Baba Paşa’nın Bursa Günlüğü (1817 -1820) |
Giriş ya da Unutulanlara Yoklama Çekmek
Tarihte hiçbir şey kaybolmaz birçok şey unutulsa da aslında hiçbir şey kaybolmaz. Daha yakın geçmişin halk destanlarına, türkülerine bile konu olmuş çok ünlü bir kahramanının adı yüz ya da iki yüz yıl sonra kimsenin hafızasında kalmayabilir. Eskiler boşuna dememişler: “Hafıza-i beşer nisyân ile malûldür”diye. Unutmak,insan olmanın en belirgin vasfı galiba. Gündelik yaşamının peşi sıra sürüklenen insanoğluna geçmiş, Kafdağı’nın ardından geçen bir masal gibi geliyor çoğu zaman.
Yine de bu unutulma hali geçmişin kaybolduğu anlamına gelmez. Bu tür durumlarda biz tarihçileri insan hafızasına yükleme yapan bir tür operatör gibi düşünmüşümdür. Siz unutabilirsiniz; hatırlatmak da (yoksa, hafızayı şarj etmek mi deseydim) bizim işimiz.
Yukarıdaki giriş paragrafını unutulmuş bir kahramanı hatırlatmak için yazdım. Şöyle bir soruyla yoklayalım hafızamızı: “Baba Paşa kimdir?”. Soruyu bir de şöyle soralım o zaman: “Baba Paşa ya da Pehlivan Paşa lakabıyla bilinen İbrahim Paşa’yı hatırlayan var mı? Bu zât-ı muhteremi önemli kılan husus nedir? Yine bu zâtın Bursa’ya ilişkisi nedir?”.
Aslında soruyu değişik yönlerden sormaya pek gerek yoktur herhalde; çünkü günümüz insanlarının hafızasında yukarıdaki ismin kalmadığına adım gibi eminim.
Bu durumda bize düşen geçmişin deryâsına dalıp, unutulmuş bu şahsiyeti yeniden hafıza-ı beşere kazandırmaktır. O zaman yukarıdaki soruları cevaplandırmaya Baba Paşa’nın hayat hikâyesinin Bursa’ya kadarki kısmını özetleyerek başlayalım.
Baba Paşa’nın Hayat Hikâyesinin Özeti
Baba Paşa, 1766 yılında Yozgat’ta doğmuştur. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları memleketinde geçmiştir. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru patlak veren Osmanlı-Rus ve Avusturya Savaşında (1787-1792) gönüllü olarak orduya katılmıştır. Avusturya ordularına karşı yapılan savaşlarda bulunmuş ve 1789’da Padişah I. Abdülhamit’in ölümünden sonra bir ara memleketine dönmüştür. Yeni padişah III. Selim’in cülusu dolayısıyla yapılan merasimlerde bulunduğunu belirten Pehlivan İbrahim, daha sonra Alo Paşa adındaki bir komutanın emri altına girerek, Osmanlı-Avusturya çarpışmalarında bulunmaya devam etmiştir.
Genel olarak bakıldığında Osmanlı Devletinin başarısızlığı ile neticelenen bu savaşlardan sonra Rumeli’nin düzeni büsbütün bozulmaya ve buradaki devlet otoritesi zayıflamaya başladı. İşte böyle bir durumda Pehlivan İbrahim’in de içinde bulunduğu Alo Paşa kuvvetleri Rumeli’de devlet otoritesini yeniden tesis etmek için çabaladılar. Ancak düzen bir türlü sağlanamayınca Padişah tarafından sorumlu olarak görülen ve hakkında idam hükmü verilen Alo Paşa, 1798 yılında öldürüldü.
Alo Paşa’nın ölümü üzerine Rumeli’de birkaç yüz kişilik adamıyla tutunmaya çalışan Pehlivan İbrahim için zorlu ve yeni bir dönem başlıyordu. 1798-1806 yılları arasında bu dönem onun için bir tür “ayanlaşma ya da yerel otorite olma dönemi” olarak adlandırılabilir. Rumeli’deki birçok yerel güç arasında tutunmaya çalıştı ve bunda başarılı da oldu.
Bölgenin en büyük gücü olan Tirsinikli İsmail Ağa ile güç birliği yapması sayesinde nüfuzunu artırdı. Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın deyimiyle: “İsmail Ağa’nın sağ kolu Alemdar Mustafa; sol kolu ise Pehlivan İbrahim Ağa idi”.
Rumeli’de bu denli güçlenen Pehlivan İbrahim Ağa’ya devlet tarafından 1803 yılında Hassa Silahşorluğu ve 1805 yılında ise Dobruca-Deliorman ayanlığı verildi. 1806 yılında gelişen iki önemli olay, Pehlivan İbrahim Ağa’nın hayatında yeni bir dönemin başlamasına yol açtı. Bunlardan ilki Tirsiniklinin ölümü; ikincisi ve daha önemlisi ise Rusya’nın Osmanlı Devletine savaş açması idi. Altı yıl sürecek olan bu Osmanlı- Rus Savaşı “Baba Paşa Efsanesi”nin doğmasını sağlayacaktır.
Pehlivan İbrahim Ağa, savaşın başlamasından 1810 yılında esir düşmesine kadar geçen yaklaşık dört yıl boyunca Rumeli’deki sınır kalelerinden olan İsmail’de Ruslara karşı olağanüstü bir başarı gösterdi. Onun kahramanlıkları konusunda dönemin bütün kaynakları hemfikirdir. 1809 yılı sonlarında Rus Ordusuna karşı kazanılan Tatariçe Zaferinde en büyük pay sahibi olan Pehlivan İbrahim Ağa’ya vezirlik rütbesi verildi. O artık devletin resmi kayıtlarında Pehlivan İbrahim Paşa olarak geçmek ve halkın dilinde ise çoktandır “Baba Paşa” olarak anılmaktadır.
Osmanlı-Rus Savaşının Ruslar lehinde dönüm noktası 1810 yılıdır. Osmanlı orduları peş peşe yenilgilere uğradı ve İsmail Kalesinin de içinde bulunduğu birçok Osmanlı şehri Ruslar tarafından ele geçirildi. Hacıoğlu Pazarı’nda Ruslara karşı çaresizce direnmeye çalışan Pehlivan Paşa, 18 Haziran 1810 tarihinde hasta ve yaralı bir halde esir düştü. Kendisi 1812 yılı sonlarına kadar Rusya’da esir olarak yaşadıktan sonra barış antlaşmasının imzalanmasıyla serbest bırakılarak İstanbul’a döndü.
Padişah II. Mahmut’un yakın ilgisine mazhar olan Pehlivan İbrahim Paşa 1813 yılı başlarında Sivas valiliğine, 1815 yılında Erzurum valiliğine ve 1816 yılı sonlarında Diyarbakır valiliğine atandı. II. Mahmut’un en önemli amacı olan merkezi otoritenin sağlanmasında onun katkısı oldukça önemlidir. Bu görevlerde iken, Anadolu’daki yerel, isyancı bazı hanedanların ortadan kaldırılması için çalıştı ve önemli başarılar sağladı.
Baba Paşa’nın Bursa’ya Gelişi ve Bursa Günleri
Diyarbakır’a vali olarak gitmesini istemeyen çevrelerin telkinleri sonucunda padişah tarafından azledilerek, Bursa’ya gitmesi emrolundu. Bu emre uyarak 22 Şubat 1817 tarihinde Bursa’ya gelen Pehlivan Paşa, şehrin girişinde ileri gelen birçok kişi tarafından karşılandı.
Başta Bursa Valisi Nurullah Paşa olmak üzere şehrin bir çok ileri geleni tarafından karşılanan Pehlivan Paşa’ya Namazgah Semti’nde bir konak hazırlanmıştı. Hayatının en rahat dönemlerinden birini Bursa’da geçirdiğini, burada kaldığı üç yıllık süre içerisinde büyük bir konukseverlikle ağırlandığını, vaktini ibadet, ziyaretler ve dinlenmeyle geçirdiğini belirtmektedir. Bir yandan da padişahın kendisine yeniden görev vermesini bekleyerek vakit geçirdi.
Baba Paşa’nın Bursa’daki yıllarında şehrin en meşhur yazarıyla ahbaplık, dostluk ilişkisi kurdu ve bu dostluktan ölümsüz bir eser ortaya çıktı. Bahsettiğimiz yazar Bursa’da Gazzi Dergâhı’nın başında bulunan Şeyh Abdüllatif Efendi’dir. Onun da lakabı “Gazzizâde’dir. Ölümsüz eserden kast ettiğimiz şey ise, Baba Paşa’nın sözlü aktarımlarının Abdüllatif tarafından yazımına dayanan büyük boy yazma bir kitap olan “Vekâyi‘-i Baba Paşa Fi’t- Tarih” adı verilen eserdir. Bu başlığı “Baba Paşa’nın Tarihteki Olayları” şeklinde çevirebiliriz.
Şeyh Abdüllatif Efendi, 1776 /1777 yılında (Hicri 1190 yılı) Bursa’da dünyaya gelmiştir. Hem anne ve hem de baba tarafından ulema sınıfına mensup olan bir aileden gelmektedir. Anne tarafından büyük dedesi olan ve Halveti-Mısri Tarikatına mensup Şeyh Ahmed Gazzi’nin kurmuş olduğu dergâhı yöneten Abdüllatif Efendi aynı zamanda oldukça verimli bir yazar olarak tarihe geçmiştir.
Kesin olarak ona ait olduğu bilinen altmış civarında irili ufaklı kitap, risale türünden eserleri vardır. Bu eserlerin büyük bir bölümü Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesinde (B.E.E.K.), Orhan Kitaplığında muhtelif numaralarda kayıtlı bulunmaktadır. 18 Ocak 1832 (Hicri 14 Şaban 1247) tarihinde vefat etmiş ve kendi dergâhında, dedelerinin yanına defnedilmiştir. O dergâhın ve haziresinin (mezarlık) üstünde bugün Süleyman Çelebi Ortaokulu ve Lisesi bulunmaktadır.
Osmanlı Devletinde çeşitli dönemlerde birçok devlet adamı çeşitli gerekçelerle değişik yerlere sürgün (nefy) edilmişlerdir. O yerlerden biri de Bursa’dır. Ancak Bursa diğer sürgün yerlerinden (örneğin İzmir, Sakız, Rodos… gibi) daha farklı anlamlar taşır. Bir kere Bursa’ya sürgün, sürgünlerin en hafifi sayılır. Sürgün edilen kişinin tam olarak gözden çıkarılmadığı anlamına gelebilmektedir.
Baba Paşa, Bursa’da bulunduğu dönemi anlatırken, Bursa’da yaşamanın nimetlerine göndermeler yapmaktadır. Bursa’nın tarihi ve doğal güzelliklerine değinmektedir. O dönemin Bursa şehir yaşamını bir parça aydınlatabilecek olan bölümde şöyle denilmektedir:
“Bursa pây-ı taht-ı kadîm ve bir şehr-i azîmdir. Meşâyihi ve ulemâsı ve ürefâsı çoktur. Ma‘zûl ve mansûb devlet hademeleri ve pâdişâh bendeleri çok olur ve evliyâ-ullah merâkıd ve türbeleri vâfir ve seyr u temâşâ idecek mahâlleri dahi kesirdir. Bunca müddettir bir zaman Rumilinde küffâr ile uğraşup, gazâlar eyledi, bir zaman kâfir elinde esîr olup, zahmet çekti. Esîrlikten çıkınca, Ekrâd ve aşâir ve kabâil ile uğraşup, çok mihen ve meşakkata dûçâr oldu. Varsun, Bursa’da bir zaman ikâmet idüp, eylensun. Gâh ulemâ ile, gâh meşâyih ile üns idüp, gâh safâsında âb-ı hoş ile cûş i hurûş, gâh teferrüç-gâhlarda seyr u temâşâ, gâh merâkıd ve türbe-i evliyâ-ullah ziyâretinde devlete duâ, gâh erbâb-ı irfân ve zümre-i mukarribin ile ref‘ ref‘ ve haşed ve üns-i iltifât eylesun. Hakkında söz söyleyüp, “O havâlilerden gelmez, tuğları vermez” diyenler de Baba-ı cihân nasıl mutî‘-i devlet-i âl-ı Osman olduklarını görsünler!” deyü fikr olunup, mübâşir ma‘rîfetiyle emr-i şerîf irsâl olundu.
Çün mühimmât-ı seferîyye ihmâli dahi def‘ olup, beklediler, evvel aradan sebük-bâr kalkup, bir mikdar çadır ve hazînelerini alup, kethüdaları Sa‘id Ağa Hazretlerini haremlerine mihmân-dâr ve nâzır idüp, ılgar ile iki konağı bir iderek, Bursa’ya gelürler idi. Esnâ-yi tarîkde ceddleri olan Battal Gazi hazretlerini ziyâret vesîle idüp, rûh-i kudsisinden istimdâd talep eyleyüp, yollarda fukarâya, zu‘afâya elden geldigi kadar ikrâm iderek, Bursa’ya yakın gelindi. Evvel o anda Bursa Valisi sadr-ı sâbık merhûm ve mağfûrün-leh cennet-mekân Halil Hamid Paşazâde devletlu, atufetlu vezîr-i felatun-nazîr Nurullah Paşa idi, anlara bir kıt‘a muhabbetnâme yazıp, Bursa’ya vusûllerini ifâde buyurdular. Baba-ı âlem hazretlerinin tahrîrâtı vâsıl oldukta, Bursa’nın müferrih bir yerinde konak aranup, mahâl-ı ferah-fezâ olan Namazgâh nâm makamda bir küçük konak tedârik olunup, Bursa’ya teşrîflerinde ol mahâle nüzûl buyurup, Bursa’ya duhûlleri bin iki yüz otuz iki senesi Rebiü’l-âhirin beşinci günü vâki‘ oldu. Şerif Paşa hazretleri hâlâ Bursa’da olmağla derhal istikbâl idüp, arz-ı kemâl-i muhabbet olundu. Andan Bursa Valisi Nurullah Paşa hazretleri teşrîf idüp, vâfir muhabbetler olunup, ba‘dehu dâirelerini bir kat daha çekip, çevirdiler. Zirâ yol hali bu kadar ağırlık, hazine ve harem olduğundan elbet anları getürmeye bir takım adam dahi lâzım. Hayvan kendü kendüye yürümez, yük kendü kendüye kalkıp, sarılmaz, bu maslahatlar adam ile görülür. Ekseri vüzerâ-yi azâmın yeri yurdu olmaz. Anlara şevketlu pâdişâhımız nereyi verirse, yerleri orası olur. Binaenaleyh mal ve mülk her nesi var ise, yanında gezer. Bu sırrı bilmeyenler “Be hey canım, bu vezîrin ne çok karaltısı vardır” deyü ağzını, yüzünü büzer. Ne hal ise, küçük bir konakta sâkin olup, gayet de müceddid ve âlim, kâmil bir imam arayup, Bursa’da Kara Hoca dimekle meşhûr müderris-i kirâmdan Şerif Efendi’yi kendüye imam eyleyüp, evkât-ı hamseyi cemâ‘atle edâ idüp, gâh ziyâret-i merâkıd-ı evliyâ-ullah hazerâtına teşrîf idüp, ervâh-ı kudsîlerinden istimdât talep eyleyüp, şevketlu, kerâmetlu pâdişâhımızın devam-ı eyyâm-ı ömür ve devletlerine duâ iderler idi. Kemâl-i mürüvvet ihsân-ı hümâyûndan sadâretden mün‘azil olan vüzerâdan ziyâde iltifât-ı şâh-âne olup, cânib-i mülûkâneden mâhiya iki bin guruş ihsân olundu ve gâhi etraftan kadirdan olan vüzerâ-yi zî-şândan birer mikdar hediyye dahi zuhûr ider idi, lâkin ne çâre küllî yevm fukarâ, zu‘afâ ziyâretine gelüp, ikrâm ümid iderler idi. Vezîr-i hatem-nazîr hazretleri dahi var ise, elden geldigi kadar kimseyi mahrûm eylemeyup, hakk üzere oldukta azizim, duâda olun diyup, taltîf buyururlar idi. “Ve huve ala külli şeyin kadir.” Cenâb-ı hakk bir tecellî ihsân eylemişdir ki; bây ü gedâ, ganî, fukarâ, talebe ve dervîş her kim meclis-i şerîfine gelür ise, memnun ve mesrûr olurlar idi ve ekser evkâtta ulemâ ve sulehâ ve meşâyih ve erbâb-ı irfân ile oturup, kalkıp, gerek kerde-i ulemâ, gerek ehl-i tarîk, meşâyih ve fukarâ meclis-i dil- ârâlarına teşne idi ve gecelerde na-dîde tevârîhler buldurup, anları okudup, her bir kıssadan bir hisse alup, ahvâl-ı dîn ve devlete dahi ziyâde vukûf-ı tahsîl eyledikçe, şevketlu, kerâmetlu pâdişâhımızı yâd idüp, “Allahü- Teâlâ tükenmez ömür ihsân eylesun! mürşid-i âlemde her bir emîrleri bir inâyettir, mansıb eylese lutüftür, azl eylese keremdir. Bizim vakt-ı vezâretimizde gavga ve galebeden böyle asûde vakit bulup, bu tarihleri tedârik idüp, bu sırlara vâkıf olacak vaktim yok idi. Efendim bize bir büyük inâyet eyledi. El-hamdüli-llâh Bursa gibi bir mübârek beldede safâ-yı hâtır ile emrâr-ı evkât eyleyüp, geceleri gâh tevârîh, gâh ibâdet, zikir tesbîh ile cihad-ı ekber sırrına mazhar olduk” deyü şükr idüp, cân u dîlden duâ iderler idi”.
Yaklaşık üç yıl boyunca Bursa’da ikamet eden Pehlivan Paşa’ya 1819 yılının sonlarında tekrar görev verildi. Onun tekrar görevlendirildiği bu tarihlerde Osmanlı devletinin en büyük iç isyanlarından biri olan Tepedelenli Ali Paşa İsyanı ortaya çıktı. Padişah, yıllardır devlet içinde devlet gibi hareket eden Tepedelenli’ye karşı nihayet devletin bütün gücünü seferber etmeye karar vermişti. Böyle zor bir durum karşısında Padişah II. Mahmut, yeniden Pehlivan Paşa’nın görev almasını istedi. Kendisine İnebahtı ve Karlıeli Sancaklarının mutasarrıflığı verildi. 1820 yılında yeni görev yerine ulaştıysa da Yanya yakınlarında rahatsızlandı ve 18 Ekim 1820 tarihinde vefat etti.
Sonuçta yıllarca süren zorlu mücadeleleri ve katıldığı savaşlar ile devlet ve halk katında önemli bir yer edinen Pehlivan Paşanın yaşamı, çok hassas bir dönemde ve Osmanlı devletinin en karışık bölgesinde noktalanmıştı. Tepedelenli Ali Paşa, bütün gücüyle Yanya Kalesinde direnirken; bölgenin yerli halkı olan Rumlar, Mora’da büyük bir ayrılıkçı isyana başlamak üzere idiler. İşte böyle bir hassas durumda ve ortamda Pehlivan Paşa, Karlıeli Sancağında toprağa verildi.
Baba Paşa Destanı’ndan Bir Bölüm
İsmimi bilmez var ise âlemde
Aslım Bozokludur, ismim Pehlivan
Pederim tarafı Battal Gazi’dir
Validem tarafı Ahmed-i Taran
Ali Paşa kapısında sürdüm devranı
Tirsinikli kapısında açtım meydanı
Kendime bend ettim Deliorman’ı
Varıp da Kuzgun’a tutmuşum mekânı
Darb-ı âli ile açtım bu dağı
Yiğit için yaptırmışım konağı
Haramdır tilkiye aslan yatağı
Helal olsun ona gelirse aslan
İsmail’de cengim bilir âlemler
Kafir, ülkesinde çekti elemler
Acizdir yazmağa bunca kalemler
Söylesin cengimi edenler seyran
Küşadi çağırır, ey Kara Baba
Din yoluna şu şân olur mu heba
İnşallah kurtarır ol cömert Hüdâ
Dest-girin olsun ol şah-ı Sultan
Kaynakça