Bazı Yönleriyle Osmanlı Devlet Adamlarından İbrahim Edhem Paşa (1818–1893) |
“Bunlar (Kölelikten gelme Osmanlı devlet adamlarını
kastederek) İslâm eline düşünce ta‘lim edildi; terbiye olundu.
Bazısı paşa, hatta kimisi sadrazam dahi oldu. Şarkın adât
ve ahlakını bilmeyen Avrupalılar, İstanbul’daki köle
ve cariyeleri Amerika esirleri gibi zannederler!”
Ali Suavi, Hürriyet, No: 28, (04.01.1869)
Bir insanın hayatı çerçevesinde tarihi incelemeye girişmek popüler tarih için değil ama akademik tarihçiliğin en zor konularının başında gelmektedir. Çünkü kendisi de bir insan olarak tarihçi için objektif olarak bir başka insanı ele almak son derece güçtür. Yine de biz bu güçlüğün farkında olarak XIX. yüzyıl Osmanlı devlet adamlarından İbrahim Edhem Paşa’nın hayatını bir doktora tezi çerçevesinde ele almaya çalıştık.
Bu makalemizde Edhem Paşa’nın hayatından bir kesitin özetini vermeye çalışacağız.
(Daha Fazla Bilgi İçin Bakınız: Salih Erol, XIX. Yüzyıl Osmanlı Devlet Adamlarından İbrahim Edhem Paşa, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir).
Edhem Paşa’nın askerî ve siyasi sahalarda sivrilmemiş bir kişi olduğunu bilerek böyle bir araştırmaya girişmemizin altında yatan sebeplerden birisi de herhalde klasik akademik tarihçiliğimize bir bakıma mesaj vermekti. Hayatın siyasi ve askerî sahalardan ibaret olmadığını; bu özelliklerle ön plana çıkmamış birinin yaşamının dahi detaylı incelenmeye değer olduğunu ispatlamaya çalışırken, olabildiğince tarafsız olamaya gayret ettik.
Peki, kimdir Edhem Paşa ve hangi yönleriyle öne çıkmıştır? Onu farklı kılan hususlar nelerdir? … Sorularına popüler bir şahıs üzerinden ilk cevabımızı şöyle verirsek, belki yazının devamının ortalama bir okuyucu tarafından sonuna dek okunması sağlanabilir:
Edhem Paşa, ünlü ressam, arkeolog ve müzeci, bir dönemin rekor fiyata (beş milyon TL gibi) alıcı bulan “Kaplumbağalı Adam” (ya da yaygın adlandırmayla “Kaplumbağa Terbiyecisi”) tablosunun çizeri Osman Hamdi Bey’in babasıdır.
“Tanımadığımız Meşhurlar” yazı dizisinin (2009 yılında Ötüken Yayınları tarafından da kitaplaştırıldı) sahibi Hikmet Feridun şöyle der:
“Osman Hamdi’nin babası Edhem Paşa’nın hayatı bir roman ya da filme konu olabilecek kadar ilginçtir”.
Edhem Paşa’yı ilginç kılan hayat hikâyesinin satır başları şöyle verilebilir:
Son dönem Osmanlı Tarihi’nde etnik kökeni ve kimliği üzerine en fazla spekülasyon üretilmiş kişi herhalde Edhem Paşa’dır. Paşa ailesinin günümüzdeki temsilcilerinden sayılan Tarihçi Prof. Edhem Eldem’in, bu konudaki bütün tartışmaları içermenin yanı sıra, ayrıca kendi şahsi yorumlarıyla da zenginleştirdiği “Edhem Paşa Rum muydu?” başlıklı makalesini tavsiye edebiliriz. Önce Arşiv Dünyası ve ardından Toplumsal Tarih Dergisi’nde yayımlanan bu makalede Edhem Paşa’nın kökeni konusunun nasıl bir karmaşa olduğu gözler önüne serilmiştir.
Okuyucuyu bu tartışmalara boğmamak adına detaylarına girmemekle beraber doğruya en yakın saptama olarak şunu söyleyebiliriz ki, Edhem Paşa aslen Sakız Adası’ndandır, tahminen 1818 yılında doğmuştur. Üç – dört yaşlarındayken, Sakız’da patlak veren Rum İsyanı sonucunda ailesini kaybetmiştir. Bu yüksek ihtimalli cümlelerden sonra artık kesin saptamalarla devam edecek olursak ilk etapta şunları söylenebilir:
Kimsesiz bir çocuk olan Edhem köle / evlatlık olarak Hüsrev Paşa Konağı’nda büyümüştür. Hüsrev Paşa, XIX. yüzyıl başlarında İstanbul’un en nüfuzlu devlet adamlarından olmakla kalmayıp, aynı zamanda yetiştirdiği onlarca kölesiyle de dikkat çekmektedir.
1830 yılının sonlarında Edhem ve onun gibi Hüsrev Paşa’nın yetiştirmeleri olan üç diğer çocuğa bambaşka bir pencere açılmıştır ki, bu da Paris’e öğrenim amacıyla gönderilmeleridir. Paris’e gönderilen bu ilk Müslüman talebelerine özel hazırlık okulunda ilk eğitimlerini veren Jean François Barbet, yaptığı işin kendisi, ülkesi ve Osmanlı açısından ne kadar önemli olduğunun farkında birisi olarak düşüncelerini şöyle belirtmiştir :
“Paris’te eğitilen genç Türkler belki bir gün Bâbıâli’nin kurullarında yerlerini aldıklarında, eğitimlerinin ilk dönemlerini hatırlayacak ve dolayısıyla düşüncelerinde Fransa’nın lehinde bir hava oluşacaktır”.
Bu dört çocuk İstanbul’dan Avrupa’ya gönderilen ilk Osmanlı talebeleri sayılabilir. Onları kendi imkânlarıyla Avrupa’ya gönderen Hüsrev Paşa’nın da olaya yüklediği tarihi anlam ilginçtir. Paris’e gönderdiği ilk mektuplarından birinde evlatlarına şöyle hitap etmektedir Paşa:
“Evlatlarım, Zannedersem benden haber almaktan ve tavsiyelerime kulak vermekten memnun olursunuz. Fransa’da eğitim görmeniz için sizleri gözlerimin önünde yetiştirdiğim bütün gençlerin arasından seçtiğimde, Müslüman gençliğinin eğitiminin bütün umutlarını sizlere emanet etmiş oldum. Devlet büyüklerimiz size bakarak benim örneğimi takip edip etmeyeceklerine ve çocuklarının geleceğini Avrupa’nın ilmine emanet edip etmeyeceklerine karar vereceklerdir. Sizler, birer model olacaksınız. Bu zor; ama şerefli bir görevdir. Sizler, Avrupa’nın teknik ve sanatının bir parçası olmaya karar vermiş olan bir milletin evlatlarısınız. Onlara (Avrupa’ya) milletimizin ne kadar zeki, yetenekli olduğunu göstererek hakkımızdaki ön yargılarını kırmalısınız”.
Bu küçük grubun bir ferdi olarak Edhem yaklaşık dört yıllık bir hazırlık eğitiminin ardında Paris’in o dönemki en fazla talep gören Madencilik Okulu’nun sınavlarını kazanmış ve orada da yaklaşık dört yıllık sıkı bir eğitimin ardından mühendis olarak mezun olmuştur.
Mezuniyetinin hemen sonrasında Avrupa maden bölgelerinde kapsamlı bir saha araştırması da yapan genç Mühendis Edhem Bey, 1839 yılı sonlarında İstanbul’a dönmüştür.
Parlak bir eğitimin ardından yurda dönen Edhem’in derhal kamu görevine alınması kaçınılmazdı. Nitekim dönemin seraskeri Halil Rıfat Paşa, Paris’ten ilim tahsilinden dönmüş olan Edhem Efendi’ye Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî’de görev verilmesini talep etmiştir. Serasker Paşa, Edhem Efendi gibi madencilik, kimya bilgisi ve diğer pratik teknik bilgileri öğrenmiş bir kimsenin işsiz bir biçimde açıkta kalmasının doğru olmadığına dikkat çekmiştir. Yazının devamında, Edhem’in özellikle top dökümünde lâzım olan bakırın temizlenmesi işinde orduya yararlı olabileceğinin üzerinde durulmuştur.
Böylece Edhem, ilk resmî vazifesi olarak Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî’de çalışmaya başladı. 1840 ve 1841 yıllarını İstanbul’da bu görevde geçiren Edhem Bey, hasretini çektiği ilk ailesine de bu dönemde kavuşmuş ve 1841 yılında evlenmiştir. Kölelikten gelme eğitimli bir genç olarak, erken çocukluktan sonra ilk kez, kendi aile yuvasını kurmuştur. 1842 yılında ilk çocuğu Osman Hamdi’yi kucağına alan Edhem Bey, hayatı boyunca tek eşli medenî bir hali benimsemiş ve birçok bakımdan örnek bir aile reisi olmuştur.
Edhem Bey’in, Osmanlı madenlerinin bulunduğu sahalarda görevlendirilmesi 1842 yılına rastlamaktadır. İstanbul’un yanı başındaki Sarıyer Bakır Madenleri’nde altı ay çalıştıktan sonra Amasya Gümüşhacıköy’deki maden bölgesine gönderilmiştir. Madencilik tekniğinde (Fenn-i maâdin) malumât sahibi ve bundan evvel Sarıyer Madenleri’nde güzel hizmetlerde bulunmuş; devlet sayesinde o kadar vakit Avrupa’da tahsil görmüş olan böyle birinin atanması aslında son derece doğal, isabetli bir karar gibi gözükmektedir.
Edhem Bey, 1842’den 1845 yılına kadar Gümüşhacıköy madenlerinin hem müdürü hem de başmühendisi olarak görev yaptı. Bu görev, onun madencilikteki en uzun süreli görevidir. Osmanlı madencilik işletmesinin bütün yapısal bozukluklarına rağmen, Edhem Bey, işletilmesinden sorumlu olduğu Gümüşhacıköy madenlerine canlılık getirmeye çalıştı. Bu başarıları neticesinde Osmanlı memleketinin en büyük madeni olan Keban-Ergani Madenlerine tayin edildi ve 1845 – 1846 yıllarını burada geçirdi.
Dört yıllık meslekî bir mesainin ardından 1846’da İstanbul’a çağrılan Edhem Bey, burada Erkân-ı Harbiye Zabitliği’ne tayin edilmiştir. Bu tayinin daha birinci yılı dolmadan Edhem Bey, Sultan Abdülmecid tarafından fark edilmiş ve saraya askerî – teknik danışman olarak alınmıştır. Bu danışmanlığı esnasında sırasıyla mirliva ve ferik rütbelerini alan Edhem Bey, paşalığa yükselmiştir.
Fransız lisânını öğrenme konusundaki kararlılığını açıkça ortaya koyan Sultan Abdülmecid’in bu konuda en uzun süre istifade ettiği kişi Edhem Paşa’dır. Mabeyn-i Hümâyun’da geçen sekiz yıllık hizmeti süresince Edhem Paşa, başta padişah olmak üzere saraydaki bütün şehzadelerin Fransızca eğitiminden sorumlu bir tür baş hocalık vazifesini ifa etti. Edhem Paşa, 1851’de açılan bir tür “Osmanlı İlimler Akademisi” hüviyetindeki Encümen-i Daniş’in dahili üyelerinden birisidir. Tarih ve jeoloji üzerine yoğunlaşmasında ve ileride bu konularda kitap (Endülüs Tarihi) ve makaleler (Medhâl-i İlm-i Jeoloji) yayımlamasın temeli bu devreye dayanmaktadır.
1853’te başlayan ve üç yıl süren Kırım Harbi sırasında Edhem Paşa, Padişahın özel temsilcisi sıfatıyla bazı görevler ifâ etmiştir: Bu görevler çerçevesinde Sırpların Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını sürdürmek maksadıyla 1854’te Belgrad’a gönderilmiştir. Aynı yıl kurulan Meclis-i  li-i Tanzimat’ın kurucu üyeleri arasında yer almıştır. Bu meclis, Tanzimat’ın en önemli hukukî reformlarının başında gelmektedir.
Edhem Paşa, 1856 yılında saraydaki görevinden alınmıştır. Ancak bu durum onun düşüşü anlamına gelmeyip, tersine daha da yükselmesine yol açmıştır. Sultan Abdülmecid, bu sadık ve genç adamına o yıl vezaret rütbesi vermiştir. Ardından Edhem Paşa, ilk büyük siyasi görevi sayılan Hariciye Nazırlığı’na tayin edilmiştir. Mustafa Reşid Paşa’nın sadaretinde ve biraz da onun gölgesinde 1856 yılı sonlarında başlayan bu görev yaklaşık altı ay sürmüştür. Edhem Paşa, Hariciye’de insiyatifi eline almaya girişince Sadrazam M. Reşid Paşa’nın isteğiyle azledilmiştir. Onun yerine getirilen kişi ise Reşid Paşa’nın yirmili yaşlardaki genç ve tecrübesiz oğlu Damad Ali Galib Paşa’dır.
Edhem Paşa, Meclis-i  li-i Tanzimat azalığına dönmüş; bu süreçte 1858’de bir kez daha Belgrad’a olağanüstü memuriyetle gönderilmiştir. Sultan Abdülmecid’in son yıllarında, 1859’da, Edhem Paşa Ticaret Nazırı olarak atanmıştır. Bu görevini Sultan’ın 1861’deki vefatına kadar sürdürmüştür. 1859-1872 yılları arasında aralıklarla dört kez getirildiği ticaret nazırlıklarında Ticaret Kanunu Zeyli, İstinaf Mahkemeleri’nin kurulması, Kâime’nin piyasa’dan toplatılması gibi icraatlarda başı çekmiştir. Edhem Paşa, ayrıca 1863’te kurulan Bank-ı Şâhâne-i Osmanî’de (Osmanlı Bankası) devlet adına nazırlık da yapmıştır.
1860’lardan itibaren bilhassa Türkçe basın – yayın faaliyetleriyle bir canlanma evresine giren düşünce dünyamızda Edhem Paşa’nın da önemli rolü vardır. Osmanlı’da ilk sivil ilim akademilerinden biri sayılan Müslüman aydın kesimin bir oluşumu olarak dikkat çeken Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin kuruluşunda bulunmuştur. Edhem Paşa, hem cemiyetin yayın organına makaleleri ile katkı sağlamak; hem de bulunduğu üst düzey resmi konumundan yola çıkarak cemiyetin faaliyetlerine devlet desteğini sağlamak bakımından katkılar sunmuştur. Bilhassa maarif nazırı olarak görev yaptığı dönemde cemiyetin faaliyetlerine her türlü desteği vermiştir.
Ayrıca maarif nazırlığında oldukça mühim bir icraat olarak ayrıca Telif ve Tercüme Heyeti’nin nazırlık çatısı altında kurulmasını sağlamıştır. Heyetin asli görevi, maarife katkı sağlamak bakımından faydalı görülen yabancı dillerdeki bilimsel eserleri Türkçeye çevirmekti. Bu yolla Osmanlı ülkesindeki eğitim-öğretim çağdaşlaştırılması ve bilimin geliştirilmesi amaçlanmaktaydı. Bunun dışında Osmanlı Devleti’nde modern bir üniversitenin kurulması için Tanzimat Dönemi boyunca yapılan faaliyetlerde en çok emek sarfeden devlet adamlarının başında Edhem Paşa gelmektedir.
Bir bakan ve bürokrat olarak yaptığı işlerin düzgün olmasına aşırı dikkat gösteren ve eğitim gördüğü Batı’nın iş ahlakı ve disiplinini kazanmış Edhem Paşa’nın 1860’ların ortalarında yaptırdığı Devlet Matbaası Binası, örnek gösterilecek bir binadır. Bu modern binanın yapılmasından yıllar sonra Necip Asım’ın aktardığı şu anekdot mânidârdır:
“Şimdiki Matbaa-i Âmîre Binası sadr-ı esbâk Edhem Paşa’nın marifetidir. Zelzeleyi (1894 İstanbul depremi) müteâkıb bir gün Ahmet Midhat Efendi ile matbaada bulunduğum sırada bana: Korkma Necip! Bu Edhem Paşa binasıdır; çalınmadan çırpılmadan sağlam yapılmıştır demişti. Hakikaten de İstanbul’da birçok binalar yıkılırken, o sapasağlam ayakta durmuştur”.
Edhem Paşa’nın Osmanlı modernleşmesine en fazla katkı sunduğu alanların başında Nafıa, bugünkü ifadeyle İmar ve İskân gelmektedir. Müstakil merkezî bir birim olarak 1863 yılından Osmanlı Devletinin yıkılmasına kadar kurumsal varlığını sürdüren Nafıa Nazırlığında nazır olarak göreve getirilen ilk kişi İbrahim Edhem Paşa’dır. Edhem Paşa nafıa nazırlığında en fazla görev yapmış olanların başında gelmektedir. 1863 -1875 tarihleri arasında toplamda altı defa Nafıa Nazırlığına getirilmiştir. Nazırlık görevinin dışında o ayrıca 1868 -1876 tarihleri arasında üç kez de Şûrâ-yı Devlet çatısı altında nafıa dairesi başkanlığı yapmıştır.
Nafıa Nazırı Edhem Paşa, bir yandan Rumeli Demiryolları’nı yapan yabancı firmanın aşırı yolsuzluklarının önüne geçmeye çalışırken, bir yandan da ilk ve tek yerli – devletçi demiryolu inşaatını gerçekleştirmeye çalışmıştır. İlkinde başarılı olmak Edhem Paşa’yı fazlasıyla aşan bir durum olduğu için bir sonuç elde ettiği söylenemez. Ancak ikincisinde Haydarpaşa – İzmit Demiryolu ortaya çıkmıştır. Doksan kilometreli bu hat Osmanlı Devleti’nin yaptığı ilk ve tek yerli demiryolu inşaatı olarak tarihe geçmiştir ve bu minik başarıda en fazla hizmeti görülen kişi Nafıa Nazırı Edhem Paşa gelmektedir.
Nafıa Nazırı Edhem Paşa, İstanbul’un çağdaş bir yapılanma çerçevesinde şehirleşmesi için de gayretler sarf etmiştir. O, kaleme aldığı bir raporda İstanbul’u şöyle tarif ediyordu:
“İstanbul Şehri sahîhan(açıkça) dünyada yegâne olarak hüsniyât-ı tabî‘iyesine(doğal güzelliğine) biraz da tezyînât-ı senâ‘iye(çağın gerektirdiği şehircilik düzenlemeleri) ilave olunursa Avrupa’da meşhûr olan en güzel şehirlerin en güzeli olacağından şüphe yoğ iken, doğrusu şu matlûbâ muvâfık ve lâyık bir halde değildir”.
18 Eylül 1865 tarihinde başlayan ve sadece üç gün içinde tarihî yarımada’nın büyük bir bölümünü yok eden Hocapaşa Yangını sırasında Edhem Paşa, nafıa nazırı olarak görev yapmakta idi. Yangın sonrasında İstanbul’un modern bir şehir olarak yeniden inşâ edilmesi gibi zor bir vazifeyi yerine getirmesi gereken devlet adamlarının başında gelmekteydi. Edhem Paşa, çağdaş şehir yapılaşması uğrunda verdiği mücadelesinde bilhassa son nafıa nazırlığı döneminde kesin yasal düzenlemeler çıkartmaya muvaffak olabilmiştir. İstanbul şehir merkezinde ahşap yapılar inşasına yönelik kesin yasaklama 1875 yılında yayımlanan İstanbul ve Bilâd-ı Selâse’de Yapılacak Ebniye Nizamnâmesi ile getirilmiştir.
Şehiriçi ulaşımın modernleştirilmesi, rahatlaması konusunda bir dizi tedbirlerin alındığı bu dönemlerde Edhem Paşa’nın, İstanbul’un ticarî kalbi durumundaki bu bölgeye yaptığı en önemli hizmet ise, günümüze kadar gelen ve dünyanın ilk metrolarından biri sayılan Tünel’in inşâsıdır. Tünel Şirketinin 121 maddeden oluşan dahilî nizamnâmesinin altında Rumî 21 Mart 1288 tarihiyle (2Nisan 1872) şirketin sahibi Fransız mühendis Eugene Henri Gavand ile Ticaret ve Nafıa Nazırı Edhem Paşa’nın imzası bulunmaktadır. Kararlı politikalar sayesinde sonuçta hedefe ulaşılmış ve İstanbul, ilk metrosuna kavuşmuştur. Tünel’in 17 Ocak 1875’teki açılış töreninde devleti temsilen katılanların başında Nafıa Nazırı Edhem Paşa gelmekteydi.
Osmanlı Devleti, XIX. yüzyılın ikinci yarısına damga vuran ve büyük çoğunluğu Avrupa menşeli ve merkezli olan uluslararası sergilerin neredeyse tümüne katılmakla aslında modern dünyada kendisinin de bir yerinin olduğunu kabul ettirmeye çalışmıştır. Bu sergiler arasında Osmanlı’nın en iyi hazırlandığı serginin başında 1873 Viyana Sergisi’nin gelmesi büyük oranda Edhem Paşa ve çocuklarının eseridir. Edhem Paşa, bu sergi için ayrıca iki prestij kitap da hazırlatmıştır ki, bunun daha önce benzer başka bir örneği yoktur. Bu iki kitaptan birisi “Usul-i Mimari-i Osmanî”; diğeri ise “Elbise-i Osmanîye”dir.
Edhem Paşa’nın hayatının son on beş yılına ait görevlerin neredeyse tamamı üst düzey siyasi görevlerdir. Bu yazının kapsamını fazlasıyla aşacağından dolayı bu görevlerin hiç birinin detayına burada girilmeyecektir. Sadece ana başlıklarıyla sıralayacak olursak, 1876-1893 aralığında Edhem Paşa Berlin Sefirliği, Şûrâ-yı Devlet Reisliği, Sadrazamlık (1877 yılı), Viyana Sefirliği ve Dahiliye Nazırlığı yapmıştır. Bu görevler Osmanlı Devleti’nin karmaşık bir döneminin çalkantılarıyla geçmiştir.
Her şeye rağmen Edhem Paşa, Sultan II. Abdülhamid’in en fazla güvendiği ve saygı gösterdiği devlet adamıdır. Dürüstlüğü, çalışkanlığı ve sadakati ile dikkat çeken Edhem Paşa’nın aynı zamanda son devir Osmanlı siyasetinin gerektirdiği olağanüstü sabırlı, alttan alan politik manevralara sahip olmadığı da bilinmektedir. Asabi bir mizaca sahip olduğu da sık sık dile getirilmiştir.
Son olarak, Edhem Paşa’nın önemli bir özelliği de Osmanlı’dan Cumhuriyete uzanan aydın bir aile mirası bırakmasıdır. Edhem Paşa’nın oğullarından Osman Hamdi Bey (1842-1910), en fazla bilinen kişi olsa da diğer iki kardeşi de son derece kıymetli ilim adamlarımızdandır. Bunlardan biri İsmail Galib Bey (1847 – 1895) Nümizmatik alanında öncü şahsiyetlerdendir. Ayrıca kendisi Yeni Mikyaslara Dair Risale adındaki eseriyle Avrupa’daki ölçü ve tartı aletlerinin daha 1870 başlarında tanınmasına ve kullanılmasına öncülük etmiştir.
Edhem Paşa’nın en küçük oğlu Halil Edhem Bey (1861 – 1938) Kimya, Jeoloji alanında dünya çapında bir eğitim görmüş ve Avrupa’da doktora seviyesinde eğitim yapmıştır. Çeşitli sahalarda çok sayıda eser kaleme alan Halil Edhem, bilhassa müzeciliğimizin gelişmesinde en önemli pay sahiplerinden birisi olarak dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak, Edhem Paşa’nın hayat hikâyesi trajik bir çocukluk devresinde kölelikle başlamasına rağmen Osmanlı Toplumu’nda orta ve hatta üst tabakadan birçok aile çocuklarının dahi kavuşamadığı imkânlar ve yükselişlerle devam etmiş bir hikâyedir. Namık Kemal’in “Tanesi ellişer kuruştan satılan Sakızlı kölelerden birisi” diye küçümsediği Edhem Paşa, sadrazamlığa kadar yükselmiş ve ardında eserler bırakmış bir devlet adamıdır.