Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Fikret ALKAN* | Bilal CANPOLAT**
Müzeler, dar kapsamlı tanımıyla, belirli bir dönem ya da coğrafi bölgeye ait mirası, gelecek kuşaklara aktaran kültür yapılarıdır. Herhangi bir sebeple, kendi elinde yer alan eseri müzeye bağışlayan kişi ya da tüzel kişiler, müze koleksiyonları ve/veya arşivlerine içerik sağlamaktadırlar. Özellikle özel müze koleksiyonlarının önemli bir kısmını oluşturan bu bağışlar, müzede sunulan yaşanmışlık öykülerinin temelini oluşturmaktadır. Bu; bazen bir gelinlikten doğan düğün gelenekleri, bazen Tenzile Hanım’ın ölen oğlu Nazif için toplanan düğme koleksiyonu, bazen Merinos Fabrikası işçi defteri ya da Dr. Rüştü Burlu’nun hasta kayıt defteri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bahsettiğimiz öyküler şahıslara, kurumlara ya da daha genel bir bakış açısıyla, (bizim bildirimizde) bütün bir şehre ait tarihin parçaları olsa da, belirli bir yöntem izlenerek sergideki yerini almaktadır. Bağışçının eseri için anlattıkları da kayıt altına alınarak arşivlere dönüşmektedir. Bağışçının öyküsü ile birlikte müzede bıraktığı materyaller, ilgilisine ulaşıncaya değin bir süreç içinden geçmektedir. Bu süreç eser için müze sergileme unsurunda yerini alması, arşivci içinse dijital ortama dönüştürülerek yayınlanması demektir. Dolayısıyla bağışlanan her eserde, müze ile bağışlayan arasında karşılıklı bir bağ kurulur. Bu bağın en kuvvetli tutucusu ise arşiv yetkilisidir. Arşiv yetkilisi arşivin düzeninden sorumlu kişidir ki; hem belgeleri ilgilisine ulaştırmalı, hem de bağış yapana bağışının önem taşıdığını hissettirmelidir. Bu durum, arşivci ile arşivi arasında toplumsal hafızayı canlı tutabilecek bir bilinç oluşturmalıdır.
Çalışmamızın temelini, bir kentin müzelerinde yer alan eserlerin nasıl kayıt altına alınarak arşivlere dönüştüğü oluşturacaktır. Bağışlanan nesne, eser fişine özellikleri ile birlikte döküldüğünde arşiv belgesi olmaya başlamıştır. Belge, müze gibi özel bir alanın kayıtlarında sınıfına göre depolanmalıdır.
Bir şehrin tarihi, kültürel ve sosyal yapısı açısından önemli bir yer tutan müze arşivlerinden yola çıkarak; sergi kataloğu, kitap, dergi, fotoğraf ya da dijital veri vb. olarak saklanması sürecinde gelecek kuşaklara aktarılan bilgilerin ne kadar derin araştırmalara konu olabileceği ve bu kapsamda gelecek kuşaklara nelerin aktarılabileceği düşünülmelidir.
Mevcut kayıtların, basılı ya da dijital olarak sadece araştırmacıların kullanımına sunulması, sınırlı bir kitlenin yararına olacağından; müzede yapılan dönemlik sergilerle, arşivlerde yer alan malzemeden yola çıkılarak daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacaktır. Arşiv belgeleri bunun yanında eğitim ve atölye çalışmalarında başlangıç noktası konumundadır. Bir arşiv belgesi eşliğinde drama, atölye ve eğitim çalışması kurgulanarak müzeden alınacak verim arttırılabilir.
Çalışmamızda, bağışlar üzerinden oluşan müze koleksiyonlarının ardında oluşan süreç ve bunların taraflara katkıları ile nasıl arşivlere dönüşerek, yeniden farklı izleyicilere sunulduğu Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait müzelerinde yaşanan örneklerle anlatılacaktır.
Zeus’un dokuz kızının her birinden sanatın dokuz konunun doğduğu mythinden yola çıkılarak müzelerin var oluşuna işaret edilse de; insanoğlu, doğası gereği, kendisinde iz bırakan anlara ait nesneleri toplama eğilimindedir. Bu izlerin toplanmasıyla oluşan kişisel birikimler eser koleksiyonlarını; eserlerin daha geniş kitlelere ait izleri bir araya getirdiği ve bunların bir yapı bünyesinde sergilediği mekânlar ise müzeleri oluştururlar. Daha geniş bir bakış açısıyla izler, bir topluma ya da coğrafi alana ait ise toplum hafızasının ortak kaydı sayılarak müzeleri oluştururlar.
Müzeler, 20. yüzyıla kadar, malzeme toplanması, korunması ve eserin görsel güzelliğine dayalı sergilenmesi ile yetinen klasik müzecilik anlayışına bağlı hizmet vermişlerdir. Zaman içinde teknolojik gelişmelerin artışı toplumları doğrudan etkilemiş; bilgiye erişimin kolay kılınması, nitelikli insan gücü, hayat boyu öğrenme, yeni yönetim ve çalışma biçimlerini ortaya çıkarmıştır. Bilginin değer kazanması da ona verilen önemi arttırmış ve onu sermaye şekline sokmuştur (Özel, 2016, s.177-178). 20. yüzyılda bu yönleriyle öne çıkan bilgi kurumlarının ortak özellikleri, bilgi toplamaları, değerlendirip dağıtmalarıyla bilgiyi toplum yararına kullanmalarıdır (Uralman, 2006, s.251).
Günümüze değin yaşanan gelişmelerle müzeler, sadece geçmiş kültürlere ait malzemeleri biriktirerek sergileyen mekânlar olmaktan daha fazlasıdır. ICOM Uluslararası Müze Konseyi’nin 7 Eylül 2019 tarihinde güncellenen müze tanımı: “Müzeler, geçmiş ve gelecek hakkında kritik diyaloglar için demokratikleştirici, kapsayıcı ve çok sesli alanlardır. Günümüzün çatışmalarını ve zorluklarını kabul edip ele alarak, topluma olan güvende eserler ve örnekler tutar, gelecek nesiller için farklı hatıraları güvence altına alır ve eşit haklar sağlar ve tüm insanlar için mirasa eşit erişim sağlar. Müzeler kâr amaçlı değildir. Katılımcıdır, saydamdır ve insan onuruna ve sosyal adalete, küresel eşitlik ve küresel refah düzeyine katkıda bulunmayı amaçlayan, dünyadaki anlayışları toplamak, muhafaza etmek, araştırmak, yorumlamak, sergilemek ve geliştirmek için aktif ortaklıklar ile çalışırlar.” olarak belirlenmiştir (https://icom.museum/en/news/icom-announces-the-alternative-museum-definition-that-will-be-subject-to-a-vote/). Tanıma göre müzeler için bildiğimiz klasik müze yapısının ötesine geçilip kendilerine ek sorumluluklar yüklenmektedir. Unesco’nun müze tanımını güncellemesi, müzelerin daha geniş bir perspektifle topluma ulaştıklarını gösterir. Bir başka deyişle müzelere ideal müzeciliğin hedeflerini işaret eder. Müze tanımlaması Unesco ile dünya çapına ulaşmış demektir. Bu durumda müzeler, sergilediklerini bilgi öğesi olarak etkin bir biçimde erişime sunan ve bu bilgiyi etkinlikleriyle toplumun tüm kesimine ulaştırmayı hedefleyen çağdaş kurumlar halini almaktadır (Özel, 2016, s.178, Köklü, 2009, s.10 ).
Çağdaş müzecilik anlayışı sonucunda müzelerin toplumsal yükümlülükleri artmakta ve (zaten var olan) işlevlerini; kültürel bellek, kütüphane, eğitim/pedagojik eğitimler, laboratuar gibi çalışmalarının ön plana çıkmasına yol açmaktadır (Özkan, 2010,s. 26). Böylece müze, aynı anda çok sayıda kültürel işlevden faydalanılabilen bir kültür ünitesine dönüşür. Müze ziyaretçileri müzeden içeri çekilirken; müzeler moda, futbol gibi günümüzün favori sektörleri ile rekabet eder hale gelmektedir. (Okan, 2015, s.190-191).
Son bir yılı aşkın süredir, tüm dünyada etkisini gösteren ve önlemler almaya mecbur bırakan Covid-19 salgını, tüm kurumları olduğu gibi müzeleri de etkilemiştir. Pandemi döneminde daha önce denenmemiş, köklü değişimler yaratacak önlemler alınmasına neden olacak bu sonu belirsiz dönem için ICOM anketleri dünyadaki müzelerin yaklaşık %13’ünün asla tekrar açılamayabileceğini öngörmekte ve dünya genelindeki ortalama 60 bin müzenin %95’inin kapalı olduğunu bildirmektedir (Şenyavaş, 2021). Günümüz şartlarında pandeminin bize bıraktığı kısıtlı çalışma alanını, sanal dünyayı daha etkin kullanarak aşmaya gayret etmemiz, her kurum gibi müzecilik kurallarının da değişeceğinin sinyallerini vermektedir.
Giriş bölümünde bahsettiğimiz müzelerin değişen işlevleri ile kendi bünyelerinde oluşturdukları farklı birimlerden biri de arşivlerdir. Müze arşivleri, müze içindeki eser ya da malzemenin içeriğinden oluşur. Bu kapsamda, arşiv çalışmasına ilişkin bilgi üretimi, eserin müzeye girişi ile başlar. Nesnenin fiziki yapısına ait bilgiler, müzeye geliş yolu, tarihsel ve kültürel niteliği ile izleyiciye anlattıkları eserin kimliği olarak kaydedilir (Mollaoğlu, 2007, s.5).
Uralman, bilgiye ulaşma ve kullanma yöntemi bakımından müzeleri üçe ayırmaktadır: Nesneleri sergileme ve depolama ile varlığını devam ettiren klasik müzecilik anlayışındaki nesne odaklı müzeler; nesnelerini bilgi ile harmanlayarak birikimlerini kullanan ve dağıtan nesne odaklı bilgiye yönelen müzeler; enformasyon, veri ve bilgiden yararlanarak, bilgi temelinde nesnelere yönelen bilgi odaklı nesneye yönelen müzeler (Uralman, 2006, s.251).
Müzeler için birçok veri bilgiye dönüşebilmektedir. Müzenin kendi çalışmalarında ortaya çıkan sergi metinleri, sergi katalogları, afişler, müzenin ihtisas alanında kişilerle yapılan görüşme metinleri, küratörlerin makaleleri, bilimsel çalışmalar gibi birikimlerden doğan veriler yanında; ses, resim, video gibi kitap dışı materyaller; pul, ilk gün zarfları gibi filatelik malzemeler; kâğıt-madeni para gibi nümizmatik materyaller; harita, plan, küre gibi kartografik materyaller; gazete kupürleri, mektuplar, davetiyeler, posterler, piyango-çekiliş biletleri, afişler gibi efemera ve üç boyutlu malzemeler ile müzelerin ihtisas alanlarına giren ve müzecilik kapsamında basılı veya elektronik kitaplar, dergiler ve ansiklopediler, sözlükler, yıllıklar, istatistik kaynakları, biyografik kaynaklar vb. danışma kaynakları da müze kurumlarındaki önemli bilgi içeriğidir. (Özel, 2016, s.181). Müze çalışma prensibinde; bilgiyi koruma yoluyla edinilir; araştırmalarıyla zenginleştirilir, iletişim yoluyla dağıtılır (Uralman, 2006, s.251).
Müzenin kendi çalışmaları da yıllar içinde müzenin kurum arşivine dönüşür. Topkapı Sarayı Müzesi inşa edildiği yıldan itibaren başlı başına bir arşivi muhteva ederken, kendi imkânlarıyla kurulan, belli bir konuda oluşturulmuş ihtisas müzelerindeki kurum arşivleri küçük ölçekli başlayarak büyümektedir. Bu küçük ölçekli arşivlerde müze yapısının öyküsü, eserlerin öyküsü, müze adına yapılan dönemlik sergiler, eğitim-atölye faaliyetleri de yıllar içerisinde arşiv malzemesi olarak değer kazanır. Ancak, bahsettiğimiz kayıtlar sistematik bir biçimde arşiv düzeni almazsa sadece bilgi yığını olarak kalmaktadır (Çevik ve Alkan, 2016, s.578).
Müzedeki koleksiyon ya da tekil olarak eserlerinin müzeye geliş biçimleri bağış, satın alma ya da devir yoluyla gerçekleşebilir (Çevik ve Alkan, 2016,s.577). Bu yöntemlerden biri olan bağış eserler, bağışlayan kişi ya da kurumların belli bir anlaşma ile şartlı veya şartsız, süreli veya süresiz olarak elindeki malzeme ya da eseri müzenin kullanımına bırakmasıdır. Bağışlar özellikle özel müzelerin eser koleksiyonları için önemli bir yer tutmaktadır. Yapılan bağış, taraflar arasında yapılan bağış tutanağı ile kayıt altına alınır. Eğer bağış konusu arşiv malzemesi ise, cinsi, kullanım hakları, çoğaltma ve yayın izinleri gibi bilgileri içeren daha geniş kapsamlı bir tutanak hazırlanarak imzalanır. Burada Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun’a dikkat edilmelidir. Bursa Büyükşehir Belediyesi Müzeler Şube Müdürlüğü’ne bağlı birimler içinde en geniş arşive sahip Bursa Kent Müzesi’nde 6000’in üzerinde bağışlanmış malzeme bulunmaktadır. Arşiv kısmında ise 40 bini aşkın fotoğraf, 10 bin Belediye meclis kararı, 80 GB video ses kaydı, 25 bin belge, az sayıda efemera, diploma ve harita yer almaktadır.
Bağışlanan malzemeler, yapısı bakımından yalnızca birer kâğıt, plastik, metal, cam, ahşap vb. değil midir? Aslında, Alev Ayaokur ve Bülent Yılmaz’ın da bildirilerinde belirttikleri gibi: “Müze nesnesi, belirli bir zaman, mekân ve kültürün gerçek temsilcisi ya da bir olayın gerçek tanığıdır” (Ayaokur ve Yılmaz, 2016, s.584). 26 Şubat 2021 günü açılan İstanbul Atlas Sineması-Sinema Müzesi’nde bir kamera sergilenmektedir. Ona, “Atatürk’ün Cumhuriyetimizin 10. Yılında yaptığı konuşmayı kaydeden kamera” olarak tanım getirdiğimizde ise Türk milleti olarak belleğimizde bir konuşma canlanır: Ne Mutlu Türküm Diyene!”
Ancak bağışçının anlatacakları, bağış malzemesini anlamlı kılar. Bu nedenle hiçbir müze eseri birbirinin aynı değildir; farklı yaşanmışlıkları vardır. Bu ölçüt, bir anlamda eserin müzedeki değerini belirler. Özellikle nadir eserler, bir kişinin hayatında önemli yer tutan nesneler, malzeme yapısı bozulmamış materyaller (eser kondisyonu), hikâyenin bütün olarak okunmasını sağlar. Neticede eserin hikâyesi diye bahsettiğimiz şey, eserin ruhudur. Dolayısıyla eserle müze arasında da bir duygu oluşmaktadır.
Bağıştan doğan arşiv malzemesi, eserin bize anlatacağı öyküsüyle birlikte müze arşivine çeşitli kriterlere göre kaydedilir. Bu kriterler, müzenin ihtiyaçları doğrultusunda farklılık gösterebilir. Eser cinsi, müellifi/ustası, sahibi, tarihi, sağlama şekli, fiziki özellikleri, malzeme cinsi, kondisyonu, detaylı tanımı, varsa hikâyesi gibi özellikler en sık tercih edilen kriterlerdir. Bunlar azalabilir ya da artabilir. New York Metropolitan Müzesi, açık erişimle sunduğu eser bilgilerine, hangi sergilerde kullanıldığı, ödünç alma/verme durumu, çevrimdışı paylaşım, sanat tarihindeki yeri, benzer eserler ve eser hakkında yapılan yayınlar gibi detayları da vermektedir.
Söz konusu bağış, türüne göre sadece dijital kopya olarak da teslim edilmiş olabilir. Arşiv yetkilisi, yukarıda da bahsettiğimiz bağış kimlik bilgileri ile birlikte eseri birden çok arama kriterinde ulaşılabilecek biçimde kaydeder. Günümüzde arşivler (ya da bu konuda donanım sağlayan özel şirketler) teknolojiyi etkin bir şekilde kullanarak bu kayıtlara ulaşılmayı sağlamaktadır. Dijital girişlerle, aynı zamanda söz konusu müzenin dijital bir koleksiyonu oluşturulmuş olmaktadır (Özel, 2016, s.184).
Arşiv yetkilisi, yeni bir kaydı alan kişi olarak, malzemenin öyküsünü de ilk dinleyen kişidir. Bu onu, diğer personellere göre en şanslı kişi konumuna getirir. Müze ile ilişkisi yeni başlayan bir bağışçı için bağış konusu malzeme, onun gelecekte ne olacağına endişesi ile tedirginlik içinde teslim edilebilir. Burada arşiv yetkilisinin bağışçıya, arşiv süreci doğru ve detaylı anlatımı bu tedirginliği bitirir. Hatta bazı bağışçılar tarafından önce kıymeti çok az bir malzeme kuruma bırakılır ki, müze yöntemleri denenmiş olsun.
Bağışçıların bir kısmı ise kendinden sonraki nesle hatıra bırakmak, bağışına ait hikâyenin devamlılığını sağlamak, eserin/hikâyenin aile içinde yok olmasını önlemek amacıyla müzeye gelmektedir. Kısacası bağışçı eseri için müze korumasını güvenilir görmekte, yıllar içinde kendisi ile birlikte yok olmasını önlemek istemektedir.
Arşiv yetkilisinin süreç hakkında vereceği bilgiler ve sonuç olarak malzemenin müze arşivinde yer alması; bağışçının birden fazla kez, belki de kıymeti gittikçe artan yeni bağışlarla müzeye dönmesini sağlar. Bunun nedeni, zamanla oluşan güven duygusudur. Dolayısıyla, bağışçı ile arşivci arasındaki iletişimin gücünden, bağışçı ile temsil ettiği kurum arasında bir bağ oluşur.
Konuya ilişkin çarpıcı örneklerden biri de Danimarka’da, Kopenhag Müzesi’nde uygulanmıştır. Projenin amacı kente dair belgelerin dünü ve bugünü hakkında eşleştirme sağlayarak bilgi oluşturmaktır. 12 metre boyutlarında dokunmatik ekran, duvar (the wall) şehrin merkezi konumuna yerleştirilmiştir. Duvara müze koleksiyonundan eklenen fotoğraflar şehrin geçmişini ifade ederken, kent halkı da oluşturduğu kullanıcı hesaplarından yükledikleri fotoğraflarla arşivin gelişmesini sağlamıştır. Kullanıcı, hesabına dilediği kadar fotoğraf yükleyebiliyor, yorumda bulunuyor veya hikâyelerini içeriğe dönüştürerek bilginin oluşmasına katkıda bulunuyor. Ortaya çıkan nostalji, kent arşivi ile kullanıcısını, kentliyi bir araya getirerek kentlilik bilincine ortak olmakta, arşivin büyümesini ve aktif kullanımını sağlamaktadır (Artan, 2015, s.4, https://cphmuseum.kk.dk/en/artikel/wall).
Kopenhag Müzesi’nde bağışlar, dijital yolla, gönüllü biçimde sağlanmıştır.
Bağışla gelen arşiv malzemesi, bir ailenin, bir kurumun ya da daha geniş anlamda bir kentin tarihinde önemli notlar içerir. Bu nedenle malzemenin iyi okunması, açıklanacak kurum ya da kentin nitelik ve tarihi ile malzemeye de hâkim olunması gereklidir. Tarihi, coğrafi ve kültürel değerlere sahip bir koleksiyondaki nesnelerin; arkalarında insan ve toplumun açıklandığı da unutulmamalıdır. (Atagök, 2012, s.171).
Aynı konuda birbirini tamamlayan eser/eser grubu, efemera ve/veya arşiv malzemesinin eşleşmesi, açıklanmak istenen konuyu aydınlatacaktır. Bunların tasnifi, sergilenmesi, sergide ana unsur ya da tamamlayıcı malzeme olarak kullanılabilirliğini müze uzmanı, arşiv uzmanı, kütüphane uzmanı vb. mesleki yeterlilik sahibi bir ekiple sağlanabilir. Bu ekip; belgeyi belgenin neden üretildiğini, neyi kanıtladığını, ne amaçla kullanıldığını bilmek ve tam olarak kavramak zorundadır. Aksi takdirde belge, sadece fiziksel özellikleri nedeniyle kültürel miras öğesi veya taşıyıcısı olma özelliği kazanmaz (Anameriç, 2018 s.11).
Müze bağışlarının kabulü, müze çalışanlarından farklı uzmanlık konuları olan kişilerden oluşturulacak komisyon tarafından yapılması (yukarıda bahse konu ekip) tarafından yapılması uygun olacaktır. Bağışların müzeye alınışında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelik uyarınca tasnif ve tanımlamaların yapılmasında rehber edinilebilir (https://teftis.ktb.gov.tr/TR-14606/korunmasi-gerekli-tasinir-kultur-ve-tabiat-varliklarini-.html). Buna göre, müzeye bağış alınacak eserler için Bağış Kabul Komisyonu müze bağışlarının niteliğine göre ayrılmasını sağlar.
20.Yüzyılın son çeyreğinde küreselleşme yoluyla, ulusal yapının azaldığı, yerelleşmenin arttığı ve kentlerin marka haline geldiği görülmektedir (Fidangenç, 2016, s.938, Madran ve Önal, 2000, s.182-184). Bu süreçte ortaya çıkan kent müzelerinin ilklerinden olan Bursa Kent Müzesi ile yolculuğuna başlayan Bursa Büyükşehir Belediyesi müzeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Müze statüsünde faaliyet gösteren on müze aktif olarak hizmet vermeye devam etmektedir (Pandemi nedeniyle devlet tarafından açıklanan kurallara uygun olarak, şu an rehberli sanal gezi yapılmaktadır). Bursa’ya ait değerlerin yaşatıldığı bu mekânların hepsi, Bursa’nın farklı bir değerini ele alan ihtisas müzeleridir (bursamuze.com). Bildirimizde çoğuna kendi şahit olduğumuz bağış eserlerin çalışmaları üzerinden örnek vermeye önem gösterdik. Bu nedenle görev yaptığımız Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin müze markası olan Bursa Müze’ye bağlı müze birimlerden bazı örneklerle konumuzu pekiştireceğiz.
Söz konusu müzelerin en eskisi 2004 yılında açılan ve Türkiye’nin ilk kent müzesi sayılan Bursa Kent Müzesi’dir. En yenisi ise 2018 yılında hizmet vermeye başlayan Muradiye Kuran ve El Yazmaları Müzesi’dir. Müzelerin her biri kendi alanlarında bağış kabul etmekte ve bağ kurdukları bağışçıları bulunmaktadır. Söz konusu müzeler ellerinde bulundurdukları koleksiyon ve malzemeler için belediyenin kendi içinde üretilen ve müzecilik ihtiyaçlarını karşılayan bir yazılım kullanılarak, dijital arşiv oluşturma çalışmalarını sürdürmektedir.
Tarihte önemli bir yeri olan Bursa kadifesi türkülere konu olmuştur. Bir türkünün dizelerinden yola çıkılarak 14 Şubat 2011-31 Aralık 2011 tarihlerinde Bursa Kent Müzesi’nde 19. yüzyıldan başlayarak başta bindallılar olmak üzere farklı kumaşlardan üretilen gelinlikler sergilenmiştir (https://www.bursa.bel.tr/gelinlikler-muzede-sergilenecek/haber/2006). 80 yıllık sandıkta korunan gelinliğini çıkararak “Gelinliğimi anılarım ile birlikte size emanet ediyorum” diyen yaşlı bir teyzenin tek cümlesi bağışların müzeler için ne kadar önemli olduğunun kanıtıdır (Karakaş, 2011, s.6). Tabi ki serginin süreli olması, bu hatıraların sadece sergi süresince hafızalarda kalmasına neden olacaktır. Sergi akabinde, yapılan sergi katalogu ile bir göçmen kenti olan Bursa’da çok renkli düğün geleneklerinin yazılı hale gelmesi sağlanmıştır (Karakaş, 2011). Katalogda düğün, gelinlikler, modeller ve bağışçıların öykülerinin kronolojik sırayla verilmiş, gelinlik ve adetlerin gelişiminin gözlemlenmesine imkân tanınmıştır.
Bağış ya da müzede kalan kayıtların en önemli kanıtlarından birisi de Sümerbank Merinos Yünlü Müessesesi işçi defteridir. Bursa Merinos Fabrikası 2 Şubat 1938’de Atatürk’ün vefatından önce açılış yaptığı son yer olarak Cumhuriyet tarihinde önemli bir yere sahiptir. Fabrikanın 2000 yılında çeşitli nedenlerle Özelleştirme İdaresi’ne devri ve 2009 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne bırakılması sonucu, Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi olarak fonksiyon kazanması sağlanmıştır. Fabrikanın mirası ise Tekstil Sanayi Müzesi’nde sergilenmektedir.
O yıllarda Bursa’nın tekstil sektöründeki öncü konumu nedeniyle fabrika çalışanı olmak rağbet gören bir iştir. Şanslı olduğumuz bir durum, tesise ait birçok veri ve eser atıl olmaktan kurtarılarak müzeye kazandırılmıştır. Buradaki en önemli kayıtlardan birisi de işçi defterleridir. 1937’nin ilk aylarında başlayan işçi kayıtları 2002 yılına kadar tutulmuştur. Ancak bunlardan elimize sadece 11 defter ulaşabilmiştir. Merinos’un kayıtlı en erken tarihli işçisi 28.02.1937 olarak yazılıdır. Erkeklerde genelde 8 kuruş saat ücreti verilirken, kadınlarda ücret 5 kuruşa düşmektedir. Çalışanların hangi tarihlerde işe alındıkları, hangi sebeple işten ayrıldıkları, hangi birimde ne kadar kaldıkları gibi veriler, çalışan fotoğraflarıyla tablolar halinde müzede yer almaktadır. Ayrıca adreslerin yer alması da Bursa mahalleleri ve Bursa’nın fiziki kent gelişimi için fikir vermektedir. Merinos çalışanlarının fabrikayı anlattıkları sözlü tarih çalışmalarını doğrulayan defterler, çalışanlara ulaşma ve onların da bağışçı olarak Merinos Müzesi’ne katkıda bulunmalarında önemli yer tutmaktadır. Bununla birlikte defterler, farklı projeler için örneğin bir ailenin tarihini araştırmak isteyenler için de bilgi kaynağıdır.
Bahse konu Merinos mirası, fabrikanın kurulmasından başlayarak, aynı arazinin Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’ne dönüşümüne kadar detaylı bilgilerle dolu, Merinos 2015 tarihli kitabında anlatılmıştır. Bursa Kent Konseyi de benzer bir proje gerçekleştirerek, Merinos Fabrikası 80 Yaşında Anı Kitabı adıyla tuttuğu kayıtları raflara kazandırmıştır. Merinoslular Bursa Kent Konseyi’nin çatısı altında birleşmişler ve çalışanları, her yıl fabrikanın açılış günü olan 2 Şubatı Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde emekliler günü olarak kutlamaktadırlar.
Aynı zamanda Merinos mirasından günümüze ulaşan bir diğer defter, fabrikanın açılışından itibaren, protokol ziyaretçilerine özel hazırlanan anı defteridir. Fabrikanın açılış tarihi 2 Şubat 1938’de Ulu Önder’in imzalayarak açtığı defterde 5.9.1941 tarihinde ziyarete eden İsmet İnönü ve 23.06.2000 tarihine değin devlet büyükleri, yerli ve yabancı konuklar, genel müdürler gibi protokol kafilelerinin anı yazıları yer almaktadır. Bunlar, fabrikadan müzeye devir yolu ile geçen bağışlardır.
Müzelerle kent tarihi arasında bağ kurarak, elindeki malzemeleri müzeye kazandıran isimler, bağış kültürünü yaşatan kimselerdir. Bunların en önemlilerinden biri Dr. Ceyhun İrgil’dir. İrgil, 25 ve 26. Dönemlerde milletvekili, aynı zamanda sosyal projelerde etkin olmayı seven bir bağışçıdır. Bursa Kent Müzesi’nin kuruluşunda yer almış, Bursa Sağlık Tarihi Müzesi’nin kurulmasında da en ön safta bulunmuştur. Bağışçı, kendi arşivinde topladığı malzeme ve kitap koleksiyonunu müzeye bırakmış, sağlık malzemelerinin müzeye bağış yapılması adına çağrıda bulunmuştur. Koleksiyonunda yer alan eserlerin birçoğu tıp malzemesi olarak kendisi tarafından içeriklendirilerek kayıt altına alınmıştır. (Tıp tarihi çalışan müzelerde, tıbbi malzemenin içeriğinin açıklanması için, sektör uzmanlarından destek alınması önemlidir.) Geniş bir malzeme çeşitliliğine sahip koleksiyon, önce Bursa Sağlık Tarihi Müzesi’nde sergilenmiş, müzenin kapanması sonucunda ise Bursa Kent Müzesi Sağlık Bölümü’ne taşınmıştır.
Hekimlik mesleğini halen devam ettiren İrgil, aynı zamanda ilginç koleksiyonlar biriktirmiştir. Safra ameliyatlarında hastalardan çıkarılan safra taşları, formaldehit sıvılar içinde hastalıklı ve sağlam olarak gerçek organlardan örnekler de müzede yer almaktadır. Polipozid koli (kalın bsğırsak kanseri) , kist hidaktik (dalak), aorta, ventrikül içi kanama (beyin), hidrosefali ve siroz gibi hastalıklı organların yanında; sağlıklı olarak da görülebilecek beyin, karaciğer, kalın bağırsak, ince bağırsak, kalp, dalak, pankreas, dil ve boyun yapıları sergilenmektedir. Ayrıca antraktoz izlenen bir akciğer ve anensefoli ve gastroşizit görülen ceninler bu bölümde en dikkat çeken örneklerdir (Alkan, 2018, s.78). Bahsi geçen koleksiyonların tümü, öyküleri ile birlikte Ceyhun İrgil tarafından müzeye kazandırılmıştır.
Uludağ’ın isim babası Dr. Osman Şevki’nin Bursa’daki sağlık çalışmalarını, Bursa için kendi alanlarında uğraşları bulunan uzmanlara ait kişisel eşyaları, kitapları, reçeteleri, ilaç şişeleri ve kutuları yanında müzeye eczane malzemeleri gibi sağlık tarihindeki mihenk noktaları saklanmaktadır.
Müze koleksiyonunda yer alan Bursa’nın yakın sağlık tarihinden önemli bilgiler içeren bir veri kaynağı da Dr. Rüştü Burlu’ya ait hasta kayıt defterleridir. Rüştü Burlu, (1928-2016) Bursa’da doğmuş, Bursa’da hekimlik yapmış ve çoğunu kendi kurduğu 20’ye yakın dernek ve kuruluşta aktif rol almıştır. Sosyal yardımlaşmaya yönelik kurum ve derneklere fon sağlayarak, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını sağlamıştır. Çocuk Esirgeme Kurumu, Büyükşehir Belediyesi Huzurevi, Sakatlar Derneği, Saniye Rıza Yetiştirme Yurdu, Zübeyde Hanım Doğumevi, Eşrefiler Kız Yetiştirme Yurdu, Spastik Çocuklar Vakfı Bursa’da sözünü ettiğimiz sosyal yardım alanında kökleşmiş kurumlardan bazılarıdır. Bu nedenle Burlu, “Gariban Babası” olarak anılmaktadır. Günümüzde kendi adının verildiği çocuk evleri sitesi, yetiştirme yurdu ve erkek yetiştirme yurdu bulunmaktadır (https://tr.wikipedia.org/wiki/Rüştü_Burlu , https://www.belgeseltarih.com/gariban-babasi-tevfik-rustu-burlu/ ) .
Bursa’nın kayıtları saklanmış tek sinir hastalıkları mütehassısı Dr. Rüştü Burlu’nun hasta defterindeki kayıtlar kentin ruhsal fotoğrafı gibidir. Doktor-hasta kayıtları ya da hastane kayıtları daha büyük ölçekte bakıldığında bir kentin geçirdiği hastalıkları, salgınları, yangınları, toplumu kitlesel boyutta etkilemiş olayları saklamaktadır. Böylece kent tarihinde bulunan diğer bilgiler eşleşerek, bilginin zenginleşmesi sağlanmaktadır. Rüştü Burlu kayıtları, doktorun kendi alanında Bursa’ya var olan en erken tarihli kayıtlardır. 1965-1992 arasını muhteva eden 57 defterde binlerce kayıt yer alır. Defterlerin son sayfaları hükümet tabipliğince mühürlendiğine göre, işlem gördüğü tarihlerde defter, protokol defteri adıyla doktorlara merkez tarafından temin edilmekteydi. Kayıtlar, bundan yıllar önce hasta doktor ilişkisini, hastalıkların tarifi ve tedavi yaklaşımlarını, tıp terminolojisini açıklamaktadır.
Rüştü Burlu’nun hasta kayıt defterlerinin dışında tıp ihtisasını içeren hatırı sayılır bir kütüphane de müzede varlığını sürdürmektedir. Kütüphane, geniş bir koleksiyon oluşturmamakla birlikte sağlık alanında ilgi çekici birçok kitabı içerir. Sağlık ansiklopedileri, tıp tarihi dergilerinin sayıları, farklı hekimlik dallarının çeşitli eğitim kitapları yanında Bursa’nın tarihi, kültürel ve sosyal birikimini içeren kitap, süreli yayın ve kitap dışı materyaller de kütüphane içeriğinde bulunmaktadır. Ayrıca bugün, İlker Çelikcan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi olarak kullanılan eski askeri hastanenin kütüphanesinde bulunan kitaplar, Bursa Sağlık Tarihi Müzesi’nin açılmasıyla buraya bağışlanmıştır.
Müzenin göz hastalıkları ve hekimliği ile optisyenlik bölümü de zengin bir koleksiyon içermektedir. Yıllarca topladığı malzemeleri bağışlayan, ülkemizin göz, gözlük ve optisyenlik tarihi açısından en zengin koleksiyonunun sahibi Turgut Çakar’ın da, hem göz tedavisi ile ilgili, hem de gözlükçülükle ilgili kendi yazdığı kitaplar müzeye hediye edilmiştir.
Sağlık ve tıp tarihi alanındaki koleksiyonunu zenginleştiren bir diğer bağış ise Ulupınar Eczanesi’ne aittir. 1930 yılında Ethem Ulupınar, Zonguldak Devrek’te İstikamet Eczanesi adıyla ilk eczanesini açmıştır. 1938 yılında Bursa’ya yerleşen Ulupınar, Hamdi Sami adında bir eczacıdan eczanesini devralır. İşletme, 1940’lı yıllarda Bursa’nın en işlek caddelerinden biri olan Altıparmak Caddesi üzerine taşınır ve adı Ulupınar Eczanesi olarak değiştirilir. Ethem Ulupınar 1950 yılına kadar işletir, aynı yıl Suzan Bozkurt’a devreder. Bursa’nın ilk kadın eczacısı olan Suzan Bozkurt, eczanenin adını Bozkurt Eczanesi olarak değiştirir. Bozkurt da 1976 yılında emekli olup, eczanesini Nilüfer İpekçioğlu’na devretmiştir. Nilüfer İpekçioğlu, İpekçioğlu Eczanesi adıyla işletmesini yıllar içinde gelişen Bursa’da yeni açılan Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’na taşımıştır. Buradaki hikâye, eczanenin vitrinleridir. Nilüfer İpekçioğlu eczanenin büyümesiyle, yeni yerinde modern görümünde hizmete devam ederken, eski sahiplerinden kalan vitrinler dekor olarak kalmıştır. Nilüfer İpekçioğlu, vitrinleri 1980 yılında, eczane olarak kullanırken çekilmiş bir fotoğrafıyla birlikte müzemize bağışlamıştır. Vitrinler içindeki ilaç ve malzemelerle bağışlanmış, müze sergilemesinde bahsi geçen fotoğrafın aynına bağlı kalınmıştır. Yoğun bir sağlık/eczane tarihi çalışmasına girişen müze personeli, Bursa’nın ecza tarihi ile ilgili hatırı sayılır bir koleksiyona ulaşmıştır.
Son olarak, Topkapı Sarayı’nda her yıl Ramazan ayının 15. günü uygulanan ve 18. yüzyılın ilk yarısında başlayarak gelenek haline gelen destimal-i şeriflerden söz etmek yerinde olacaktır. Enderunlular tarafından hazırlanarak Peygamber Efendimizin hırkalarına konulan mendiller, törene katılan misafirlere hediye edilirdi. Genellikle bu mendillere sahip olanlar vasiyetlerinde; vefatlarından sonra çevresi ve ortası dua içeren beyitler işli mendillerin yüzlerine kapatılmasını isterlerdi. Dört asır Bosna Sancak Beyliği yapan Çengiç ailesi mensubu Haydar Çengiç’e Sultan II. Abdülhamid tarafından hediye edilen destimal-i şerif, ailenin Kent Müzesi’ne bağışladığı barut kutusunda şans eseri bulunmuştu. İki adet mendil şimdi Bursa Vakıf Kültürü Müzesi’nde sergilenmektedir.
Örnekler, müzeler özelinde çoğaltılabilir. Günümüz teknolojik sistemlerinin müzelere entegre edilmesiyle modern zamanın sanat terminolojisi değişmiş, teknoloji sayesinde ziyaretçi ile müze arasında interaktif bir köprü oluşmuştur (Bostancı, 2019, s.37-38). Bağış malzeme, müze içinde daimi/dönemlik sergi, arşiv/yayın çalışmaları, katalog ve atölye/drama çalışmalarında kullanılabilir. Özellikle yukarıda bahsettiğimiz eser hikâyesi, atölye/drama çalışmalarının başlangıç noktası olmaktadır: Bazen okul çağındaki çocuklara, fotoğrafta saklanmış değerli bir eşyayı buldurmak için, bazen de büyüklere bir ipek faturası, ipekçiliği anlatmak için…
3.SONUÇ:
Müzeler geçtiğimiz yüzyıldan başlayarak, bilginin sermaye değeri kazanmasıyla önemini arttıran ve hizmetlerini ana amaçlarına bağlı kalarak çeşitlendiren kurumlar olmuşlardır. Bilginin önem kazanması, müzedeki verilerin bilgiye dönüşmesine veya var olan bilginin yeniden yorumlanmasına ve yayınlanmasına yol açmıştır. Dolayısıyla müzenin içindeki her nesne ve/veya materyal, bilgisini paylaşmaya hazır bir veri konumuna gelmiştir. Bunun yanında dünyada teknolojinin hızlı bir biçimde gelişmesiyle, kurumsal yapılarını teknolojiye de adapte etmişlerdir.
Müzeler, değişen dünya şartlarına göre şekillenirken, bünyelerinde sahip oldukları eser koleksiyonlarının bilgisinden doğan arşiv yanında, bağış eserlerin bilgisini de ekleyerek büyümektedirler. Ancak bağış esere ait veri yığının yorumlanarak, müzenin anlatmak istediği dönem, coğrafi bölgeye ait anane, ya da eserin gelişim süreci olduğu bilgileriyle eşleşerek hangi koleksiyona ait “tüm”ün parçası olacağı araştırma ve uzmanlık bilgisi gerektirmektedir.
Bağışlara ait anlatılanların eserin açıklaması şeklinde müzede kaydedilmesi, bağışçının müzeye en büyük katkısı olacaktır. Anlatılanlar, müzenin aydınlatmak istediği dönemin ya da bizim bildirimiz için kentin bir parçası durumundadır. Müzenin bağışçılar olmadan kente ait tüm bilgiye sahip olması beklenemez. Onu, yalnızca kentin sakinleri zenginleştirir.
Sonuç olarak, müzeler, dünün tarihsel ve kültürel öğelerini yarına taşımaktadırlar. Bu misyonlarını gerçekleştirirken, sahip oldukları eser grubu ve bunlardan doğan arşivi de geleceğe taşımak zorundadırlar. Arşivin arkasındaki güç de, yine arşivi kendi hayatlarından parçalar aktararak geliştiren bağışçılardır. Dolayısıyla bağışçının müzeye katkısı sadece eser değil; genişleyen bir arşiv, büyüyen bir müzedir.
KAYNAKÇA
*Uzm. Sanat Tarihçi, Bursa Büyükşehir Belediyesi, [email protected]
**Müze Personeli, Bursa Büyükşehir Belediyesi, [email protected]