Bursa Çerkesleri (Gelenekler, sosyal yaşam, kültürel yapı) |
Bu yazımızda, XIX yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Kafkasya ve Balkanlar’dan gerçekleşen zorunlu göçler neticesinde Bursa vilayetimiz dahilinde yaklaşık otuz köyde iskan edilen Çerkesler’in sosyo-kültürel yapısı içinde fazilet okulu olan aile, kız-delikanlı ilişkileri ve düğün törenlerinden sözedilecektir.
Çerkesler Kimdir?
Çerkesler, tarihin çok eskiden beri tanıdığı ve değişik adlarla tanıttığı “Adige” toplumudur. XI. Yüzyılın sonundan itibaren dünya literatüründe “Çerkes” olarak anılmaya başlanmıştır. Adigelerin Kafkasya’da oturduğu topraklar (Adige Xuek), XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “Çerkesya (ya da Çerkezistan)” olarak anılmaya başlanmış olup, eski dönem dünya haritalarında bu coğrafyanın adı batı dillerinde “Circassia” olarak geçer.
Çerkesya veya Çerkezistan o dönemde hemen hemen tek etnikli bir bölgeydi. Bu nedenle söz konusu bölgede yaşayan halka (Adıgelere) “Çerkes” dendiğinde, bölgede yaşayan başka gruplar mevcut değildi.
Giorgio Interianno 1502’de ziyaret nettiği Kafkasya’da rastladığı ve o dönemde “Zikli” diye adlandırılan Adige toplumundan şöyle sözeder;
“Zychie, in Lingua Volgarı, Grece et Latina Cosichimati, et da Tatari et Turchie diamuntati Circassi et in diamuntati Circassi et in loro proprio Linguaggio apellati Adige” Interrianno, Tatar ve Türklerin de “Circassi” dedikleri toplum kendilerini “Adıge” adıyla tanımladıklarından sözetmektedir.
Diğer bir yazar, Emiddio Dortelli d’askoli de “Karadeniz ile Tataristan’ın Betimlenmesi(1634)” adlı kitabında, Çerkeslerin kanlarının asaletiyle övündüklerini, Türk’ün de onlara, mert atlı savaşçı anlamına gelen (Çerkes Sipaga) adını vererek büyük saygı gösterdiğini, teyid etmektedir.
Her halukarda “Çerkes” ve “Adıge” terimleri ilahi ve dini bir kavram olup “Güneşin oğlu (A-Dige-He=O-Güneş’e mensup olan yani soy sap anlamını taşımaktadır. Bunun dışındaki tanımlamalar birer faraziyeden öteye geçmez.
Çerkes Köyleri;
Bursa vilayetine iskan edilen Çerkeslerin, iskan yerlerini tespit etmelerine geldkleri yerler önemli rol oynamıştır.
Tıpkı kendi anayurtlarında olduğu gibi, kendilerine özgü yerleşim biçimleri, sosyal yaşam tarzlarına uygun köyler oluşturarak geleneklerini korumaya çalıştılar.
Kendi köy birimlerine Çerkesce adlar verdiler. Örneğin; Güvem köyüne Sınakho Hable, Kadirçeşme’ye Nasıbı-Psınekuey, Yolağzı’na Domba, Fındıklı’ya Deje Hable gibi…
Başlangıçta oluşturulan köylerde kendi dünyası içinde, kapalı ve dar bir çerçevede yaşam sürmeleri sayesinde kendi anadilleri olan “Adığabze” (Çerkesce)nin ve milli “Adığeğe” (Çerkes Kültürü)nin bütün özelliklerini yaşatma olanağını bulmuşlardır.
Ancak, XIX. Yüzyılın sonlarnda yaşanan sosyo- ekonomik değişim karşısında kırsal alanda çözülme ve kentlere yöneliş başlamasıyla birlikte, Çerkes dili ve kültürü de, içinde bulunduğu Osmanlı-Türk toplumun kültürel değerleri ile bir etkileşim içerisine girmiştir.
Aradan geçen 150 yıllık süre içinde kendi yüksek ahlaki özelliklerini korumakla birlikte, içinde bulundukları egemen Türk toplumunun ahlaki özelliklerine de ilgisiz kalmamaya, ona da uymaya ve onunla da etkin olmaya pek doğal olarak ve vicdani bir zorunlulukla yönelmişlerdir.
Bunun neticesinde; “ Xabze “ adı altındaki güzelim Çerkes örf ve adetlerinin içinde bulunduğu toplumda asimilasyon nedeniyle tahribata uğraması ile birlikte bir çoğu uygulanamamasından dolayı kaybolmuş veya değerinden çok şeyler kaybetmiştir.
Çerkes Kültürü :
Kültürsüz bir toplum düşünülemez. Farklı kültürler Kavim, millet-ulus, devlet, din ya da yerleşim adlarıyla nitelendirilirler. Örneğin; Avrupa kültürü, Yunan kültürü, Asya kültürü, Çerkes kültürü gibi… Tüm bu adlandırmalar o kültürün sahip olduğu alanı ve toplumu anlatmak isteğinden kaynaklanmaktadır.
Çerkes kültürü de, 400 bin yıla yakın bir süre önce Kafkasya Bölgesinde ilk yaratık “ Ha=Homo Erektus’un ardından ilk insan” Tsukh=Homo Sapiens yani “ Bilen insan “ ile birlikte ortaya çıkmıştır. Tarihi süreçte gelişim kaydeden bu kültür, özellikle M.Ö.III. bin yılda Miyekuape’de yaşanan Bronz Devri sanatın şahikalarından biri olarak bütün dünya tarafından kabul edilmiştir.
Çerkes kültür ve Medeniyetinin temsilcisi Çerkes halkının da dili, Nart Destanları, Xabzesi, dini ve ahlaki anlayışı, folklörü, giyim tarzı ve tarihte yaşanılan olaylar karşısında kendine has davranış ile yüzyıllardan beri yaşamakta olduğuna göre, bir milli Çerkes kültürü bugün de mevcut demektir.
Günümüzde Bursa Çerkes göçmeni bir kısım köylerde izlerine rastlanan Çerkes gelenek ve göreneklerine bakacak olursak; toplumda olabildiğince özgün bir ilişki yaşayan Çerkesler’de gelenek ve göreneklere, değerlere kati bir bağlılık söz konusudur. İnsan ilişkilerinde yaratılan bu uyumla ve kendilerine karşı duydukları uyum davranışı sorumluluğu ile ilgilidir.
Çerkeslerin Dili:
Çerkeslerin ataları; “ Bze zimiem tlepkh yierkım. “ yani “ Dili olmayanların milleti de olmaz.” Derler.
Gerçekten de tarih açısından bakıldığında dilin, tarihi oluşturan ilkelerden biri olarak ortaya çıktığı görülür. Dolayısiyle dili olanın tarihi vardır. Bir topluluk konuştuğu dille vardır. Dili olmayan bir millet düşünülemez.
Rus Filolog G.F. Turtsaninov’un, Çerkesya’da ortaya çıkardığı değişik dönemlere ait 23 adet antik eser üzerinde mevcut şekillendirilmiş sözcük dizisinden oluşan “ Resim yazısı “ ile, daha sonraki dönemlere ait bulunan tabletlerdeki “ Hece yazısı “nı nakşeden dönem insanlarının kullandığı yazı dili üzerinde yaptığı araştırmalara göre; Çerkesya’da beşbin yıldan daha fazla bir zamandan beri, bugüne kadar bir şekilde biline gelen Çerkesce( Adigabze ), Abazaca ve Vubuhca dillerini doğuran tek bir ana dilin var olduğu gerçeğidir.
Demek oluyorki bir dil, tarih içerisinde gelişirken türlü değişimlere uğruyor. Dilbilimciler, aynı kökten geldiği düşünülen Çerkesca ve Abazaca dilleri üzerinde yaptıkları Glottokronoloji çalışmaları, kullandıkları Leksiko-İstatistik tekniği sayesinde bu ve benzeri diierde birbirine benzer ortak kelimeleri yüzde olarak tesbit etmişlerdir.
J.C. Catford tarafından; Çerkesce(Adiğabze) ve Abazaca(Aşvice) dilleri arasındaki ortak kelime oranı yüzde 31, Vubıh ve Çerkes dilleri arasındaki ortak kelime oranı ise, yüzde 40 olarak tesbit edilmiş olup; Çerkesca, Abazaca ve Vubıhca diieri tahminen 4.000-4.500 yıl öncesinde farklılaşmaya başlamıştır.
Gerçekten, bugün Kafkasya’da konuşulan “ Kafkas Dilleri “ geçmişe doğru gidildikçe birbirine yaklaşmakta ve sonunda, yukarıda Catford’un yapmış olduğu çalışmada belirttiği gibi, 11.000’li yıllar öncesinde ki bir zaman diliminde birleşmektedir.
Çerkesler dillerini “ Adıgabze “ olarak adlandırır. Bugün bu dil esas olarak iki Lehçen( Ç’hae ve Şhağ ) oluşur. Çerkesce’de sekiz ünlüye karşılık elliye yakın ünsüz bulunur.
Çerkesler’de Sosyo-Kültürel Yapı:
İlk zamanlarda, Çerkes toplumunda sınıfsız bir yapı mevcuttu. Nitekim Arkeolog E.İ. Krupnov’un yazdıklarına göre; Nart Destanlarının başlangıcı, Kafkasya’nın kuzeyinde prinç alaşımının yaygın bir biçimde kullanıldığı, kahramanlığın günlük yaşam sayıldığı, henüz sınıfsal ayırımın olmadığı, bütün Çerlesler’in kardeşce yaşadığı ilk çağlara dayanır. Demir işleme sanatının en büyük ustası olan Tlepş’in anlatıldığı destan metinlerinde, demir işleme çağının, Çerkesler’de başladığı açıkça anlatılmaktadır.
Ancak, M.Ö.VIII. ve VII. Yüzyıllarda Karadenez kıyılarında Yunanlılar tarafından ticaret kolonileri, onlardan sonra Romalılar’ın buraları işgal etmeleri ile birlikte gelişen sosyo-kültürel ve ekonomik ilişkiler neticesinde Çerkes toplumunda; Kral ve yardımcılarından oluşan yönetici sınıfı, yönetilen halk sınıfı ve köle sınıfı oluşmuştur. Çerkesler bu dönemde tahminen 25-26 kabileden oluşan bir Kabileler Federasyonu idi. Tarihi kaynaklar bunlardan “ Meot “ diye bahseder. Meot kabilelerinden olan “ Sindiler “ köle ticareti yapıyorlardı.
Daha sonraki dönemlerde Kral statüsünde olanların durumlarında önemli değişiklikler olmuştur. Kafkasya’da bütün Çerkes veya Adige toplumunu bir araya getiren büyük devletlerin yerine, birbirinden ayrı olan kabilelerin bağımsız yaşamaları gibi bir durum ortaya çıkmıştır ki, bu dönem 1864 Büyük Çerkes Sürgünü tarihine kadar kesintisiz olarak sürmüştür.
Kabile ve aşiret halinden kurtulup küçük, fakat mağlubiyet kabul etmez kahraman bir devlet vücuda getiremeyen Çerkes kabileleri “ Pşı “ denilen reisleriyle, “ Work “ dedikleri beylerine karşı derin ve sarsılmaz bir hürmet ve itaat gösteriyorlar, yaşlılara ve kadınlara karşı hiçbir millette emsaline tesadüf edilemeyecek derecede medeni ve insani bir saygı besliyorlardı.
Çerkesler, başlangıçta Bursa’da oluşturulan küçük köylerde kendi dünyası içinde kapalı ve dar bir çerçevede yaşam sürerken, kendi anadilleri olan Çerkesce’yi ve milli Çerkes kültürünün bütün özelliklerini yaşatma olanağını bulmuşlardı.
Gerçekten de o dönemde o dar çerçeve içinde köyden köye Pşına ve Pxaçiç sesleri yankılandı, kızlı-erkekli kafileler düğünlere gidip geldiler. O dar çerçeve içinde dil ve kültür yaşam buluyordu.
Çerkes Aile Yapısı:
Çerkesler’de aile fikri çok eski ve gelişmiş bir tarzda olduğundan toplum hayatında ailenin kıymeti pek yüksektir. Neslin sağlıklı olması için yedi göbeğe kadar( Blağa ) akraba ile evlenilmezdi.
Çerkesler evine gelen misafire büyük önem verir. Misafir onun için bir onurdur. O misafire, buyurun, hoş geldiniz derken “ Keblağ ! “ denir. Bu sözcüğün içeriği başka hiçbir toplumda kullanılmaz. Anlamı, misafire “ Yedi göbeğe kadar bizimle ol “ demekte ve misafire bu onuru( akrabalığı ) vermektedir.
Geleneksel Çerkes hayatının esası “ Resmiyettir.” Çerkesler, gerek evlerinde, gerekse dışarıda saygısızlığı, teklifsizliği ve nezaketsizliği büyüğe karşı saygısızlık kabul ederler. Bu resmiyete rağmen ailede sevgi, samimiyet, bağlılık, saygı ve neşe ile bunların sonucu aile hayatında büyük bir düzen, saygılı bağlılık içinde doğup büyüyen çocuklar için aile hayatı bir fazilet okulu olur.
Çerkes ailelerinde kadın, evde pek değerli, şerefli mevki sahibi ve egemen durmdadır. Çerkes erkeği kadına karşı şiddet kullanmaz, hakaret etmez, onu toplumda küçültecek davranışlarda bulunamaz. Ona daima öncelik verir. Kadını bu hakkına ima olarak “ Dibisim “ yani “ Ev sahibemiz, mihmandarımız “ diye hitap eder. Diğer toplum adetlerine zıt olarak, Çerkesler’de kadının kocasının sağında, hatta üst tarafında oturabilmesi de, annenin yerinin yüksek tutulduğuna delildir. Kocasının bu derece saygısına erişen anneye, gelinleri “ Guaşe “ yani “ Prenses “ diye hitap ve ona saygı duyarlardı.
Çerkes köylerinde kalabalık ailelerde oluşa gelen “ Xabze “ dediğimiz örf ve adetlerimiz, şehirlerde tek aileye dönüşme zorunluluğunda kalınınca uygulama zorluğu ortaya çıktı. Eskiden bir baba, çocuklarıyla arasında bir mesafe oluştururdu. O çocuğun alışkanlıkları, terbiyesi, öğrenimi amcaları, dayıları, hala ve teyzeleri, birikimli dede ve ninelerinin örnek davranışları ve gözetimlerinde gelişirdi.
Günümüzde çekirdek aile anlayışıyla bu geleneklerimizin tamamının uygulanması imkansız hale gelmiştir. Çağdaş Çerkes toplumu artık eskisi gibi kapalı ve dar bir çerçevede ve kendi dünyası içinde yaşayamadığından, 150 yıldır içinde bulunduğu Türkiye’nin toplumsal ve kültürel yapısıyla da biçimlenerek bu zaman zarfında değişime uğramış ve bir yönden Türkleşmiş ve Türklerle iç içe olmuştur.
Çerkes aile reisi olan baba aile fertlerine karşı vakur ve şefkatli bir amir ve terbiyeci görevini daima muhafaza eder. Bütün aile fertleride kendisine karşı hürmetkar ve tam bir bağlılık gösterir. Onun her emri itirazsız yapılır. Karısına karşı durumu da eşitliğe saygı ve riayetle kendisini gösterir. Çünkü kadın ile erkek arasındaki eşitlik birbirine benzememek süretinde bir eşitliktir. Yoksa karı ile kocanın faaliyetlerinin çeşitli olmasını menetmeye kimse muktedir değildir.
Daima kendi hakkını savunmak şeklindeki aşırı merak kadar teessüfe değer haller ailede görülmediğinden, karı koca arasındaki gerçek eşitliğin sevişerek, birbirine saygı duyarak, sevinç ve kederlerini, ümitlerini müşterek bir hale getirmek olduğunu, yoksa kendi hayatında serbest yaşamak olmadığını pek iyi bilirler.
Çerkesler’de çok kadınla evlenme yoktur. Erkek karısını adıyla çağırmaz. Xabze gereği yetişip geldiği ailenin kızı, örneğin; “ Hatko’ların kızı=Hatkoha yapkh “ diye hitap edereksaygı gösterir. Ayni şekilde eve gelen gelin de, saygı gereği kocasına ve yakınlarına adlarıyla hitap etmez. Takma ad kullanır. Örneğin; benim rahmetli dayım Mehmed Kefu evlendiğinde gelin yani yengem, o da rahmetli oldu. Bana kendi adımla değil, taktığı adla yani “ Şuçuk=Küçük atlı-Süvari “ diye hitap ederdi.
Çerkesler’de Evlenme:
Aile ilişkileri toplumun özelliğini yansıtır.Evlilik ise o aileyi meydana getirecek olan bireylerin tüm toplumca kabul edilmiş anlaşma zeminidir.
Her toplum gibi, Çerkesler’de bütünlüğünü sürdürebilmek için evlilik ilişkileri kendi içinde gerçekleştirmeyi tercih ederler. Başka milletlere kız verme konusunda taassup gösterirler. Başka milletlerden kız almak konusunda da tereddüt gösterirler, hoş göemezler. Ama bugün bu anlayış sekter bir hal almış gibidir. Çerkesler kendi kültürlerinden biriyle evliliği tercih etseler bile zaman zaman bunu başaramıyorlar.
Çerkesler, her etkinlikte olduğu gibi, evlenmeleri de belirli kurallar dahilinde büyük bir ciddiyet ve dikkatle gerçekleştirirler.
Sevmek ve beğenmek birlikte yaşayacak gençlerin hakkı, Wase yani ağırlığı alıp vermek de yaşlıların hak ve görevidir.
Fazilet okulu bir ailede yetişen geleceğin anne adayı Çerkes kızları pek nazlı olurlar. Anne bütün şefkat ve dikkatini ona hasreder. Kendileri taparcasına severler. Aile fertlerinden hiç biri, bu aziz misafirin gönlünü kırmaz. Buna karşın, kızların kıymeti güzelliği ile değil, ev kadını olabilmek için gösterdiği kabiliyetlerle tadir edilirler.
“ Auj “ Söz verme:
Çerkes kız ve delikanlıları serbest haretet ettikleri için eş seçiminde sorun yaşamazlar. Delikanlı düğünlerde, “ Zexes “ denen toplantılarda görüşüp tanıştığı ve sevdiği kızla temas ve konuşmayı fazlalatırır. Onun da sevgisini çekmeye çalışır. Nihayet kıza izdivaç arzusunu söyler. Fakat bu noktaya gelinceye kadar arada öyle inceliklere dikkat olunur ki o hayatı yaşamayanlara kalemle tarif edilemez.
Bir tabii seyir takip eden bu sohbet olgunluk bulunca artık evlenebilmek için, delikanlı kızdan söz verdiğine dair kendisine ait mendil, yüzük gibi bir maddi şey verir. İşte, Çerkesler buna “ Auj “ derler.
Bundan sonra kızla delikanlı arasında derhal (Resmiyet) başlar. Resmiyetin hakiki anlamı daima hürmettir.
“ Lhıxhu “ Kız İsteme:
Evlenecek kız ve erkek önceden düğünlerde ve “ Zexes “ lerde(Cemiyetlerde) görüşüp bir yuva kurabileceklerine inandıktan sonra, her iki tarafın ailelerinin de uygun görmesiyle kız istemeye gidilir.
Bu grup, kızın sülalesindeki en yaşlı amcasına veya dayısına giderek kızlarının gelinleri olarak görmek istediklerini dile getirirler.
Kız istenip olumlu cevap verilince, aşağıdaki adetler uygulanır.
“ Wnaplhe “ Ev Görme:
Yakından tanışmayan aileler kızlarını isteyen ailenin yaşayışları ve varlıkları hakkında bilgi sahibi olmak için güvendikleri birkaç kişiyi kızlarını isteyen ailenin yanına gönderirler. İşte, buna Çerkesler “ Wnaplhe “ der. Aynı şekilde erkek tarafı da Wnaplhe’ye gider.
“ Wase ıx “ Başlık Alma:
Kız tarafı, erkek tarafına başlık almaya gidilecek tarihi bildirir. Başlık almaya giden kişiler Xabze’ye göre yakın akraba, komşu ve dayı tarafından bir genç olmak üzere üç kişi giderdi.
Çerkesler kızları için eskiden gayet yüksek “ Wase “ yani başlık almak hususunu severlerdi. Bundan kasıt, kızlarına hürmet edildiğini, önem ve değer verildiğini görmek arzusu idi.
Çerkes kızları kendileri için asaletinden aşağı başlık verilmiş olmasını affedilmez bir hakaret telakki ederler, gururları kırılmış sayarlar. Wase olarak eskiden verilecek şeyler içinde; at, silah, bir elbiseye yetecek kadar sim, iki elbiselik ipek veya kadife kumaş gibi şeyleri sayabiliriz. Pek eski devirlerde, Waseler arasında ok ve yay da bulundurulması şarttı.
Kız babasının başlık olarak aldığı silahları takınması, atlara binmesi kibarlığa aykırı sayılırdı. Hatta kızın kardeşleri de bu atlara binmeyi hemşehrilerin hürmetsizlik telakki ederlerdi.
İşte bunlar başlık almaktan maksadın yalnız menfaat olmayıp, şeref gayesiyle yapıldığını güzelce ispat eder. Çünkü Çerkesin hayatta önem verdiği yegane şey, hürmet görmek, bunun için de hürmet etmektir.
Dini Nikah:
Kız ve erkek tarafı Wase konusunda anlaştıktan sonra Dini nikah tarihi belirlenir. Nkah, kızın babasının veya amcasının evinde kıyılırdı. Nikah kıyılan yerde Xabze’ye göre, nikahı kıyılacak kız ve erkek kesinlikle bulunmazdı. Bundan dolayı tarafları temsil eden iki kişi vekaleten nikah töreninde hazır bulunurdu.
Nikah kıyıldıktan sonra kız ve erkek tarafından ayrı ayrı “ Nish “ tabir edilen Nikah yemeği verilir. Yemekte en yaşlı erkek yemekten önce “ Xhuexhu “ yani yemek duası yaparak yemeğe başlanır. Yemekten sonra da erkek tarafından giden heyetin “ Thamade “ si yani en yaşlısı da “ Xhuexhu “ yapar.
“ Ceuq “ Düğün:
Birbirlerini yakından tanıyan aileler en az bir yıl sonrası için düğün tarihi belirlerdi.Ardından kızın köyüne gidilerek ve Xabze’ye uygun olarak teslim alınan “ Nıse “ yani gelin, delikanlının köyüne getirilir.” Nısa Kıeşığ Ceuq “ diye tabir edilen gelin alma serenomisiyle yapılan bu usul daha ziyade uygun ve kibarlık telakki edilir. Gerek kızın evinde ve gerekse delikanlının evinde iki ayrı düğün yapılır. Bunun dışında kızı geceleyin kaçırıp götürmektir. Çerkesce “ Yadığuas “ çalındı. “ Yakhas “ götürüldü kelimeleriyle ifade edilen bu olayda kız kaçmaz, kaçırılır. Suç unsuru yoktur. Genç kız ailesine karşı iteatsiz bir durumda bulunmadığından asi olarak suçlanmaz. Eskiden atla kaçırırlardı.
Ya bir hasadın ardına düşer
ya da bahar kutlamaları gibidir günlerimiz
sürgün yüreğimiz,
ancak o zaman biraz durulur .
çoçukluktan kaldı bize alışkanlık,
özgürlük diyince mızıka sesi duyulur.
İşte avlu, ağzına kadar insan dolu.
Yiğit delikanlılar, güzel kızlar,
hepsi maharet için yarıştılar,
barış, sevgi, hoşgörü
bunların hepsi bizim ruhumuzda…
buyurun
Çerkes düğününe
(eksisozluk.com.)
“ Nısaşe Kıeşoğ Ceuq “ Merasimi:
Gelin almaya gidilmeden önce erkek tarafında toplanan kişiler, gelin alayını yönetecek yaşlı birisini “ Thamade “, ona yardımcı “ Thamade Khuadze “, düğünü idare edecek “ Hatiyakhue “ ve Thamadelerin bulunduğu odada hizmeti sağlayan kişi “ Şhağırıt “ ı seçerlerdi. Kızlarıın temsilcisi olarak da kızların “ Thamadesi “ seçilirdi.
Gelini getirmek üzere teşkil edilecek gelin alayına delikanlı bütün akrabasını davet eder. Alaya kendisi dahil olmaz ise de genç kardeşleri, genç dayı ve amcaların alaya iştirak ederler. Gelini getirecek akraba ile delikanlının hemşiresi yahut akrabasından bir iki kız ve kadın ile hizmete yardımcı olacak bir kız gider.
Gelin alayına Thamadeler ile birlikte, at üzerinde kızın köyüne giden delikanlılar bir disiplin içinde hareket ederler. Köye 1-2 Km. kala haberci gönderilir. Köyden gelenlerle birlikte kafile yola devam eder vekızın evinin önünde durur. Taki misafir kızlar içeri buyur edilene kadar kapıda bekletilir. Gelin almak üzere teşkil edilen bu alaya evlenecek delikanlı “ Xabze “ gereği katılmaz.
Gece kızın köyünde kalınacak ise alaya dahil olanları, sabaha kadar rahat bırakmazlar. Çeşitli latifeler ve muziolikler köylerinin sevgili kızını almağa geldiklerinin güya cezası olarak yapıldığından, bu latifelere karşı tecavüze maruz kalan erkek tarafı hiddetlenmez. Hiddet pek ayıptır. Alaya dahil olanlardan bir çok hediyeler koparırlar.
Ertesi gün gelin alayının hareket zamanı gelince bütün heyet gelinin çıkacağı evin kapısı önünde at üstünde hazır bulunurlar. Delikanlının küçük kardeşi, yahut yakın akrabasından bir genç odaya girer. Gelinin koltuğuna girerek oturduğu yerden kaldırır.
Gençlere mahsus bu merasime ihtiyarların karışmaması alışılan ve olgunluk numunesi sayıldığından gelinin yanında annesi ve babası değil, yaşlı akrabası bile bulunmaz..
Gelin kapıdan çıkarılırken gelinle ilişkisi olan ihtiyar bir kadın; “ Lepe mafe vesi daxe “ yani “ mesut adım atasın güzelim “ der.
Bu hitap üzerine saadet yuvası olan baba evini terk etmekte olan gelin yani Nise, eski güzel hatıralarının düşüncesi ile hissettiği üzüntüyü tutamaz. Göz yaşı dökerse de hissettirmemeğe çalışır.
Gelin giderken anne ve babasının ellerini öpmez. Çünkü kendisini naz ve nimet içinde büyüten şefkatli ailesini başkası için terk edip gitmeyi hürmetsizlik ve ayıp saydığından o sırada onların yanına çıkmaktan utanır.
Hüzünlü bir uğurlama olduğu için, kız tarafı silah atmadığı gibi, şarkı da söylenmez. Bunun yerine Pşına(akodiyona benzer, Mızıka da tabir edilir) ile “ Nıse Qış Wered “ yani gelin uğurlama çalınırken, kendisi için getirilen Tenteneli arabaya yerleşir. Tentenenin üstünde kızlarının saf ve temiz olduğunu ifade eden kenarları onar santim beyaz kumaşla kaplı ortası kırmızı ipekten kare biçiminde bir örtü konur. Gelin arabasının sağında çakılmış bir direk bulunur. Kırmızı kadifenin üzerine, altın simle sağ tarafta erkeğin aile arması, sol tarafta da kızın aile arması bulunan “ Nısaşe Nıp”( Gelinci flaması ) bu direğe bağlanır.
Yol boyunca şarkılar söylenir, oyunlar oynanır. Arabanın üstündeki “ Kuşha Tebe “ denen simge örtünün başkaları tarafından çalınmamasına dikkat edilir.
“ Nısaşe Ceuq “ Gelin Getirme Düğünü:
Gelin alayı delikanlının köyüne yaklaşınca, ayni şekilde haberci gönderilir. Gelinin( Nısa ) kalacağı eve gelince kapıda dururlar. Gelenlere “ Halıve-lokum “, “ Tığujı “, “ Soğuk söğüş et “ gibi şeyler ikram edilir.
Bu düğüne, yalnızca delikanlılarla kızların katılımı ile gerçekleştirilir. Düğüne, gelin ve damat( Malxa) dışında, anne ve babalar da katılmaz. Düğün tamamen onların dışında gerçekleşir. Çerkes gelinin kendi düğününde oynaması adetten değildi. Düğünde öncelikle “ Şegerey “ diye anılan ev sahibi konumundaki birisi düğünde oynar. Düğünü “ Hatiyakue “ idare eder. Kimin oynayacağını da o belirler.
Düğüne katılanlar tarafından toplu halde yapılan “ Wuigg “ dansı ile başlar. Daha sonra “ Kafe “ denilen yavaş ritimli, “ Şeşen “ denilen hareketli tarz en çok dans edilen müziklerdir. Ayrıca, “ Apsuwa “ ve “ Leperuj “ gibi başka hareketli danslarda vardır. Düğünde sözleşmiş kızlar ve evli kadınlar oynamaz. Kardeşler birbiriyle oynamaz.
Düğün süresince Damat( Malxa) sağdıçın evinde, Gelin( Nıse ) ise “ Leğuıne “ tabir edilen gelin odasında kendilerini tebriğe gelenleri beklerdi.
Kurulurken olduğu gibi, düğün sürerken de geleneklere uygun hareket edilir. Düğünler, genellikle güneşin doğma vakti, sabaha karşı yapılan “ Nexuşh Wuc “ ile sona ererdi.
Çerkeslerin Osmanlı-Türk kültür yapısına katkılarının boyutlarını bilmek zor görülmektedir. Fakat iki ya da daha fazla kültür sistemleri birbirleri ile karşılaştıklarında çok değişik etkileşim içerisine girdikleri gibi, Bursa’da da Osmanlı kültürü ile Çerkes göçmenlerin getirdikleri kültürel değerlerin birbirini etkiledikleri muhakkaktır.