Bulgar gazetecinin gözüyle Mustafa Kemal ve Enver Paşa |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Mustafa Kemal ile Enver’in İttihat ve Terakki döneminde başlayan anlaşmazlıkları, bu ikilinin ömür boyu sürdürdüğü bir soğuk savaşa dönüşmüştür. Nitekim bu soğuk savaş, hem Çanakkale Savaşı, hem 1. Dünya Savaşı’nın son safhalarındaki cephe görevleri dönemine damgasını vurmuştur. Milli Mücadele döneminde de ilişkiler hep bu soğuk-uzlaşmasız çerçevede yürüyüp gitmiş, bir noktada da toptan kopmuştur.
Bulgaristan’da yayınlanan ve o dönemin sosyalistlerine yakın yayın politikasıyla tanınan Novo Vreme (Yeni Zaman) gazetesinin 11 Ağustos 1921 tarihli ve 730 numaralı sayısında yayınlanan “Kemal ve Enver” başlıklı yazı, Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanların İzmir’de denize dökülmesiyle sonuçlanan Büyük Taarruz’dan tam bir yıl önceki görünümü çok net ortaya koyuyor. Gazetenin İstanbul’daki muhabirinin yazdığı yazı (Ne yazık ki gazetecinin adı haberde yer almamış), Yunanların Anadolu’nun derinliklerindeki işinin çok zor olduğunu üzerine basa basa tekrarlaması, Türklerin Kurtuluş Savaşı’nı kazanacağına ilişkin beklentinin (En azından durumu iyi takip eden gazeteciler arasında) yüksek olduğunu ortaya koyması bakımından çok ilginç. Bu yazının bir özelliği de, 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında gerçekleşen ve Büyük Millet Meclisi Ordusu’nun kesin zaferiyle sonuçlanan Sakarya Meydan Muharebesi’nden iki hafta önce yayınlanmış olmasıdır ki yazıdaki öngörülerin isabeti açısından bu noktaya işaret etmek gerekir.
Yazının başka bir ilginç yanı da, başta Enver Paşa olmak üzere İttihat ve Terakki liderlerinin, ülkeyi sorumsuzca sürükledikleri 1. Dünya Savaşı’ndaki ağır yenilginin ardından kaçtıkları yurtdışındaki faaliyetlerine ilişkin verdiği bilgiler.
Ama daha önce de söz ettiğimiz üzere, Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa arasındaki soğukluk, rekabet o denli ağır noktalardadır ki, İstanbul’da görev yapan yabancı gazeteciler bile bu duruma ilişkin yazılar yazmak durumunda kalmışlardır…
Gazeteci Rıdvan Tümenoğlu’nun arşivinde bulunan ve onun desteğiyle çevirisini de yaptırdığımız yazının orijinalinde, birkaç ayrı noktada Mustafa Kemal’den “diktatör” olarak söz ediliyor.
O günün siyasal anlayışı ve sosyal koşullarında, bu ifadeyle (hâkim, Anadolu’nun hâkimi, önder) denmek istendiği son derece açık.
Bugünkü anlamıyla ele aldığımızda kesinlikle gerçeği yansıtmayacağını düşündüğüm “diktatör” nitelemesini -bu ifadeye kesinlikle katılmıyor olmakla birlikte- bir gazetecinin görüşlerini yansıtan, kendi döneminde günü gününe yazılmış tarihi bir belge olması bakımından aşağıdaki Türkçe çeviride aynen korudum.
Bunu yaparken göz önüne aldığım tek gerekçe şuydu: Bulgar gazetesinin İstanbul’daki muhabirinin yazıyı kaleme aldığı tarih, 11 Ağustos 1921…
TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, bu yazıdan birkaç gün önce (5 Ağustos) TBMM’nin orduya ilişkin ‘yasama’ yetkileriyle de donatılarak üç aylığına başkomutan seçilmiştir. Süresi uzatılarak, Türk Ordusu zaferi kazanana dek bu görevini sürdürecektir.
Mustafa Kemal, askeri durumla (orduyla) ilgili yasa yapma yetkisini 48 saat içinde kullanır.
…7 ve 8 Ağustos’ta Tekâlif-i Milliye (milli yükümlülük) emirleri yayınlanır. Halkın malının yüzde 20-40’ı istenmektedir.
Halk emirlerin gereğini yerine getirir. Makbuz karşılığı alınan malların bedeli II. Meclis döneminde ödenmiştir.[1]
Mustafa Kemal Paşa’nın yetkisi sadece askeri durumla ilgili yasa yapmaya ilişkindir.
Ancak bu yetki, sanki tüm konularda tek başına yasa yapma ve TBMM yetkilerini olduğu gibi kullanma hakkı gibi algılandığından, Batı dünyasında Mustafa Kemal’in yasama-yürütme yetkilerinin tümünü elinde bulundurduğu algısına yol açmıştır.
Aşağıda verdiğimiz yazıda sözü edilen –ve haksız bulduğum- ‘diktatör’ nitelemesi de işte bu yanlış algının bir sonucudur. Yazının içerisinde, Mustafa Kemal’den söz edilirken özenle seçilen kelimelerle yansıtılan, “dürüstlük”, “vatan sevgisi”, “askerlik başarısı”, “Kemal’in ahlaki değerleri” konusuna ayrıca dikkatinizi çekiyorum… Bu yazı ilk kez “Çanakkale 1915 Yalanlar İftiralar Polemikler” [2] kitabımda yayınlanmış bulunuyor.
…
Kemal ve Enver
Novo Vreme Gazetesi – Sayı 730
(Muhabirimizden Özel Yazı ) İstanbul, 11 Ağustos 1921“…Anadolu’daki savaş, Türklerin morali açısından yeni bir safhaya girmektedir ki bu durum davaları açısından olumlu etki yapabilir, diğer taraftan en tehlikeli anda hasta emellerin artması durumunda ise gidişat felaketle sonuçlanabilir.
Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa arasındaki eski ve uzlaşmaz mücadele hakkında daha önceleri sizlere yazmıştım. Türkiye’nin geleceği hakkında biraz farklı düşünen bu iki vatansever arasındaki rekabet, mütarekeden sonra (Mondros) aralarında uçurum oluşturacak bir hal aldı.
Mustafa Kemal, Anadolu’daki iktidarı eline geçirdi. Türk milliyetçi hareketinin başına geçti, onu düzene soktu, güçlendi, sempati kazandı ve diktatör (bu kelimeye ilişkin itirazımızı, üstteki satırlarda ayrıntılarıyla ifade etmiştik. TÇ) oldu, saygın isim oldu, ahlaki tüm değerlerini ve fedakârlığını cesur asker olarak ortaya koydu. Ahlaki diyorum, çünkü oluktan akan altını alıkoyup, davası bir hatıra olarak kalabilirdi.
Aynı konularda Ankara Büyük Millet Meclisi’nde de büyük tartışmalar sürmektedir. Kemal’i indirmek istemişlerdi ama o onları cesurca cezalandırdı…
…Enver Paşa yumuşadı ve hizmetini Kemal’e sundu. Ankara kesin olarak bunu reddetti, hattâ tehditkâr tavırla Enver’in kellesini istedi. Yunanlar Anadolu’ya girene kadar ikisinin ilişkileri böyleydi.
Enver Paşa’nın Talat Paşayla sıkı ilişkileri vardı. Kemal Paşa, Talat Paşa’nın da Ankara’ya gelmesini yasaklamıştı. Talat Paşa’nın ölümünden sonra, işler ortak dava lehine gelişme kaydetti.
Cemal Paşa da haber verdi. Her şeyde bir uzlaşma isteği akımı oluştu yani sadece fikirlerde değil aynı zamanda ordularda da. Ankara Meclisi’ndeki Kemalistler ve aşırı gruplar tehlike karşısında endişelidirler.
Bu gelişmeler Kemal’i herkesi kıskandıracak vatanseverlik mertebesine ulaştırdı ve karşısında Enver’in yıldızı sönük kaldı. Hattâ Türkiye için neredeyse sönmüş duruma geldi. Fakat kahramanlar ve güçlü yapıdaki kişiler kolay kolay sönmezler. Enver mutluluğu başka yerde aradı, daha uzakta, daha emin yerde ve daha geniş bir platformda, o Bolşevik oldu.
Kemal âşık olduğu bağımsız Türkiye için amansız savaşırken, Enver Moskova’ya gitti, komünistlerin Kafkasya’daki kongresine katıldı, Türkistan’a ordu kurmaya gitti ki burada Jön Türklerin belki de en güçlü simalarından eski bir bakan, Filistin cephesi komutanı olan ve orduları Sina’ya ve Süveyş Kanalı’na kadar erişip Mısır’daki İngiliz varlığını tehdit altına alan Cemal Paşa boy gösteriyordu. Bütün bu gelişmelerde yapı olarak hırslı ve gururlu olan Enver, Kemal’e karşı komplo kurmaktan vazgeçmedi.
Kemal’e karşı yapılan Kürt isyanını bu hırsına sayabiliriz. Bu isyanı Kemal’in arkadaşı Kazım Karabekir Paşa kanlı bir şekilde bastırmakla kalmayarak aynı zamanda milli dava lehine Kürdistan’dan birçok atlı birlikleri oluşturmayı da başardı.
Kemal’in ve Karabekir’in yurtseverliği, Cemal Paşa’nın dinmek bilmeyen öfkesi ve Enver’in Bolşevizm’i, İstanbul’un kurnazlığı ve Sami Bey’in soğukkanlılığı ile birleşince Yunanistan ve ordularına karşı koyacak yeni bir şey doğuracaktır. Bu yeni şeyin ruhu görünmektedir; şimdi ise şeklini ve rengini görmeyi bekleyeceğiz – gecikmeyecektir.
Kafkas, Erzurum, Türkistan ve Kürdistan orduları Kemal’e destek için Ankara’ya gelirlerse -ki Kemal artık ordunun komutanlığını üstlendi ve hayatını ortaya koydu- dünya sürpriz gelişmelere, Anadolu’nun tuzlu ruhunda geri dönülmez Yunan bozgununa şahit olabilir, -gerçekten de Helenizm için- çok tuzlu olabilir.
Kemal Paşa gerektiği takdirde Anadolu’daki savaşın kışın da devam edeceğini kesin olarak belirtti. Kış savaşı. Berbat sıcaklardan sonra uçsuz bucaksız Anadolu ovalarında berbat soğuklar geliyor, kazılmış yollarda ve bakir ormanlarda… O zaman… Kral Konstantin bunun hesabını yapıyor mu acaba?
Bekleyeceğiz… Dikkatli bir şekilde beklemeliyiz.”
[1] Turgut Özakman, “1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi”, s.124
[2] Çavuşoğlu Tayfun, “Çanakkale 1915, Yalanlar İftiralar Polemikler”, s.102
***