Boğaz’ın Yaramaz Misafiri; Profirion |
M.S.198-209 Geta Dönemi Byzantium sikkesi. Ön yüzünde İmparatorun defne yaprak ile süslü portresi. Arka yüzde ortada yunus (?) etrafında ton balıkları (palamut) figürleri bulunmaktadır.[2]
“İmparatoriçe yılın büyük bir bölümünü, daha çok Herion denilen yerde, denize bakan bir yazlıkta geçirirdi. Bu durum ise çok sayıda maiyeti için büyük bir tedirginlik demekti. Çünkü yiyecekler çoğu kez yetişmez, denizde fırtına kopabilirdi ya da Balina beklenmedik bir saldırıda bulunabilirdi. Ama imparatorla imparatoriçe başkalarının sıkıntılarına aldırmadıkları için zengin bir rahatlık içinde sefa sürebiliyordu.” [3]
Yunan mitolojisinde Porfirion Zeus’u öldürmekle görevlendirilmiş devlerin kralıydı. Porfirion (Porfiyon) Yunanca tohumun filizlerinin, toprak üstüne yükselmek için toprağı için çıkması durumunu ifade eder. Annesi Gaia onu Uranüs’ün toprağa damlayan kanından dünyaya getirmişti.
Zeus, Hera’nın cazibesini kullandırarak onun kafasını karıştırmıştı. Hatta Porfirion Hera’nın peşinden koşaraken onu bir an yakalar gibi olmuş, Hera’nın tuniğini bile yırtmayı başarmıştı. İşte bu anda Herakles onu oklarıyla delip geçmiş, Zeus bu fırsattan istifade şimşekleriyle onu yok etmişti.
“Ben Gaia’nın oğlu ve devlerin Kralı Porphyrion’um. Eski zamanlarda tanrılara meydana okumak için babamın uçurumu Tartarus’tan çıkmıştım. Savaşı kışkırtmak için Zeus’un kraliçesini kaçırdım.”[4]
Kitab-ı Mukaddes (Tevrat) Yunus 1
“1-2 RAB bir gün Amittay oğlu Yunus’a, “Kalk, Ninova’ya, o büyük kente git ve halkı uyar” diye seslendi, “Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi.”
3 Ne var ki, Yunus RAB’bin huzurundan Tarşiş’e kaçmaya kalkıştı. Yafa’ya inip Tarşiş’e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RAB’den uzaklaşmak için Tarşiş’e doğru yola çıktı.
4 Yolda RAB şiddetli bir rüzgâr gönderdi denize. Öyle bir fırtına koptu ki, gemi neredeyse parçalanacaktı.
5 Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Yunus ise teknenin ambarına inmiş, yatıp derin bir uykuya dalmıştı.
6 Gemi kaptanı Yunus’un yanına gidip, “Hey! Nasıl uyursun sen?” dedi, “Kalk, tanrına yalvar, belki halimizi görür de yok olmayız.”
7 Sonra denizciler birbirlerine, “Gelin, kura çekelim” dediler, “Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi.” Kura çektiler, kura Yunus’a düştü.
8 Bunun üzerine Yunus’a, “Söyle bize!” dediler, “Bu bela kimin yüzünden başımıza geldi? Ne iş yapıyorsun sen, nereden geliyorsun, nerelisin, hangi halka mensupsun?”
9 Yunus, “İbrani’yim” diye karşılık verdi, “Denizi ve karayı yaratan Göklerin Tanrısı RAB’be taparım.”
10 Denizciler bu yanıt karşısında dehşete düştüler. “Neden yaptın bunu?” diye sordular. Yunus’un RAB’den uzaklaşmak için kaçtığını biliyorlardı. Daha önce onlara anlatmıştı.
11 Deniz gittikçe kuduruyordu. Yunus’a, “Denizin dinmesi için sana ne yapalım?” diye sordular.
12 Yunus, “Beni kaldırıp denize atın” diye yanıtladı, “O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız.”
13 Denizciler karaya dönmek için küreklere asıldılar, ama başaramadılar. Çünkü deniz gittikçe kuduruyordu.
14 RAB’be seslenerek, “Ya RAB, yalvarıyoruz” dediler, “Bu adamın canı yüzünden yok olmayalım. Suçsuz bir adamın ölümünden bizi sorumlu tutma. Çünkü sen kendi istediğini yaptın, ya RAB.”
15 Sonra Yunus’u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti.
16 Bu olaydan ötürü denizciler RAB’den öyle korktular ki, O’na kurbanlar sundular, adaklar adadılar.
17 Bu arada RAB Yunus’u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı.”[5]
Konstantinopolis’te Büyük Sarayda büyük koşuşturma vardı. İmparatoriçe yeni bir alışkanlık edinmişti. Bir iki seneden beri Aprilus (Nisan) yağmurları başladı mı, birazcık güneş ısıtmaya başlandın mı, Erguvanlar tomurcuklandı mı, Hieron Stoma da yaptırdığı Saray’a taşınıyordu.
Hiddeti, şiddeti bütün kenti korkutan Theodora, Jüstinye’nin İmparatoriçesi. Ne yağmur, ne fırtına dinlerdi. Dinlenmek için gittiği Saraya her gün yiyecek, içecek ve ihtiyaç duyulanları zamanında götürmek başlı başına bir sorun oluyordu. Birde Theodora’nın kaprisleri, olmadık saatlerde olmadık istekleri de sıralandığında bir tek Theodora bekliyordu bu gidişi. Saraydakiler ve Theodora’nın yardımcıları için tam bir zulümdü. Ne vardı ki Theotokos taraflarında bir yerlere gitseydi? Nereden duydu orayı? Nereden belledi? Bir şeyi takıntı haline getirmekte üstüne yoktu?
Bir de söylentiler gelmişti Saraya, denizciler birbirlerine fısıldayıp duruyordu. Porfirion diyorları, o kadar büyükmüş ki bir gemiyi kuyruğuyla kıyıya fırlatıyormuş. Kafasından fışkırttığı suyla bütün Bosporus’u yağmura tutabiliyormuş. Eğer kıyıdan kıyıya dursa Pyrhias (Rumelihisarı) Aretas (Anadolu Hisarı) bir insan onun üstünden yürüyerek karşıdan karşıya geçebilirmiş.
Sophia Limanında yelkenli kürekçileri, dümencisi, direkçisiyle sefere hazırlanıyordu. Saray hizmetlileri, köleler gidecek eşyaları yelkenlilere taşıyacaktı, üç yelkenli eşyaları taşıyacaktı. İmparator yelkenlisi Theodora ve beraberindekileri taşıyacaktı. Bunları tam teçhizatlı beş savaş yelkenlisi takip edecekti. Onlar geceden gelmişti, Theodara’nın sarayının dibindeki askeri liman da görev yapıyorlardı. Tam karışık bir dönem de bunların başına Theodora da bela olmuştu. Denizciler böyle şeylerden pek haz etmezlerdi. Yapılacak bir şey yoktu. Geceden gelmelerinin sebebi Porfirion du. Büyük balık birden bire ortaya çıkmıştı. Denizciler için bayağı bir sıkıntıydı.
Başkentte bu hareketlilik varken Boreas (Poyraz) köy de balıkçı Yahudi Yonah’ta ağını hazır etmiş, kayığına yerleşmiş, küreklere asılıp balığa çıkıyordu. Birkaç gündür büyük tatlı bir belası vardı, köyün çocukları Porfi diye bağırıyordu sahilden o geçerken. Balık için yeri belliydi, bütün balıkçılarda Yonah’ın nerede balık avladığını bilirdi, Herion sığlığının yakınlarında avlanırdı. Burası büyük yelkenlerinin başının belası bir yerdi, Yonah’ın avlandığı, ekmeğini kazandığı yerdi. Bu bölgede akıntı ve kuvvetli rüzgârlar sebebiyle büyük yelkenliler gelip kumullarda karaya oturmaktaydı. Şimdi Yonah’ın tatlı büyük belası o kumullarda uzanıp bu ihtiyar balıkçıyı seyrediyordu. Yonah ödül olarak bazen bir palamut, bazen de hamsi atıyordu bu misafirine. Sonra da gülüyordu; “Ağzını açsa kayıkla beni beraber yutar bu” diye içinden konuşuyordu bazen. Yonah’a hiç zararı yoktu hayvanın ama bazı iki ayaklı hayvanlar onu sinirlendirmek için ellerinden geleni yapıyordu. Tabi bu koca bebekte onlara gereken dersi veriyordu. Çok kere yüzerek karaya çıkmak zorunda kalmışlardı, çok kere suyun içinde yelkenlilerinin batışını seyretmişlerdi.
Birkaç sefer Saray yelkenlilerin gidiş gelişleri sırasında birçok sıkıntılar çıkardı Porfirion. Saray bu büyük balık için bir şeyler yapmak istedi. Özellikle Vikingleri kullanıp bu dertten kurtulmak istiyordu. Kilise böyle bir balığı işaret olarak görüyordu, Kiliseyle beraber halkta öyle görüyordu. Bir tarafta Bizans zulmünden yılmış Yahudilerde bu yaramaz balığı işaret olarak görüyordu.
Saray, Heriondaki askeri üssün komutanına bu iş için bir çözüm bulmasını emretti. Emir büyük yerdendi, biraz araştırdı. Şu Yahudi balıkçı Yonah’ın onu sakinleştirdiğini onunlayken pek de yaramazlık yapmadığı duydu. Balıkçılar ikisi ile ilgili ilginç olaylar anlatıyorlardı. İşin gerçeği çoğu hayal ürünüydü. Ama insanlar böyleydi, insanlar anlayamadıkları şeyleri kendilerince anlamlandırmaya çalışırdı. Komutan bir şekilde Yonah ile anlaştı. Yahudilerin bütün haklarını kısıtlayan Jüstinyen Theodora’sına bir şey olmaması ve bu belayı başından defetmek için hiç istemediği bir ayrıcalık vermişti bu Yahudi balıkçıların köyüne. Bizanslı balıkçılar gibi balık avlayabilecekler, diğer Yahudilere yapılan kısıtlamalardan muaf olacaklardı. Porfirion bekçiliği karşılığında olacaktı bu. Tam elli yıl Porfirion Yonah’ın köylülerine, hemşerilerine yol arkadaşlığı yaptı. Kimi zaman köyün çocuklarına gösteriler, maskaralıklarda yapıyordu. Palamut akınlarında sığlıkta yan gelip yatıp ağzını açıp o koca karnını Bizans palamutlarıyla dolduruyordu. Belki de yıllar evvel Bizans Palamut parasının ortasındaki o koca balık, Porfirion’un atasıydı, belli mi olur?
Bir Balinanın Boğazındaki uzun süreli misafirliği aslında Jüstinyen dönemi Bizans’ına da ışık tutmaktadır. İnsanların bir Balina üzerinden kurtarıcı aramaları, zaten dinle yoğrulmuş bir toplum için hiç yadsınmayacak bir davranıştır.
Balığın adının Porfirion konulmuş olması bile aslında o dönem ki insanların Saraydaki mevcut yönetime nasıl baktıklarının bir göstergesidir. Zeus ve Hera hatta bütün tanrılara savaş açmış (bu tanrılara Kral, İmparator ve çevresi de diyebilirsiniz) bir mitolojik devin adının verilmiş olması çok manidardır. Jüstinyen dönemi çok baskıcı ve toplumsal ortamı yıkıcı bir dönemdir. Yahudi politikası, Kilise-Saray ilişkileri ve özellikle Nika ayaklanması sonunda yeni bir yönetim tarzı. Bu büyük değişimler sıkıntılar döneminde bu balık bir şeylerin işareti olmalıydı halkın gözünde hem de her kesimin (Saray onu sıkıntı olarak görüyordu o kadar). Kilise de bazen bu balığın aziz ilan edilmesi bile konuşuluyordu. Ama bu balık hikâyesi Tevrat ta geçiyordu ve Saray bundan hoşlanmıyordu. Bir de tam Tevrat’ı Rumca okuma zorunluluğunun getirildiği döneme rast gelmişti. Hahamlar her yerde Porfirion’un gelişini bir işaret olarak anlatıyor ve Tevrat’tan Yunus hadisesini okuyordu. Halk içinde bu zalim ikiliyi (Zeus-Hera / Jüstinyen-Theodora) bu devin yenmesini istiyorlardı. Çünkü tanrı halkın sesini duymuş ve bu balığı yollamıştı. Zaten balık kilise içinde çok önemli bir semboldü, özellikle İsa ve Balık en çok bağdaştırılan şeylerden biriydi. Balıkçılık kutsaldı Hıristiyanlar içinde.
Kutsal balık, Mitolojik Balık, Kutsal Kitaptaki balık ve ortaya çıktığı yer Bosporusta Yesu’nun Daphne Tepesinin (bugünkü Yu’şa tepesi ki, Yu’şa rivayete göre Yahudi peygamberidir)gölgesiydi. Orada ölü balığın bile canlandığına inanılırdı. Halkın sönmüş umutları da bu koca balıkla beraber yeniden canlandı. Theodora kanserden öldü. Jüstinyen ve onun evlatlığı İmparator II. Justinus dönemlerinde hep halkın umudu oldu. Kutsal boğazın aziz balığı, Bizans’ın Palamutlarının oyun arkadaşı. II. Tiberius tahta oturduktan kısa bir süre sonra ortadan kayboldu. Aynı ortaya çıktığı gibi Bizans halkının hayatından çıktı gitti. O halkın Porfirionu, Bizans’ın çocuklarının Porfi’si idi. En önemlisi halkın karanlık günlerindeki umut ışığıydı. Yunusu üç gün taşıyıp karaya çıkaran büyük balık, İsa’nın halkına dağıttığı bitmez balık idi. En önemlisi Theodora’nın her yelkenliye bindiğinde yüreğini ağzına getiren, onu bir tek korkutabilen Büyük balık.
Bu boğazdan bir balina geçti, halka umut oldu, halka neşe oldu. Halkın yapamadığını zalime yapan bir kahraman oldu.
Kaynaklar:
DİPNOTLAR
[1] Bu Çalışma “M.S. 500 Ortaçağ Bataklığı “ kitap çalışmasından bir özettir.
[2] http://ozhanozturk.com/2017/09/02/byzantium-sikkeleri/
[3] PROKOPİOS. BİZANS’IN GİZLİ TARİHİ. Çev: Orhan DURU. İŞ Bankası Kültür Yayınları VII.Basım. İstanbul, 2017. S: 80-81
[4] RIORDAN Rick. El HEROE PERDIDO. Hyperion Books. Octubre 2010
[5] https://kutsalkitaplarvesahifeler.wordpress.com/tevrat/yunus-rabden-kaciyor/