Balıkesir vilayetinde iskan edilen Kafkas göçmenleri |
Kesin olmamakla beraber Balıkesir’in Prehistorik devirlerden beri iskân gördüğü ileri sürülür. 1243 tarihindeki Kösedağ yenilgisinden sonra, Anadolu Selçukluları bir daha toparlanamadılar. 1280li yıllarda, Anadolu’nun batı ucunda ulu bey olan Germiyanlı Türklerinin Beyi, başlarında Danişmend Gazi soyundan geldiği için Türkmenler arasında hürmet gören Kalemşah (Alemşah) Bey ve oğlu Karasi (Kara İsa) Bey, büyük bir Türkmen kitlesi ile Bizanslıların çok önceleri kısman boşalttıkları ve yer yer Türkmenlerin bulundukları Mysia (şimdiki Balıkesir) topraklarına girdiler.
Türkmen akıncıları Mysia’nın Marmara ve Ege sahillerini ele geçirince Emir Karasi, “Emir-ül Sevahil” unvanı ile burada yeni bir “uç” açmış oldu. Balıkesir de Beyliğin merkezi oldu. Orhan Bey zamanında 1345’te Osmanlı topraklarına katılan Karesi Beyliğinin yönetimine oğlu Süleyman Paşa getirildi. Karesi Beyliği’nin Osmanlı topraklarına katılması, I. Murat zamanında (1362-1385) tamamlandı. XIX. yüzyıl başlarına dek, Anadolu eyaletine bağlı “Sancak” şeklinde örgütlenmişti. 1867’de gerçekleştirilen reformla vilayetler teşkil edildi. Karesi Sancağı (Livalık) da Hüdavendigar vilayetine bağlandı. Ancak bir süre sonra Karesi sancağı, 5 Haziran 1881(7 Receb 1298) gün ve 3229 sayılı Meclis-i Mahsusa iradesi ile Biga, Balıkesir’e katılarak “Karasi Vilayeti” oluşturuldu. Yeni vilayetin ilk valisi Reşad Paşa idi. Karasi sancağı II. Meşrutiyetin ilanından sonra 28 Haziran 1909(9 CA 1327)’da bağımsız Mutasarrıflık haline getirildi. 1894’te Efkar adlı 15 günlük bir risale yayınlandı (15 Ocak). 10 Rabi-ül Evvel 1342 (21 Ekim 1923)’de bütün sancaklar vilayet haline getirilirken, Karasi de vilayet oldu. 1926 yılında eski hanedanlara ait vilayet isimleri kaldırıldığı sırada, Karasi deyimi kaldırılarak “Balıkesir” adı aynı ilin adı oldu.
Ayhan Aydın’ın araştırmasına göre; Kafkas göçlerinden önce XI. yüzyıldan itibaren, Asya’nın ortalarından, Horasan’dan göçebe olarak Anadolu’ya göç eden Oğuzlar (Türkmenler), Selçuklular ve Anadolu Beylikleri dönemlerinde belli düzenlere uydurulmak istenmişse de, çoğu kez, kendi töreleri dışında hiçbir hukuki düzen tanımamış, yaptıkları akınlarda verdikleri zarar ve ziyan ile harplere bile sebep olmuşlardı. Osmanlı devleti Anadolu üzerinde gücünü gösterip, hâkimiyetini kurunca Türkmenler düzensiz, programsız göçebeliği bırakarak belli bir hukuki düzenleme içinde “Konar-göçer” oldular. Bunların hepsi belli bir düzen içinde deftere tabi, kanunnamelerle belirtilen vergileri veren topluluklardı. Bir beyin yönetimi altında kendi geleneklerine göre yönetiliyorlardı. Bunlara “Yörük”, zaman içinde yerleşikliğe geçerek tarımla uğraşan Türkmenler ise “manav” olarak adlandırılmıştır. Bunlar gittikçe fakirleşen Yörüklere karşı bir asalet unvanı gibi kullanılmaya başlanmış, tarıma bağlı oldukları ve iyi toprakları işledikleri için zenginleşen “manav köyleri” fakir gördükleri Yörüklere biraz tepeden bakar olmuşlardı.
1842’de alınan bir karar ile Yörüklerin bulundukları sancak dışında yaylak ve kışlığa gitmeleri yasaklandı. 1861’den itibaren Konar-Göçerlerin (Yörüklerin) bulunduğu bölgenin valisi tarafından iskân edilmeleri kararlaştırıldı. Karasi sancağı o yıllarda Hüdavendigar vilayetine bağlı olduğu için, bu iskân hareketi zamanın valisi olan Ahmet Vefik Paşa tarafından 1862-64 yılları arasında zalimce davranarak gerçekleştirildi. Bugün bile “çadır yırtan paşa” olarak bilinmekte ve anılmaktadır.
Aslında, devletin kesin bir iskân hareketi ile aşiret düzenli bir vergiye bağlanacak, askere alma işlemleri düzene bağlanacak, konup göçmeler sırasında ortaya çıkan adli olaylar ve şikayetler önlenecek, devletin kullanılmayan toprakları ziraata açılacaktı. Nitekim emirler doğrultusunda aşiretler, obalar, oymaklar iskân yerlerine gittiler, sazlardan, kerpiçlerden evler inşa ederek iskâna geçtiler. Hayvancılığa dayalı ekonomileri nedeni ile konargöçer oymaklar yerleşikliğe geçince kendileri için büyük bir ekonomik yıkım oldu. Fakirleştiler, yoksullaştılar. Açlıkla karşı karşıya kalınca ormanları tükettiler. Ağaç ekme kültürü de gelişmediğinden bunların yerleştikleri köyler bugün çıplak tepeler arasında kaldı.
Karasi sancağına gönderilen yazıda, muhacirlerden “Ağnam Rüsumu”nun 1281(1864-1865) yılından itibaren alınması kararlaştırılmış, fakat kararın tatbikatı 1282 sonuna rastladığından, Muhacirleri n de bu konuya alışık olmamaları ve hele 1281 ve 1282 yılına ait Ağnam Rüsumu’nun birlikte alınmasının ağır geleceği düşünerek, verginin 1282’den itibaren alınması usulü benimsenmiştir.
Osmanlı Devleti Konar-Göçer Yörüklerin iskânı ile uğraşırken, Kafkasya Bölgesini işgal ve soykırım uygulayan Rusya’nın baskıları sonucunda Osmanlı topraklarına sürgün edilen yüz binlerce Kafkaslının iskân problemleri ile karşı karşıya kaldı.
Yukarıda da değinildiği üzere; Bab-ı Ali’nin bir emri vaki sonunda karşılaştığı bu göç olgusunun ileride kendisine yarar sağlayacağı düşüncesi bir teselli unsuru oluyordu.
Osmanlı Devleti, O dönemde Kırım, Kafkasya ve Rumeli’den zorunlu göçe tabi tutularak sürgün edilen Müslüman Türk ve Kafkaslı göçmenlerin iç bölgelerde uygun sahalara yerleştirilmeleri sureti ile içe dönük bir iskân politikası uygulamıştır.
1864 yılındaki göçler sırasında, Hüdavendigar sınırları dâhilinde bulunan Balıkesir sancağı yöresindeki iskan işlerini de yürütmek üzere vilayet dâhiline yeni “İskan-ı Muhacirin” memuru daha tayin edildi. Bunun yanına katip, tercüman ve on-on beş kişiden oluşan zaptiye de gönderilmiştir. 1864’te gelen göçmenlerin iskânları büyük ölçüde tamamlanmasından sonra, 1866’da vilayet ve sancaklardaki sevk ve iskân memurları lağvedilmeye başlandı.
Muhacirlere verilen arazi ya miriye aitti, ya da muhtelif sebeplerle sahipleri tarafından terk edilen topraklardı. Ancak genellikle bu çeşit topraklar halk tarafından gasp edilmiş veya mera olarak kullanılmış olduğundan, arazi tahkiki sırasında görevliler ile ahali arasında, iskân sonrasında ise göçmenlerle ahali arasında çekişmelere ve kırgınlıklara yol açmaktaydı. Nitekim talimatlarda bu hususa da dikkat edilerek görevlilere hatırlatılmaktaydı.
Nitekim, Karasi sancağında yerleşenlerden bazılarının akrabaları öteden beriden gelmişler, neticede tahsis edilen arazi bunların bütününe yetmeyince ahalinin arazisine saldırılar baş göstermiştir.
Bab-ı Ali’nin bütün gayretlerine rağmen iskân konusunda problemler meydana geliyor, şikâyetler eksik olmuyordu. Nitekim 1870 yılında özellikle Anadolu’daki iskân mahallerinde şikâyetlerin artması yüzünden yeni bir teftiş heyeti görevlendirilmiştir.
Bu bağlamda; muhacirlere dağıtılan arazinin adaletli taksim edilip edilmediğini, kabile liderlerinin devletin kanununa riayet konusunda uyarılmaları, muhacirlerin silah taşımalarının önlenmesi ve diğer hususlarda ıslahat yapmakla görevli olmak üzere, Hüdavendigar vilayeti Karasi sancağına, Bab-ı Ali ve Seraskerlikten birer memur ve zabit (binbaşı rütbesinde) gönderilmesi karalaştırıldı.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Rumeli topraklarında cereyan eden 93 Harbi dolayısıyla Rusların istilasına uğrayan Rumeli’den Anadolu ve Ortadoğu taraflarına nakledilecek Çerkes- Abhaz göçmenleri ve İstanbul’a doğru göç etmekte olan Türk-Tatar göçmenlerinin durumları ile ilgilenmek üzere, 13 Ağustos 1877’de “Muhacirin Komisyonu”, 25 Ocak 1878’de ise “Umum Muhacirin Komisyonu”na bağlı olarak “Sevk-i Muhacirin Komisyonu” kuruldu. Göçmenlerin sevki için İzmit, Bandırma, Mudanya ve Gemlikte birer memur bulundurulmasına da karar verildi.
1878 Ocak ayı içinde Çanakkale Boğazı’na doğru büyük göçmen kitleleri akmaktadır. Burada bulunan Çerkes ve diğer göçmen grupları panik halinde Lâpseki’ye geçmişlerdir. 1878 Ocak ayı içinde Tekirdağ’da toplanan 15.000 göçmenden Bandırma’ya gelen 4.000 Çerkes Balıkesir’e yerleştirildi. Aynı tarihte Bandırma’ya 12.000 Çerkes geldi. Bandırma da toplam 30.000 göçmen bulunmaktaydı. İngilizlerin Bandırma’daki konsolos ajanı olan Mihalopulo’nun İstanbul’a gönderdiği 8 Şubat 1878 tarihli raporda Bandırma’ya 12.000’den fazla göçmenin geldiği, bunların 4.500 kadarının yakın köylere yerleştirildiğini ve çevrede 30.000’e yakın Rumeli göçmeninin bulunduğunu bildiriyor.
Balıkesir’deki komisyon öncelikle cami ve medreselerde barındırdığı göçmenlerin iaşe ve giyimini sağladı. Hastaların tedavisine, açlık ve soğuktan yarı ölü hale gelmiş olanların sıhhati ile ilgilendi. Daha sonra bunların Balıkesir bölgesinde bir an önce yerleştirilmeleri için çalışmalara geçti. Tüm bölgelerde olduğu gibi, iskân arazisi devletin uhdesinde bulunan vakıf toprakları, sultan çiftlikleri, köylerde ortak kullanım alanı olan hazine arazileri “miri topraklar”dı.
Özellikle Gönen, Manyas, Susurluk arazisi içinde geniş vakıf arazileri ve çiftlikleri bulunduğundan Çerkes göçmenlerin büyük bir kısmı bu topraklarda iskân edildi. Diğer gruplar kazalara ve büyükçe köylere, özellikle eski tımar çiftliklerine dağıtıldı.
93 Muhaciri Kırım Tatarlarının bir kısmı Bandırma’da kalırken, bir kısmı da köy ve kasabalara dağıtıldı.
Çerkes göçmenleri, iskân edildikleri bazı köylerde hiç anlamadıkları bir tarım biçimi ile karşılaştılar. Yerleştikleri yerlerdeki Türk veya Muhacir köylüler de hiç anlamadıkları bir dil ile konuşan ve kendi dillerini bilmeyen, camideki dualardan başka ortak yanları bulunmayan Çerkes göçmenleri ile anlaşamadılar. Bu tür köylerde aileler arasına serpiştirilmiş bir şekilde iskân edilmiş Çerkes göçmenleri zaman içinde köyleri terk ederek Çerkeslerin toplu olarak bulundukları köylere veya merkezlerde oluşturdukları Çerkes mahallelerine yerleştiler.
Balıkesir bölgesi dâhilindeki köylere iskân edilen Çerkes göçmenleri Kafkas örf ve adetleri meyanında dillerini de korudular.
Çerkeslerin bir arada yaşadıkları göçmen köylerinde çoğunlukla Kafkas kültürünü bugünlere dek yaşattılar. Adige Xabze dediğimiz Kafkas örf ve adetlerini uygulamaya geldikleri gibi, dillerini de muhafaza etmişlerdir.
93 Muharebesi sonunda Tuna boylarından Evlad-ı Fatihan, Tatarlar, Çerkesler geldiler. Kırıla, döküle, kaybola, katledile, yüz binlerle geldiler.
Balıkesir sınırları dâhilinde kurulan Çerkes köylerinin dışında, bölgeye daha sonraları Ubıhlar, Abhazlar, Çeçenler ve Dağıstan bölgesi halkından Lezgiler ile kökenleri peygamber sülalesine dayanan Seyyidler gelerek Balıkesir ili içinde kendilerine yurt edindiler.
Balkan Savaşı sırasında Sırpların zulüm ve katliamından kaçan Kalacına Boşnakları da Balıkesir’e getirildi. Bunlar; Balya, Havran, Edremit, Burhaniye ve Ayvalık’a yerleştirildi. Ayvalık’a giden Boşnaklara düşman gözüyle bakıldı. Sarımsaklı mevkiinde iskan edilen Boşnaklar ile Küçükköy Rumları arasındaki çatışma ve geçimsizlik had safhadaydı. Çanakkale Savaşları sırasında İngilizlere yardımda bulunan Küçükköy Rumları Balıkesir, Bursa, Kirmasti, Kütahya, Ankara ve hatta Kayseri’ye kadar gönderildiler. Daha sonra dönen Rumların bir kısmı Ayvalık’a yerleştiler.
1880-1881 yıllarında; Bandırma, İzmit ve Alemdağ taraflarına gönderilen Çerkesler’den bazısının “Ahali-i Mutavattınaya Tasallut etmekte ve hayvan mallarını yağma etmekte bulundukları” bildirilmiştir.
Vital Cuinet’e göre; 1885 yılında 1577 Pomak Karasi merkez kazasına iskân edilmiştir.
Bab-ı Ali tarafından 93 Harbinden sonra özellikle 1885 yılından sonra 740.000’den fazla Türk ve Müslüman ahalinin göç ettirilmesine karar verilmişti. Göç edecek olan ahaliden takriben 160.000 kadarı öncelikle Gelibolu, Edirne ve İstanbul arasında tespit edilen boş arazilerde iskân edilmesi, geri kalan 600.000 dolayındaki Müslüman ise Hüdavendigar ve aydın vilayetleri meyanında Karesi (Balıkesir) vilayetine de 35.000 kişi iskân edilmiştir.
Daimi olarak iskan edilmek üzere Balıkesir vilayetine dağıtılan ve kendilerine arazi verilen Muhacir ailelerinin konut ihtiyaçları valiliklerce karşılanıyordu. Buna karşılık, Muhacirlerin evlerini genişletmek amacıyla kesip nakil edecekleri kerestelerden kanuna uygun vergi alınacaktı. Öte yandan, devlet göçmenlerin ormanları tahrip etmemelerine, orman sahalarında köy kurulmamasına dikkat ediyordu. Buna rağmen 1885 yılında Muhacirlerin düzensiz ve plansız kesimleri neticesinde, Balıkesir’deki ormanlar tahrip olmuş durumdaydı. Meskenler yapıldıktan sonra kurulan yeni mahalle veya köylere isimler verilmekteydi. Eğer bu köylerde miri ve vakıf arazisi üzerinde yapılacak hane ve avlu için temlikken senet verilmesi, ağıl vs yapılacakların mukataaya bağlanması hükmü getirilmiştir.
93 Harbinin üzerinden on yıl geçtikten sonra bile, göçün devam etmekte olduğu ve aynı savaş yıllarındaki gibi, gelenlerin sevk ve tanzimi için merkez ile taşranın yoğun bir çaba gösterdiği anlaşılmaktadır.
Örneğin; 16 Mart 1887(20 Cemaziyyel-Ahir 1304- 4 Mart 1303) tarihli belgeye göre, 1302 Martı başlangıcından sonuna kadar (13 Mart 1886- 12 Mart 1887) geçen bir sene içinde İstanbul’a gelenlerle taşraya sevk edilen muhacirlerin miktarını bildiren “Muhacirin Sevkiyat Müdiriyeti”ne bağlı “Journal Komisyonu”nun tebliği, Muhacirin İdare-i Umumiyesi Reisi tarafından Sadarete sunulmuştur.
Bu tebliğe göre düzenlenen çizelgeye göre; İstanbul’a gelen göçmenlerden 2.803 hane, 13.343 kişiden bir kısmı, diğer vilayetler meyanında Balıkesir’de de iskan edilmek üzere sevk edildiği belirtilmektedir.
1889 yılında Karesi’nin Manyas nahiyesinde bulunan koyun kafiri ve geyikler çiftliklerinde yerleştirilen Çerkesler zamanla çiftlik sahibi ve köylülerin tasarrufunda bulunan 12.000 dönüm mera ve tarlaları gasp etmişlerdir. Mülk sahiplerinin şikayeti üzerine, bunların hukuklarını korumak amacı ile, bölgeye Liva İdare Meclisi Azasından Müftü Efendi’nin başkanlığın özel bir heyet gönderilmişse de bir netice alınamamıştır. Olaya müdahale eden II Abdülhamid; kuvvet kullanılması sonucu çıkması muhtemel hadiselerin önüne geçilmesi amacıyla ve göçmenleri maddi zarara uğratmamak için, miri arazilerle, yerli ahalinin tasarrufundaki tarlaların sahiplerinden satın alınarak göçmenlere terk edilmesini sağlamak üzere bölgeye özel memurlar gönderilmesini sağlamıştır.
1307 tarihli Hüdavendigar Salnamesine göre; 1890’lı yıllarda Hüdavendigar vilayetine sevk edilen toplam 151.787 göçmenden 46.220 nüfus Karesi Sancağına dahil aşağıdaki kazalara iskan edilmişlerdir:
Bilindiği üzere; İskân-ı Muhacirin talimatının 29. Maddesine istinaden köy ve kasabalarda bulunan hali, miri ve mevkuf araziden Muhacirlere yeterli miktarda toprak verileceği hükme bağlanmıştır.
Sadaret, vilayetlere gönderdiği emirlerde göçmenlere arazi verilirken arazi kanununun 131. Maddesine de uyulmasını istemiştir.
Buna rağmen Balıkesir’e sevk edilen göçmenlerin arazi ihtiyaçları giderilemeyince, arazi sıkıntısına bir çözüm bulabilmek amacıyla “Manyas göl ayağının” temizlenerek göldeki su seviyesinin indirilmesi ve Manyas Ovası’ndaki bataklıkların ıslahı ile 100.000 dönümlük bir arazinin iskana açılması için 1890’lı yıllarda bir proje geliştirilmiştir.
Karesi Gazetesi’nin 11 Şaban 1334-30 Mayıs 1332 (1916) tarih ve 8-112 sayılı nüshasında verilen haberde:
“Yeni kadro mucibince teşkil edilen Liva Muhacirin Müdüriyetine Konya Muhasebe-i Hususiye Müdürü Hüseyin Hüsnü ve birinci katipliğine dairede müstahdem Kemal, ikinci katipliğe İzmit Muhacirin İdaresi katibi Ziya ve hesap memurluğuna Liva Tasfiye Komisyonu katiplerinden Hikmet ve Şefki, memurluğa hariciye Nezareti Hulafayı Sabıkasından Ziya Bey ve Efendiler tayin olmuşlardır” denilmektedir.
Ses Gazetesi’nin 21 Teşrinsani 1918-16 Sefer 1337 tarih altı nolu nüshasında verilen haberde:
“Balıkesir’de 2.500 İslam Muhaciri vardır. Bunların bir kısmı malum evlere, diğer birçoğu da medreselere yerleştirilmişti. Şimdi yakalarından tutularak zavallılar sokaklara atılmaktadırlar. Bu muameleler günahtır ve ayıptır. Artık kendilerine merhamet gösterilmesini, bu felaketzede kardeşlerimizin zulümden kurtarılmasını rica ederiz” denilmektedir.
Balkan Savaşı neticesinde 440.000 kadar göçmen Anadolu’ya göç etmiştir. Mc Carthy’ye göre 1912-1920 döneminde Balkanlardan göç edenlerden Karesi vilayeti (Balıkesir)ne toplam 14.687 kişi iskân edilmiştir.
Hüdavendigar vilayeti salnamelerine göre; XIX yüzyıl sonlarında bütün Batı Anadolu’da olduğu gibi, Balıkesir’de de Rum ve Ermeni artışı dikkati çekmektedir. (Balıkesir vilayeti dâhilinde yaşayan gayrimüslimlerin oranı yüzde 50 oranında idi.)
Tarih içinde Bulgaristan’dan ayrılan bazı küçük gruplar iş aramak için Rumeli dışında Anadolu topraklarına da yayılmışlardır. Bunların bir kısmı da Balıkesir vilayeti toprakları içinde, tarım işçisi, çobanlık, amelelik, duvarcılık, bakkallık gibi işlerle uğraştılar.
Balıkesir vilayeti dâhilinde iskân edilen 11 eski Bulgar köyü halkı Balkan Savaşından sonra Bulgaristan’a gerisin geri göç ettiler.
Ayvalık Rumlarının Osmanlı Devleti içinde özel bir özerkliği vardı. Bölgede Müslümanların iskânına izin verilmiyordu. 1821 Yunan İhtilali sırasında Ayvalık Rumları da İhtilale katıldılar. Balıkesir Mutasarrıfı’nın emri ile Kepsut yöresinden sevk edilen Çepniler Rum ayaklanmasını bastırdıktan sonra bölgeye iskân edilmişlerdir.
Balıkesir Vilayetinde Yerleşik Kafkas Göçmeni Köyler:
Balıkesir bölgesine sevk edilen Kafkas halkından;
1)Çerkeslerin iskân edildikleri köylerden;
Olmak üzere toplam 67 köyde iskân edilmişlerdir.
2)22 adet köyde Ubuhlar var.
3)Dağıstan bölgesinden gelen Avar ve Lezgiler dört köyde, Seyyidler ise bir köyde iskân edilmişlerdir.
4)Çeçenler; Bandırma merkezinde, Gönen ilçesi Ortaoba ve Muratlar’da yaşamaktadır.