(Hürriyet Gösteri Dergisi’nin Temmuz-Eylül 2009 tarihli nüshasında “Kıymet Bildiklerim” başlıklı köşede yayınlanmıştır.)
İdil Biret bilindiği üzere, üstün yetenekli çocuklar için özel olarak çıkarılan kanunla yurtdışında öğrenim gördü ve yıllardan bu yana yurtiçi ve yurtdışında sanatçı kişiliği ve virtüözitesiyle büyük beğeni topluyor. Biret ve Suna Kan için çıkan yasadan düne kadar faydalanan Gülsin Onay, Hüseyin Sermet, Burçin Büke gibi sanatçılarımız var. Maalesef kanun son yıllarda hiç kimse için uygulanmadı. Rafa kalkmış görünüyor. Bu kanunla öğrenim görenlerin ülkenin tanıtımına, sanatına ve kültürüne büyük katkısı, inkar edilemez. Bir uğraş ve sonuçları…
Bu sayıda “Kıymet Bildiklerim” bölümünü, Dr.Fuat Umay ve İdil Biret’e ayırmak, onların hikayeleri ile neyin kıymetini bildiğimi paylaşmak istiyorum.
Balkan Savaşı 29 Eylül 1913 Perşembe tarihinde sona ermiş, Batı Trakya, tüm Makedonya, Arnavutluk, Ege Adaları kaybedilmiş. Ortada birçok öksüz ve yetim peydahlanmış. Alışveriş azalmış ve yoksulluk çoğalmış. Kimsenin kimseyi düşünecek hali kalmamış. Doğma büyüme Kırklarelili bir doktor 30 Haziran 1921 Perşembe gününde, memleketinde Himaye-i Etfal Cemiyeti’ni, yani Çocuk Esirgeme Kurumu’nu kuruyor. Sonra Milli Mücadele’ye katılıyor.
12 Temmuz 1922’de işbaşı yapan Bakanlar Kurulu’nda Sağlık Bakanlığı’nı üstleniyor. Herkesin unuttuğu kimsesiz çocukları o unutmuyor ve Devlet hazinesinden beş kuruş çıkmadan, akılcı ve pratik çözümlerle kurumun geleceğini sağlayacak gelir kaynaklarını oluşturuyor. Türkler’in davetlisi olarak Gülcemal Vapuru ile 1923’ün başlarında Amerika’ya gidiyor, Türk bayraklı ilk geminin New York’a gelişi ile mücadeleyi dışarıdan izleyen yurttaşlar limana doluşuyor. Duygusal yoğunluk hiç düşmüyor. Çocukları, vatanı, çalışmalarını, amaçlarını anlatıyor. O hafta, kimsesiz çocuklar için 10.000 Dolar üstünde para toplanıyor. Gemi limandan ayrılırken, herkes gururla el sallıyor, ağlıyor. Kanun çıkacağı dönemde Mustafa Kemal ise; bu her engeli ince zekasıyla ve tatlı dili ile aşan adama, çocuklar için yaptıklarından dolayı bizzat kendisi bir soyad uygun buluyor: Umay…
11 Ocak 1946 Cuma günü Meclis Başkanlığı’na bir dilekçe sunuluyor. Ulus Gazetesi’nde hakkında yazı okuduğu başarılı bir çocuğunun geleceği için endişeleniliyor. Bakılıyor ki cevap gelmiyor. Aradan tam 22 ay geçtikten sonra konunun peşi bırakılmıyor. Başvuru yineleniyor ve Meclis Başkanlığı’ndan yazı Başbakanlığa yöneltiliyor. İçeriği 11 Kasım 1947 Cumartesi günkü Meclis Sözlü Soru Önergesi’nden güncel kelimelerle öğrenelim:
“11.1.1946 tarihinde Yüksek makamınıza sunduğum şu: (Ulus gazetesinde birkaç gündür yayınlanan yazılarda İdil Biret isminde beş yaşlarında bir kız çocuğunun müzikte harika olarak nitelenebilecek bir yetenek göstermekte olduğu en yetkin kimseler tarafından belirtilmektedir. Vatanımız için çok kıymetli bir varlık olacak olan bu yavrunun anasının babasının durumu ne olursa olsun, tam gelişimini başarabilmeleri olanaksızdır. Amerika’da bu gibi olağanüstü yaradılışlar için özel ve çok özen ile yetiştirme olanakları sağlanmış kurumlar vardır. Bu yavrunun orada yetiştirilmesini, zeka ve yeteneğini bilgili bir şekilde açılmasını ve gelişmesini Milli Eğitim Bakanımız temin edebilirler mi? Vatanımız için maddi ve manevi bir Hazine olacak olan bu emsalsiz yavrunun geleceği hakkında Milli Eğitim Bakanımız ne düşünüyorlar. Sözle cevap vermelerini ) önerge ile rica etmiştim.
Bakanlıkça yapılmış olan tetkikat sonunda inceleme sonunda gerçekten olağanüstü bir yeteneğe sahip olduğu uzmanlar tarafından da ittifak olarak ifade edilmiş olan İdil Biret’in özel ve çok özenli yetiştirilme olanakları vaad ettikleri gibi Milli Eğitim Bakanlığınca araştırılmış mudur ve netice ne olmuştur. Yurt için paha biçilmez bir kıymet olan bu yavru bir süre daha böyle ilgisizliğe uğramış bırakılırsa dehasının sönmesi ihtimali yok mudur? Sözle cevap verilmesini rica eder, saygılarımı sunarım. Kırklareli Milletvekili Dr.F.Umay…”
7 Temmuz 1948 Çarşamba günkü saat 17.50’de başlayan üçüncü oturumunda Meclis duvarlarında, İdil Biret’in adı Suna Kan ile birlikte çınlıyordu. Nereden nasıl bütçe çıkarılır, mevzuat nasıl olur. Bir milletvekili iş çıkarmıştı hükümetin başına, üstelik de peşini bırakmıyordu. Haklarında “Harika Çocuklar Yasası” çıksın mı çıkmasın mı diye tartışılırken, ceplerinden çıkan para gibi Devlet parasını düşünmeyen kimi vekiller, bu kez alaycı biçimde “böyle de kanun teklifi mi olur?” gibi ifadeler yüzleri kaplıyordu. “Numune Hastanesi’nde dört hasta aynı yatakta yatarken beş yaşındaki İdil’i Amerika’ya mı göndereceğiz? Ne imiş deha imiş! Ben açım yahu, bana piyano mu lazım? Suna da belki enişte getirir!” Dr.Kamil İdil, bu adımın geleceğini tasvir etmeye çalışıyor ve kanunun gerekliliğinden bahsediyordu. Sonra da, İdil Biret ile akraba olmadığını ispatlamaya gayret ediyordu. Uzağı göremeyen miyop gözlere, bu işin geleceğini anlatıyordu. Dr.Umay, sıranın ona geldiğini anlamış, söz istiyordu.
Saygun’un, Yönetken, Fenmen, Saltingon’un Biret ile ilgili tespitlerini aktarıyor, küçük kız çocuğunun boyundan büyük maharetlerini serin kanlılıkla açıklıyor, tasarıyı detaylandırıyordu. “Muhterem arkadaşlar! Bu gibi çocuklar asırlarda bir defa gelir!” Sıra komisyondan Suut Kemal Yetkin’e geliyordu. Yetkin; “keşke altı bin değil, altmış bin lira versek” diyor, Saygun’un Paris’te eseri çalındığında yurtdışında çıkan haberleri hatırlatıyordu. Emin Soysal söz alıyor, Türk Milleti bazında konunun önemini vurguluyor ve destekliyordu: “Türk milletinin sanat yeteneğini ispat edecek olan bu çocuğa vereceğimiz para helal olsun!” Sinan Tekelioğlu yeniden söz alıyor ve muhalefetini sürdürüyordu. Nihayet Sahir Kutluoğlu, dehaların toplumun ihtiyaç duyduğu zamanlarda ortaya çıktığını, karşı çıkanların belli ki tasarıyı tam okumadığını söylüyordu.
Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu, Hasan Ali Yücel’den devraldığı tasarının içerdiği riskten de bahsediyor, ama olumlu yönleri açıyor ve sözlerinin sonunda taahhütte bulunuyordu: “Ben bunların millet namına yetiştirilmesine çalışacağım.” Konuşmalardan sonra nihayet oylamaya geçiliyordu ve yasa son hali verilerek kabul ediliyordu. 1950’lerin başlarında öğrenim süreci başlıyordu. O gün, birkaç gazete haberinden adını duyduğu kız çocuğu ile bir emsalini daha yurtdışına öğrenime göndermeyi başaran 63 yaşındaki sakin ve her tanıyanın hakkını teslim edip saygı duyduğu bu değerli aydın, Ankara’daki eve girerken kapısını mutlulukla açıyordu.
Time Dergisi 6 Mayıs 1957 Pazartesi günkü sayısında, “Yetenekli Türkler İçin” başlıklı bir haber yayınlıyordu. Verda Erman, Hasan Kaptan’dan da bahsedilen haberde; “dört yaşındaki İdil Biret ve Suna Kan’ın 1948 tarihli bir kanunla Paris’e gönderildiği, 12 yaşındaki kemancı Kan’ın konservatuarın yıllık ödülünü kazandığını, İtalya ve Münih’te birer ödül kazandıktan sonra şimdi başarılı olarak yurduna döndüğü, piyanist Biret’in sadece çaldıklarındaki başarısıyla kalmadığını, kendi bestelerinin Fransız Ulusal Radyosu’nda yayınlandığını, bu başarıdan cesaret alan Türk Hükümeti’nin o yıl yeni 14 yeteneği yurtdışına göndermeye karar verdiğini” yazıyordu. Yedi yıl önce siyaseti bırakan 70 yaşındaki sakin ve her tanıyanın hakkını teslim edip saygı duyduğu bu değerli aydın, İstanbul’daki evine girerken kapısını daha mutlulukla açıyordu. Kapının üzerindeki zilde 10 harf yazılıydı: Dr. Fuat Umay…
Dr. Umay; 1963’te aramızdan ayrıldı. Türk Milleti adına okutulan sanatçılar Türkiye’de ve Dünya’da konserler veriyor, haklarında yalnızca makaleler değil, kitaplar kaleme alınıyor, yaptıkları kayıtlar en önemli mağazaların raflarında yerini buluyor. En önemlisi, onlardan sonraki nesiller, önlerindeki örneklerin yolundan kendi yollarını çiziyor.