Bosna- Hersek, doğu ve güneydoğuda Sırbistan ve Karadağ, kuzey ve batıda ise Hırvatistan Cumhuriyetleriyle çevrilidir. Adından anlaşılacağı üzere, iki isimden oluşmaktadır. Bu iki bölgeye günümüzdeki adlarının ne zaman ve ne şekilde verildiğine dair pek çok görüş ileri sürülmektedir. Djurdev, (İllyria) menşeli Bosna isminin, aynı adı taşıyan ırmaktan alarak ve ülkenin daha geniş olan kuzey kısmının adı olduğunu belirtir. Bosna isminin, muhtemelen İlirlerin ‘ Bathinus’ (Bosanius) kelimesinden türemiş olduğunu söylemektedir. Bazı kaynaklarda da, Bosna kelimesinin, İlir ‘ Bosona’ kelimesinden türediği ifade edilmektedir.
Hersek adı ise ilk defa 1 Şubat 1454 tarihinde, dönemin Üsküp komutanı Esat Aliya’nın mektubunda geçmektedir. ‘ Hersek’ ismini, Güney Bosna’nın o dönemde hükümdarı olan ‘ Herceg’ (dük) Stjepan Vukosic Kosaca’dan almıştır. Nitekim o dönemde ‘ Herceg’ bir unvandır.[1]
Bosna’nın bir bölge olarak adı ilk olarak Bizans İmparatoru Kostantinos Porphyrogennetos tarafından 958 yılında yazılan coğrafya ve siyaset ile ilgili bir kitapçıkta yer almıştır.
Manuel Komnenos’un saray kâtibi olan ve 1180’li yıllarda eser veren tarihçi Kinnamos’un kaleminden Bosna şöyle tarif edilmiştir: “ Bosna, Sırpların büyük županına (erken Slav döneminde bölge hükümdarı) itaat etmez, burası kendi gelenekleri ve hükümeti ile yaşayan komşu bir ulustur.
Ortaçağın son dilimini kapsayan Bosna tarihi genel olarak karışık olduğu gibi, aynı zamanda kafa karıştırıcıdır. Fakat ülke tarihinde üç güçlü hükümdar hemen göze çarpmaktadır. (1180–1204 arasında hüküm sürmüş olan) Ban Kulin, Ban Stephen Kotramanić (1322–53) ve Kral Stephen Tvrtko (1353–91)[2]
Osmanlı Bosna’ya akınlar düzenlemeye başladığında orada Bogomil inancını yaşayanların olduğunu biliyoruz.
Bogomillik, Bosnalıların Müslümanlığa geçişini kolaylaştıran hususiyetlere sahipti. Bosna Bogomil mezhebinin etkisine 12. yüzyılın ortalarında girdi. 12. yüzyılın sonlarında Bosna’nın hâkimi olan Ban Kulin, Bağımsız Bosna Kilisesini kurarak Bogomilliği resmi din olarak kurumlaştırdı.
Bogomillik, dünyanın “ ışık ilkesi” ile “karanlık ilkesi” üzerinde durduğunu vaz’eden ikici bir felsefeye dayanıyordu. Teslis (Baba- Oğul- Kutsal Ruh üçlemesi) ve İsa’nın ölümden sonra dirildiği inancını benimsemiyordu. Çocuklarını vaftiz ettirmiyorlardı.[3]
Bosna halkının en eski dininin putperestlik ve şamanlık olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlık gelmeden, halkın açık arazide ve tercihan dağ başlarında günde beş defa Gök Tanrı’ya taptıkları yazılmaktadır.[4]
Fatih Sultan Mehmet Bosna’yı 1463 yılında aldı. Yirmi yıl sonrasında da Hersek Osmanlı topraklarına katılmış oldu.
Fatih Sultan Mehmet’in Fransisken Katolik Kilisesine tanıdığı dini özgürlük fermanı ünlüdür.
Müslümanlığa geçiş yıllar içinde sürmüştür.
Bogomil mezhebine bağlı Boşnaklar, savaş kabiliyetleri, Macarları iyi tanımaları ve Papalığa karşı derin kin beslemeleri sebebiyle, Macaristan ile yapılan savaşlarda etkin bir rol oynamışlardır. Boşnaklar her zaman Osmanlı Devleti’nin kuzeybatı hududunu yalnız başlarına müdafaa etmişlerdir. Serdarların kumandasındaki sipahilik teşkilatına bağlı bulunan kıtalar, Türk hâkimiyetini devam ettiği müddetçe sadakat ve fedakârlıkla vilayet makamına tâbi kalmış ve Bosna, Osmanlı Devletini bir kalesi olmuştur.[5]
Bosna- Hersek, Osmanlı hâkimiyeti sırasında imparatorluğun diğer bölümlerinden esas olarak dört açıdan faklılık göstermiştir: 1) Bosna Sancağı’nın (daha sonra Paşalık oldu) imparatorluğun uç bölgesinde olması; 2) Bosna aristokrasisinin gelişimi; 3) Bosna halkının önemli bölümünün Müslümanlaştırılması ve 4) Kaptanlık kurumu.
Olası bir savaşta belirli sayıda askeri ordunun hizmetine sunması gereken sipahiler (dirlik sahipleri), o zamanlar tımar sistemi olarak bilinen yapının temel unsurunu ve Osmanlı ordusunun vurucu gücünü oluşturuyorlardı. Dirlik toprakları getirdikleri gelire göre “Has”, “ Zeamet” ve “ Tımar” olarak adlandırılıyordu. Bosna- Hersek’li sipahiler imparatorluğun diğer bölgelerinden farklı olarak, büyük oranda yerli ailelerden oluşuyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak döneminden (1300- 1600) sonra, imparatorluğun çeşitli bölgelerinde âyanlar ortaya çıktı. İmparatorluğun çöküşünü simgeleyen âyanlık Bosna Hersek’te de diğer bölgelerdekine benzer nedenlerle ortaya çıktı. Parlak dönemlerde imparatorluğun önemli dayanağını oluşturan toprak düzeninin ve Yeniçeri Ocağı’nın zayıflaması, kendini Bosna- Hersek’te de hissettirdi.
Yükümlülükler ve gittikçe artan sömürü nedeniyle Müslüman köylüler arasında ortaya çıkan huzursuzluklar, 17. ve 18. yüzyıllarda ayaklanmalara yol açtı.
Merkezi iktidarın otoritesini kabul ettirmek isteyen Osmanlı Sultanı II. Mahmud’un reformları, eski imtiyazlarını ve sosyal mevkilerini korumak isteyen âyanlarla devlet arasında çatışmaya neden oldu. Âyanların merkezi iktidara karşı muhalefeti, Hüseyin Kapetan Gradaşçeviç’in önderliğinde geçici bir başarı da elde etti. Osmanlı ordusu 1831 yılında Kosova’da yenilgiye uğratıldı ve Bosna Eyaleti kısa bir süre için bağımsız yönetime kavuştu. Ancak Bosna Eyaleti, uluslar arası destek bulamadı ve bir yıl sonra da ortadan kalktı. Daha sonra Sultan tarafından Bosna’ya gönderilen Ömer Paşa, âyanların bağımsızlığına son verdi. Âyanlar 1850 ve 1851 yıllarında ise kesin olarak ortadan kalktı.[6]
Osmanlı hâkimiyeti 1878 Berlin Antlaşmasına kadar sürmüştür.
93 Harbi, Türk İmparatorluğunun dağılmasını ve yıkılmasını haber veren büyük bir olaydır. Bu yıkılış 1912- 1913 Balkan Harbi ile başlamış ve 1914- 18 Birinci Cihan Harbi ile tamamlanmıştır. Bu bakımdan 93 Harbi, Türkiye tarihinin en büyük felaketlerindendir. Bu harbin neticesi olarak imzalanan, zarar ve toprak kaybı bakımından çok feci olan Ayastafanos ve Berlin Muahedeleri, Karlofça’dan (1699) beri Türklerin imzaladıkları en kötü anlaşmadır.
… Türkiye’yi Balkanlar’dan tasfiye eden ikinci büyük merhale, 1878 Berlin Antlaşmasıdır. Akılsızca girilen 93 Harbi sonunda Osmanlı, Rusya’ya yenilir. Romanya, Sırbistan, Karadağ, Rusya lehine ayaklanırlar ve Yunanistan da harp sırasında tecavüzden geri kalmaz. Berlin Antlaşması üç yeni Balkan devletini ortaya çıkarır: Romanya, Sırbistan ve Karadağ Türkiye’den ayrılıp müstakil olurlar. Bulgaristan’a da otonomi (iç özerklik) verilir. Osmanlı Türk İmparatorluğu bu şekilde XX. Asra intikal eder.[7]
1878 Berlin Antlaşmasına göre; Bosna Hersek eyaleti Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun yönetimine verilmiş olup, hukuken Osmanlı’ya bağlı bırakılmıştır. Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Bosna Hersek’i 1908 yılında ilhak etmiştir.
1878 yılında yerel ölçekte karşı çıkışlar olsa da yeterli olmamıştır.
Boşnaklar can ve mal güvenliklerini yitirecekleri endişesiyle göç yollarına düşmüşlerdir.
Göç etmedeki asıl etmenin Hıristiyan bir devletin boyunduruğunda yaşanamayacağına inanmalarıdır. (Darülharp- Darülislam tartışmalarına ilgi duyanlar, Tufan Gündüz’ün Alahimanet Bosna kitabından okuyabilirler.)
Milattan önceki dönemlerden başlayarak, Boşnakların yaşadığı topraklar, İlir, Kelt, Got, Pers, Hun, Avar, Peçenek, Slav ve Türk boyları gibi birçok farklı soya, geçici veya kalıcı olarak ev sahipliği yapmıştır. Bu topraklar siyasi olarak, Roma İmparatorluğu, Bosna- Hersek Krallığı (1377- 1463), Osmanlı Devleti (1463- 1878), Avusturya- Macaristan Devleti (1878- 1918), Yugoslavya Krallığı (1918- 1945), Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti (1945- 1992) ve Bosna- Hersek Cumhuriyeti (1992- bugün) yönetimlerinde kalmıştır. Tarih açısından bakıldığında, Bosna’da, mahalli bir devlet Ortaçağ’dan bugüne kadar sürekli var olmuştur.[8]
Birinci Dünya Savaşını başlatan, 1914 yılında Avusturya- Macaristan Veliahdı Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp tarafından öldürülmesiydi.
Aralık 1918’de, çağdaş Balkanlar tarihinde “1. Yugoslavya” olarak anılan Sırp, Hırvat ve Sloven krallığı kuruldu. Birinci Yugoslavya’da Boşnaklar üzerinde büyük bir resmi ve toplumsal baskı kuruldu.
1919’da yapılan toprak reformuyla Müslümanların mülkiyetindeki 8 milyon dönüme yakın toprak devletleştirildi.
Müslüman toplumunun 2. Dünya Savaşı’nda 150 bin ilâ 200 bin kayıp verdiği hesaplanıyor. Savaşta nüfusunun oransal olarak en büyük bölümünü kaybeden halk, Müslümanlar oldu.
Bosna Hersek’in Federal Yugoslavya’nın cumhuriyetlerinden biri olması, Yugoslavya Antifaşist Milli Kurtuluş Konseyi’nin Kasım 1943’deki toplantısında uzun tartışmalardan sonra kabul edildi.
Sosyalist Yugoslavya’da, gerek Müslüman toplumu gerekse İslâmiyet üzerinde 1960’lara dek baskı vardı. 1945–50 döneminde, Yugoslavya’nın başka bölgelerinde ve başka milletlerinde de olduğu gibi, Nazilerle veya Ustaşalarla(Hırvat faşist örgüt) işbirliği yapan Müslüman önderler öldürüldü, hapsedildi.[9]
1948 nüfus sayımında, Müslümanların önünde üç seçenek vardı: kendilerini Müslüman Sırplar, Müslüman Hırvatlar ya da ‘ulus beyan etmemiş, (veya ‘karar vermemiş’) Müslümanlar’ olarak tanımlayabilirlerdi. Bu, Bosnalı Müslümanlara, Sırplaştırılmaları ya da Hırvatlaştırılmaları konusunda ne kadar isteksiz olduklarını sergileme fırsatını veriyordu. 72.000 Müslüman kendisini Sırp olarak tanımlarken, 25.000’i Hırvat olarak tanımlamış, fakat tam 778.000 Müslüman ‘ulus beyan etmemiş’ olarak kayıtlara geçmişti. 1953 yılında yapılan bir sonraki nüfus sayımından da benzer bir netice çıktı. Bu kez benimsenen resmi politika, bir ‘Yugoslavcılık’ ruhunun gelişimini teşvik etmekti. Sayımdaki’ Müslüman’ kategorisi bütünüyle çıkarıldı; fakat insanlar ‘ ulus beyan etmemiş, Yugoslav’ olarak kütüğe yazdırabiliyorlardı kendilerini. Bosna’da, tam 891.800 kişi aynen böyle yaptı.
İlk değişim belirtisi, insanların kendilerini ‘ etnik anlamda Müslüman’ olarak tanımlamakta serbest bırakıldıkları, 1961 nüfus sayımında ortaya çıktı. Daha sonra, 1963 anayasasının önsözünde, eşit olarak ‘ Sırpların, Hırvatların ve Müslümanların ortak bir yaşamla, geçmişte birbirleriyle kenetlenmiş oldukları’ belirtilmiş, bu ifadeyle de her birinin eşitçe millet olarak kabul edileceği dile getirilmese de, dolaylı yoldan ifade edilmişti.
1971 tarihli nüfus sayım formunda, ilk defa, şu ifade yer aldı: ‘ bir ulus anlamında Müslüman’.
1960’ların sonlarında ve 1970’lerin başlarında Müslümanların bir millet olarak tanınmasına yönelik gerçekleştirilen faaliyet, İslami dinsel bir hareket değildi. Söz konusu bu dönemde, Bosna’da birbirinden oldukça farklı iki eğilim görülebilmektedir: laik’ Müslüman milliyetçiliği’ hareketi ile İslami dini inancın bağımsız canlanışı. Bu canlanışın sonraları en bilinen ürünü haline gelecek olan eser, 1960’ların sonlarında Aliya İzzetbegović tarafından yazılmış (fakat basılmamış) olan İslami Deklarasyon başlıklı kısa yazıydı.
Tarih, farklı milli varlıkların, ancak gerçekten demokratik bir siyasi sistem temeline dayandırıldığı taktirde, başarılı şekilde işleyebileceğini göstermektedir.
1960’ların ortasından, 1980’lerin sonlarına geçen süre boyunca, bazısının diğerlerinden daha haklı mazeretler savurduğu, küskün milli duyguların birçok kez yeniden canlandığı gözlendi.
1987 yılında enflasyon oranı yüzde 120’ye, 1988 yılında da yüzde 250’ye fırladı.
Aralık1990 seçimlerinde oylar sayıldığında, İzzetbegović’in partisi, meclisteki 240 sandalyeden 86’sını kazanmış; Zülfikârpašič’ in MBO’su da dâhil olmak üzere diğer Müslümanlar, 13 sandalye daha elde etmişlerdi. (Karadağ kökenli) Saraybosnalı psikiyatrist Radovan Karadžič’in liderliğindeki Sırp partisi SDS ise 72 sandalye kazanmıştı. Hırvat HDZ partisi, 44 sandalye kazanmıştı. Toplam olarak, 99 Müslüman, 85 Sırp, 49 Hırvat ve 7 Yugoslav vardı.[10]
1991 yılına gelindiğinde Yugoslavya’dan ilk ayrılan Slovenya oldu. Bunu Hırvatistan izledi.
Bosna Hersek Devleti Mart 1992’de ülke çapında bağımsızlık ilan edilmesi konusunda bir referandum yaptı, Sırpların çoğunluğunun boykot ettiği referandum bağımsızlığın kabul edilmesiyle sonuçlandı. 5 Nisan 1992’de Bosna Hersek Devleti bağımsızlığını ilan etti. 6 Nisan 1992’de Sırp güçleri Saraybosna’yı abluka altına almış ve saldırılara başlamıştı. Saraybosna 1425 gün Sırp birliklerinin kuşatması altında kalmıştır. Bu durumu Aliya İzzetbegoviç’den dinleyelim. “ Bizler Saraybosna’da üç yıldır pratikte cephenin ilk hattında çalışıyor ve yaşıyoruz. Bu hat bazen Cumhuriyet Başkanlığı binasına sadece 500 metre mesafesine kadar yaklaşmaktadır. Üç sene boyunca bu bina 120 defadan fazla isabet almış, içinde ve civarında 57 kişi öldürülmüştür. Kısa bir süre evvel kuşatmanın 1000. günü geçti. Bu süre zarfında en mütevazı hesaplamalara göre şehir üzerine yarım milyondan fazla bomba düştü. Bin üç yüzü çocuk olmak üzere on bin vatandaş öldürüldü.
Bu madalyonun trajik tarafıdır. Diğer tarafı ise şöyledir; Üniversite bir gün bile çalışmasına ara vermedi. Savaş esnasında 1500 den fazla öğrenci üniversiteden mezun oldu ve 55 doktora tezi savunuldu. Aynı zamanda 250 den fazla konser ve 1000 civarında tiyatro gösterisi yapıldı. Ana haber bülteninde, o günkü öldürülen insan sayısı ile o akşam verilen konser veya tiyatro gösterisinden bahsediliyor olurdu. Yoğun ölümü aynı zamanda yoğun bir hayat takip ediyordu. Gerçekte bu konserler müzik ziyafetinden çok bizim meydan okumamızdı, ancak bu, bizim tepelerden gelen kötülüğe ve vahşete meydan okumamız, görülmemiş insafsızlığa cevabımızdı.
Saraybosna, farklı din, millet ve kültür sahibi insanların beraber yaşayabileceğinin şahididir. Bunun için tek şart vardır; İnsan olmak. İnsan olmayanlar bunu yapamaz.
… Her zaman Sırpları Çetniklerden (Sırp düzensiz kuvvetleri) ayırt ediyorduk ve bunu gelecekte de yapmaya devam edeceğiz. Ancak bunun için bir şart vardır. Sırplar da aralarındaki bu farkı belirtme cesaretini göstermeliler.[11]
… On beş yıl boyunca Bosna’yı köşe bucak gezmiş biri olup, Müslüman, Hırvat ve Sırp köylerinde kalmış olan biri olarak, ülkenin her zaman etnik nefret duygularıyla kaynıyor olduğu iddiasına inanmam mümkün değil. Buna karşın, 1991–2 dönemi boyunca Belgrat Radyo- Televizyonu’nu izlemiş olan biri olarak, sıradan Bosnalı Sırpların, Ustaša savaşçıları, köktendinci cihatlar ya da buna benzer unsurlardan gelebilecek bir tehdit altında olduklarına inanır hale neden düştüklerini anlayabiliyorum.[12]
Bu asimetrik savaşta 150.000’den fazla insan öldü, bir o kadarı yaralandı, on binlerce insan sakat kaldı ve 60 bine yakın insan tecavüze uğradı. İki milyon insan yerlerinden yurtlarından oldu.
1994 yılında Washington’da Bosna Hersek Hükümeti ile Hırvatistan arasında antlaşma imzalandı ve buna göre Boşnak- Hırvat Federasyonu oluşturulması karara bağlandı. Ülke kantonlara bölünüp, öyle yönetilecekti.
Srebrenica, 11 Temmuz 1995’te Ratko Mladic komutasındaki Sırp birlikleri tarafından işgal edilmesinin ardından Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hollandalı askerlere sığınan sivil Boşnaklar Sırplara teslim edildi. Kadın ve çocukların Boşnak askerlerin kontrolündeki bölgeye ulaşmasına izin veren Sırplar, en az 8 bin 372 Boşnak sivili ormanlık alanlarda, fabrikalarda ve depolarda katletti. Katledilen Boşnaklar, toplu mezarlara gömüldü.
Sonuç: 21 Kasım 1995’de A.B.D’nin Ohio eyaletinin Dayton kentinde Dayton Barış Antlaşması imzalandı. Bosna Hersek; Sırpların kontrolünde bir Sırp Cumhuriyeti ve bir de Boşnak- Hırvat Federasyonu olmak üzere etnik kökene dayalı iki devletçiğe ayrıldı.
2006’ da Hırvatistan, Bosna ve Kosova’da işlenen savaş suçları nedeniyle yargılanan eski Sırbistan Devlet Başkanı Slobadan Miloşeviç, Lahey’deki hücresinde ölü bulundu.
2016’da Hollanda Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi, Bosnalı Sırpların eski lideri Radovan Karadzic’e, 8 bin Müslüman’ın katledildiği Srebrenica’da soykırım suçu işlediği yönünde karar vererek, Sırp lideri 40 yıl hapse mahkûm etti.
2017’ de ‘ Srebrenica kasabı’ olarak bilinen ve aralarında çocuklarında bulunduğu sekiz binden fazla insanın ölümünden sorumlu tutulan eski Sırp komutan Ratko Mladiç, soykırım, insanlığa karşı işlenen suç ve savaş suçunun da aralarında bulunduğu on ayrı suçtan ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Bu savaşta insan onuru ayaklar altına alındı. İnsanın aklının alamayacağı kötülükler yaşandı. Boşnaklar daha düne kadar bir arada yaşadıkları komşuları tarafından işkenceye tabi tutuldular, kadınlar tecavüze uğradılar ve öldürüldüler.
Sırpların yanında Sırbistan, Hırvatların yanında Hırvatistan devletleri vardı. Onların ağır silahları vardı. Bosna Hersek’e uygulanan silah ambargosu yalnızca Boşnakları etkiledi. Ama tüm güçleriyle direndiler.‘Öteki’ olarak düşmanlaştırdıkları Boşnakları, onların kültürlerini, dinlerini yok etmek istemişlerdir. Kütüphaneler, camiler, Mostar Köprüsü (Hırvat topçu ateşiyle) bombalanarak tarihleri yok edilmek istenmiştir. Ve Tüm bunlar ‘ tarihten de referans alan’ çelişkili, hastalıklı aşırı milliyetçi söylemlerin ürünleridir. Boşnakları, Sırplar Sırp, Hırvatlar Hırvat olarak görmek istemişlerdir. Elbette hepsi değil. Bosna Hersek’i savunan Sırplar ve Hırvatlar da vardı.
1992- 1995 savaş yıllarında ortaçağ Bosna Devletinin zambaklı (ljiljan) bayrağı savaş sırasında Bosna Hersek’in sembolü olmuştu. Ama Sırplar ve Hırvatlar kendilerini temsil etmediği gerekçesiyle itiraz edince bugünkü bayrak kullanılmaya başlamıştır.
Barışı, iyilikleri ve insanca yaşamayı savunan tüm ‘insanlara’ saygıyla, sevgiyle…
[1] Emgili Dr. Fahriye, Boşnakların Türkiye’ye Göçleri (1878–1934), Bilge Kültür Sanat Yayın Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. 1. Basım, Nisan 2012, s.57.
[2] Malcolm Noel, Bosna, Türkçesi: Aşkım Karadağlı. Om Yayınevi, Aralık 1999, s. 41 43, 45.
[3] Bora Tanıl, Yeni Dünya Düzeni’nin Av Sahası, 1. Baskı Birikim Yayınları Ltd. Mart 1994, s. 18, 19.
[4] Emgili Dr. Fahriye, a. g. e, s. 62.
[5] Emgili Dr. Fahriye, a. g. e, s. 74- 75.
[6] Babuna Aydın, Geçmişten Günümüze Boşnaklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000, s. 16, 17, 18, 19.
[7] Öztuna Yılmaz, Avrupa Türkiye’sini Kaybımız, Rumeli’nin elden çıkışı. Babıali Kültür Yayıncılığı. Birinci baskı, Haziran 2006, s. 54, 55, 68.
[8] Emgili Dr. Fahriye, a. g. e. s. 57, 58.
[9] Bora Tanıl, a. g. e, s. 35, 36, 37, 44, 45, 47.
[10] Malcolm Noel, a. g. e. s. 311, 312, 313, 314, 315, 316, 318, 319, 329, 346.
[11] İzzetbegoviç Aliya, Köle Olmayacağız, Fide Yayınları, 1. Baskı, İstanbul/ Eylül 2007, s. 208, 209, 287.
[12] Malcolm Noel, a. g. e. s. 388.