Bursa-Nilüfer İlçesi Köylerinde Konuşulan Dil Özellikleri ve Halk Hekimliği (Çalı Mahallesi Örneği) |
Nilüfer’de Bizans Dönemi’nden kalan Rum köyleri göz önüne alınmazsa, Osmanlıların bölgeyi fethinden sonra kurulmuş olan ilk Türk köylerinin kurucularının, farklı, farklı Oğuz Boyları’ndan olduklarını düşünebiliriz. Zaten, her boyun birbirlerinden az da olsa ağız farklığı olmalıdır. Bu oluşumu günümüzde de takip edebiliyoruz. Bulunan köylerde/şimdiki mahallelerde konuşulan şive ve ağızlar farklı farklıydılar. Köylülerin konuşmalarını dinleyince, hangi köyden olduklarını hemen anlayabilirdiniz. Bu farklılığın ortaya çıkmasının çeşitli sebepleri vardır. Çalı mahallesinde, konuşulan ağızların, günümüzde söylenmekte olan bazı sözlerinin, diğer Türk lehçeleriyle bire bir örtüşmesi, bizleri buna inanmaya itmektedir.
Yüzyıllar boyunca köylüler, dışa kapalı bir toplum halinde yaşamak zorunda kalmışlardır. Buralarda yaşayan insanlar, başka yerlerde yaşayanlarla fazla bir temasta bulunamadıkları için, köylerdeki ağız ve şive farklılıkları azalmamış, aksine zaman içinde keskinleşmiştir.
1530 yılında bile Çalı ve çevresindeki köylerde hala çok az insan yaşamaktaydı. Fodra/Alaaddinbey köyünde yaşayan sadece üç Müslüman aile vardı. Misi’de de üç aile yaşamaktaydı. Diğer köylerde de durum pek farklı değildi. Kaza merkezi olan Kite/Ürünlü bile ancak, 50 haneye ulaşabilmişti. Kızılcıklı/Hasanağa; 6 hane, Kayapa; 26 hane, Yaylacık ve Demirci 10’ar hane idiler. Çalık/Çalı ve Atlaslu/Atlas 21 er haneye sahiptiler[2]. Bu kadar az nüfusa sahip olup, dış dünyaya kapalı olan böyle ortamlarda, dilin ve halk kültürünün zenginleşebileceğini düşünemeyiz.
Tarihsel süreç içerisinde, Nilüfer’de dil ve ağızların gelişip zenginleşmesini, halk hekimliğindeki tedavi yöntemlerinin, çeşitlenerek artmasını ancak, bölgeye olan göç olgusuyla açıklayabiliriz. Celali İsyanları sırasında, bölgenin göç almadığını belki de bu yüzden köylerin nüfuslarının azaldığını düşünebiliriz. 1683 Yılı 2. Viyana Kuşatması’ndan sonra, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’dan toprak kayıplarının sonucunda, buralardan Anadolu’ya tersine göç olgusunu biliyoruz. Bu göçlere, 93 Harbi denilen, 1877, 1878 Osmanlı-Rus Savaşları sonucunda gelen göçmenleri ve Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa Valiliği sırasında, Yörükleri mecburi iskana tabi tutmasını da ekleyebiliriz. Yunanistan mübadele göçmenleri ve daha sonraki balkan göçmenlerini, hatta Dersim göçmenlerini de sayabiliriz. 1844 Yılı Temettuat Defterlerinden bazı ailelerin köylere başka yerlerden göç ederek yerleştiklerini tespit edebiliyoruz.
1844 yılında, örnek aldığımız Çalı Mahallesi’nde yaşayan ve Bolu, Tokat gibi şehirlerden göç edenler olduğu gibi, Tatar ailelere de rastlanılmıştır. Beşe oğlu, beşe, beşe torunu lakaplı birçok kişi olduğu gibi, Dağyenice, Akçalar, Ayva, Adranos/Orhaneli gibi yerlerden göç eden aileler olduğunu tespit edebiliyoruz.[3] Beşe sözü; emekli yeniçeri ve askerlerin varlığını çağrıştırmaktadır. Bilindiği gibi, yeniçeri ocağı Bektaşi inancına sahipti.
Çalı Mahallesi’ne göç ederek yerleşen bütün bu insanlar, buraya dil, ağız ve kültürlerini birlikte getirmiş olmalıdırlar. Ayrı, ayrı yerlerden ve farklı, farklı kültürlerden gelen bu insanlar, Çalı’nın dil ve ağızlarını, söz dağarcığını, halk kültürünü zenginleştirmiş olmalıdırlar. Bütün bunlara şunu da ekleyebiliriz. 17. Yüzyılın ilk yarısından itibaren köylere camiler yapılmaya başlanmadan önce, 1530 yılında Nilüfer Bölgesinde, sadece iki imam vardı. Birisi: Tobi/Minareliçavuş köyünde. İkincisi: Dağlarda göçebe olarak gezen Keçeli Obası’ndadır.[4] Nilüfer’in köylerindeki diğer camilerin yapılışları daha sonralarıdır. 1844 Yılında tanzim edilen Temettuat Defterlerinde bütün köylerin imamı vardır.[5] Bu imamlar, almış oldukları din eğitimi sayesinde, köylülere verdikleri vaazlarda, köylülerin kelime haznelerine birçok Farsça ve Arapça kelime ve deyim sokmuş olmalıdırlar.
Bütün bunlardan ve bu bölgedeki dede, baba kültürlerinden, dede, baba mezarlarının varlığından, Osmanlının Kuruluş Döneminde bölgeye Alevi-Bektaşi Kültürünün egemen olduğunu ve Sünnileşmenin fetihten çok sonraları, halk arasında yayılmaya başladığını tahmin edebiliyoruz. Sünnileşme, Cumhuriyet döneminde hızla artmıştır. Çalı’nın ilk bucak müdürü, bölgenin en önemli dedelerinden olan Fula/Furla Dede’nin etrafında bulunan ve mezarını çevreleyen 12 büyük taşı, 12 imamı çağrıştırıyor diye yerlerinden söküp attırmıştır.[6]
Çalı, 1943 yılında bucak yapılınca, buraya Ülkenin çeşitli yerlerinden gelen memurlar da, Mahallenin dil ve kültürünün zenginleşmesinde katkıda bulunmuş olmalıdırlar. Bir de bütün bunlara, uzak yerlere mal taşıyan kamyon şoförlerini de katmamız gerekir.[7] Bu şoförler, uzak yerlerden duydukları farklı deyimleri ve farklı sözlerden bir kısmını Çalı Mahallesi’ne taşımış olmalıdırlar. Uzak yerlerde askerliklerini yaparak, geri dönen gençlerin de, oralarda duydukları bazı deyim ve atasözlerinden bazılarını, köylerine taşıdıklarını da düşünebiliriz.
Günümüzde ağız ve şive farklılıkları neredeyse ortadan kalkmak üzeredir. Bazı yaşlı insanlar hala eski ağızla konuşuyorlarsa da, onlar da gün geçtikçe giderek azalıyorlar.
Farklılığın ortadan kalkma nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: 1. Televizyonların yaygınlaşması. 2. Okuryazarlığın artmasıyla birlikte köylerdeki gençlerin, şehirlerdeki lise, yüksek okul ve üniversitelere gitmeleri. 3. Ulaşım araçlarının artmasıyla birlikte, Şehir’e/Bursa’ya ulaşımın kolaylaşması. Bundan dolayı gençlerin fabrika ve işyerlerinde çalışıyor olmaları. 4. Gazete, dergi ve kitap okumanın yaygınlaşması. Bilgisayar ve cep telefonlarının kullanımının artması dolayısıyla, internetin hayatımıza girmiş olması. 5. Birçok eski köyün/yeni mahallenin günümüzde şehirleşerek nüfuslarının artması. Bunlara başka bazı sebepler de ekleyebiliriz.
A-Çalı ve Çevresinde Dil
1.Kelimelerin söyleniş farklılıkları (Ağız)
Baştaki sözcüğü “r” ünsüzüyle başlayan isimlerin ve sözlerin önüne; a, e, ı, i,u, ü, o, ö gibi ünlü sesler getirilmektedir. Örnek: Ramazan/İremezan, Recep/Erecep gibi. Kişi adlarının söyleyişinden örnekler: Ahmet/Amet, Ayşe/Aşe/Aşa, Fatma/Fadime, İsmail/ismal, Kadri/Gadiri, Mehmet/Memet, Mehmet Ali/Memdeli, Mustafa/Mısdafa, Rıza/riza, Sabiha/Sebiya, Sahure/Safure, Süleyman/Süleman, Saide/Sayde, Semiha/Sema gibi. Örnek: Ramazan/İremezan, Recep/ Erecep ve Rukiye/Urkuş diye söylenilmektedir.
Sondan bir önceki sözcüğü u ünlüsü olan isim ve sözlerde, “u” ünlüsü “ı” olarak söylenmektedir.[8]
Örnek: Armut/armıt, Mahmut/Mamıt (burada “h” ünsüzü de düşmüştür), savruk/savrık gibi.
Çalı mahallesinde, birçok isim ve deyim farklı olarak söylenmektedir. Akıbat demek avukat demektir. Bunlardana birkaç örnek:
Acıcık/azıcık, angare/angarya, buydey/buğday, böyün/bugün, davılmak/dağılmak, dayre/daire, ettiyar/ihtiyar, fasille/fasülye, gabırga/kaburga, hambal/hamal, holta/olta, ittiyaç/ihtiyaç, madünüz/maydanoz, mahana/bahane, ösüz/öksüz, peke/peyke, sefte/siftah, tatta/tahta, ure/oraya, lülver/mürver(ağacı), demirli(dönüm yerine söylenmektedir). Gibi.
Yer adları olarak, Çalı Mahallesinde çevredeki eski köy, yeni mahallelerin adlarının şöyleyişlerinden örnekler:
Atlas köyüne; Atlazı denilmektedir. Günümüzde de söylenmektedir. Atlaz; Türkmen Türkçesinde atlas kumaşa verilen addır. Belki de bundan galat Atlazı denilmektedir. Köyün adı Eski Osmanlı defterlerinde Atlaslu/Atlaslı olarak geçmektedir. Çalı Mahallesinde Atlaslı sözü de kulanılmaktadır. Örneğin: Bu köyden çok eski yıllarda gelerek, Çalı Mahallesine yerleşen aileden birisini tarif ederken, aynı ismi taşıyan başka kişilerden ayırt etmek için, Atlaslı Eminesi, Atlaslı Aşesi diye söylenmektedir. Kayapa adı hiç değişmeden Kayapa diye telaffuz edilmektedir. Tahtalı, Tattalı diye söylenirken, Yaylacık Köyüne; Yalacık demektedirler. Fodra; Fodura, İnegazi; Eynegazı, Karaören/Kadriye; Gareren, Görükle; Gürükle diye söylenmektedir. İnesi; Eynesi, Kite; Kite, Hasanağa; Hasana, Misi; Misi, Balyaz; Ballez diye söylenmektedir. Bunlara köy veya köyü demezler. Sadece adını söylerler. Sonuna köy eki eklenen iki köy vardır. Birisi Demirciköy, diğeri Dağyenice köyüdür. Demirciköy’e; Demiciköy, Dağyenice köyüne; Yeniciköy demektedirler.
Çalı Mahallesi’ndeki yer adlarının söyleyişlerinden bazı örnekler:
Soğalık; aslında bu yer adı, soğuk oluk tan gelmektedir. Gerçekten de burada alçılı ve kalkerli suların yüzlerce yıldır akarak oluşturduğu ve suların dereye aktığı bir oluk gibi doğal oluşum vardır.
Pamugavakla/Pamuğun kavaklar; Pamuk diye anılan birisinin tarlasında kavak ağaçları varmış. Pamuğun kavakları anlamındadır.
Külcüyerleri; Ovada bir yer adıdır. Külal, Osmanlı Türkçesinde çömlekçi demektir. Külcüyerleri çömlekçi yerleri anlamına gelmektedir.
Çalı Mahallesi’nde kuşlara verilen adlar ve söyleyişleri de farklı farklıdır.
Örnekler (Baştakiler, Çalı mahallesindeki söyleyişleridir):
Samanı sarı; Çalı bülbülü.
Çillik; Kuyruk sallayan.
Sinekçin; Sinekkapan kuşu.
Elmacık; Alamecek kuşu.
Gösügızıl; Kızıl gerdan/nar bülbülü.
Kestane gargası; Alakarga.
Alagarga; Gökkuzgun.
Gelin guşu; Saka kuşu/iskete.
Ot guşu; Yeşil tırmaşık kuşu.
Sıçan guşu; Çit kuşu.
Sarıkısrak; Yeşil ağaçkakan.
Elegöcen; Kızıl sırtlı örümcek kuşu.
Gobalak guşu; Küçük tırmaşık kuşu.
Saz sülünü; Küçük balaban kuşu.
Bakkalcık; Büyük ardıç kuşu.
Halkalı; Tahtalı güvercin.
Bunlara, gızılca guş adını da ekleyebiliriz. Yumurtadan yeni çıkmış ve henüz tüylenmemiş
yavru kuşlara bu ad verilmektedir.
Mahallede en ilginç kuş adı, serçeye verilen kör guşu adıdır. Aslında serçelerin köy içinde yaşamalarından dolayı köv/köy kuşu denilmiş, zamanla söylenişi değişerek, kör guşu denilmeye başlanmıştır.
Çalı’da “bana” kelimesi; bana diye söylenirken, İnegazi ve Kuruçeşme gibi Yörük köylerinde “bene”, 93 göçmeni Kadriye, Üçpınar ve Güngören köylerinde “ba’a” diye söylenmektedir. Atlas’ta büyük ve çok yaşlı meşe ağaçlarına; “gabaç” denilmektedir. Gabaç adı; Dede Korkut Hikayeleri’ndeki, “kaba ağaç” adından gelmiş olmalıdır. Yörük köyleri ve Dağyenice köyünde büyük ağaçlara “tal” derken, Çalı’da “dikme” denilmektedir. Kayapa’dan güneye doğru dağ köylerine çıkan yolun sol yanında üç adet meşe ağacı vardı. Kayapalılar bunlara Üç dallar derlerdi. Bu ağaçlar şimdi yoktur. Burası şimdi de yer adı olarak Üç dallar diye anılmaktadır. Burada “tal” adı; “dal” diye söylenmektedir.
Patsa; Bu söz, Atlas Mahallesi’nde Ağaçlar, don, kırağı ve başka sebeplerle, az meyve tuttuğu zaman söylenmektedir. Seyrek oldu, az meyve var anlamındadır. çevrede hiçbir yerde söylenilmemektedir. Çalı Mahallesi’nde ise; Bu yıl meyvala gıt denilmektedir.
Çalı’da; “diyeceğim” sözü “decem” diye söylenirken, göçmen dağ köylerinde; divecem, Yörük köylerinde ise devercem diye söylenmektedir. Mari-kızan sözü; 93 Göçmeni olan köylerde, gelinim-oğlum yerine söylenmektedir. Naparsın ba mari? cümlesi hal-hatır sormak için kullanılmaktadır. Nasılsın? İyi misin? Demektir. 1940 yılında Misi’de de mari sözü söylenmekteymiş.[9] Geliyorum, gidiyorum sözleri; Çalı’da geliyom, gidiyom diye söylenirken, 93 Göçmeni köylerde, geliyeri, gidiyeri diye telaffuz edilmektedir. Bazı örnekler verecek olursak konu daha iyi anlaşılacaktır.
Yeter be, yahu! Ben yemiyeyim! İçimi çimbil çimbil yapıyor. Zira! İfadesi: Dağdaki göçmen köylüler tarafından şöyle söylenmektedir:
—Yete ba, ya! Ben yimeyim! İçimi çımbıl çımbıl yapayi. Zere!
Aynı ifadenin Çalı Mahallesi’nde söylenişi ise şöyledir:
—Yete be (gali)! Ben yimeyem! İçimi şımbıl şımbıl yapıyo. Zere!
Çalı Mahallesi’nde söylenen gaybettik/kaybettik sözünü, Tahtalı Mahallesi’nde; gaybottuk diye telaffuz etmektedirler. Bu söz batıya doğru olan mahallelere gidildikçe aynı şekilde söylenmektedir. Alaaddinbey ve Demirci mahallelerinde, Çalı Mahallesi’nde olduğu gibi; mandaya, dombey denilmektedir. Yaylacık ve Tahtalı mahallelerinde yaşayan insanlar dombay derken, çok yaşlılar camış da demektedirler. Güngören Mahallesinde küçük çocuklara yavşak denilirken, Yaylacık Mahallesinde ise pale denilmektedir. Çalı Mahallesi’nde, yavşak bit yavrusu demektir. Elma adı, Çalı Mahallesi’nde olduğu gibi, Yaylacık, Demirci, Aladdinbey ve Tahtalı mahallelerinde de elma olarak söylenilirken, Akçalar Mahallesi’nde alma denilmektedir. Çalı Mahallesi’nde ganıgara sözü börülce için söylenilirken, Güngören köyünde kabuklarıyla bir ipe dizilerek kurutulan fasulyeye börülce denilmektedir.
Bursa’nın ovadaki Manav köylerinde söylenen bazı söz ve deyimler, Çalı Mahallesi ve çevresindeki Manav köylerinde de söylenmektedir. Göçmen ve Yörük köylerinde bilinmezler. Gıynaşık; aralık, garavul/karavul, gölge; aralık, sokak, bıldır; geçen yıl, burgu; çeşme musluğu gibi söz ve deyimler bunların örneklerindendir. Başıma garavul/karavul olma gibi, gölge etme, karakol olma anlamındaki böyle deyimler de bilinmezler. Evermek (oğlunu veya kızını evlendirmek) deyimi; Manav köylerinde söylenildiği gibi, günümüzde Yörük ve göçmen köylerinde de aynı anlamda kullanılmaktadır.
Enki sözü; bu ne? Anlamında Yörük köylüleri tarafından söylenirken, Manav köylerinde; bu ne? Diye pek söylenmez. Ne bu? Diye söylenir.
Yerli köyleri ve göçmen köylerinde hayvancılıkla ilgili deyimler biri birilerine yakınken, Yörük köylerinde bazı farklılıklar vardır. Örneğin; boynuzu kırılmış koyun ve keçi gibi hayvanlara kelek denilirken, yerli köylerinde ise; gabak/kabak denilmektedir
Anası ölmüş süt çağındaki kuzu ve oğlaklara, Yörük köylerinde ekti denilmektedir. “Ekti” asalak demektir. Bu sözü ara yerde geçinen, asalak anlamında kullanmaktadırlar. Yerli köylerinde, ösüz guzu/kuzu, ösüz oğalak/oğlak denilmektedir.
Çam, servi ağacı gibi ağaçların, tohumlarının bulunduğu, kozalak denilen kılıflarına, Çalı Mahallesi ve diğer yerli köylerinde, gobalak denilmektedir. Göçmen ve Yörük köylerinde, Türkçedeki doğru söyleyişiyle, kozalak demektedirler. Çorba sözü; 93 göçmeni köylerde; çuba veya çoba diye söylenirken, diğer bütün köylerde çorba denilmektedir. Patatese; göçmen köylüleri ve Yörükler kumpil ya da, kumpir derken, yerli köyleri; patetis demektedirler. “Domates”e; yerli köyleri “domata” derken, dağ ve göçmen köylüleri, “domat” demektedirler. Günümüzde ise, “domatis” denilmeye başlanmıştır.
1.a. Çevre köylerle olan benzerlikler
Çalı halkının konuştuğu ağıza en yakın ağızla konuşan köylüler, Alaaddinbey, Misi ve Demirci köylüleriydi. Bu dört köyün dil ve ağızlarının biri birine yakın olmasının sebeplerinden birisi de, yüzyıllardır karşılıklı kız alıp vermekle bağlantılıdır. Neredeyse, bu dört köyün halkı biri birilerine akrabadır. Bu benzerliğin en önemli sebeplerinden birisi de bu olmalıdır. Bu köylerde “gali” sözü, sıkça kullanılmaktadır. Gali, gidelim. Yapalım, gali. Yiyelim gali. Gibi.
Hıristiyan inancındaki insanların bölgenin kültürüne bir şeyler katmış oldukları gerçeği vardır. Bağcılığı onlardan öğrendiğimiz gibi, Herek sözü (Kharak),[10] sözünün değişikliğe uğramış halidir. Rumca anlamı kazık demektir. Çalı mahallesi ve çevresindeki köylerde, bağlardaki asmaların diplerine çakılan kazığa herek denilmektedir. Bazı üzüm çeşitlerinin adları da, Rumcadır. Bunlardan bazıları, dimrit ve midirebolut adlarını taşımaktadırlar
Ana/anne; her ikisi de birlikte kullanılır. Daha çok ana söylenmektedir. Buba, babanın söyleyişidir. Bütün yerli köylerinde söyleyişi aynıdır. Ağa; ağabey demektir. Türkmenlerde söylendiği gibidir. Ayrıca, çok malı mülkü olan, varlıklı kişiler için de söylenmektedir.
Abla, teyze, hala, dayı, amca, elti, görümce, genel olarak söylendiği gibidir. Gayın/ gaynım/kayınım; kayınço anlamında söylenmektedir. İt/köpek sözü ikisi de birlikte kullanılmaktadır. İt iti ısırmaz. Köpek köpe(ği) ısırmaz/dalamaz deyimleri aynı anlamda söylenirler. Sarpın, esiran, minert, tekne gibi ekmek yapmakla ilgili şeyler bütün çevrede bilinip söylenmektedir. Ferace: Manav köy kadınlarının üst giysisiyken, 40 yıldan bu yana, Yörük ve 93 göçmeni kadınların da ortak giyeceği olmuştur.[11]
Mintan; üste giyilen gömleğe denilmektedir. Gömlek ise, Amerikan bezinden yapılan, fanila gibi içe giyilen giysiye denilir.
Potur; pantalon.
Urba; elbise
Aheng; düğünlerde kadın ve genç kızların kendi aralarında yaptıkları, müzik eşliğindeki, şarkılı, türkülü eğlencenin adıdır. Arap dilinde, müzik demektir. Özbek’ler de aynı anlamda kullanılmaktadırlar.
Akçam ağacı; Çalı Mahallesi’nde ve çevre köylerde, karaçam ağacına verilen addır. Bunun anlamı farklıdır. Eski Türk-Şaman inancına göre, dünyanın merkezinde bir akçam ağacı varmış. Bu cins çam ağacı bir tek Altay Dağları’nda yetişirmiş. Şekil olarak, karaçam ağacı, akçam ağacına çok benzemektedir.
Aş; yemek demektir. Aşene/aşhane/aşevi; mutfağa verilen addır. Farsça tamlamadır. Aş-hane. Hane; Farsça ev demektir. Kuşdili; Çalı Mahallesi’nde eskiden, genç kızların kendi aralarında konuştukları şifreli bir dil vardır. Her kelimenin içinde bir harf gizlidir. Unutulmak üzeredir. Unutulmak üzeredir.
1.b.Türk Lehçeleriyle olan benzerlikler
Çalı Mahallesi’nde konuşulan ağızların, Kumuk Türkçesiyle olan benzerlikleri:[12] Bu Türk topluluğu, Kafkaslarda, Dağıstan ve çevresinde yaşamaktadırlar. Çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan inancındadır.
Benzer kelimelerden seçtiğimiz kelime ve deyimlerin karşılaştırılması(ilk kelimeler Kumukça, ikinci kelime ise, Çalı Mahallesi’nde söylenen kelimelerdir):
.
Ayıplı=ayıplı; suçlu, kabahatli, fail.
Başa baş=başa baş; birebir, değiş tokuş, takas etmek.
Bişmek=bişmek; pişmek.
Cahil=cahil
Çekmek=çekmek; görmek, yaşamak, başına gelmek.
Donuz=donuz; domuz.
Edepsiz=edepsiz; terbiyesiz.
Erkeç=erkeç; erkek keçi, bir yaşındaki teke.
Esgi=esgi; eski.
Geç=geç; gece vakti, geç.
Hayasız=hayasız; arsız, utanmaz.
İçirik=içirik: astar, astarlık.
İçkici=içkici: ayyaş, içki düşkünü.
İlmek=ilmek; ilmik, düğüm.
İne=ine; iğne.
İşlik=işlik; astar.
Kert=kert; kertme, kesme, kertik, nişan, işaret.
Külte=külte; demet.
Küreşmek=küreşmek; güreşmek.
Mal=mal; mal
Mal mülk=mal mülk; mal mülk, varlık.
Nal=nal; nal, at ayaklığı.
Nallı=nallı; nalı olan, nallanmış.
Nasip=nasip; nasip.
Orman=orman; orman.
Orta=orta; orta.
Ot=ot; ot.
Ölet=ölet; ölet.
Pay=pay; pay.
Pus=pus; buhar. Örnek; hava puslandı, camlar puslandı; buhar yaptı.
Gaba=gaba; kaba.
Gabak=gabak; kabak.
Gabul=gabul; kabul.
Garın=garın; karın.
Saban=saban; saban.
Saplı=saplı; saplı, kulplu.
Sülük=sülük; sülük.
Sürme=sürme; sürme, rastık.
Sürmek=sürmek; ovmak, sürmek.
Süzmek=süzmek; süzmek.
Şans=şans; şans.
Şişik=şişik; şiş, şişkinlik, yumru, ur, ödem.
Şişmek=şişmek; şişmek, kabarmak.
Tamam=tamam; tamam, bitirme, sona erdirme.
Ter basmak=ter basmak; ter basmak, sıkıntıdan terlemek.
Tezek=tezek: tezek.
Uydurma=uydurma, uydurma, sahte.
Üleşdirmek=üleşdirmek; üleştirmek, paylaşmak.
Ürkmek=ürkmek; ürkmek.
Yar=yar; sarp kaya, uçurum, yar.
Yaşlıbaşlı=yaşlıbaşlı; yaşlı ve görgülü, olgun.
Yesir=yesir; esir.
Zamansız=zamansız; zamansız, vaktinden önce.
Çalı Mahallesi’ndeki söyleyişleriyle, diğer Türk Lehçelerindeki söyleyişleri benzer olan kelimelerden örnekler “n[13]” harfine kadardır. Yüzlerce örnek vardır. Bir fikir vermesi için çok az örnek rast gele seçilmiştir.
Aç Kırgız, Tatar ve Uygur Türkçeleriyle aynıdır.
Açık “ “ “ Türkmen “ “
Adam Kazak ve Kırgız Türkçeleriyle aynıdır.
Avır (ağır) Başkurt, Kazak ve Tatar Türkçeleriyle aynıdır.
Avız (ağız) “ “ “ “ “ “
Akım Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Amma (ama) Azeri Türkçesi ve Uygur Türkçeleriyle aynıdır.
Arı “ “ Türkmen “ “
Arka Başkurt, Kazak, Kırgız, Tatar, Türkmen ve Uygur Türkçeleriyle aynıdır.
Armıt(armut) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Aş(yemek) Özbek Türkçesi hariç, diğer bütün Türk Lehçeleriyle aynıdır.
Bağ Azeri ve Uygur Türkçeleriyle aynıdır.
Bakmak “ “ “ “ “
Barıt(barut) “ Türkçesiyle aynıdır.
Barmag(parmak) “ , Başkurt, Kazak, Kırgız, Tatar, Türkmen ve Uygur Türkçeliyle aynıdır.
Pıçak(bıçak) Tatar ve Türkmen Türkçeleriyle aynıdır.
Bitmek(bitki için) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Buynuz(boynuz) Azeri ve Türkmen Türkçeleriyle aynıdır.
Büzmek Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Canlı Azeri ve Tatar Türkçeleriyle aynıdır.
Civilti(cıvıltı) “ Türkçesiyle aynıdır.
Çarık Kırgız, Tatar ve Türkmen Türkçeleriyle aynıdır.
Çark Kırgız ve Tatar Türkçeleriyle aynıdır.
Kertik(çentik) Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen ve Uygur Türkçeleriyle aynıdır.
Çetin Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Çiban(çıban) Azeri Türkçesiyle “
Çiğ(çiy) Türkmen Türkçesiyle “
Çomak Uygur Türkçesiyle “
Dadanmag(dadanmak) Azeri Türkçesiyle “
Davıl(davul) Kazak Türkçesiyle “
Deşik(delik) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Tiken(diken) Kazak, Kırgız ve Türkmen Türkçeleriyle aynıdır.
Tirsek(dirsek) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Dolma Azeri ve Uygur Türkçeleriyle aynıdır.
Eğirmek(yün, vs.) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Ekin Özbek, Türkmen ve Uygur Türkçeleriyle aynıdır.
Elek Kazak, Kırgız ve Türkmen Türkçeleriyle aynıdır.
Elti Azeri ve Türkmen Türkçeleriyle aynıdır.
Ezrail(Azrail) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Sıçan(fare) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Fikir Azeri, Başkurt ve Tatar Türkçeleriyle aynıdır.
Gaçakçı(kaçakçı) “ Türkçesiyle aynıdır.
Gadın(kadın) “ “ “
Galın(kalın) “ Türkçesi ve Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Gamış(kamış) “ “ “ “ “ “
He(evet anlamında) Özbek ve Uygur Türkçeleriyle aynıdır.
Horaz( horoz) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Hökümet(hükümet “ “ “
Irazı(razı) Kırgız “ “
Keçit(geçit) “ ve Azeri Türkçeleriyle aynıdır.
Kelem(lahana) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Kemre(gübre) Türkmen Türkçesinde; gemre.
Lakab(lakap) Kazak ve Özbek Türkçeleriyle aynıdır.
Lıkırdamak Türkmen Türkçesiyle aynıdır.
Lor Azeri “ “
Meres (miras) Özbek Türkçesiyle aynıdır.
Merhemet (merhamet) Türkmen Türkçesiyle aynıdır.[14]
Çalı Mahallesi’nde kişi adlarının söyleyişleri de farklıdır. Örnek verecek olursak ilk örneğimiz olan Nilüfer den başlayalım. Nilüfer adının üç farklı söyleyişi vardır. Kadın adı olarak; Lülüfer. Nilüfer çayının adı olarak; Ülfer. Çiçek adı olarak; Nülfer diye söylenmektedir. Bunları konuşanlar çok yaşlılardır. Bu üç ayrı ismi tek isimde toplayan, Nilüfer ilçesi ve belediyesi olmuştur. Yaşlılar ve orta yaşlılar ise, Nülfer ilçesi veya belediyesi diye söylemektedirler. Gençler ise, hepsini birden Nilüfer diye söylemektedirler.
— Kız! Nilüfer! Nilüfer’de Nilüferler açmış. Bakmaya gidecek miyiz? Nilüfer belediyesi, görmeye gitmek için otobüs kiralamış.
Günümüzdeki bu ifadenin, Çalı Mahallesi’nde söyleyişi şu şekildeydi:
—Gı! Lülüfer! Ülfer’de Nülferle çıgmış. Bakma gitcez mi? Nülfer Belediyesi gitme posta tutmuş.
Zaten, Lülüfer adı Holofiriya, Ülfer adı Odryses ve nilüfer çiçeğinin adı olan lotus çiçeğidir. Bizlere, Bizanslılar ve daha önceleri bölgemizde yaşayan insanlar tarafından, miras bırakılmışlardır.
Posta sözü; (Köye çalışan eski tarihlerdeki, küçük otobüslere denirdi. Posta tutmak; otobüs kiralamak demektir.) Burada nilüfer sözünün dört ayrı söyleyişi ortaya konulmuştur. Bu örnek bile Çalı Mahallesi’nin dil ve ağız zenginliğini ortaya koymaktadır.
Mercimeklik; orman kısmında bulunan bir yer adıdır. Burası yamaçlarda ormanlık ve makilik bir yerdir. Ekilmeye uygun değildir. Adı, merci-i makiden gelmekte olup, makilik yer anlamındadır.
Güme Bayırı; Aslında burasının adı “kome”den[15] gelmektedir. Kome eski Yunancada köy demektir. Çalı Mahallesi’nde, Güme sözü küme diye söylenilir. Adının Küme Bayırı olarak söylenmesi lazım gelirdi. Güme Bayırı, köy bayırı demektir. Eteklerinde, eski köy yeri olabilecek temel taşları vardır. “Bizim oğlan”[16], “bencileyin”,[17] “takır takır”[18] gibi deyimlere de rastlanılmıştır.
2.a. Çalı Mahallesi’ne özgü farklı deyimler:
Hacı Amet yılanı soksun: Hacı Ahmetler; Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, Çalı Mahallesi’nde hatırı sayılan, üç ayrı yerel feodal ailelerden olan, üç ayrı Hacı lakaplı Ahmet adını taşıyan kişilerdir. O zamanlar bunlardan habersiz köyde, kuş bile uçmazmış. Bunlar; Kızıloğlu Hacı Ahmet, Demirci Hacı Ahmet ve Molla Hacı Ahmet’tir. İlk ikisinin Kurtuluş Savaşı yıllarında, ülkenin kurtuluşunda maddi manevi büyük destek ve yararlılıkları olmuştur. Molla Hacı Ahmet, Padişah yanlısı olup, Anzavur Ahmet’in yandaşlarındandır.
Çalıkövün horazları bile Hacı Amet, Hacı Amet deye öte: Bu deyim de, Hacı Ahmetlerin, Çalı Mahallesi’nde sözlerinin geçtiğini ispat etmektedir.
Gızıloğlu uykusu: Kızıloğlu Hacı Ahmet, köy kahvesine geldiğinde, çay veya kahvesini içtikten sonra, peykede uyuklamaya başlarmış. Aslında, uyur gibi yaparmış. Kahvede bütün konuşulanları duyarmış. Herkes onun uyuduğunu sandığından, duymaması gerekenleri de söylerlermiş. Her şeyden haberi olurmuş.
At üstünde orak biçmek; Bu deyim, Anadolu’nun bazı yerlerinde de buna benzer şekilde söylenmektedir. Günümüzün gençleri, orak biçmenin ne anlama geldiğini de pek bilmezler. Makineleşmenin sayesinde, günümüzde hububatlar, artık biçerdöverlerle biçiliyorlar.
Yalacın/Yaylacık’ın ger baççaları/bahçeleri gibi: Yaylacık köyü, Bizans Döneminde de ipek böceği yetiştiren bir yer olmalıdır. Türkler, bölgeye yerleşince, İpek böceği yetiştirmesini Yerli Rumlardan öğrenmiş olmalıdırlar. İpek böceğini beslemek için yetiştirilen ve yaprak dudu denilen ağaçların dalları her yıl diplerinden kesilmeliydi. Kesilmezse, yaprak verimi düşerdi. Çalı Mahallesi’nde, her yıl kesilmeyip, kendi halinde büyüyerek yaprak verimi düşen dut ağaçlarına; Ger galdı/kaldı denilirdi. İşte, bu yüzden evlilik çağı gelip de geçen gençlere “Yalacın dut baççaları/bahçeleri gibi ger galdın/kaldın” denilirdi. Mübadele döneminde, Rumlar, köyü terk ettikleri için, bir müddet ipek böceği yetiştirilememiş ve birkaç asırlık yaşlı dut bahçeleri gelişigüzel kendi hallerinde bırakılmışlardır. Dolayısıyla “ger” kalmıştır.
Atın avaca/ağaca çıkıyo mu?: Atın ağaca çıkması görülmüş şey değildir. Burada bir ironi gizlenmiştir. Sözü edilen ağaçtan maksat: Tahta köprüdür. Her yerde olduğu gibi, Çalı Mahallesi’ndeki derelerin üzerinde, on kadar ağaçlardan yapılmış köprüler vardı. Bunlara tahta köprü denilirdi. İlk kez arabaya koşulan atlardan bazıları, köprüden geçerken ağaçlara bastığı zaman, köprünün altı boşluk olduğu için, kendi nal seslerinden ürkerlerdi. At, köprüden geçmeye korkup, arabayı gerisin geriye sürerse, huy edinmiş sayılır ve bir daha arabaya koşulmazlardı. Bu deyim böyle atlar için söylenmektedir. Böyle bir huy edinmiş atın piyasa değeri düşerdi.
Çellemçüş: Tahterevalli denilen karşılıklı olarak iki kişinin binerek, ortasındaki desteğe dayanarak, biri birilerini kaldıran günümüzde çocuk parklarında sıkça bulunan bir oyuncağın! Çalı Mahallesi’ndeki adıdır.
Badıl bayrak: Eski püskü, yırtık pırtık giyinen kişilere söylendiği gibi, yıkılacak gibi olan eski ahşap evler için de söylenir. Bu deyim; göçebelik zamanını hatırlatır gibidir. Badıl sözünün, Badıllı/Beydili Oğuz boyuyla bir ilgisi var gibidir. Yırtık pırtık, yıkılacak gibi ev anlamı, sanki bu boyun çadırlarını çağrıştırmaktadır. Bu durum da Çalı Mahallesi sakinlerinin en azından bir kısmının, hala eski göçebelik günlerini hatırlatır gibidir.
Tefarik: Çalı Mahallesi’nde söylenen, amma da tefariksin sözü; Tefarik Arapça bir kelimedir. Dört anlamı vardır. 1. Ayırımlar. 2. Değeri düşük hediyeler. 3. Küçük parçalar. 4. Hacı hediyeleri. Mahalledeki anlamı farklıdır. Hiçbir şeyi beğenmeyip, her işe karışan insanlar için söylenmektedir.
Bi mafir gide: Bir müddet daha dayanır, idare eder, gider. Mafir sözü; Kürt dilinde madem demektir. Mafir ko; Mademki anlamındadır. Osmanlıcada muafir sözü, yavaş yürüyen anlamına gelmektedir. Mafir sözü muafir sözünün Çalı Mahallesi’nde söyleyiş şekli olmalıdır. Bir şeyin bir müddet dayanması, ömrünü yavaş yavaş tamamlaması demektir. Tam teberlik: Teber, uzun ve düzgün, ağaç saplı Osmanlı Ordusunun kullandığı bir çeşit savaş baltasıdır. Eskiden, dervişlerin kullandıkları uzun saplı baltaya da denilirmiş. Mahallenin gençleri ve çocukları, kışlık odunlarını hazırlamak için, korularına odun kesmeye gittiklerinde (Osman Çalay (1919-1994) ), düzgün odunlar bulduğunda:
—Çocuklar! Bakın! Bu odun tam teberlik dermiş (Kaynak kişi; Ömer Biltekin (1925-2013) Çalı mahallesi).
Şeer’li tümbek: Şeer’li/Şehir’li/Bursa’lı demektir. Tümbek ise; tüm-bey, tam bey gibi (davranıyor) anlamındadır. Şehir çocukları, Çalı’ya, akrabalarına misafirliğe geldiklerinde, köy çocuklarına göre, çok şey bilip gördükleri için, her şeyi bildiğine inandıkları beylerin ağızlarına yakışacak şekilde, laflar edince, tam bey gibi anlamında söylenmektedir (Kaynak kişi; Mesut Akyapak (48) Çalı Mahallesi). Bu söz, çok eski olup Beylikler Döneminden kalmış olmalıdır.
Balık kafası yimek/yemek: Çok su içenler için söylenmektedir. Çalı Mahallesi çok eski tarihlerden itibaren, bölge köyleri içerisinde en fazla balık tüketmesiyle bilinmektedir. Köyde, kış hazırlıkları yapılırken, küpeciklere, küçük fıçılara ve tenekelere cins, cins balıklar tuzlanarak doldurulurdu. Bir ay kadar sonra, bu balıklar yemeye hazır hale gelirlerdi. Bütün bu tuzlu balıkları yiyenler, zaten çok su içmek ihtiyacı duyarlardı.
Büvelek tutmak: Bu deyim başka yerlerde de kullanılmaktadır. Ancak sineğin adı farklı söylenmektedir. Çalı Mahallesinde, üvez sineğine “övenez” denilmektedir. Yeşile çalar renkli ve irice bir sinek çeşididir. Sıcak yaz günlerinde, mandalar ve öküzler ovadaki çayırda yayıldıktan sonra büyük ağaç gölgelerinde dinlenirler. Övenez sinekleri dinlenmekte olan öküz ve mandaları ısırırlar. Canları yanan hayvanlar sineklerden kurtulmak için deli gibi kaçmaya başlarlar. Sahipleri, adına bu yüzden Dombey Yata(ğı) denilen, ormandaki tepede bulurlar. Buna büvelek tuttu denir.
Cumbalak gılmak: Takla atmak.
Dama demek: Bir işi yarım bırakmak, pes etmek.
Dınbara gibi: Sımsıkı. Elbise ve bir şeyle bağlanan gergin şeyler için söylenir.
Dilli düdük: Çok konuşkan küçük çocuklar için söylenmektedir.
Eciş bücüş: Ufak tefek ve yamrı yumru.
Deyişik: Çalı Mahallesi’nde imeceye denilmektedir.
Erkekle Çanakkale’de galdıla: Yiğit ve mert erkeklerin, Çanakkale savaşlarında şehit olduklarını, bu zamanda yiğit ve mert erkeklerin kalmadığını belirtmek için söylenmektedir.
Elekci gası/karısı gibi gezmek: Çok gezen kadınlar için söylenmektedir.
Eşi eşi/ekşi ekşi kokmak: Çürüyen şeylerin genzi yakan kokusu için söylenir.
En akıllısı deymene yoğurt öğütme gide: Akılsız insanlar için söylenir.
Eşşek böyüdü semeri güçcüldü: Çocuklar büyüdükçe elbiseleri dar ve küçük geldiğinde söylenmektedir.
Ganı geniş: Gamsız, vurdumduymaz.
Adaköy’lü mallı garı gibi yayılmak: 18.yüzyılda, Çalı’daki eşinden boşanan Bursalı gelin, daha sonra Adaköy’ün çok varlıklı ağasıyla evlenmiş. Rahatı çok yerindeymiş. Bu kadına Çalı’da Adaköy’lü Mallı Garı demeye başlamışlar. Toplantılarda veya arkadaş guruplarında, rahat hareket ederek birkaç kişinin yerini işgal edenler için söylenmektedir.
Gareren lesti/Karaören lastiği: Karaören, Kadriye köyünün eski adıdır. Buranın köylüleri, kamyon iç lastiğinden/şamriyelden yapılan lastik ayakkabıları giyerlerdi. Bundan dolayı, bu lastik ayakkabılara “gareren lesdi” adı verilmiştir.
Piri budağı yok: Ne yapacağı kestirilemeyen, aniden karar verip uygulayan insanlar için söylenmektedir. Pir Budak Bey adından gelmiş olmalıdır.[19]
Tersine tebbet: Her şeyin zıddını yapanlara için söylenmektedir.
Samsaklamak: İnsan ve hayvanların yürürken ileri hareket edememesi. Yerinde sayması. Tilkilen/tilkilerin bakır sıçması: Çok soğuk günlerin gecelerinde, don olacağını belirtmek için söylenmektedir.
Kesdene/kestane gılıfından/kılıfından çıkmış gılıfını beyenmemiş: Anne, baba ve ailesini küçük ve hor görerek, onları beğenmeyenler için söylenmektedir.
Mama gorutmaz/korutmaz: Yaptığı işin karşılığını ve hakkını vermeyen.
Yapıcı ekmeği yimek/yemek: Eskiden, yapı ustaları biraz da dinlenmek için öğle yemeklerini ağır, ağır yerlermiş. Bunun için, sofrada fazla oturanlar için söylenmektedir.
Senin yapdını ulah gavırı yapmaz: Ulah, Vlah; Eflak(lı) demektir. Osmanlının 2. Mehmet (Fatih) döneminde, Eflak voyvodası Kazıklı Voyvoda’yla savaşlar yaptığı bilinmektedir. Binlerce insanı kazığa geçirerek vahşice öldürmüştür. Bu deyim, o günlerden günümüze kadar ulaşan bir deyim olmalıdır. Merhametsiz insanlar için söylenmektedir.
Operatör Emin Bey’misin? Be mübarek: Operatör Emin (Erkul), Osmanlının son yılları ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin en ünlü cerrahıdır. Bursalıdır. Çok hassas ve el becerisi isteyen işleri başaranlar için söylenmektedir. Bu deyim o zamanlardan kalma olmalıdır.
Davul tozu, minare gölgesi: Bu deyim rastgele söylenmektedir. Anlamının da ne olduğu bilinmez. Eski Türkler, kayın ağacına toz derlermiş. Davulun kasnağı tek parça kayın ağacından yapılmaktadır. Burada anlatılmak istenen şey, davul tozu (davul yapılan kayın ağacı) çok kalın olduğundan minare gibi uzundur. Gölgesi de minarenin gölgesi gibidir.
,
(Guzu/kuzu gırkımında/kırkımında, cırcır tutumunda, gırmızı/kırmızı gar/kar yağınca): Bu üç deyim borçlarını ödemek istemeyenlerin, alacaklıları oyalamak için verdikleri olmayacak veya olması imkansız şeylerdir. Bunlara katır doğurunca deyimi de eklenebilir. Kuzular zaten kırkılmazlar, cırcır tutumu yaz ortasıdır. Cırcır tutma gibi gelir getirecek bir iş yoktur, kırmızı karın yağdığı zaten buralarda hiç görülmemiştir. Katır zaten doğurmaz.
Anıza basdım gara basdım: Ekinler biçildiğinde yerde kalan köklerinin bulunduğu tarlaya anız denilmektedir. Bu deyim Çalı Mahallesinin iklim şartlarına uymamaktadır. Bunu şöyle izah edebiliriz; Kazakistan’ın Kuzey kesimlerinde ekinler biçilip, hemen tınaz yapılırmış. Buna Kırgızistan’ı da katabiliriz. Harman sürmek için zaman kalmaz, üzerlerine kar yağarmış. Tınazdaki ekinler ertesi yıl harman yapılırmış. Bu deyimi buralardan geçmişte Çalı Mahallesi’ne göç edenler getirmiş olmalıdırlar. Zaten incelediğimiz ortak sözlerin ve deyimlerin söyleyişleri de bunların ispatı gibidir.
Yanıyivli: İstavrit balığının Çalı Mahallesi’nde söylenen adıdır.
.
Çalı Mahalesi’nde, söylenen birçok deyim ve atasözü bulunmaktadır. Bunlardan, rastgele seçilen çok azı aşağıya çıkarılmıştır(söyleniş sekileri gibi yazılmışlardır): Eski aza yeni taam, kepenen içinden kimin çıkce belli olmaz, Şerif Memed’in Riza, ganı yavancımak, donuzdan bi gıl koparmak, sonadan görme gavırdan dönme , götün götün gitmek, eşki dömelmek, pipirikli, tebeşire peynir diye bakmak, orman yaran, zeytinya gibi üste çıkmak, yave yave gonuşmak, gursağı gaynamak, ganının şişini indirmek, bu dünyaya gaz gelip tavuk gitmek, tersine tebbet, yaz yamırı devenin dengini kese, eşşek annansa guyru dışarıda galır, tattacının evi açıkda galırmış, cazı gası, vedik gırkı gitdi gorku, sıçan yigiye gigiye geli, gamatayı basmak, domadık çocuğa don biçmek, ben neblem, ganımız acı, yemin içmek, vızıklayıp durmak, tıraz gibi, duzleyem de kokma, batakmıyım ki ben ayannenem, kemre öbe gibi yığılmak, bel bel bakmak, helaya kapasan bir ay aç galmaz, gurum gurum gurulmak, kıtırlanmak, ekmeksiz evden eyi, malın eyisinden gabzamal anna, çalıklamak, cibirdennik, bicik tabiyetli, harın, dangırdamak, hıştınmak, dıvır dıvır gaynamak, mehel, kırçaldı, boşan da semerini yi, diş kamaşması, ayranını daşırmak, boy devrilmesice, boy devrilesice, hışıma gelesice. Bütün bunlara şunlarıda ekleyebiliriz: Gürcüden evliya, sokma avluya. Laz, dini imanı az. Avluya Yörük, baççeye erik sokma. Gibi.
3.a. Türkiye’nin bazı yerlerinde de söylenen ve söyleyişleri benzer ortak atasözlerinden örnekler
Acından kim ölmüş: Açlıktan kim ölmüş; Gaziantep ve Afyonkarahisar’ın bazı yörelerinde de söylenmektedir.
Aç mezarımı va(r): Aç mezarımı var; Kilis-Yakaköy, Afyon-Dazkırı ve Denizli-Çameli’nde de söylenmektedir.
Aç tavuk (düşünde) kendini ambarda (darı ambarında) sanır: Gaziantep, Gürün, Sivas, Elazığ-Hüseyni köyü, İspir, Kırşehir, Çameli, Çankırı, Batman, Konya’da söylenmektedir.
Alayanın/ağlayanın malı gülene yaramaz (hayır etmez): Sivas-Ulaş, Van-Canıllı, Ankara-Ayaş, Malatya-Hekimhan, Elazığ-Maden, Erfelek, Samsun-Alaçam ilçelerinde de söylenmektedir.
Akar/akan sudan gorkma/korkma, durgun sudan gork/kork: Karakoçan-Şamani köyü ve Tunceli-Mazgirt’te de benzer şekilde söylenmektedir.
Akara kokara bılaşmaz (bulaşmaz): Hiçbir şeye karışmaz, vurdumduymaz; Malatya-Yeşilyurt-Gündüz Bey köyünde de söylenmektedir.
Alan satandan uma(r): Isparta-Eğridir-Anamas köyü, Afyon-Çay ve Tokat-Niksar’ın köylerinde de söylenmektedir.
Alışmış gudurmuşdan/kudurmuştan beterdir: Merzifon’da da söylenmektedir.
Ar eden kar etmez/edemez: Isparta, Sivas ve Niksar’da da söylenmektedir.
Armıt/armut dibine düşe(r): Çankırı ve Sakarya’da da söylenmektedir. Atın ahmağı rahvan olur: Sivas’ta da söylenmektedir.
Az yide bi halayık tut: Ankara, Çankırı ve Tarsus’ta da söylenmektedir
Ayıdan gorkcez de/korkacağız da bokundanda mı gorkcez: Şavşat’ta da söylenmektedir. .
Bıdı bıdı yapmak: Sivas’ta da söylenmektedir.
Bir dağıtıcıya bir toplayıcı lazım/gerek: Sivrihisar’da da söylenmektedir. Ben eşşek/eşek olduktan sona/sonra sırtıma binen çok olu (r): Mudurnu’da da söylenmektedir.
Bi (r) kapıya iki dilenci gelmez; Sivas-Suşehri’nde de söylenmektedir.
Beylen/beylerin yavan yice/yiyeceği hanımlan/hanımların yayan yörüce/yürüyeceği zaman geldi: Kış aylarının sonuna doğru, kışlık yiyecek ve yakacakların azaldığı günlerde, çok kar yağdığı zaman söylenir. Gaziantep’te de söylenmektedir.
Bildin/bildiğin ayranı bilmedin/bilmediğin yoğurda değişme: Keban ve Hekimhan’da da söylenmektedir.
Bi (r) at gırk/kırk sene goşmaz/koşmaz: Burada koşma sözü, atın koşması ile ilgili olduğu kadar, yaptığı diğer işlerle de ilgilidir. Atın, çifte koşulması, arabaya koşulması gibi. Balıkesir’de de söylenmektedir.
Cana gelen/gelcene mala gelsin: Van’da da söylenmektedir.
Çalışan dağlar/dağdan aşar, çalışmayan düz yolda şaşar: İzmir’de de söylenmektedir.
Çok gezenin/gezen ayağına/ayağa bok bulaşır.
Delinin ipiyle kuyuya inilmez: Sandıklı ve Çankırı’da da söylenmektedir.
Deveyi yokuşa sürme(k): Bala- Ankara’da da söylenmektedir.
Dışa(rı) gidenin işini Allah bilir: Gaziantep’te de söylenmektedir.
Bi(r) bollun/bolluğun bi (r) gıtlığı/kıtlığı olu(r): Bu deyim Tirebolu’da da söylenmektedir. Boğulursan böyük/büyük denizde/ derede boğul: Giresun-Eynesil-Boztepe köyünde de söylenmektedir.
Boyunduruğu/gayışı/kayışı goca/koca öküz çeke (r):Mahmudiye’de de söylenmektedir. Düştüğü yerden bir avuç toprakla kalk(ar): Yeşilyurt ve Eskişehir-Mahmudiye’de de söylenmektedir.
Elinle ver ayağınla al/ara: Konya, Van, Hakkari ve Elâzığ-Ağın’da da söylenmektedir. Eşeğin yemediği ot başını ağrıtır/şişirir: Trabzon- Sürmene ve Batman’da da söylenmektedir.
Fala inanma, falsız(da) galma/kalma: Eğridir-Isparta ve Kamarık-Kemah-Erzincan’da da söylenmektedir.
Geceler garibindir: Yaka-Dazkırı-Afyon ve Isparta’da da söylenmektedir.
Her gün tavuk yaşamaktansa, bir gün horoz yaşamak iyidir. Kösten-Honaz-Denizli’de de söylenmektedir.
İki su bir ekmek yerini/yerine tutar/geçer: İzmir, Van ve Gündüzbey-Yeşilyurt-Malatya’da da söylenmektedir.
Kardaşı/kardeşi kardaş/kardeş yaratmış, rızkını/kesesini ayrı yaratmış: Gaziantep’te de söylenmektedir.[20]
Çalı Mahallesi’nde, sözler, deyimler ve atasözlerinin ağız farklılığından kaynaklanan değişik söyleyişleri vardır.
Angare: Angarya.
Avkırmak: haykırmak.
Badi: Ördek.
Böttürmek: Hafifçe kızartmak.
Düzgünlük sürünmek: Yüze makyaj yapmak.
Irastık çekmek: Rastık denilen siyah boya ile kaşlarını boyamak.
Sürme sürünmek: Gözlerinin etrafını ve kirpiklerini boyamak.
Deyiş atmak: Karşısındaki kişinin söylemiş olduğu mani veya türküye karşılık vermek. Düzme düzmek: Yeni türkü çıkarmak, uydurmak.
B-Çalı Mahallesinde Halk Hekimliği
Giriş
Her fırsatta Modern tıbba, yani hastane ve doktorlara müracaat eden bir aile olduğumuz halde, geçmiş kültürümüzden gelen pratik halk hekimliği yöntemlerini mecburiyetten kullandığımız çok olmuştur. Tıpkı, şimdiki ilk yardım gibi. Çalı, diğer köylere göre çok şanslı idi. 1950 yılından önce ambulansa sahip olan nadir yerleşimlerden birisiydi. 1951 yılından sonra yoktur. Otobüs vardır! Sabah gider, akşama döner. İşte! Bu otobüsün Çalı’da olmadığı zaman, hastalanan yahut da zehirlenen, yaralanan insanların, hatta doğurmak üzere olan hamile kadınların imdadına, halk hekimleri ve halk hekimliği yöntemleri yetişiyordu. Ben de Çalı’da doğmuşum. Ebe ninem de; komşumuz Haminne/Hanım Ninedir. Bunlar benim hatırladıklarımdır. Gerisini sizler düşününüz. Yani, halk hekimliğinin o zamanlar ne kadar önemli olduğunu ve uyguladıkları pratik yöntemlerin ne kadar yerinde olduklarının ispatı; benim hala yaşıyor olmamdır. Motorlu vasıtaların olmadığı zamanlarda, Çalı-Bursa arası dört saatlik bir mesafededir. Diğer dağ köyleri ve uzak köylerde yaşayanların, bizim gibi böyle şansları da yoktu. Dağdaki Üçpınar ve Kadriye köylerinden Çalı’ya inmek bile dört saatten (?) çok bir zaman alırdı. Şehir’e/Bursa’ya ulaşmak ise sekiz saati geçerdi. İşte! Böyle şartlar altında yüzlerce, binlerce yıldır uygulana gelen halk hekimliğinin günümüzde, bazı tedavi yöntemleri unutulmaya yüz tutsa da, her zaman halk için önemini korumuştur.
1.Halk hekimleri ve ocaklar
İnsanlığın tarihinden bu yana, hasta insanlar hastalıklarına çareler aramışlardır. Bunlara hayat kaynakları olan, at, köpek, koyun, keçi ve inek gibi hayvanlarının hastalıklarını da eklemek gerekir. Zaman içinde geçmişten aldıkları tecrübelerine yenilerini ekleyerek, kendilerinden sonraki gelecek nesillere, bütün bilgi ve tecrübelerini aktarmışlardır.
Bunun sonucunda ortaya halk hekimleri çıkmıştır. Halk hekimliği, bir aile mesleği olmuştur. Silsile yoluyla, tecrübeli halk hekimi, kendisinden sonra yerini alacak ailenin genç bireyine bütün bildiklerini öğretmiştir. Buna el verme denilmektedir. Zaten, kendisi de halk hekimliğini, kendisinden büyük başka bir aile bireyinden öğrenerek, onun yerini almıştır.
Her mesleği en iyi bilene, Pir denilmektedir. Böyle bilgili ve tecrübeli insanlara da pir denilmektedir. 1521 ve 1573 Tarihli, Osmanlı Vakıf ve Tahrir defterlerinde[21], Çalık/Çalı köyünde, Pir Ali, Pir Hasan gibi kişi adlarına rastlanılmıştır. Bu meslek, nesillerden nesillere aynı ailenin bireylerine geçtiğinden, adına ocak denilmiştir. Halk hekimliğinin okulu yoktur. Kendi kendine öğrenilemez. Ocaklı olmak gerekir.
Çalı Mahallesinde, araç gereç yardımıyla tedavi yapan, halk hekimlerinin çoğunun, Bektaşi kökenli ailelerden geldikleri tespit edilmiştir. Hacamat etmek, sülük tutmak ve günümüzdeki akupunktur iğnelerine benzeyen, gümüş iğnelerle kulunç ve ağrılarının tedavi eden kişiler Bektaşi kökenlidir.
Bunlara şimdi bilinip yaygınlaşan ve sırta bardak çekme denilen tedaviyi, eskiden uygulayanlar da Bektaşi kökenlidir. Bu işlemi ilk uygulayanlar kadınlardır. Bu kadınlar, Çalı mahallesindeki Sarı Beşe Ailesindendirler. Bu kadınlar, günümüzün hemşireleridir. Erkek, kadın ayırmazlarmış. Bardak çekmek için yapılmış özel cam bardakları varmış (Kaynak kişi Fikriye Korkmaz ( 78 ) Çalı Mahallesi).
Bardak çekmekten başka, bütün yöntemler unutulmuştur. Bütün bunların sebebi mahalle baskısı denilen şeydir. Sünnileşme sonucunda ve modern tıbbın bütün ülkeye yayılması, geleneksel tedavi yöntemleri, unutularak, hasta bireylerin, eskiden olduğu gibi, aktarların sattıkları alternatif tedavi yöntemlerinde kullanılan çeşitli bitkileri drog diye kullanarak, bazılarını önleyici tedbir olarak, bazılarını tedavi amacıyla kullanmaktadır. Bütün bunlara sünnetçileri de ekleyebiliriz. Sünnetçilik mesleği de babadan oğla geçen bir halk hekimliğidir. Nesilden nesile Sünnetçilik yapan, Uğur Ailesinin Çalı’daki aile adları Sünnetçiler’dir. Bu ailenin son sünnetçisi Osman Uğur’da(78) sünnetçiliği bırakmıştır. Günümüzde sünnetçilik işini hastanelerde cerrahlar yapmaktadırlar.
Araç ve gereç olmadan, dua ve telkin yoluyla tedavi eden halk hekimleri de vardı. Tedavi edilecek her hastalığın ayrı bir duası bulunurdu. Bunlara genellikle hoca denilmektedir. Okunacak duaları bunlardan başka kimse bilmezdi. Duaları sessizce içinden okurlardı. Bu halk hekimleri de, dua ve tedavi yöntemlerini, silsile yoluyla el verme denilen şekilde kendilerinden önceki büyük aile bireylerinden öğrenirlerdi.
Duayla yapılan tedavi yönteminin sonunda halk hekimi:
—Dua benden. Şifa Allah’tan. Diyerek, tedaviyi bitirirdi. Buna; aşerleme, tedavi olmaya da aşerlenme denilirdi.
Halk hekimliğinde kullanılan, araç ve gereçlerin başında, hacamat denilen tedavi yönteminde kullanılan inek boynuzu, manda boynuzu ve jilete benzer keskin aletler gelmektedir.
Kulunç ağrıları, omuz, bel ve sırt ağrılarının tedavisinde kullanılan, akupunktur iğnelerine benzeyen ve onlardan biraz daha büyük iğneler.
Bardak çekme denilen tedavide kullanılan, fanuslar, çatal, pamuk, alkol ve karabiber.
Yakma hastalığı tedavisinde kullanılan, küçük bir keskin bıçak ve tütün yaprakları.
Kabakulak tedavisinde kullanılan, tava ve kazanların ocakta kaynatılmasıyla altlarında oluşan is/kurum.
Yılancık hastalığı tedavisinde kullanılan ve yılancık taşı denilen taşlar aslında, bunlar taş olmayıp, üreyebilen salyangozumsu kabuklu canlılardır).
Vücuttaki pis kanın atılmasında kullanılan canlı sülükler (Bu tedavi yöntemini destekleyen kirazı da sayabiliriz).
Diş çekiminde kullanılan kerpeten ( Diş çekimini berberler yapardı).
Eklem yerlerindeki kireçlenmenin tedavisinde kullanılan, kırmızı benekli doğal alabalık (alabalığın kendisi kullanıldığı gibi, halis zeytinyağına atılarak, bir yıl kadar bekletildikten sonra, tamamen eridiğinde kireçlenme olan yerlere sürülür. Mide, barsak ve on iki parmak bağırsağındaki yaraların iyileştirilmesi için, küçük bir canlı alabalık yutulur).
Yanıkların tedavisinde ve yanık izi kalmaması için kullanılan, zeytinyağı ve parafin karışımı krem, ayı yağı gibi maddeler.
Uyuz hastalığını tedavi etmek için kullanılan kükürtlü sabun, kükürt ve zeytinyağı karışımı.
Nazardan korunmak için kullanılan, nazar boncukları ve at nalı gibi eşyalar.
Dolama denilen ve tırnak kenarlarında oluşan, apselerin tedavisinde kullanılan sığırların öd kesesi.
Berelerin tedavisi için kullanılan, hayvanların kuyruk derilerinin, kuyruk kapağı denilen tüysüz alt bölümü.
Kızamığa yakalanmış hasta çocuklara yedirilen ve kırmızı renginden dolayı kiremit şekeri denilen şeker.
Baş yaralarının üzerine kapatılan ekşi ekmek mayası.
Zehirlenmelerde, tuzlu su ve sarımsaklı yoğurt yedirilmesi.
Vücudun güneşten yanan yerlerine ve arı sokmalarında yoğurt kullanılması.
Karın ağrısı ve ishallerde kızılcık hoşafı içirilmesi.
Ayak parmaklarının aralarında oluşan pişiklerin tedavisinde, tuzlu ve karbonatlı su kullanılması.
Ayakların üşütülmesine bağlı mide ağrıları için; sıcak tuğlaya oturulması, üzerine basılması ve karın üzerine konulması.
Hacamat; Ocaklı halk hekimlerinin uyguladıkları tedavi yöntemlerinin başında gelmektedir. Bunun amacı; vücutta bazı organlarda biriken pis kanı dışarı atmaktır. Buna günümüzdeki kan verme işleminin yerini tutabilecek olan, vücuttaki fazla kanı dışarı atma da diyebiliriz. Hacamat hamamlarda yapıldığı gibi, hacamatçının evinde de yapılmaktadır. Jilet veya bunun keskinliğinde bir alet ve boynuz kullanılarak yapılır. Hacamatın çoğunlukla hamamlarda yapılmasının birinci sebebi sıcak ortam olmasındandır. Sıcak ortamda kan, vücudun dış yüzeyindeki kılcal damarların genişlemesiyle, buralara akmaktadır. Bu durum da, hacamat edilirken kan alımını kolaylaştırmaktadır. Hacamatçı elindeki çok keskin aletle hacamat edilecek yere bir fiske( kesici aleti kan alınacak yere hefifçe vurarak kesme işlemine; fiske vurmak denilmektedir) vurur. Bu çok ustalık ve tecrübe gerektiren bir iştir. Eğer kesilen yara derinse kalın damarlara zarar verebilir. Bu da vahim sonuçlar doğurur. Hacamatcı, fiske vurulan kanamalı yere boynuzu bastırıp, kapatır. Boynuz vantuz etkisi yaparak kanı emmektedir. Hacamat yaptıran kişi bu işlemi her yıl tekrar ettirmektedir. Hacamat bahar aylarında, kirazların olgunlaşmaya başladığı zamanda yapılır. Kan oluşumu ve kanın sulanması/incelmesi için bolca kiraz yenilir. Hacamatçılar her isteyeni hacamat etmezlerdi. Anemi, yüksek tansiyon ve diyabet hastalarını ayırt edebilmeleri bir ocak sırrı olmalıdır. Ocaklı ailenin erkek bireyleri bu tedavi yöntemini erkeklere uygularken, kadın bireyleri de kadınlara uygulamaktaydılar. 1962 yılında hükümetin baskısı sonucunda, Çalı Mahallesi’nin son hacamatcı ailesinden olan İsmail Kaygısız, (halkın çok ısrar etmelerine rağmen,bu mesleği yapmamıştır) hacamat aletlerini de imha etmiştir. Kaynak kişi; (İsmail Kaygısız (79) ). Erkekleri Hüseyin Kaygısız(ölü), kadınları Fitnet/Fitnat kaygısız(ölü) hacamat ederlermiş. Bunlar ayrıca sülük de tutarlarmış(kadınlara sülük tutan Hafize Kaygısız’mış(ölü)).
Yılancık hastalığı tedavisi; Bu hastalığın tedavisi yılancık taşları denilen taşlarla yapılmaktadır. Aslında bunlar taş değildir. Yuvarlak, kabuklu ve salyangozumsu canlılardır. Erkek ve dişi olarak iki cinsmiş. Üreyip çoğalabilmektedirler. İçi bulgur, un, şeker veya toprak dolu küçük bez keselerin içinde saklanmaktadırlar. Bu taşlar Mekke’de satılırmış. Buradan getirilirlermiş. Yılancık hastalığı sinir ve adalelerde çok sancı yapan bir hastalıktır. Bu taşlar ağrıyan yerin üzerine konur ve yapışması beklenir. Eğer ağrı ve sancılar başka bir hastalıktan ileri gelmişse, taşlar yapışmazlar. Yalnız yılancık hastalığından dolayı ortaya çıkan ağrı ve sancılı yere yapışırlar. Yapıştıkları yerden yürüyerek ağrının en şiddetli olduğu yeri bularak burada dururlar. Bu tedavi yöntemini kullananların ağrı ve sancıları ortadan kalkmaktadır. Bu taşları herkes kendisi uygulayabilir. “Kulhuvallahi” duası okunurken taşlar yapıştırılır. Ancak tedavinin sonunda duasını bilen bir aşerci gerekmektedir. Bu tedavi yönteminin aşerleyicisi Çalı Mahallesi’nden Dombeyci Şaziye’nin (Turhan) kızı Hatice’dir. (Şimdi Çağrışan Mahallesi’nde yaşamaktadır). Kaynak kişi; N.Yılmaz Şahin (72) .
Sülük tedavisi; Bu tedavi yöntemine sülük tutma denilmektedir. Sülük tutma işlemini yapanlar da ocaklı aile fertleridir. Sülük tutma, hacamatta olduğu gibi kirazların olgunlaşacağı zaman yapılmaktadır. Bu tedavinin amacı el, ayak gibi bazı organlarda toplanan pis kanı dışarı atmaktır. Birkaç sülük bu organların üzerine bırakılır. Sülükler hareket ederek, emecekleri pis kanın topladığı bölgeyi bulup, emmeye başlarlar. Emdikçe küçük bir baloncuk gibi şişerler. Tamamen doyunca, emmeyi bırakarak yere düşerler. Hasanağa Gölü’nün sülükleri çok meşhurmuş. Bu göl günümüzde yoktur. Sülük tutulan kişi, hacamatta olduğu gibi bolca kiraz yermiş. (Kaynak kişi; İsmail Kaygısız ( 79 ).
İğnelerle yapılan kulunç tedavisi; Bu tedavi yöntemi kulunç iğneleri denen gümüş iğnelerle yapılırdı. Bu iğneler iki çeşittir. Birincisi günümüzde uygulanan akupunktur tedavisindeki iğneler gibidir. Sayıları on iki adettir. Diğer çeşidi çuvaldızdan biraz daha büyük iki adet iğnedir. Sırt ve omuzlara bu iğneler batırılarak tedavi yapılır. Bu tedavi yöntemini uygulayanlar da ocaklı olup, Bektaşi kökenlidirler. Son iğnecinin ölümüyle, uygulayıcısı kalmamıştır. İğneciler (iğneci ustaları da denilmektedir), kadın erkek ayırt etmeksizin bu tedavi yöntemini herkese uygulamaktaydılar. (Son iğneci; Topçuların Heppe/Habibe Nine’dir (Aslan) ( ölü)).
Sırta bardak çekme; Soğuk algınlığı sonucunda vücut kırgınlıklarının iyileştirilmesi için bardaklarla yapılan tedavi yöntemine denilmektedir. Günümüzde de uygulanılmaktadır. Hasta yüzüstü yatırılır. Sırt bölgesi açılır. Bir çatalın üzerine bir parça pamuk sarılarak alkol, kolonya veya ispirtoya batırılır. Pamuk ateşlenir. Yanan pamuğun üzerine, bardakların ağızları aşağıya gelecek şekilde bir iki saniye kadar tutulur. Bu suretle bardakların içindeki hava, ısınmış olur. Bardak sırta yapıştırılır. Bardağın içindeki hava soğudukça, hacmi küçüldüğünden, vantuz etkisi yaparak sırtı emer. Sırttaki kan, bardağın tutulduğu yerdeki derinin altına çekilmiş olur. Dört beş kadar bardak sırayla sırta yapıştırılır. Pamuğun yanması bitinceye kadar bardak çekmeye devam edilir. Tedavi işlemi bittikten sonra, bir paket pamuk sırtı kaplayacak şekilde açılır. Pamuğun üzerine, ispirto, kolonya veya rakı dökülüp karabiber serpilir. Bu pamuk sırta kapatılarak üzerine temiz bir fanila giyilir. Yatarak istirahat edilir.
Kabakulak hastalığının tedavisi; Kabakulak hastalığı, genellikle erkek çocuklarda ergenlik döneminde görülmektedir. Kızlarda görülmez. Hastalığa yakalanan çocuğun kulağının birisinin etrafı şişmektedir. Bunu tedavi yöntemi kadınlar tarafından yapılmaktadır. Bunun tedavi yöntemi okuma-üfleme yöntemidir. Hoca denilen kadın, hastayı karşısına alır. Duasını okuyup hastanın yüzüne karşı üfledikten sonra, kazan veya tavanın altında biriken “is” ten işaret parmağıyla bir parça alır. Bu isi kulaktaki şişliğin etrafına, daire oluşturacak şekilde sürer. Buna kara çalma da denilmektedir. Hoca hastaya;—Hadi! Git! Onu buraya kapattım (dairenin içine) der ve hastayı gönderir. Hasta iyileşinceye kadar yıkanmaz(kara çalma işlemini, Cübbeli(Yunguş) ailesinden Kadınlar yaparlardı).
Yakma denilen yaraların tedavisi; Yakma denilen, çok acı veren bu çıbanların tedavisini de hoca denilen halk hekimleri yapmaktadır. Çalı mahallesinde günümüzde tedavisi yapılmamaktadır. Ertuğrul Mahallesi’nde yaşayan hocaya giderler. Yanlarında tütün yaprağı götürürler. Tütün yaprağının olmadığı zaman yılanyastığı denen bitkinin yaprağı ya da siğil otu yaprağı götürülmektedir. Hoca taze tütün yaprağını çıbanın üzerine kapatır. Elindeki keskin bir bıçakla, çıbanın üzerine koyduğu yaprağı çizer( çizer gibi yapar). Tedavinin sonunda duasını yapıp aşerler. Bu yöntemle, etyaran denilen dolamanın da tedavisi yapılmaktadır. Dolama, tırnak kenarlarında oluşan, iltihaplı ve çok acı veren apselerdir. Aşerlendikten sonra, parmağın üzerine sığır ödünün kılıfı geçirilir. O, yoksa siğil otu yaprağı ya da yılanyastığı yaprağı üzerine sarılarak bağlanır.
Korkulukların bastırılması; Erkek çocuklarda görülen, kasıklarda oluşan ve korkudan meydana geldiğine inanılan ağrılara korkuluk denilmektedir. Bu tedavi yöntemi de halk hekimi kadınlar tarafından uygulanmaktadır. Kadın, eliyle kasıktaki ağrıyan yeri parmaklarıyla ovalarken, bir yandan da duasını içinden sessizce okumaktadır. Buna korkuluk bastırma denilmektedir. Hassetler’in/Hacı Esadlar’ın Hacı Necibe[22](ölü) ve İfakat Okyay[23](ölü) korkuluk bastırırlardı. “Göbek düşüğü” nün yerine getirilmesini de bu halk hekimleri yapardı.
Siğillerin tedavisi; Siğillerin tedavisi, küçük bir incir dalı ve duasını okumakla yapılmaktadır. Sabah erkenden güneş doğarken, yeni kesilmiş incir dalıyla birlikte, okunup aşerlenmek için halk hekimine gidilir. Halk hekimi, eline aldığı incir dalını siğilin üzerine sürerken, bir yandan da hastanın yüzüne karşı duasını okumaktadır. Dua bitip, hastanın yüzüne üflendikten sonra hasta evine gider. Bütün bu duayla yapılan tedavi yöntemlerinde hastalar hemen evlerine gönderilir. Doğru evine git denilir. Siğil tedavisi uygulayan kişi: Mustafa Alan (ölü).
Kırık ve çıkıkların iyileştirilmesi; Kırıkçı-çıkıkçılar da, el verme yöntemiyle ve silsile yoluyla mesleği öğrenirlerdi. Çalı Mahallesi’nin ve çevresinin en ünlü kırık-çıkıkçısı Zehra Ülker’di (ölü). Röntgen filmi olmadan, hastanın kırık, çıkık ve çatlayan kemiklerini elleriyle yoklayıp bilebilirdi. Kadın, erkek ayırt etmez, bütün hastaları tedavi ederdi. Oğlu Süleyman’a el vermiş ancak Süleyman bu mesleği devam ettirmemiştir. Günümüzde, Çalı Mahallesi’nde yaşayan Ali Akgül ( 55) elleriyle yoklayarak, çıkık ve kırık olup olmadığını bilebilmektedir. Tedavi yapmamaktadır.
Dişçiler; Berberler ve kahveciler Osmanlı Dönemi ve Cumhuriyet Döneminde, 1960 yılından sonra bile köylerde, dişçilik yapmaya devam etmişlerdir. Bunun sebebi yukarıda izah ettiğimiz gibi, ulaşım sorunudur. 1965 yılında, Çalı’da, gece yarısı dişi ağrıyan birisinin, Bursa’ya giderek dişini çektirmesi için, iki otobüsten birisini yani posta kiralaması gerekirdi. Bursa’ya gidince iki alternatif vardı. Birincisi; “Dişçi Bekir”, ikincisi; “Diş doktorları”. Köylü vatandaş, kendisine yakın gördüğü, Dişçi Bekir’e giderdi. Gidemezdi! Gece gitmesi için bir aylık kazancını vermesi gerekirdi. Çalı Mahallesi’ndeki berber; “Gaba/kaba Nuri”(ölü), hastanın dişini çok ucuz bir fiyata çekerdi. Kendi çalıştırdığı ve kendi mülkü olan kahvehanede, aynı zamanda berberlikte yapan, “Berber Aptullah” Güven(ölü), Dişleri ağrıyan müşterilerinin dişlerini çektiği gibi, aynı zamanda berberlik ve kahvecilik de yapardı.
Bel çekme; Bel çekmenin uzman halk hekimi Adalı Süleyman’dı(Ada (ölü)). Oğlu, M. Ali Ada, el almış, ancak bunu devam ettirmemiştir.
Çalı Mahallesinde olduğu gibi her yerde uygulanan ve bunlara koca karı ilaçları denilen ilaçlarla yapılan birçok tedavi şekilleri vardır. Zaten, bunlara kocakarı ilacı denilmesinin sebebi şudur; koca, yaşlı demektir. Kocakarı, çok yaşlı kadın demektir. Ailenin en yaşlı olan kadınları ninelerimizdir. Bunların, en küçük hastalık ve rahatsızlıklara karşı, bildikleri tedavi yöntemleri, yılların tecrübesine dayanmaktadır. Her küçük rahatsızlıkta halk hekimine gidilmezdi. Bütün bu tedavi yöntemlerini zaten ninelerimiz bilirlerdi. Ninelerimizin bildikleri ve uyguladıkları tedavi yöntemlerinden bazıları şunlardır:
Saçkıran tedavisi; saçkıran, baştaki saçların küçük bir bölümünün saç diplerinden kırılarak, dökülmesi ve o bölgenin derisinin meydana çıkması hastalığıdır. Bu aslında mikrobik bir hastalıktır. Bir bakteri, saçların diplerine yerleşerek, saçların kök üstlerinden itibaren dökülmesine sebep olmaktadır. Bunun birkaç türlü tedavi yöntemi vardır.
Birinci tedavi yöntemi; Büyük bir diş sarımsağı, ortasından ikiye keserek, saçları dökülen bölgeyi ovalamaktır.
İkinci tedavi yöntemi; Üç dört diş sarımsak havanda dövülür, buna bir yemek kaşığı kükürt eklenilir. Üzerine bir şeker kaşığı zeytinyağı eklenerek merhem yapılarak başa sürülür. Üçüncü tedavi yöntemi; Birkaç zeytin ve birkaç diş sarımsak birlikte havanda dövülür. Saçı dökülen bölgeye sürülür. İki hafta sonra yeni saçlar çıkmaktadır.
Soğuk algınlığı sonucu ortaya çıkan öksürük, göğüs ve sırt ağrılarında; Birkaç fındık büyüklüğündeki kafirun[24] ispirto, alkol veya kolonyanın içine atılarak eritilir. Bu eriyikten yatmadan önce sırta ve göğse sürülür.[25] Üzerine ısıtılmış ve sabun sürülmüş havlu kapatılarak, fanila giyilerek yatılır.
Bir başka soğuk algınlığı tedavi yöntemi de şudur; Bir çaydanlığın içinde, biraz köpek nanesi (yabani nane), biraz ıhlamur ve bir limon ikiye bölünüp çay gibi demlenir. Bu çaydan birkaç su bardağı içilir. Tadı biraz acı olduğundan içine şeker atılabilir. Bu çay insanı terlettirir. Terleyince vücuttaki zararlı toksinlerde dışarı atılır. Bu çay mide bulantısını da önlemektedir. Terleme bitince, çamaşırlar değiştirilmelidir. Bu işlem de gece yatmadan önce uygulanmalıdır. Mide bulantısına da iyi gelmektedir.
Hasta çocukların rahat uyumaları için afyon yutturulması; Hastalığından dolayı ağrı ve acı çeken çocuklara gece yatmadan önce mercimek büyüklüğünde afyon sakızı yutturulurdu. Günümüzde kullanılmamaktadır
.
Soğuk ve üşütmeden dolayı ortaya çıkan, barsak ve karın ağrılarında; Pirinç ve mercimek kaynatılıp lapa haline getirilir(önceleri lapa, keten tohumundan yapılırmış). Bir bezin içine sarılır. Vücudun karın bölgesine bağlanır.
Nefes darlığında; nefes almayı kolaylaştırmak için, patlıcan otunun yaprakları kurutulup sigara kağıdına sarılarak, sigara gibi içilir.
Karın ağrısına; siğil otu/sinirli otun yaprak ve tohumları kaynatılarak çay gibi içilir. Kolesterol ve damar sertliğinde, taze zeytin yaprakları çay gibi demlenerek, sabahları aç karına bir su bardağı içilir.
Unutkanlık ve beyin damarlarını açmak için; ökseotu/burç yaprakları kurutulur. Bir çay kaşığı akşamdan bir bardak soğuk suyun içine atılır. Sabahleyin süzülerek, kalan su aç karına içilir.
Zihni açmak için; melisa/ oğulotu çay gibi demlenerek günde üç kez içilir.
Mayasıl ve karaciğer zayıflığında; Yılanyastığı denilen bitkinin toprak altındaki yumrusu çıkarılır. Tavla zarı büyüklüğünde kesilir. Bir bardak suyla yutulur.
Sinüzit tedavisinde; kapaklı ot/cırlatan/acı düvelek de denen bitkinin, kabuklu yeşil bir nohuda benzeyen meyveleri, bir tas kaynar suyun içerisine atılır. Hasta, ağzını açarak tastaki buhara yaklaşır ve birkaç kez derin, derin nefes alır. Bu bitki zehirlidir. Dikkatli kullanılmalıdır.
Damar sertliğine; kekik, çay gibi demlenerek günde üç kez içilir.
Mide, barsak, göğüs hastalığı ve karaciğeri güçlendirmek için; sarı kantaron çiçekleri çay gibi demlenerek içilir. Mavikantaron, daha etkilidir, ancak tabiatta pek sık bulunmaz. Hemoroite/basura; dikenli karaçalının yuvarlak ve olgunlaşmış tohumları demlenerek, üç gün birer kez içilir. Bu hastalığın bir başka tedavi yöntemi de şöyledir; üç dört adet pırasa doğranıp haşlanır. Küçük bir leğene konulur. Hasta pırasalara değmeyecek şekilde leğenin üzerine çömelir. Beş dakika kadar bu durumda kalınır. Pırasalar sıcakken çıkardıkları buharından faydalanılmaktadır.
Göz kanlanması ve ağrıları için; İrice bir patatesten iki halka kesilip, gözlerin üzerine konulur. Daha sonra bir bezle bağlanır. Bu işlem gece yatmadan önce yapılmaktadır. Sabahleyin patatesler çıkarılıp gözler yıkanılır.
Varislere karşı; elma sirkesiyle temiz bir bez ıslatılır. Gece yatmadan önce ovalayarak bacaklara sürülür. Gözlerdeki katarakt hastalığı ve gözlerin çapaklanmasına karşı, gece yatmadan önce, gözlerin üzerine fesleğen tohumları konularak, bir bezle bağlanır. Sabah kalkınca gözler limon suyuyla temizlenir.
Yanıkların tedavisi için; beyaz mum veya parafin eritilir. İçine parafinin yarısı kadar zeytinyağı konularak karıştırılıp, krem yapılır. Bu kremden yanan yerlere sürülür. Yanan yerde yanık izi kalmamaktadır. Bundan başka yanık tedavisinde, ayı yağı, porsuk yağı kullananlar da bulunmaktadır.
Ülser ve mide yaralarının tedavisinde; kudret narı küçük parçalara ayrılıp, bir kavanozun içindeki alkol veya rakının içine atılır. Güneş görmeyen kuytu bir yerde, üç ay kadar bekletildikten sonra, sabahları aç karına birer çorba kaşığı içilir.
Kanayan yaralar ve kesikler için; ormanda veya tarlada çalışırken, kesici aletlerle oluşan kanamalı kesiklerin üzerine, kanı durdurmak için işenir. Çalı Mahallesinde halen söylenen, (yaralı parmağa işemek) sözü bunu anlatmaktadır.
Diş ağrılarına; karanfil yağı sürüldüğü gibi, ağrıyan yere aspirin de konulmaktadır. Dişbudak ağacının tohumları ağızda çiğnenince ağrının geçtiği söylenir.
Kanserle mücadele; küçük yapraklı ısırganların tohumlarından, günde bir yemek kaşığı yutulur.
Sidikzoru ve prostat tedavisi; pamucak denilen çalıcığın çiçek ve yaprakları çay gibi kaynatılarak içilir.
Baştaki bitlerden ve sirke denilen yumurtalarından kurtulmak için; başa gazyağı sürülür. Kışın soğuktan çatlayan ellere; limon sürülür.
Öksürük tedavisi için; hatmi çiçekleri sütte kaynatılıp, sabah aç karına içilirse, öksürüğü keser.
Sarılık hastalığından kurtulmak için; bazı sığırların karaciğerlerinde oluşan ve haraza denilen taşlar, havanda dövülerek suyla yutulur.
Balgam söktürmek için; Tere yapraklarının üzerine limon sıkılıp yenilirse, balgam söktürür.
Dudaklarda oluşan uçukların tedavisi; kına sürülür.
Her yerde olduğu gibi, Çalı Mahallesi’nde de halk hekimliği tedavi yöntemleri arasına, hurafeler ve batıl inançlar da karışmıştır. Bunların bazı örnekleri şunlardır:
Pamucak hastalığının tedavisi;[26] Bebeklerin ağızlarında çıkan pamucak denilen aftların iyileşmesi için; İkinci kocası kaynı olan bir kadının (Buradan kocası ölünce, dul kalan kadının kocasının diğer erkek kardeşlerinden biriyle evlendirildiği anlaşılmaktadır) saçlarıyla bebeğin ağzı silinir. Bu suretle, bebeğin ağzındaki pamucağın iyileşeceğine inanılırdı. Günümüzde uygulanmamaktadır. Kaynak kişi;(Fikriye Korkmaz (78) Çalı Mahallesi)
Gözlerde, kirpiklerde çıkan itdirseği denilen, arpacığın tedavisi; İkiz çocuk doğurmuş bir kadının, don/şalvarının ağıyla hastanın gözleri silinip aşerlenerek hastanın iyileşeceğine inanılırdı. Bu tedavi yöntemi nadir de olsa uygulanmaktadır. Daha çok, Balkan göçmeni aileler tarafından tercih edilmektedir. (Kaynak kişi; Fikriye korkmaz (78) Çalı Mahallesi). Fikriye Korkmaz’ın kendisinin de ikiz çocuğu olduğundan, Aşerlenmek için kendisine gelirlermiş.
İnekler sağılırken, sütlerinin kanlı olarak gelmesinin tedavisi; Bazen, ineklerin sütleri sağılırken, sütün kanlı geldiği fark edilir. Bu ineği yılan emmiş denilir. İneğin sahibi, ineğinin hastalığını iyileştireceğine inandığı aşerci kadına(İfakat Okyay (ölü) ) gider. Kadına ineğimi yılan emdi! Diye söyler. Aşerleyici Kadın, inek sahibine bağırır çağırır:
—Hiç öyle şey olur mu? İneği yılan emer mi? Yanlışın va(r)! Hadi git! Bi da(ha) da gelme! Diye söylenir. İnek sahibi, giderken arkasından duasını okur (aşerler). Bu suretle ineğin iyileşeceğine inanılır. Kaynak kişi; Hasan Okyay (77) (İfakat Okyay’ın oğlu). (Yusuf Çekil, Çalı Mahallesi (68) Defalarca ineklerini aşerlettirmiştir). Günümüzde uygulayan kimse kalmamıştır.
Huysuz çocukların sakinleştirilmesi: Huysuz çocuklar, köyün kurucusu kabul edilen, Çalık Halil Dede’nin mezarının bitişiğindeki; şehitlik denilen bölümünde, toprağa yatırılıp anlandırılır/yuvarlandırılır. Yuvarlanmaya Çalı Mahallesi’nde anlanmak denilmektedir. Çocuk, yerde yuvarlanırken. Huyu! Burada kalsın! Denilir. Evlerine dönerken, geldikleri yoldan gitmezler. Başka bir yoldan dönerler. Bu suretle çocuğun huysuzluktan kurtulacağına inanılır.
Huysuz hayvanların sakinleştirilmesi: Çalık Halil Dede’nin mezarının etrafında saat yönünde yedi kez döndürülür. Bu işlemden sonra hayvanın huysuzluktan kurtulacağına inanılır. Bu tedavi yöntemleri, Şamanizm inançlarından kalan izler taşımaktadır.
Konuşamayan küçük çocukların dillerinin açılması için: Şanlıurfa’daki Eyüp Peygamber’in inzivaya çekildiğine inanılan, mağaradaki kaynaktan su getirilerek, çocuğa içirilir. Suyu içen çocuğun iyileşeceğine inanılır. Çalı Mahallesinden bir kız çocuğunun, bu sudan içerek konuşmaya başladığını söylerler (Kaynak kişi Fikriye Korkmaz (78) Çalı mahallesi).
Nazardan korunmak için: Bazı insanların nazarının/bakışının zararlı olduğuna inanılmaktadır. Buna göz değmesi de denilmektedir. Bu yüzden çocuklara, atlara, arabalara, evlere nazardan korunmak için nazar buncuğu asılır.
Vücudunda bir kırıklık ve halsizlik hissedenler; Duasını bilen bir hocaya giderler. Hoca, hastanın yüzüne karşı duasını okuduktan sonra; üç kez tu, tu, tu, diyerek tükürür ve üfler. Hasta esnerse, hastaya nazar değdiğine ve iyileşeceğine inanılır.
Her türlü kötülüklerden ve hastalıklardan korunmak için hocaya nuska yazdırılması (çalı mahallesinde söylenmektedir), her türlü ve nazardan korunmak için; Bu işi bilen bir hocaya muska/hamayıl yazdırılır. Boyuna asılır. Ya da, elbisenin veya gömleğin iç kısmına koltuk altına gelecek şekilde bir kilitli iğneyle tutturulur.
Sıtma hastalığının iyileştirilmesi ve korunmak için; Yaylacık Mahallesi’ndeki körpınar/sıtmapınarı da denilen, pınardan( aslında burası Büyük Aya Yani Ayazması’dır) su getirilip içilirdi. Günümüzde üzeri kapatılmıştır. 40 yıl öncesine kadar buradan su alıp içerlerdi. Pınarın etrafındaki ağaç ve çalılara dileklerinin olması için bez bağlayanlarda olurdu.
Uyuz sanılan, alerji dolayısıyla ortaya çıkan kaşıntılar; dua ve aşerleme yöntemiyle tedavi edilir. Bunun dua ve aşerlemesini; İmanıgurulan/İmanıkurular’ın Hasene Bayrak(ölü) yapardı.
Lohusa mevlidine gelen kadınların yakalarına, loğusa ve bebeğini kötülüklerden korumak için, cebe denilen muska takılırmış. Bunları Fitnat Kaygısız (ölü) yaparmış.
Halk hekimliğinde, hastalıklardan korunmak için en önemli tedbirler; Köylülerin,“Lokman Hekim’in söylediğine inandıkları, “Ayağını sıcak tut, başını (baş zaten, ser demektir) serin” sözlerini kendilerine yüzyıllardır düstur edinmişlerdir. Kırk yıl öncesine kadar, Çalı’da, Yaz-kış yün çorap giymeyen ve şapka giymeyen erkek göremezdiniz. Bunlara, bele sarılan yün kuşakları da ekleyebiliriz. Bazı önleyici yöntem ve tedbirleri Çalı’da söylenen atasözlerinden de anlayabilirdiniz. “Yazın yaşa/ıslak yere, kışın taşa oturulmaz”, “uyuyanın üstüne gar/kar yağa(r)”, “insan guşun/kuşun ganadından/kanadından yel alır(rüzgar çarpar)”, “Yazın abasız, gışın/kışın ekmeksiz yola çıkma)”. Aba, kış aylarında giyilen yünlü ve kalın bir elbisedir. Eskiden köylüler ve çobanlar yaz kış bu elbiseyi giyerlerdi. Yola çıkan insanlar mutlaka, yiyeceğini yanlarında taşırlardı. Çocuklara, fazlaca peynir yedirilmez. Karnında kurt olur denilirdi. Burada anlatılmak istenen, barsak kurtlarıdır. Evlerinin bahçesinde nar ağacı yetiştiren bazı ailelerde barsak kurdu pek görülmezdi. Evdeki çocuklara;— Narları yerken, yere bir tane bile nar tanesi düşürürseniz çok büyük günaha girersiniz, çocuğunuz da olmaz, denilirdi. Biz çocuklar da, narları acı, acı kabuklarıyla yediğimiz olurdu. Günümüzde, nar kabuklarının barsak kurtlarını düşürdükleri anlaşılmıştır.
Eklem kireçlenmesinin tedavisi: Kireçlenmeyi önlemek için en önemli tedbir; Hareket etmek ve yürümektir.
İlk tedavi yöntemi de; Hareket etmek ve yürümektir. Çalı Mahallesi sakinlerinden Koca Ali (Şimşek (ölü)), bel ağrıları yüzünden yatağa mahkum olmuş. Evinden dışarıya çıkamaz hale gelmiş. Derken, kendisinin hasta olduğunu duyan, Çakıcı Mustafa (Şahin (ölü) ) kendisini ziyarete gitmiş. Koca Ali, kendisine: Belinde kireçlenme olduğunu, doktorların mutlaka ameliyat olması gerektiğini, yoksa felç bile olabileceğini söylediklerini anlatmış. Çakıcı Mustafa: Bak! Ali! Kireçlenmenin tek tedavisi; serseri gibi dolaşmaktır! Demiş. Koca Ali, ertesi gün erkenden kalkmış. Zorlukla birkaç yüz metre yürümüş. Her geçen gün yürüyüşlerini artırmış. Bahçelere, ormanlara gitmeye başlamış. Birkaç ay sonra tamamen iyileşmiş. Doktorlarda bu işe şaşırmışlar.
İkinci tedavi yöntemi ve tedbir; Bele yün kuşak bağlamak, yünlü fanila giymek önleyici tedbirlerdir. Kireçlenmeden dolayı ağrıyan yerlere, koyun yapağısı/yünü bağlanır. Yün eklemleri sıcak tutuğundan ağrıyı azaltır.
Üçüncü tedavi yöntemi; Son on yıldır bazı kişilerin kendilerine uyguladıkları tedavi yöntemidir. Çınar yaprakları kurutulur. Her sabah bu yapraklardan üç tanesi çay gibi demlenir. Sabahları aç karına bir su bardağı içilir. En az üç hafta her sabah içilmeliymiş.
Gözlerin kükürdün acı veren yakıcı etkisinden korunması tedbiri: Bağlara kükürt atılırken toz halinde olduğundan, kükürt atan birisinin, gözlerine kaçması ve yakıcı etkisiyle gözlerinin yanması ve acı çekmesi kaçınılmazdır. Ben de, yıllarca bağlarımıza kükürt attığım zaman, bu etkiye maruz kaldım (M. Ali Öner (68) Çalı Mahallesi), Bağlara, kükürt atmadan önce, gözlerini kaliteli bir şarapla yıka! İşin bittikten sonra tekrar yıka! Dedi. Söylediği, önleyici tedavi yöntemini uyguladım. Gerçekten de işe yaradı.
Çiçek hastalığı: Bu hastalık eskiden, ayvaların çiçek açtığı zamanlar ortaya çıkarmış. Hastalık geçinceye kadar bir tedbir olarak, hasta iyileşinceye kadar yıkanmazmış.
Haşerelerden korunma tedbiri; Haşerelerden ve haşerelerden çocuklara geçen hastalıkları önlemek için, Bebeklerin yastık ve yatağının içi defne ağacının yapraklarıyla doldurulur.
Değerlendirme ve Sonuç
Örnek aldığımız Çalı Mahallesi’nde çok zengin bir söz, deyimler ve atasözü haznesinin bulunduğu görülmüştür. Nilüfer sözünün dört ayrı söyleyişi bile bu zenginliği ortaya koymaktadır. Sadece bu mahallede bilinen ve söylenen birçok deyim ve atasözlerine de rastlanılmıştır. Bunun yanında, kuşlara, bitkilere ve diğer şeylere verilen bazı adların, çevre mahallelerde bilinmediği tespit edilmiştir. Mahallede genç kızların kendi aralarında konuştukları şifreli dil, unutulmak üzeredir. Çevredeki mahallelerle olan ağız farklılıkları olduğu gibi, benzerlikler de bulunmuştur. Birçok Türk Lehçeleri’yle olan ağız birliği tespit edilmiştir. Günümüzde, sadece yaşlıların bilebildiği birçok söz, deyim ve atasözü unutulmak üzeredir. Televizyonların, telefonların ve internetin yaygınlaşması gibi sebeplerle çevre mahallelerle olan ağız farklılığı ortadan kalkmak üzeredir.
Çalı Mahallesi’ndeki halk hekimlerinin ocaklı oldukları tespit edilmiştir. Bunların silsile yoluyla, el verme denilen ve ailenin en yaşlı bireyinden bunu öğrendikleri belirlenmiştir. Hacamat, kulunç iğnesi, sülük tutma ve bardak tutma gibi tedavi yöntemlerini uygulayanların, Bektaşi kökenli ailelerden geldikleri öğrenilmiştir. Dini motifli ve Dua yoluyla yapılan ve adına aşerleme denilen tedavi yöntemlerini, Sünni inanışlı ailelerin bireylerinin uyguladıkları görülmektedir. Halk hekimliği yöntemlerine ve önleyici tedbirlere birçok hurafenin karışmış olduğu da görülmüştür. Bazı inanış ve tedavi yöntemleri de Şamanizm’i çağrıştırmaktadır.
Günümüzde, Çalı Mahallesi’nde halk hekimliği yapan kimse yoktur. Halk bir çok alternatif tıp yöntemini bilmektedir ve bunları kendisi uygulamaktadır.
Kaynaklar
1.Kitaplar
PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali: Arkadaş Türkçe sözlük, 1997 Ankara, Arkadaş yayınevi.
SAMİ, Şemsettin: Kamus-ı Türk-i, 1317( 1901) İstanbul, İkdam Matbaası.
KORKMAZ, Zeynep: Türkiye Türkçesinin Gelişimi-Oğuz Türkçesinin Gelişimi, 2013 Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Prof. Dr. TULUM, Mertol: 17.Yüzyıl Türkçesi ve Söz Varlığı, 2011 Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları
KOMİSYON: Temel Türkçe Sözlük, sadeleştirilmiş ve genişletilmiş( Kamus-ı Türk-i) 1985 İstanbul.
EŞREF, Ahmet Bahtiyar-SAYDAM, Celal: Urdu-Türkçe, Türkçe-Urdu Sözlük, 2012 İstanbul, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Prof. Dr. KANAR, Mehmet: Arap Harfli Alfabetik Osmanlı Türkçesi, 2012 İstanbul, Say Yayınları.
Kaşkar’lı Mahmut: Divan-ı Lügat-it Türk, Çev. ATALAY, Besim, 1940 Ankara.
YURTBAŞI, Metin: Sınıflandırılmış Türkçe Deyimler, 2004 istanbul.
KAHRAMAN, Atıf: Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi.
ÖNDER, Ali Tayyar: Türkiye’nin Etnik Yapısı, 2007 Ankara, Fark Yayınları.
KAYA, Mevlüt: Çepniler, 2011 İstanbul, Togan Yayınları.
KIRZIOĞLU, M. Fahrettin: Dede-Korkut Oğuznameleri, 2000 Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
Kaynak Kişiler
Çalı Mahallesi: Hanife Karagöz( 96 ). Emin Öner( 89). Osman Yunkuş (86). Fikriye Korkmaz(78). Süleyman Zeybek(71). Süleyman Turan(74). Yusuf Karagöz(57). Ahmet Karagöz(59). Nevzat Boztekin(81). Mehmet Demir(63). İsmail Kaygısız(78). Ahmet Alan(79). Süleyman Alan(81). Emin Esen(58). Kadir Boztekin( 58). M. Emin Koçin(60). Ali Aktaş(65). Metin Keskin(62). Mustafa Kurhan(62). Erol Yaldız(49).. Ali Yağlı(58). Osman Ayan(70). Salih Badem(58). Mehmet Arı(80). Osman Sarı(78). Basri Ulu(78). Yusuf ve Hatice Çekil(78). Ramazan Er(65). Hacer Çalay(56).Salih Kurhan(58).
Atlas Mahallesi: Niyazi Çakı(62). Mustafa Aslan(68).
Yaylacık Mahallesi: İhsan Özen(66). Ali Kavaklı(62).
Tahtalı Mahallesi: Hüseyin Sansar(62).
Kayapa Mahallesi: İsmail Deniz(62). İbrahim Ünal(69).
Alaadinbey Mahallesi: Tahir İşbecer(75).
Demirci Mahallesi: Akif Paşay(60).
Misi Mahallesi: Ömer Gümüş(68).
Hasanağa Mahallesi: Ömer Çinkaya(36).
Güngören Mahallesi: İlhan Şahin(59).
Kadriye Mahallesi: Salih Yılmaz(71).
Unçukuru ve Çevresi: Yusuf Kanal(45).
Üçpınar Mahallesi: Nihat Atış(36).
Kaynak Kitaplar
Uludağ Üniversitesi 30. Yıl, Bursa Halk kültürü, 2. Bursa Halk Kültürü Sempozyum Kitabı. Cilt; 3, sayfa; 1111; KAPLANOĞLU, Raif: Bursa Köylerinde Halk Hekimliği.
Kaynak Kişiler
İsmail Kaygısız: (78). Emin Öner(89). Hanife Karagöz(96). Necdet Şahin(66). Cafer Açıl(52). Mehmet Baydemir(53). İsmail Ulu(65). Salih Büber(70). Süleyman Zeybek(71). Mustafa Kurhan(62), Reşat Tosun(61). Mehmet Demir(63). Ahmet Kaysı(54). Fikriye Korkmaz(78). Yusuf Karagöz(57). Ahmet Karagöz(59). Hasan Okyay(77). Suat Ener(57). M. Ali Öner(68). Recep Avcı(65) N. Yılmaz Şahin(72). M. Ali Yağlı(57).
[1] Araştırmacı yazar
[2] 166 numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu defteri. 937/1530, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları. Yayın No: 27. Misi; Sy.3, Çalı, Kayapa, Kite, Kızılcıklı/Hasanağa; Sy. 136, Fodra, Demirci; Sy. 139, Atlas; Sy. 140).
[3] 1844 Yılı ML. VRD.d (temettuat defterleri); Çalı; 08420, Fodra; 08433, Kayapa; 08404, Kite; 08434, Tahtalı İslam; 08428, Tahtalı Reaya; 08429, Yaylacık İslam; 08422 numaralı defterler.
[4] 1530 Tarihli Yukarıda adı geçen, Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri.(Sy. 140 Keçeli obası, Sy.141 Tobyalar).
[5] 1844 Yılı temettüat defterlerinin sonunda, köy muhtarlarının ve köy imamlarının mühürleri bulunmaktadır.
[6] Kaynak kişi; Emin Öner(89).
[7] Çalı’nın kamyoncuları Bursa’da, Yeni Serbest Nakliyat ambarından Anadolu’nun çeşitli yerlerine mal taşırlardı. Ambara da buralardan birçok şoför mal almak için uğrarlardı. Çalı şoförleri bunlardan ve Anadolu’dan öğrendikleri deyim ve atasözlerini yaşadıkları yere getirmişlerdi. Mustafa Temel(ölü), bu yolla birçok deyim ve atasözünü Çalı Mahallesi’ne kazandırmıştır.
[8] Ankara, Antalya, Adana, Bilecik, Çanakkale ve Çankırı’nın bazı yerlerinde, Çalı Mahallesinde olduğu gibi, “u” ünlüsü “ı” olarak söylenmektedir. “Doç. Dr. KARAHAN, Leyla. Anadolu Ağızlarının sınıflandırılması, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2011, Sistem Ofset Basım ve Yayım Şti”.
[9] YENİSEY, Fazıl. Bursa Folkloru; 1955 Bursa Vilayet matbaası; Sy; 84. Misi Köyü’nde Nişanlanma Töreni( KUM, Naci).
[10] UMAR, Bilge. 1993 Ankara, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, Sy. 315. İnkilap Kitabevi yayınları.
[11] 93 göçmenlerinin ferace giymeleri Yörüklerden daha öncedir. Yörükler, kendi yöresel kıyafetlerini giyiyorlardı. Bu geleneklerini yaşlılar, 1980 li yıllara kadar devam ettirmişlerdir.
[12] Prof. Dr. PEKACAR, Çetin. (2011), Kumuk Türkçesi Sözlüğü, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları: 1032
[13] Bir fikir vermesi için bu örnekler verilmiştir. Fazla yer kaplayacağından kısa tutulmuştur.
[14] Komisyon, Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, 1991 Ankara, Kültür Bakanlığı; kaynak eserler 54, kılavuz kitap, Başbakanlık Basım Evi.
[15] UMAR, Bilge. 1993, Türkiye’de Tarihsel Adlar, Sy. 360.
[16] “bizim oğlan” tabirini efeler çok sevdikleri kişiler için söylerlermiş. “İstiklal Savaşı İstihbarat Subaylarından: Fahri Akçakoca Akça’nın Hatıraları, Sy. 125, Ankara 2014, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları”.
[17] Prof. Dr. TİMURTAŞ, Faruk K. Yunus Emre Divanı; Sy.153, Ankara 1986, Başbakanlık Basımevi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları;380
[18] VAMBERY, Arminius; İstanbul 1993, Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi. Sy. 87, Ses yayınları. Eskiden, Türkmenistan’daki bir çölün sert kilden oluşan toprağının adına “Takır” denilirmiş. Çalı Mahallesi’nde de, kuruyup sertleşen toprağa; “takır takır oldu” denilmektedir.
[19] 1.) Akkoyunlular, VOODS, John E. Çev; ÖZBUDUN, Sibel, SAKAOĞLU, Necdet. Pir Budak Bey; sy. 329. 1993 İstanbul, Milliyet Yayınları; 162.
2.) Karakoyunlular, Prof. Dr. SÜMER, Faruk. 1992 Ankara. Sy. 67, 85, 87, 99. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu Yayınları. Pir Budak Bey; Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf’un oğludur. Çok hareketli bir yapıya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Anadolu Türkmenlerini de etkilemiş olmalıdır. Çalı Mahallesi’nde, Ne yapacağı kestirilemeyen hareketli çocuklar ve genç erkekler için söylenen “Piri Budağı yok” tabiri, Pir Budak Bey’i anımsatmaktadır.
[20] Bölge Ağızlarında Atasözleri ve deyimler, AKSOY, Asım Ömer vd. Ankara 2009. Türk Dil Kurumu Yayınları.
[21] 1.)Çalık/Çalı Köyü, Başbakanlık Arşivi’nde bulunan; 113 numaralı ve Hicri 928, miladi 1521 Tarihli vakıf defterinin 57. Sayfasında kayıtlıdır.
2.) Çalık/Çalı Köyü, Başbakanlık Kuyyud-u Kadim Arşivi’nde bulunan; 1573 tarihli ve 67 numarada kayıtlı Mufassal defterin 171 ve 172. Sayfalarında kayıtlıdır.
[22] Hacı Necibe Baykal’ın eşi Mısta Bey( Mustafa Baykal), Çalı’nın en ünlü hayvan hastalıklarını tedavi eden kişisiydi. Suat Ener(56), zehirli buğday yiyen kümes hayvanlarının kursaklarını ameliyat ederek temizlemektedir.
[23] İfakat Okyay, Çok küçük yaşlarda annesini ve babasını kaybetmiş. Kendisine babaannesi bakmış ve bildiği halk hekimliği yöntemleriyle bunların dualarını öğretmiş. Aslen, Yenişehir’in Baba Sultan Mahallesi’ndenmiş. Çalıya gelin gelmiş.
[24] Kafirun, kehribara benzer ağaç reçinesidir. Alkolün içinde erimektedir.
[25] Atların adale rahatsızlıklarında da kullanılmaktadır.
[26] Bu hastalığın tedavisinde, “ekşi karadut” suyu da kullanılmaktadır.