya Binbaşı Bedi Bey ve Sait Haydar Beylerden kurulu bir heyeti gizlice gönderen Faysal da bu desteği karşılıksız bırakmadı. Ancak İngilizlerin bunu haber alması üzerine Faysal heyeti geri çağrılır.
Mustafa Kemal Paşa, Ortadoğu’daki tüm Araplara, Afganistan’a ve Hindistan’a kadar tüm İslam dünyasına bildiriler göndermekteydi. Şeyh Ahmet Şerif es-Sunusi de Mustafa Kemal Paşa’ya hizmet etmeye hazır olduğunu bildirmişti.
1916’da İngiliz-Fransız Sykes-Picot gizli anlaşmasına göre, İngilizler 3 Kasım 1918’de Musul’u, Musul Vilayeti’nden başka 9 Kasım 1918’de de İskenderun’u, 6 Aralık 1918’de Kilis’i, 17 Aralık 1918’de Antep’i, 22 Şubat 1919’da Maraş’ı ve 24 Mart 1919’da Urfa’ı işgal etmiş ve askerî harekâtı yönünde genişletmişti.
İngilizler Fransa’ya karşı bir pazarlık konusu olarak işgal ettikleri petrol sahası Musul vilayetiyle birlikte Kilis, Cerablus, Birecik, Urfa, Maraş ve Antep’i 15 Eylül 1919’da Paris’te yaptıkları anlaşmayla Fransızlara devrini kararlaştırmışlardı. Böylelikle İngilizler kendileri için riskli olmaya başlayan bu bölgeyi Fransızlara bırakarak onları Türklerle karşı karşıya bıraktılar Türklerin, Anavatanlarına dahil bu toprakları nasıl olsa yabancılara bırakmayacaklarını anladıklarından, Fransızların dikkatini Klikya bölgesine toplayarak petrol bölgesini alma imkânına kavuştular.
NEVİN BALTA’nın Ayıntâp-Halep-Şam Üçgeninde Son Fedailer, 3 bölümden meydana geliyor.
BİRİNCİ BÖLÜM : Batılı Ülkelerin Rekabet Sahası İçindeki Güney Cephesi.
İKİNCİ BÖLÜM : Ayıntâp Savunması.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : Heyet-i Merkeziye’nin Kuruluş ve Çalışmaları.
Ayıntâp-Halep-Şam Üçgeninde Son Fedailer’in Düşünsel Altyapısı
Batılı devlet adamları, diplomatlar ve tarihçiler tarafından 19. yy.da “Şark Meselesi” adıyla tanımlanan “Doğu Sorunu”, Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilen topraklarda Batı egemenliği çekişmesinin aldığı biçimdir. Batılı devletler ve Rusya tarafından “sûnî” olarak ortaya atılan “Şark Meselesi”nin uzantılarıyla; Osmanlı topraklarındaki Kürt ve Ermenilerin Osmanlı’ya karşı kışkırtılması ve bölgede hiç bitmeyen ve her daim kaşınan günümüze kadar gelen mezhep ve etnik savaşlarla hâlen burun buruna yaşamaktayız. Eserde, 103 yıl verdiğimiz Millî Mücadele şartlarının sınır bölgelerimizde devam ettiğine dikkat çekiliyor.
Kitaptan bir bölüm : 1919 Aralık ayında Paris’te çıkan L’ınstransigeant gazetesi bölgenin önemine dikkat çeken şu haberinde şöyle yazıyordu:
“Çukurova’yı (Klikya’yı) Fransa’da kim bilir? Oysa biz şimdiye kadar gelecek için böylesine ümit verici zengin bir koloni kazanmamıştık. Bunun yanında Fransa, Suriye üzerindeki tarihi bağlarını dile getiriyor ve sanayinin ihtiyaç duyduğu pamuk hammaddesini karşılamak için Çukurova ve Güneydoğu Anadolu bölgesi üzerinde önemle duruyordu. Fransa’nın üzerinde durduğu bir başka konu ise Musul petrollerinin akacağı bir bölge olarak İskenderun Körfezi’nin stratejik konumu idi.”
Günümüzde inşa edilen Kerkük-Yumurtalık boru hattı ile gerçekleştirilmeye çalışılan Bakü-Ceyhan petrol boru hattı düşünüldüğünde bu devletlerin yıllar öncesinden İskenderun Körfezi’nin stratejik konumunu dikkate almış olmaları dikkat çekicidir.
19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, buradan başlattığı İstiklal Mücadelesinin ilk neticesini Güney Cephesi’nde almıştı. Ali Fuat Paşa, Sivas Kongresi’nden sonra Ankara’ya geldiğinde, Heyet-i Temsiliye’ye iki önemli teklifte bulundu. Bu tekliften birisi “Heyet-i Temsiliye”nin Ankara’ya gelmesi, diğeri işgal altında olan güneydeki Adana, Antep, Maraş ve Urfa’nın kurtarılması için hazırlıklara girişilmesi idi. Ali Fuat Paşa, bu konuda 3. Kolordu Kumandanı Miralay Çolak Selahattin Bey’le hazırlamış olduğu raporu Heyet-i Temsiliye’ye sundu. Mustafa Kemal Paşa, Fransızlarla Ermenilerin Maraş’tan Antep’e yürüdükleri bilgisini aldıktan sonra, 12 Ekim 1919 tarihinde Kılıç Ali’yi Millî Kuvvetler teşkilatını kurmak üzere görevlendirdi.
Eserde, “I. Dünya Savaşı Sonrası İngiliz ve Fransız Emperyalizmi”, “Orta Doğu’nun İşgalinde Ayıntâp ve Suriye”, “Ali Şefik Özdemir’in Ayıntâp Savunması”, “Halep Heyet-i Merkeziyesi”, “Suriye-Filistin Müdafaa-i Kuvayı Osmaniye Heyeti”, “Suriye’de Türk Örgütlenmesi ve Faaliyetleri”, “Suriye’deki Arap Milliyetçileriyle Türk Müdafaa-i Hukuk Hareketi Arasındaki İlişkiler” ana temaları ele alınarak günümüze ışık tutulmuştur.
103 yıl önce Heyet-i Temsiliye’nin Güney Cephesi için planladığı ve gerçekleştirdiği mücadele sonunda bölgede tutunamayan Fransızlar barış arayışlarının ilk işaretini vermeye başlamışlardı. Çalışmamıza konu olan bu mücadele ile günümüze gönderme yapılıyor ve okuyuculara tehlikenin hâlen devam ettiği anlatılıyor.