Quantcast
Bergama’nın Efsanevi Kralı Herakles Oğlu Telefos – Belgesel Tarih

Yağan Ümit ÖZVERİ
Yağan Ümit  ÖZVERİ
Bergama’nın Efsanevi Kralı Herakles Oğlu Telefos
  • 12 Mart 2022 Cumartesi
  • +
  • -
  • Yağan Ümit ÖZVERİ /

Loading

Aşliy Servet ŞENGÜL
Yağan Ümit ÖZVERİ

TEŞEKKÜRLER

Bu çalışma sırasında;
Değerli yazar Ali Çurey ile Fahri Huvaj Adige dilinde; Atay Çeyişakar Aphaz dilinde; Orhan Kopsirgen  Aşuva dilinde; Muhittin Ünal, Erdin Ünal, Cihat Yağan Aşkharıva dilinde; Ali Bolat Çeçen dilinde; Tuncay Özveri Fransızca metinlere ulaşmamızda; Cengiz Gül ve Murat Duman Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı ile Kaf-Dav’ın kütüphanesine ulaşmamızı sağlayarak katkıda bulunmuşlardır.

Ali Çurey, Hasan Güleryüz, Bahattin Türk, Adnan Özveri ve Tuncay Özveri taslak metni okuyup eleştirerek katkı sunmuşlardır. Kendilerine teşekkür ediyoruz.

Efsaneye göre, zamanımızdan üç bin beş yüz yıl önce şimdiki Mora yarımadasında bulunan Tegeya (Tegeia) adlı şehirde Aleos adlı bir kral bulunmaktadır. Bu kralın Athena Tapınağı’nda rahibelik yapan güzel kızı Auge, ülkelerine konuk olarak gelen yiğitler yiğidi Herakles’e âşık olur. Gelin görün ki onların evlenmelerinin mümkünü yoktur. Çünkü rahibe olurken hep bakire kalacağına dair yemin etmiştir, bu yemini bozanlar ölümle cezalandırılır. Bu nedenle sevgilisiyle gizlice buluşur ve hamile kalır. Vakti zamanı gelince de bebeğini gizlice doğurur ve ormandaki bir ağacın kovuğuna bırakır.

Bir insan bir suç işler de o suç hiç gizli kalır mı? Auge’nin işlediği suç da gizli kalmaz. Haber kulaktan kulağa yayılır ve sonunda kral Aleos duyar. Haberi duyan Aleos, köpürür küplere biner. Kızını yakalayıp bir sandığın içine koydurur, sandığı kapatıp çiviletir ve denize attırır.

Ama sandık batmaz, günler geceler boyunca denizde yüzen sandığı dalgalar Anadolu’ya, Misya (Mysia) ülkesinin kıyılarına, şimdi Bakırçay denilen, eski Kaykos nehrinin aktığı Çandarlı Körfezi’ne sürüklerler. Kıyıya vuran sandığı, oralarda oyun oynayan küçük çocuklar görürler. Koşup sandığı açarlar, içinde güzeller güzeli bir kızın baygın olarak yattığını görüce de çok şaşırır ve büyüklerine haber verirler.

Misya kralı Totras (Teuthras), bu güzel kızı sarayına getirtir. Onun ilginç öyküsünü dinlerken gençliğini ve yaptığı hataları hatırlar, yüreğine acılar dolar, gözleri yaşarır, Auge’nin sevgiyle yüzüne bakar, yanına oturtur, “Hata yapmayan insan olmaz” der. “Senin yaptığın hata bile sayılmaz. Sen sevginin kurbanısın. Seni günahlarından arındırmak için ayinler yapacağım. Tanrılara kurbanlar kesip dualar edeceğim. Tanrılar da affedeceklerdir seni.”

Totras’ın sözleri, korku, acı ve sevinci saniyeler içinde doldurup boşaltan Auge’nin yüreğine umut olursa da inanamaz duyduklarına. “Gönlü yüce kralım, size çok teşekkür ediyorum,” der. “Size inanmayı, tanrıların affına kavuşmayı elbette çok isterim. Ama benim suçum çok büyük. Tanrıların beni affedeceğini hiç ummuyorum.”

“Umudunu hiç kesmemelisin,” der Totras kendinden emin bir sesle. “Yaptığı hataların farkına varanları, samimi olarak pişman olanları her zaman affeder yüce tanrılar. Bunu kendi yaşamımdan biliyorum. Ben de büyük bir günahkârdım gençliğimde. Çok zalim bir prenstim.  Merhamet nedir bilmez, kötülük yapmaktan zevk alır, tanrılara bile meydan okurdum. Bir gün Misya dağlarında av yaparken, karşıma çıkan bir yaban domuzu insan gibi konuşarak benden merhamet diledi. “Bana merhamet et ey prens,” dedi. “Benim canımı bağışla. Yavrularım daha küçük, ben olmazsam onlar da ölür.”

Cevap olarak bir ok gönderdim. Yaralanan hayvan, koşup Artemis tapınağına sığındı. Onu takip ederek tapınağın kapısına dayandım. Beni karşılayan rahibeler, “Bu hayvan tapınağa sığındı,” dediler.   “Artık onun canı bize emanettir. Artık ona dokunamazsın.” Ama ben onları dinlemedim. Yaban domuzunu tapınakta öldürdüm. O zaman çılgına döndü tanrıça Artemis, ceza olarak aklımı başımdan aldı. Bununla da yetinmeyerek, cüzzam hastalığına yakalandım.

O günleri pek bilmem, aklım bir gider bir gelirmiş. Saraydan kaçıp dağlarda yaşar olmuşum. Benimle konuşan tek bir insan bile kalmamış. Bir tek annem Lisippe sahip çıkmış. Kâhinlere başvurmuş annem, tanrılara kurbanlar sunmuş dualar etmiş, sonunda Artemis’in öfkesini dindirmeyi başarmış ve sağlığıma kavuşmuşum.

Tanrılar günahlarımı bağışlayınca bambaşka bir insan oldum.  O günden sonra canlıları koruyor, yoksullara yardım ediyor, konuklara hürmette kusur etmiyor, tanrılara kurbanlar sunuyor, adaklarda bulunuyorum. Hakkı ve adaleti sağlamaya çalışıyorum.

Beni affeden tanrılar,  pişmanlığını görürlerse seni de affedeceklerdir. Esasen seni, denizlerin tanrısı Poseidon koruyup kollamış. Eğer Poseidon koruyup kollamasaydı, çoktan kaybolup gitmiştin denizin derinliklerinde. Ben seni, Poseidon’un bana gönderdiği bir armağan olarak görüyorum. Benim görevim sana sahip çıkmaktır. Bundan böyle, sen benim kızımsın. Sarayımda prensesler gibi yaşayacaksın. Onların sahip olduğu her hakka sahip olacaksın.”

“Ama bebeğim… Ancak bir kez süt verebildiğim o suçsuz yavrum.”

“Hiç korkma…! Yüreğini ferah tut. Onu da koruyacaktır yüce tanrılar…”

O günden sonra Auge, Misya kralı Totras’ın kızı olarak anılır. Totras’ın başka çocuğu da olmadığından krallığın mirasçısı olur.

Auge, Totras’ın sarayında yaşayadursun, biz gelelim onun ormanda bıraktığı bebeğe…

O küçük bebeğe bir dişi geyik annelik yapmaya başlar. Anne geyiğin tanrısal sütlerini içen küçük bebek, semirdikçe semirir, güçlendikçe güçlenir. Onun çevresinde geyik yavruları koşuşur, tavşanlar cirit atar, sincaplar zıplar, kuşlar cıvıldaşır, kelebekler uçuşur; küçük çocuk da bunları dinleyip tatlı tatlı gülerek yaşarken, ormana gelen iki çoban olanları şaşkınlıkla seyretmeye başlarlar. Dişi geyiğin çocuğa annelik yaptığını görünce, “Bu işte tanrıların parmağı var. Bu çocuğu tanrılar koruyor” diye düşünürler. Günlerce oradan ayrılamazlar.

Çobanları gören anne geyik, çocuğu bırakıp gider. Anne geyiğin geri dönmediğini gören çobanlar, çocuğun yanına koşarlar, onu alıp kralları Koritos’a (Korytos) götürürler. Çobanları dinleyen Koritos’un yüzü güler, gönlünde çiçekler açar, çobanları bahşişe boğar. “Belli ki bu çocuk tanrısal bir armağandır,” der. “Zaten geyikler kutlu varlıklardır. Atalarımızın yol göstericileridir. Bu çocuğun annesi dişi geyik, babası benim. Onun için bu çocuğa, “büyük geyik çocuğu” anlamında “Telefos” (Telephos) adını takıyorum. Bundan sonra böyle anılacak, sarayımda bir prens olarak yaşayacak,” diyerek bağrına basar.

Kral Koritos’un sarayında büyüyen Telefos, bir gün av yaparken, karşısına çıkan iki adamı kazayla öldürür. Öldürdüğü adamların dayıları olduğunu anlayınca da yıkılır. Bu olaydan sonra, gerçek babasının Herakles, annesinin Auge olduğunu anlar; annesinin yaşayıp yaşamadığını merak ederek aramaya başlar. Danıştığı bir kâhin Misya ülkesine gitmesini öğütler.

Hemen yola çıkan Telefos, çok geçmeden Misya ülkesine ulaşır ve annesinin karaya çıktığı yerde, şimdiki Çandarlı Körfezi’nde karaya ayak basar ve bir savaşla karşılaşır. Savaşanlardan birinin Misya kralı Totras olduğunu anlar ve ona yardıma koşar. Hiç tanımadığı genç savaşçı Telefos’un yardımıyla düşmanlarını yenen kral Totras, savaştan sonra, geç savaşçıya teşekkür eder. Onun denizin karşı tarafından olduğunu ve Anadolu’ya yeni geldiğini öğrenince, “Sen uğurlu bir adamsın,” der, “tam zamanında geldin, bana yardım ederek düşmanlarımı yenmemi sağladın. Ben de sana teşekkür ediyor, minnettarlığımı göstermek ve borcumu ödemek için, seni güzel kızım ile evlendirmek istiyorum. Eğer kabul edersen, düğün hazırlıklarına hemen başlarız.”

Telefos, bu öneriyi kabul ettiğinden düğün hazırlıkları hemen başlar ve birkaç gün sonra, Auge ile Telefos, başka deyişle, birbirlerini tanımayan anne ile oğlu, gerdek odasına girerler. Ama onların karı-koca olmalarına, her şeyi bilen tanrılar izin vermezler. Onlar tam gerdeğe girecekleri sırada, tanrılar tarafından gönderilen kocaman bir yılan aralarına girer ve birleşmelerine engel olur. Yılanı gören Auge ile Telefos, birbirlerinin yüzüne şaşkınlıkla bakarlar. Her ikisinin de aklına, tanrıların bu ilişkiyi istemedikleri gelir.

İlk konuşan Telefos olur. “Belli ki tanrılar istemez bizim karı koca olmamızı. Söyle, ey kadın, kimsin sen?  Haşmetli ve adil tanrılar, neden karşı çıkarlar evlenmemize?”

O zaman Auge, acıyla hıçkırarak, “Senin hiçbir suçun yok,” diye söylenir. “Bütün suç bende. Ben bir günahkârım. Evlenmesi yasak olan bir rahibeyim. Athena Tapınağı’nda rahibelik yaparken, Herakles’e âşık olarak onunla birlikte oldum. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğuma da annelik yapamadım, zavallı küçük yavrumu ancak bir kez emzirdikten sonra, gözyaşları içinde ormana bıraktım.”

Bu sözleri duyan Telefos, koşup sarılır annesine.  “Ben senin oğlunum,” der fısıltılı bir sesle. “Beni ormanda tanrısal geyik anne besledi ve tanrıların izniyle sana kavuştum. Bizi koruyan tanrılar, anne-oğul olduğumuz için, tanrısal yılanı göndererek engel oldular evlenmemize.”

Birbirlerine kavuşan anne ile oğlu, sarılıp ağlaşırlar, hasret giderirler. Bir daha da ayrılmazlar birbirlerinden.

Onların anne-oğul olduğunu öğrenen Totras da çok sevinir, Telefos’u oğlu gibi bağrına basar. Onu, Troya kralı Priyamos’un kızı Laodike ile evlendirir. Totras ölünce de Telefos Misya kralı olur.

Troya’ya savaş açan Akalar, Troya’ya yardım etmesini önlemek için ilk önce Misya ülkesine saldırırlar. Ama Telefos, onları karşılar ve yiğitçe savaşır.  Güzellikte Helena’yı da geçtiği söylenen ve Telefos’un karısı olan Hiyera (Hiera) ( Laodike ve Astyokhe olarak da bilinir) da bu savaşta, Misyalı kadınların başına geçer ve aslanlar gibi savaşır. Sonunda Akalar yenilip çekilmeye başlarlar. Bu çekiliş sırasında Telefos, Ahileus’un fırlattığı bir mızrakla kalçasından yaralanır

Misya’da Telefos’a yenilen Akalar bir türlü kendilerini toparlayamaz, sekiz yıl kadar Anadolu kıyılarına uğrayamazlar. Sekiz yıl sonra tekrar harekete geçerler ama tanrıça Afrodit zihinlerini bulandırdığından Troya’ya giden yolu bir türlü bulamazlar, yolu bilen birini aramaya başlarlar.

Bu süre boyunca Telefos’un kalçasındaki yara da bir türlü iyileşmemiş, hatta daha kötüye gitmeye başlamıştır.  Apollon kâhini yaranın ancak yaralayan kişi tarafından iyileştirilebileceğini söyler. Çaresiz kalan Telefos da bir dilenci kılığına girerek Ahileus’un yanına gider, kendisini tanıtarak yarasını iyileştirmesini ister. Ahilleus fırsatı kaçırmaz, Troya’ya kadar kendilerine rehberlik yapacak olursa ve Troya savaşına katılmazsa, yarasını iyileştireceğini söyler. Telefos, Troya savaşına katılmamayı kabul ederse de onlara rehberlik yapmayı reddeder. Sonuçta Troya savaşına katılmaması ve yolu tarif etmesi şartıyla anlaşırlar. Bunun üzerine Ahilleus, mızrağındaki pası kazıyarak yaraya basar ve Telefos’u sağlığına kavuşturur.

Telefos, sözünü tutarak Akalara Troya’ya giden yolu tarif eder. Kendisi de Troya savaşına doğrudan katılmaz, ama oğlu Evripilos (Eurypilos) komutasında bir orduyu Troya’ya göndererek Troyalılara yardım eder.

Efsaneye göre Anadolulular, Telefos ve Laodike’nin (Hiera) diğer iki oğlu Tarkon (Tarkhon) ve Tirsenos (Tyrsenos) liderliğinde İtalya’ya göçmüşlerdir ki, bunlar Etrüsklerdir.

AÇIKLAMALAR

Bu çalışmanın amacı yalnızca efsaneyi aktarmak ve kökenini göstermektir. Efsanede geçen adların anlamını ve kökenini araştırmak, bu çalışmanın amacını çok aşmaktadır. Bu çok daha kapsamlı bir çalışmayı gerektirir. Bir dildeki yabancı sözcükleri bulmanın genel kabul gören bir yöntemi de bulunmamaktadır. Yabancı dilden ödünç alınan sözcükler yeni dilde ekler alarak, ses değişikliklerine uğrayarak saklanırlar ve yüzlerce yıl kullanıldığından o dilin malı gibi olurlar. Ancak yine de, dilin genel yapısına ve sistematiğine uymadıklarından fark edilirler. Yunan dili ve mitolojisindeki tanrı ve kahramanların adlarının çoğunluğu bu türdendir.

Birbirine yabancı iki dildeki sözcükler arasında rastlantısal ses benzerliği olabilir, benzerliğin rastlantısal olup olmadığını anlamak için anlama bakmak gerekir, çünkü hem ses hem de anlamın benzeşmesi çok zayıf bir olasılıktır. Aynı şekilde, cümle ve sözcük dizileri (tamlamalar) ve bileşik sözcüklerin tesadüfen benzeşme olanağı çok az, hatta hiç yoktur. Bu nedenle bu çalışmada, daha çok anlamlarını net şekilde belirleyebildiğimiz bileşik sözcükler ve tamlamalar üzerinde durulmuş, doğruluğundan emin olunsa da ayrıntılı köken açıklamaları yapmaktan kaçınılmıştır.

1.-Bilim adamlarına göre, bu efsane Anadolu’ya denizci bir halk tarafından yapılan gerçek bir saldırıyla ilgilidir.

Andrev Dalby’e göre, Odysseya’da “Keteioi” denilen ve Telefos’un oğlu Evrypylos’un komutanlığında Troya müttefiki olarak Troya Savaşı’na katılan halksa Hitit bağımlısıdır:

            “Bu hikâye, MÖ 1410 civarında, Hitit kralı 1. Tudhaliya’nın yıllık kayıtlarında kısaca bahsedilen gerçek bir olayla örtüşebilir. Kral, Seha Nehri topraklarındaki, Manapadatta isimli bir bağlı krala boyun eğdirmek için batıya doğru ilerler. Hititlerce bu isimle bilinen krallık, Arzawa’nın kuzeyine doğru uzanmaktadır. Hermos (modern ismiyle Gediz) vadisinin merkezinde konumlanmıştır ve Kaikos vadisini de içine alacak bir şekilde kuzeye doğru uzanmıştır; her halükarda Wilusa krallığıyla ya da Troya’yla sınır komşusudur. Toprakları, İlyada’da Meiones dediklerine denk gelmektedir. Yıllık tutulan kayıtlara, Tudhaliya yaklaşınca, “Ahhiyawa kralının çekildiği” yazılmıştır; bu durum belki de Ahhiyawa’nın direnme hareketi içine girdiğine ama Hititlerle doğrudan bir yüzleşme riskinden çekindiğine işaret etmektedir. Klasik Hitit coğrafyası keşiflerinde, John Garstang ve O.R. Gurney, Seha Nehri’nin Kaikos vadisini kapsadığını öne sürmüş ve bu olay ile Troya efsanesinin muhtemel bağlantısına da dikkat çekmişlerdir.” (Dalby, s. 111)

Ünal’a göre de “Ketei’lerin pekâlâ Troya savaşlarına katılmış bir Hitit kabilesi oldukları akla gelebilir. “ (Ünal, Kitap 1, s.35)

Halikarnas Balıkçısı da aynı konuya değinir:

“Homer “İlyada”sında , “keteians” diyerek, Hititlerden söz eder. Bu, Hititlerin eski adları olan Hatti’den bozmadır. Ancak buradaki “h”, “k” gibi telaffuz edilir. Homer, Keteianları, Apollon Smentheus’a tapan Pelajlar olarak kabul eder. Amazonlar ya da Hititler, Troya çevresinde yerleşip, Troya savaşında Troyalıların tarafını tuttular. Amazon kraliçesi Pentesiyela Akhilleus tarafından öldürüldü. Bır Amazon olarak Pentesileya, bir Hititli idi. Keteyos ırmağı, adını Keteianlardan yani Hattilerden alır.” (Halikarnas Balıkçısı, s.56)

İlyada’da “Maionia”lılar olarak anılan halk daha sonraki Lidyalılardır.  Homeros, “Lidya” adını bilmez. Halka “Maion”, ülkeye “Maionia” der.  (İlyada,  ıı 864-866, x 431; Strabon, s. 67-156-247) Esasen, Homeros’un babasının adı da “Maion”dur.  (Homeros, 1984-8) Maion, bölgedeki halka adını veren ve ana tanrıça kybele’nin eşi olan kahramanın da adıdır. (Demir, s.78-79) Homeros’un babasının adının “Maion/Mağan/Maan” olması, onun doğrudan doğruya bu kurucu efsanevi atanın çocuğu olduğu anlamına gelmez. Soy toplumlarında bu efsanevi atalar hep anılır, bu atanın adlandırdığı soydan olan ve yüzlerce yıl sonra doğan çocuklar da aynı efsanevi atanın çocuğu olarak kabul edilirler. Bu durumu MÖ 13.-12. Yüzyıllara tarihlendirilen Maykop yazıtında adı okunan kral Saulak hakkında şu saptamayı yapmaktadır: “Kolhida’da Ayetlerin neslinden kral Saulak hüküm sürüyordu. Kendi atasından her ne kadar 12 yüzyıllık bir zaman aralığı bulunsa da kral Saulak kendini Ayet’in neslinden sayıyordu. Kendini Maranı’nın (Güneş tanrı) kuşağından ve aralarında en azından 6-7 yüzyıllık bir zaman farkı olan Aya kalesinin sahibi bir kral olarak görüyordu. Gelenek böyledir.” (Turçanınov, s.184)

Maion/Maan halkının Lydialılar olarak anılmaya başlamaları, Homeros’tan çok sonradır. Herodotos, Klio-1-7’de, Maionia kralı Atys oğlu Lydos’un “eskiden Maionia’lılar denen halka kendi adını vermiş olduğunu”, bundan sonra halka “Lidyalılar” denilmeye başlandığını belirtmektedir.

Hititler döneminde Arzava ve Seha Nehri bölgesindeki ülkelerde (M)asturi, Piyamaradu, Tarhunndaradu, Manapa-Kurunda, Kupanda-Kurunda, Atpa, Manapa-Tarhunt (Manapa-Tarhundaş), Manapa-Datta (Manapa-Dattaş) ve Madduvattas adlı kişilerin krallık yaptıkları anlaşılmaktadır. (Ünal, 2003 s.19; Kınal, s.121; Umar, 1999, s.134; Dalby, s.111; Gurney, s.49)

Milawanda kralı olan Piyamaradu, büyük Hİtit kralı Muvattali zamanında (1290-1272)  Ahhiyawa (Akha) krallığının desteğini alarak Troya’yı yağmalamış, Lazpa (Lesbos) Adasını fethetmiştir. (Brandau ve diğerleri, s.92)

Hititler döneminde bu bölgede Santaş/Sandaş, Tarhunta/Tarhunda, Dattaş ve Kubaba adlı tanrılara tapılıyordu. Fırtına tanrısı olan Dattaş, “Dattaşa” kentinin baş tanrısıydı, bu tanrıya Hititler de tapıyorlardı. (Kınal, 1991-209)

2.-Hitit Belgelerindeki Kral Adları ve Abaza/Abhaz Dili

Hitit metinlerinde görülen “Manapa” ön adlı kralların adları Abhaz/Abaza dilinde güvenle açıklanabilir.

Abhaz ve Abazalarda Mağan/Maan adlı bir klan bulunmaktadır. (Büyüka, s.11-228-232) Bu klanın adıyla, Anadolu’da görülen “Maion/Meon/Mean/Meen/Men” adları tam bir uyum içindedir.  Adige ve Abhaz/Abaza (Aşuva) dillerinde şahıslar önce klan adı, daha sonra şahıs adı söylenerek anılır. Bu dilde Mana-pa, “Mana-oğlu” anlamına gelir.

“Data/Tata/Tıta/Dadaş/Tataş/Dadın/dedeş/Duda/Dadu” gibi sözcükler Adige-Abaza dillerinde halen kullanılan şahıs adlarıdır. (Çurey, s. 40-44) Büyük baba anlamındaki sözcük Adige dilinde “Dada/Tete”; Çeçen dilinde “Daade”; Abhaz dilinde Abdu; Abaza/Aşuva dilinde Abadu biçimindedir. Abaza/Aşkharıva dilinde büyük dedeye, (Abdu’nun babasına) “Dada” denilir. “Dadaş/Tataş” adını Abhazya kralları ad olarak kullanmışlardır. (Büyüka, 1986-286)

Mana-pa- datta; halen konuşulan Abhaz/Abaza dilinde “Mana oğlu Datta” anlamına gelir. Mana-(y)i-pa-datta; “Mana’nın oğlu Datta” anlamındadır. “Dada”, aynı zamanda arkaik dönemde bölgede yaşayan halkın baş tanrısının adlarından biridir. (Umar, TTA, s.192)  Hurri kökenli adı “Teşup”, Hatti kökenli adı “Taru” olan Hitit baş tanrısının diğer adı da “Adad” idi. (Ünal, 2005-46) Adad, Anadolu’ya Suriye’den gelmiştir, Hurri kökenlidir. Suriye’de Adad, Hadad, Haman adıyla da tapılır. (Eyuboğlu, s.379)  Abhaz, Aşuva ve Aşkharıva dillerinde “yüce” anlamında “ha” sözcüğü bulunduğu gibi, sözcüklerin başına gelerek “bizim” anlamı veren “ha-“ ön eki de bulunmaktadır. (Büyüka, 1993-25)

Aktardığımız efsanede görülen ve efsanevi Etrüsk göçüne önderlik ettiği belirtilen Telephos oğlu “Tarkon” ile Mana-pa Tarhunt arasında tam bir uyum bulunmaktadır.  Etrüsk özel ismi “Mean” , Etrüsk tanrıçası “Mania/Manya”  ve Manya’nın eşi tanrı “Mantus” un (Yves Bonnefoy, s.165) adları ile Hitit belgelerindeki “Manapa”; Abaza/Abhaz dillerindeki Mana/Maan/Mağan” (Maan-pa/Maan-ipa) adları arasındaki uyum da tamdır.

Hitit belgelerinde Milavanda/Miletos kralı olarak görülen “Piyamaradu”nun adı da Abaza diliyle açıklanabilmektedir. “Bıya” adlı bir Abhaz klanı bulunmaktadır.   Halen konuşulan Abaza dilinde “Mara-du” sözcüğü, “büyük güneş” anlamına gelmektedir. Öyle görülüyor ki, Abhaz/Abaza dili, “Pıya/Bıya” klan adını ve “güneş anlamında “mara”, büyük anlamında “du” sözcüğünü, binlerce yıl hiç değiştirmeden koruyabilmiştir. “Bıya-Mara-du” adı, Sid Hasan örneğinde görüldüğü gibi, Adige-Abhaz geleneğine uygun bir addır. Bu dillerde, bireyler tanıtılırken geleneksel olarak önce klan, daha sonra şahıs adları söylenir.

Fritz Schachremeyr’e göre, Anadolu ve Ege Denizi yöresinde, Balkanlarda ve bitişik bölgelerde Hint-Avrupalılardan önce yaşamış, Hint-Avrupa ve Sami olmayan bir dil konuşan yüksek kültürlü eski uluslar ve diller topluluğu bulunuyordu. Schachremeyr’in “Egeli Dil ve Kültür” olarak nitelediği Anadolu kökenli bu dil ve kültür, yine Schacremeyr’e göre bölgeye daha sonra gelen Hint-Avrupa kökenli göçmenlerin dilleriyle etkileşim içine girmiş, böylelikle Luwi dili, Hitit dili, Lykia dili, Helen dili, Illyria dili gibi kırma diller oluşmuştur. Hitit belgelerindeki sözcüklerle halen konuşulan Abaza/Abhaz dili arasındaki tam uyum, Schachremeyr’in tezini doğruladığı gibi; eski Anadolu dillerini Kuzeybatı Kafkas (Adige-Abaza-Ubıkh) ve Kuzeydoğu Kafkas (Çeçen-Dağıstan vb.) dilleriyle ilişkilendiren çok sayıda yazarın görüşlerini de doğrulamaktadır. (Umar, 1982-292; Dolukhanov, s.484; Gurney, s.106-108)

Adige-Abaza dilinde halen yaşayan bileşik sözcüklerin hiç değişmeden ya da çok az değişiklikle Hitit belgelerinde görülmesinin nedenini ise Rus bilgini filolog Turçanınov’un tezi açıklamaktadır.  Maykop Kurganı resim yazısını Aşuva dilinde okuyan Turçanınov, Abhaz dilinin yapısındaki sistemin değişime karşı çok direngen olması nedeniyle bu okumanın mümkün olduğunu belirtmekte, “Dil sisteminin devamlılığı ve değişmezliği tezini” ileri sürmektedir. (Turçanınov, s.45-49)

3.-Manapa-Kurunda ve Kupanda-Kurunda

Yukarıdaki söz dizilerinin Abaza/Aşuva-Abhaz dillerinde tahlilleri ve anlamlandırılması bu çalışmanın sınırlarını çok aşar. O nedenle bu konudaki görüşlerimizi saklı tutarak, anlam çalışması yapmadan “RUNDA” sözcüğü üzerinde durmak istiyoruz.

“Mana-pa  ku-RUNDA ve Kupa-anda  ku-RUNDA” söz dizilerindeki “RUNDA”,  büyük olasılıkla Alacahöyük’te buluntulardan tanıdığımız Hatti kökenli geyik tanrının adı olmalıdır. (Eyuboğlu, s. 432) Bu tanrı hakkında fazla bir şey bilinmez.

Horoztepe ve Alacahöyük’te boğa ve geyik heykelleri ile güneş kursları bulunmuştur. “MÖ 3. Binde Anadolu’da boğa ve geyik kültü çok yaygındı, zoomorf bir din anlayışı vardı. Yani insanlar hayvan biçimli tanrılara tapıyorlardı.” ( Alp, 2011:6-7; Akurgal, 2021:183) Alacahöyük’teki geyik figürünün, Maykop’taki geyik figürü ve Sümer’in Kiş kentindeki geyik kabartmalarıyla ilişkili oldukları kabul edilmektedir. Ayrıca Alacahöyük buluntularıyla Ur kral mezarlarındaki buluntular arasında hep ilişki kurulmuştur. (Kınal, s.43-51-55)

Hitit çağında geyik ve boğa tapımı evrim geçirmiş, zoomorf din anlayışı, Hitit panteonunda ortadan kalkmış, ancak “boğa ve geyik önemini korumuş, insan biçimli tanrıların hayvanı olmuştur. Hitit çağına ait sanat eserleri arasındaki gümüşten geyik ritonu” bunun kanıtıdır. (Alp, 2011:8-10)

Anadolu’da geyik tanrı tapımı çok eskiydi ve Hattilere aitti. Hitit panteonunda geyik tanrı yoktu. Alacahöyük-Hatti kökenli bu tanrıya Hint-Avrupalı Hititler hiçbir zaman tapmadılar; öyle görülüyor ki, Hatti kökenli halklarda bu tapım, Hititler döneminde evrim geçirerek kutsal hayvana dönüştü. Hitit kökenli olmayan yerel halksa kendi yerleşim merkezlerinde tapımı sürdürdü. Hatti kökenli Batı Anadolu halkı Aşuvaların (“Arzava” siyasi oluşumun adıdır, halkın bağlı olduğu kabile Aşuva’dır) da insan biçimli tanrılarla birlikte bu tapımı da sürdürdükleri anlaşılmaktadır.  Hitit metinlerindeki “Manapa ku-RUNDA ve Kupanda ku-RUNDA” adları bunu kanıtlamaktadır.

Arzava ve Aşuva krallarının taşıdıkları Hint-Avrupa dilinden olmayan adlar, Orta Anadolu’yu istila eden Hititlerin aksine, Batı Anadolu’yu istila eden Hint-Avrupalı Luwilerin bu bölgedeki yerli kültürü ve dili ortadan kaldıramadığının kanıtıdır.  Diğer yandan Alacahöyük buluntuları MÖ 2300 yıllarına tarihlendirilir. Yukarıda adları belirtilen Hitit metinlerindeki Batı Anadolu krallarıysa MÖ 1400-1250 yılarına tarihlendirilmektedir, arada yaklaşık 900-1000 yıl fark vardır. Arzava kral adlarında geyik tanrının adının görülmesi, bin yıl kadar geyik tanrı inancının bu bölgede Aşuva halkı arasında yaşatıldığını ve bu halkın Batı Anadolu kökenini gösterir.

Alacahöyük’ün MÖ 2300 civarında Anadolu’ya saldıran Hint-Avrupalı göçmenlerce yakılıp yıkılmasından sonra, bölgede yaşayan Hatti-Hurri kökenli halklardan bir bölümünün güneybatıya doğru göç ederek Afyon’dan itibaren Menderes-Gediz vadisini ve Truva kentine kadar Batı Anadolu’yu yurt tutmuş olmaları güçlü bir olasılık olarak görülmektedir. (Stone, s. 74; Melchert, s. 44-46-248) Filologlar tarafından Ephesos/Apasa kentiyle ilişkilendirilen ve “Abaza” etnik adıyla çakışan (Bolvadin yakınlarındaki Abbasos, Bergama yakınlarındaki Abbou Kome, İlyada’da (11 826) anılan, şimdiki Lapseki yakınlarında bulunan Apaisos v.b) kent adları şimdiki kuzeybatı Kafkasya halklarının ataları olan Arzava ve Aşuva krallarının Hititler döneminde bu bölgede yaşadıklarını gösteren kanıtlardır. (Umar, TTA, s.10-81)

Peki, ama “Runda” adlı geyik tanrının adını taşıyan Arzava kralları Alacahöyük kökenli miydi? Büyük olasılıkla evet. Ama yine de kesin bir şey söylenemez. Lengüistik kanıt varsa da arkeolojik kanıt yoktur. Bu bölgedeki hiçbir yerleşimde güneş kursları ve geyik figürünleri bulunamamıştır.

Alacahöyük ve Horoztepe boğa ve geyik heykelcikleri, çok doğru biçimde ittifakla totem inancının kanıtı olarak kabul edilmektedir. (Kınal, s.51) Totemler, kan bağına dayalı soy örgütlenmeleri olan klanların taptıkları ve soyundan türediklerine inandıkları sihirli varlıklardır.  Klanlar, bu efsanevi totem ataların büyüsel adlarıyla anılırlar. (Thomson, 1983:46-50; Morgan, 1986:134-145-374) Klanlarının üç temel özelliği bulunur:

a.Klan adını taşıyan herkesin ortak bir atadan geldiklerine ve kardeş olduklarına inanmaları,
b.Ortak büyüsel bir ada ve simgeye sahip olmaları,
c.Kardeş olmaları nedeniyle klan üyelerinin birbirleriyle evlenmelerinin yasak olması.

Bu üç temel özellik, çağımızdaki Çerkes toplumlarında halen sürdürülür. Bu da totem inancının ve klan sisteminin Çerkeslerde (Adige-Abaza ve Ubıkhlar) ne kadar köklü olduğunu gösterir. Öyle görülüyor ki “Hititlerin bin tanrısı” nın hiçbiri Hitit tanrısı değildi. Bunlar, Hititlerle köken birliği olmayan Anadolu’nun yerli halkı Hatti klanlarının totem tanrılarıydı.

İlk totemler, genellikle bitki ya da hayvandı. Kınal’ın da belirttiği gibi, “Mısırda ve Mezopotamya’da olduğu gibi, Anadolu’da da hayvanlara tapılmıştı.” Ancak zamanla hayvan ve bitki tapımları ortadan kalktı, bu totemler sihirli güçleri olan varlıklara dönüştüler. Asıl köken unutulsa da klanlar sihirli adlarını hiç unutmadılar ve simgelerini de hep korudular. Bu adları gök cisimlerine, dağlara, nehirlere ve insan atalara takarak soy mitolojilerinde yeni düzenlemeler yaptılar. (Smith, s.48)

4.-Misya (Mysia) Ülkesi

Misya bölgesinin, Hitit metin metinlerindeki adı Masa’dır. Bu iki ad eşitlenmektedir.  Hititler Masa halkıyla çeşitli dönemlerde savaşmışlardır. (Ünal, Kitap 1, s. 114, 137, 186)

Masa halkının, Hitit öncesi Hatti halkıyla ilişkisini belgeleyen çok ilginç bir ayinle de Hitit sonbahar bayramında karşılaşıyoruz. Bu bayramda “Hatti adamları” ve “Masa adamları” denilen iki grup savaşmak üzere karşılaşırlar. Masa adamlarının elinde kamış silahlar, Hatti adamlarının elinde tunç silahlar vardır. Sonuçta Hatti adamları Masa adamlarını yenerek esir edip tanrıya sunarlar. (Ardzinba, s. 102) Çeşitli efsanelerde Masa halkı, Lidyalıların efsanevi atası tanrı Men/Manes ve onun türevi olan “Masnes”  (veya Masdnes) ile ilişkilendirilmektedir. (Demir, s.79-80)

Masa, Mışa, Maza, Mas adlarını taşıyan Adige-abaza klanları halen yaşamaktadır. Aşuva kabilesine bağlı arkaik Meşeko kabilesi Kafkasya’da Maykop Kurganı civarında Turçaninov tarafından tespit etmiştir. (Turçaninov, s.39)

Maza, Adige dilinde; (A)mza, Abhaz dilinde; (A) mız, Aşkharıva/Aşuva dilinde “ay” anlamına gelir. “ “Mez” sözcüğü Adige dilinde “orman”; “Mışa” sözcüğü “ayı”; “Meş” sözcüğü “ekin” anlamında kullanılır. “Mış/Amış” sözcüğü, Aşuva/Aşkharıva dilinde “gün, ışık, uğur”, mecazi anlamda da güneş anlamında kullanılır. “Maşa/Mışı/Mış” sözcüğü Apsuva dilinde de “gün, gün ışığı, gün ısısı” anlamlarına gelir. (Büyüka, 1971-111) Aşuva/Aşkharıva dilinde “ayı” sözcüğü, Amşa/Amış/Amşe/Amş”; Apsuva dilinde “Amşu” biçimlerinde söylenir. (Ankuab, s.167)

5.-Aleos 

“Tage” kralının adı olan bu sözcük, Yunanca değil, Yunan öncesi dildendir. “Ale-os” , sözcüğünün sonundaki “-os” eki ise Yunancadır. Kök sözcük “A/le” , Abhaz kral soyunun da tarihsel adıdır.

Maykop Kurganı’ndaki resim yazıları okuyan Turçaninov, Kurganda yatan kralın soyunu “Lau” ve eski biçimini “La” olarak saptamıştır. (Turçaninov, s.39) Son Abhaz kral Açba/Çaçbalar da aynı soydandır.  Türkiye’de yaşayan Aşuvaların kurdukları Çorum, Adana ve Kayseri’deki köylerden üçü Abazalar tarafından “Loo kıt, Lo/Loğ/Lov köyü” olarak anılmaktadır.

Esasen Aphaz dilinde “Laa/Alaa” sözcüğü kral anlamına gelmektedir. (Büyüka,1986-229)

6.- Telefos (Telephos) sözcüğü de Yunanca değil, Yunan öncesi Anadolu dilindendir.

Konuyu çok uzatacağı için bu sözcüğün Adige ve Abhaz dillerindeki olası açıklamalarını yapmak istemiyoruz. Bazı açıklamaları hiçbir yorum yapmadan aktarmakla yetineceğiz.

Telephos’un Bergama kentini kurduğuna inanılıyordu.  Bergama kralları Attaloslar, Telephos’u ataları sayıyorlardı.  Bergama kralı 11. Eumenes tarafından inşa edilen Bergama Zeus sunağında, “Mermer sunak masasının yer aldığı platformun üç tarafını çeviren duvarlar boyunca, Herakles’in oğlu Telephos’un, doğduğu andan Bergama’yı kurduğu güne kadar olan efsanevi yaşamı” anlatılıyordu. (Akurgal, 1989:342) “Attal-os” kral soyunun adındaki “A-talla”, “Tele-phos” adındaki “Tele” sözcüğüne gönderme olmalıdır. “Eu-mene-s” kral adındaki “Mene” sözcüğü de “Mana-pa” sözcüğündeki “Mana” ile aynıdır ve Lidya kral soyunun efsanevi atası maion/Menes ile ilişkilidir.

Ünal bu sözcükle ilgili şu saptamayı yapar: “Eurypilos’un Hititçe karşılığının bulunamamasına karşın, onun babası olan Telephos’ta  Hatti-Hitit doğa tanrısı Telipinu’nun adını görmek olasıdır.” (Ünal, Kitap 1, s.35) Telipuni, Hatti kökenli Hitit bitki-bereket tanrısıdır. Fırtına tanrısıyla Arinna güneş tanrıçasının oğludur.

Turçanınov, Tela/Tella sözcüğünü Abhazların “ülke” anlamında kullandıklarını ama Abazaların bu sözcüğü kullanmadıklarını, “pı/fı” sözcüğünün her iki dilde de yıldırım anlamına geldiğini, “nı” sözcüğünün eski Aşuva dilinde tanrı anlamında kullanıldığını, “(a)pı-nı” sözcüğünün eski Aşuva dilinde “yıldırım tanrısı” anlamına geldiğini belirtmektedir. (Turçanınov, s.34-127- 136- 231) Bu sözcüğün analizini Ömer Büyüka da yapar. (Büyüka,1971-41-75)

“Dale” sözcüğü, Hurri diliyle akraba olan Çeçen dilinde tanrı anlamına gelir. (Mansur, s. 135). Gürcülerde boynuzlu av hayvanlarını koruyan “Dali” adlı bir tanrıça bulunmaktadır. (Yves Bonnefoy, s. 368)

“Telephos/Tel(a)-aphas” bileşik sözcüğündeki “aphas” sözcüğü açık bir biçimde “Aphaz-Abaza” etnik adına denk düşmektedir. Aynı şekilde, Hitit belgelerinde karşılaşılan “Apasa” kenti, bilim adamları tarafından ittifakla “Ephesos” kentiyle özdeşleştirilmektedir. (Melchert, s. 49-236) “Ephes-os” adını, Abhaz halkının adıyla, “Apasa” kent adını “Abaza” halkının adıyla eşleştirmek mümkündür. Bu iki ad birbirlerinin yerine kullanılabilen etnik adlardır.

Aiginia Adası’nda tapılan tanrıça “Aphaia” ile şüphe götürmez bir şekilde ilişkili olan “Apha” sözcüğü, Abhaz-Abaza-Aşuva halkının klanlarından birinin adıdır. (Umar, TTA, s.28-83)   Abaza-Aşkharıva lehçesinde Apha/Aphe sözcüğü “önder, öncü” ; “Apkhı/Apkhu” sözcüğü “önce” anlamına gelir. (Midas, s. 43-80) Aynı sözcük Abhaz (Apsuva) dilinde “Pıkhe/pxea” biçiminde, “ön, önde, ileride” anlamında kullanılmaktadır. (Büyüka, s.236) Abaza-Aşuva-Abhaz dillerinin tamamında “Önder” anlamında kullanılan “Apıza/Afıza” sözcüğünün bu sözcüklerle ilişkisi çok açıktır. (Ankuab, s.229)

KAYNAKÇA

  • Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, Kitap-2, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İst., 2003
  • Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, Kitap-3, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İst., 2005
  • Ali Çurey, Hatti-hititler ve Çerkesler, Çiviyazıları, İst., 2011
  • Andrev Dalby, Homeros’u yeniden Keşfetmek, Çev., Hakan Keser, Alfa, İst., 2018
  • Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Çev., Sonay Bayramoğlu, Hülya Kendir, Dost, Ank., 1986
  • Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İst.,
  • Bilge Umar, İlkçağda Türkiye Halkı, İnkılap Kitabevi, İst., 1999
  • Bilge Umar, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi-1, İnkılap Kitabevi, İst., 1982
  • Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkılap Kitabevi, İst,, 1993
  • Bırgıt Brandau-Harmut Schıckert-Peter Jablonka, Resimlerle Troya, Çev.,Akın Kanat, Arkadaş, Ank., 2015
  • Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, Net Turistik Yayınları, İst., 1989
  • Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, Phonix, Ank., 2021
  • Faik Midas, Babılaların Torunları, kendi yayını, Ank., 2008
  • Georgi F. Turçanınov, Çev., Kayhan Yükseler, Kafkasya’da Bulunan Antik Eserlerin Keşfi ve Yazılarının Çözümlenmesi, Kafdav, Ank., 2009
  • George Thomson, Tarihöncesi Ege, Çev., Celal Üster, Payel, İst., 1988
  • Gunda Ankuab, Türkçe-Abazaca Konuşma kılavuzu ve Sözlük, Çiviyazıları, İst., 2007
  • Halikarnas Balıkçısı, Merhaba Anadolu, Bilgi Yayınevi, Ank.,
  • Homeros, İlyada, Çev., Azra Erhat- A.Kadir, Can Yayınları, İst.,1984
  • Herodotos, Herodot Tarihi, Çev., Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İst., 1983
  • Graig Melchert ve diğerleri, Luviler, Anadolu’nun Gizemli Halkı, Çev;, Barış Baysal- Çiğdem Çidamlı, Kalkedon, İst., 2010
  • İsmet Zeki Eyuboğlu, Anadolu İnançları- Anadolu Mitolojisi, Geçit Kitabevi, İst.,?
  • Merlin Stone, Tanrılar Kadınken, Çev., Nilgün Şarman, Payel, İst., 2000
  • Muzaffer Demir, Lidyalılar, Mitostan Logosa, TTK, Ank., 1014
  • Lewis Henry Morgan, Eski Toplum 1, Çev., Ünsal Oskay, Payel, İst., 1986
  • Ömer Büyüka, Abhaz Tarihinin İskeleti, Abhazoloji Yayınları, İst., 1993
  • Ömer Büyüka, Abhaz Mitolojisi Anaç mı?, Abhazoloji Yayınları, İst., 1971
  • Ömer Büyüka, Kafkas Kaynaklarına Göre İlk Yaratılışlar- İlk İnsanlık- Kafkas Gerçekleri, 11. Cilt, Abhozoloji Yayınları, İst., 1986
  • Pierre Grimal, Mitoloji Sözlüğü, Çev., Sevgi Tamgüç, Kabalcı, İst., 2012
  • Robert Graves, Yunan Mitleri, Çev., Uğur Akpur, Say yayınları, İst., 2010
  • Sedat Alp, Hitit Güneşi, Tubitak, Ank., 2003
  • Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu, Tubitak, Ank., 2001
  • Strabon, Anadolu (Kitap X11, X111, X1V) Çev., Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İst., 2018
  • Vladislav Ardzinba, Eskiçağ Anadolu Ayinleri ve Mitleri, Çev., Orhan Uravelli, Kafdav, Ank., 2010

Yağan Ümit ÖZVERİ

Sivas, Şarkışla’da doğdu. Gazi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü mezunudur. Çeşitli illerde öğretmen ve ilköğretim Müfettişi olarak görev yaptıktan sonra emekli olmuştur. Ders kitabı ve yardımcı ders kitabı yazarıdır. Çocuk edebiyatçısıdır. Çeşitli yayınevlerince yayınlanmış çocuk kitapları bulunmaktadır. Jineps gazetesinde ilkçağ tarihi üzerine araştırma yazıları yayınlanmaktadır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Yağan Ümit

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024