Bir Hayati Vasfi Taşyürek Vardı, Yeni Yetmeler Bilmez Onu |
Hayati Vasfi Taşyürek Kahramanmaraş ilinin Afşin ilçesinin Tanır beldesinde 17 Mayıs 1931 tarihinde dünyaya geldi. Babası Yüzbaşı Dede Efendi. İlk ve ortaöğrenimini Afşin’de tamamladı. Çocuklarının en iyi şekilde yetişmesini isteyen baba, Hayati’nin meslek sahibi olarak hayata atılmasını arzu ediyordu. Bu düşüncesinin gerçekleşmesi için oğlu Hayati’yi Afşin’e çok yakın olan Elbistan ilçesinde bir ayakkabıcı ustasının yanına çırak olarak verdi. Böylece Hayati Vasfi Taşyürek için de zorlu hayatın ilk maratonu başlamış oldu. Zorlu maratonun gelişmesini çok yakından takip eden hemşehrisi gazeteci, yazar Sıddık Demir’den dinleyelim[1]:
“Asker bir babanın, kültür hayatımıza damgasını vuran bir evladı olan Hayati Vasfi Taşyürek, yüzbaşı rütbesiyle uzun dönem ordu bünyesinde görev yapmış Dede Efendinin oğludur. Bu rütbede emekli olan Dede Efendi çocuklarını kendi köyünde geleceğe hazırlamak ister. Tarımla uğraşmanın yanında Hayati’yi sanat öğrensin diye hemen yanı başında daha büyük bir şehir olan Elbistan’da kunduracı çırağı olarak bir esnafın yanına yerleştirir. Hayati, askerlik çağına kadar bu sanatı öğrenmek için gayret eder. Zaman içinde ustasının kızına âşık olur. Duruma muttali olan babası Dede Efendi, işe aleniyet kazandırsa da, Hayati’nin ustası bu işin olmaması için kestirip atar. Kızını mutlaka bir memura vereceğinden bahisle Hayati’yi işyerinden kovar. Böyle bir gönül ilişkisinden sonra şairimizdeki şairlik istidadı başlamış olur.
Yaşadığı zamanın tarım toplumu insan standartlarının istisnai bir örneğini teşkil eder. Çünkü bürokrat bir babanın oğlu olarak yetişme şartı ve alışkanlıkları ona akranları arasında zaten başka bir sıfat kazandırır. Yani köyde kasabada yaşar ama köylü kalmaz. İmkânları ölçüsünde ülkesinin birçok yerlerini gezer. Şiirlerinde hep büyük resmi yorumlar. O resmin problemlerine bigâne kalmaz. Doğuştan verilmiş olan yetenekleriyle de hayranlık uyandıran şairimiz Hayati Taşyürek, yaşadığı bölgenin dışa yansıyan parlak yüzü olur hep. Fiziki görünümünün yanında, davudi sesiyle yapmış olduğu hitabetleri kayda değer özelliğidir. Medeni bir diş görünüm ve disiplinli bir yaşama biçimi neredeyse koskoca bir ilçenin medarı iftiharı durumunda olma özelliğine sahip olmuştur. Bu özelliğinden olmalıdır ki medeni cesaretine ilaveten girişimciliği veya yenilikçiliği de gelişmiştir. Çok yönlü bir kişilik sahibidir. O, temsil galibiyeti yükseklerde yer tutan birisidir. Şairdir, gazetecidir, siyasetçidir, yöneticidir. Şöhreti yaşadığı coğrafyanın sınırını çoktan aşmış biri olan şairimiz halkının değer yargısına sanatıyla hizmeti daima şiar edinmiştir.
Kendi kasabasının ilk belediye başkanı olarak yapmış olduğu hizmet aradan en az kırk yıl geçmesine rağmen halen aşılamamıştır. Bu anlamda kadir kıymet bilinir durumdadır. İsmi halen canlıdır. Şairliğinin gelişmesinde katkısı olan arkadaşı Ferağı Sağ’ın tavsiyesiyle Hayati ismine ilaveten ‘Vasfi’ mahlasını almıştır. Bundan sonra Hayati Vasfi Taşyürek olarak bilinmeye başlamıştır sanat camiasında. Onu meşhur eden şiiri Lügatçemiz’dir.”
Ben merhum üstat Hayati Vasfi’yi 1970’li yıllarda Adana’da Atatürk Ortaokulu’nda müzik öğretmenliği yaptığım yıllarda tanıdım. O yıllarda her ne kadar da şiiri ayak sesinden tanımasak da güzel olan dizeleri tespit edebiliyorduk. Şair deyince Ümit Yaşar Oğuzcan, Turhan Oğuzbaş, Semsi Belli vb’nin aklımıza geldiği yıllardı o yıllar. Abdurrahim Karakoç’un Hasan’a Mektuplar şiirini ezbere okuduğumuz, arı gibi her çiçekten bal almaya çalıştığımız, pembe kâğıtlara aşk mektupları, sokaklara sevdiğimizin adını tebeşirle yazdığımız, çiçeği burnunda delikanlı olduğumuz, cehaletin sıkıntılarını yaşayıp derde dermanı şarap şişelerinde aradığımız yıllardı o yıllar. O yıllar Abdurrahim Karakoç’u ilk defa Adana’ya davet ettiğimiz yıllardı. Karakoç’u o zamanlar kim bilirdi ki. Konya’da yayınlanan Devlet dergisinde şiirleri çıkıyor diye yayınlanmasını sabırsızlıkla beklediğimiz, sevda şiirleriyle yunup arındığımız, karasevdalı türküler dinlediğimiz, sabırla koruğu helva yaptığımız, fırın ekmeğini yufka ekmeğin arasına sarıp da katık diye yediğimiz yıllardı o yıllar.
Dört baş nüfus bir de köpek
Çalış çalış boşa emek
Beş kişiye bir tas yemek
Yetsin diyom yetmiyor ki
(…) Ocakta olmaz korumuz
Kimseye yoktur zorumuz
Pinedeki horozumuz
Ötsün diyom ötmüyor ki
Çakari der oğlum kızım
Yüreğimde kat kat sızım
Altı telli kırık sazım
Ötsün diyom ötmüyor ki
diyerek Çakari mahlasıyla taşlamalar yazıp da komünist türküsü çalıp söylüyorsun diye hapse girdiğimiz yıllardı o yıllar. Gece ile gündüzün birbirine karıştığı, arı duru Türk evlâtlarına komünist, diğerine faşist yakıştırmasının yapıldığı yıllardı o yıllar. Hâsılı şimdi çamla çırayla arayıp da bulamadığımız yıllardı o yıllar…
İşte Hayati Vasfi Taşyürek’i o heyecanlı yılların arifesinde daha önce de söylediğimiz gibi Adana’da Atatürk Ortaokulunda müzik öğretmenliği yaptığım yıllarda tanıdım. Günlerden bir gün öğrencilerimden biri Lügatçemiz başlıklı bir şiir getirdi. Sindire sindire okudum. Şiir müthiş bir ustalıkla atamın, ecdadımın dilini anlatıyordu. Çok hoşuma gitti. Zira ustalıkla değişik bir konu işleniyordu. Kafiyeler o kadar uyumluydu ki… Su gibi çağlıyor, ben Anadolu’yum diye ağlıyordu. Sözcüklerin Çukurova’da da kullanılmış olması beni daha da çok etkiledi. Hassaten etkilendim. Şimdi adı geçen şiiri okuyarak sizlerin de etkilenmesini sağlayıp sonra diyeceklerime devam etmek istiyorum. Buyurun şiiri hep beraber okuyalım:
“Yemeniye kelik yoğurda katık
Bulgur pilavına aş derler bizde
Genç horoza celfin pilice ferik
Kümese yollarken kiş derler bizde
Büyük bakraca satır küçükse sitil
Kerpiç duvardaki hatıla katil
Tohumlara bider fidana çitil
Büyük leğenlere teş derler bizde
Kocamana iri ibriğe güğüm
Dünür isteyici ilmekse tüğüm
Rüşvete bartıl der şiire deyim
Rüya âlemine düş derler bizde
Mirasçıya hısım taksime paylaş
Huysuzlara vetsiz akrana taydaş
Hanıma küldöken flörte oynaş
Mendil sallamazlar hişt derler bizde
Az önce debiyak demine bayak
Kurnazlara koddoş kibara kıyak
Çukur taşa gaklık dağlara koyak
Yaz bahar eyyamı hoş derler bizde
Bir dakika bi ti döven ise gem
Kız kardeşe bacı ağabey edem
Güzel oluşa peh ilaçlara em
Su veren toprağa leş derler bizde
Verem ince ağrı öksürüğe çor
Merdivene süllüm konuşmaya şor
Meyilliye yörep acemiye tor
Bir kısım peynir var keş derler bizde
Âşık deyişatçı buyur ise ne
Peki demek için kısa yoldur he
Kenarı oyalı başörtüsüne
Bazen bürük bazen şeş derler bizde
Beğenecek hali tarif ederken
Ari sili gökçek -peh- derler bizde
Unutma emi der şehre giderken
Unutmam demezler eh derler bizde
Ameleye -ırgat- yokuşa- bayır-
Bıkkınlığa –ateh- sevaba -hayır-
Çokbilmişe -eke- kollaya –kayır-
Üzüm reçeline -teh- derler bizde
Görünüşe glap tuzaklara -al-
Dertlenmeye –maçça-
Fiyakaya –paya- övünme –koval-
Demir çivilere “Mıh” derler bizde
Geçimsize “ırsız” gözele “keleş”
Çukura “esik” bedava “beleş”
Israra -tebelleş- gülece –kalleş-
Çocuk korkuturken -öh- derler bizde
Ölü öldü su sulandı deyimi
Un öğüttüm lafı daha iyi mi
Pakıllara –kısmık- sözün kayımı
Yüksekli hattına -zeh- derler bizde
Nikâhlıya –haklı- yengeye –guma-
Dalkavuğa -göpçü- şaştın mı –tama-
Ağız kavgamızın adı -cangama-
Anlaştık demezler –hah- derler bizde
Öğrencime şiiri kimin yazdığını sordum. Bilmediğini söyledi. O zamanlar basın yayın devede kulaktı. Radyodan başka yayın aracı yoktu. Şiir beni çok etkilemişti. Yazarının peşine düştük. Kim yazdı acaba? Kim yazdı… Sora sora Bağdat bulunur derler ya… Bizimki de öyle olacak. Sora sora kimin yazdığını bulacağız. Uzatmayalım Lügatçe şiirinin yazarını sora sora bulduk. Çukurovalı Âşıklarla olan ilişkilerimiz bizi sonuca ulaştırdı. Şiirin yazarı Hayati Vasfi Taşyürek. Kahramanmaraş ilinin Afşin ilçesinin Tanır kasabasından. İlk edindiğimiz bilgi bu. Peki, bu bilgilerle nasıl ulaşılır ki diyerek beklemeye koyulduk. Elbet zaman en iyi çare… Bekliyoruz. Bir gün beş gün derken sabırla koruk helva oldu. ANDA (Ana Neşriyat Dağıtım Anonim Şirketi) şirketinin Güney Bölge Temsilcisi Mehmet Kaçar bizi Hayati Vasfi’ye ulaştırdı. Sanırım o sırada kendisi Tanır kasabasının Belediye Başkanıydı. Tanır da alabalık ürettiğini söylüyordu. Benim şiire olan tutkum, bağlamaya ve türküye olan sevdam, derleme yapmam üstatla dost olmamızı sağladı. Adana’ya geldiğinde konuğum olur, şiirler okur, sabahlara kadar sohbet eder unutulmaz geceler yaşardık. Hatta bir gün kendisinden Senem’in türküsünü derledim. Derlediğim türkü ve hikâyesi 1979 senesinde Sivas Folkloru dergisinin 74. sayısında yayınladı.
Sabahladığımız gecelerin birinde de üstada iptidai usullerle bir şiir bandı yaptık. Onun okuduğu şiirlere bağlamaya eşlik ettim. İlkel şartlarda kayıt edilen şiir bandı da gayet güzel olmuştu. Kaset elden ele, dilden dile dolaştı. Mehmet Kaçar çoğaltarak tüm dostlarına ulaştırdı.
O yıllar da terör tüm haşmetiyle devam ediyordu. Genç ihtiyar demiyor önüne geleni ezip geçiyordu. Bizim de dostluğumuzu ezip geçti. Can derdine düştük. Ölümden kurtulmak için Adana’yı terk ettik. Benim Adana’dan ayrılmam uzun müddet boşta gezmem, üstatla dostluğumuzu hançerledi. İpler koptu. Hani ne diyordu kamyon arkası yazısında şoför: Bizi çekemediler / Halat koptu. Bizimki de aynen öyle oldu. Terör bizi çekemedi ve halatı kopardı. Kader halatı kopardığı gibi un etti eledi. Üstatla yaptığımız bant bile yok oldu. O günleri hatırlatacak bir fotoğrafımız bile bu günlere ulaşmadı. Ulaşmasa da bende o günler hiç değerini kaybetmedi.
O usta bir şair, yenilikçi, hitabeti güçlü, güreşçi bir Hayati Vasfi Taşyürek’ti. Politikacıydı. Yunus hayranı olmasına rağmen Akif tarzında şiirler yazması onun edebi yönden en belirgin özelliğiydi. Güreşle ilgisi ise onun pek bilinmeyen özelliklerindendi. Onun bu yönünü sevgili dostum, ağabeyim, şair, yazar–avcı–atıcı dünya güreş şampiyonu merhum İsmet Atlı’dan öğrenmiştim. İsmet Atlı Hayati Vasfi’nin de iyi dostlarındandı. Yaşadıkları hatıralarını ilk ağızdan dinledim. Maalesef büyük eksiklik… Yaşanmış olan o hatıraları kayıt altına almadık. Bir gün böyle bir yazı yazacağımız hiç aklımıza gelmedi. Çukurova’da böyle ihmalliklere böğrü düşüklük derler. Biz de bu konu da böğrü düşüklük yaptık. Artık ne desek boş… Ne yazık ki zamanı geri getirmek de çok zor. Zaman geri gelmeyeceğine göre biz mevcutlarla yetinmeye çalışıp güçlü şair için tespitlerimizi aktarmaya devam edelim.
O bir gönül adamıydı. Deli gönlü onu bir gün aldı götürdü Binboğa’ların başına.
Oradan Çukurova’ya seslendi. Yol düşürdü Karacaoğlan’ın ayak bastığı topraklara. Burası Çukurova… İşte Seyhan, Ceyhan, Adana… Adana’da Bayrak Şairi Arif Nihat Asya’yı hatırladı:
Rengi on altı devlet kuran yüce neslimin
Zaferleri uğrunda sebil ettiği kandır
Ey gaziler şehitler al bayrağın yoluna
Sizler gibi bizimde canlarımız kurbandır
diyerek duygularını dile getirdi. İki gönül eri bir oldu Çukurova’da: Arif Nihat Asya ve Hayati Vasfi Taşyürek. İkisi birden koro halinde vatan, millet, bayrak diye seslendi. Bu iki ünlü şairin birlikteliğini Yavuz Bülent Baki’lerden dinleyelim[2].
“Ben, yirmi yıl Arif Nihat Asya’nın yanında yöresinde oldum. Meclislerinde bulundum. Paltosunu tuttum. Çantasını taşıdım. Evinde, hatıralarını dinledim, kimseye anlatmadıklarını bana yazdırdı. Gideceği yerlere arabamla götürüp getirdim. 5 Ocak 1975 tarihinde, Ankara Hasta-hanesi’nin 318 numaralı odasında Hakk’a yürüdüğü gün yanındaydım. Hayati Vasfi Taşyürek isimli değerli bir şairimiz vardı. Şiirlerini umumiyetle halk tarzında yazardı. Yıpranmamış kafiyelerle, söylenmemiş duygularla şiir söylerdi. Arif Hocanın Yürek isimli bir şiir kitabı çıkınca, onu Hayati Vasfi Taşyürek’e şöyle bir ithafla imzalamıştı: Bir şairin kat’iyyen taş yürekli olmayacağını, olamayacağını göstermek için, Allah seni şair özelliğiyle yaratmış Hayati Vasfi Taşyürek” Ona, Üstat Arif Nihat böyle demişti. Biz de onun taşyürekli olacağına hiçbir zaman inanmadık zaten. İnansak da olmazdı. Ama ne yazık ki Yenimahalle Postahanesi’nin önünde 20 Nisan 1990 tarihinde jeton satarak bu dünyadan göçüp gittiğine inandık.
Evet, Hayati Vasfi Taşyürek ömrünün son günlerinde Ankara’da Yenimahalle Postahanesi’nin önünde jeton satarak ekmek parasını temin etmeye çalışıyordu. Jeton satarak da bu dünyadan göçtü gitti. Jetoncu amca olarak aramızdan ayrıldı. Bu ayrılış Koca Çınar Hayati Vasfi’nin şanına hiç yakışmadı. Onun aramızdan ayrılışı asla böyle olmamalıydı. Böyle ayrılmamalıydı. Vay koca yürekli Hayati Vasfi vay. Sen bu günleri de mi görecektin. Erciyes’ten, Binboğa’dan Toros Dağları’ndan, Çukurova’dan Anadolu’ya heykiren Koca Çınar. Sen: Bu kadar nankör bir anlayışın koca yürekli şair Hayati Vasfi’si olamazsın. Vatan, bayrak, millet için dizini dövdüğün günlerin sonu seni jeton sattırmaya kadar götürdü. Sattıranlar utansın. Onlar kimse yazıklar olsun. Senin kadrini kıymetini bilmeyen nankörler utansın. O nankör bensem de…
Ey efsane şair Hayati Vasfi… Biliyorum ki küskünsün. Üzgünsün. Ama ben diyorum ki… Şiirlerini okuyan her kimse jeton satarak öldüğünü duyunca utanacak, yerin dibine geçecek. Fakat sen her zaman dimdik ayakta duracaksın. Durmaya da devam edecek, tıpkı Abdurrahim Karakoç gibi şiir dünyasının önde gelen isimlerinden biri olduğun hiçbir zaman unutulmayacak…
Ha, Karakoç deyince aklıma geldi. Sen de bilirsin hemşehrindir. Anadolu’da Bahar adlı şiirinde:
“Çıkıp baksan Çamlıca’nın başına
İki kıt’a bir boğazda aşina
Karakoç’um gel yorulma boşuna
İstanbul’u tarif etmek zor şimdi”
diyor. Ben de diyorum ki: Halil Atılgan gel yorulma boşuna, ömrünü tüketme. Hayati Vasfi’yi anlatması zor şimdi diyor, bin rahmet diliyor, Cemal Safi’nin senin için yazdığı Gardiyan şiiriyle sözlerimi noktalamak istiyorum.
“Kader kurbanına mağrur bakışın
Esaretten beter kor be gardiyan.
Taşyürek denince şöyle bir düşün
Önünde saygıyla dur be gardiyan
Söyle gaspı mı var cinayeti mi
Neden engellersin ziyaretimi
Kime arz edeyim şikâyetimi
Adalet nerede var be gardiyan
Dostun kelamını sıradan sanma
Henüz çözülmedi öyle muamma
Bu milletten şair çok çıkar amma
Hayati gibisi zor be gardiyan
Bir kez düşmeye gör aşkın narına
Yanardağlar volkan kusar bağrına
Kerem nasıl yanar Aslı uğruna
Sen bir de Vasfi’ye sor be gardiyan
Şayet meraklıysan bülbül diline
Dokunman kâfidir gönül teline
Yeter ki üstadın mahir eline
Bir kâğıt bir kalem ver be gardiyan
Yaşlı gözlerimde hasret tütmede
Kimi esirgesem elden gitmede
Tek ona saygıda kusur etme de
Cemal’i çarmıha ger be gardiyan”
[1] Sıdık Demir http://siddik2-demir.blogspot.com.tr/2016/01/hayati-vasfi-tasyurek-sair-gaze-teci. html
[2]Yavuz Bülent Bakiler, Arif Nihat Asya İhtişamı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2010.