Bursa Yenişehir’den Geçen İlk Amerikalı Heyet |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Bu yazımızda, Bursa’ya gelen ilk Amerikalı heyeti; bu heyetin Bursa ve çevresine dair gözlemleri çerçevesinde ele alacağız. Böyle bir konuyu yazmamızı mümkün kılan en önemli kaynak, Amerikan misyoner teşkilatı Board’ın süreli yayın organı Missionary Herald Bülteni’nde, 1833’te, üç bölüm halinde yayınlanan gezi notlarıdır. Bu notların yazarı Protestan Papaz William Goodell, 1792 – 1867 yılları arasında yaşamıştır. W. Goodell, hayatının 1820’den sonraki önemli bir bölümünü Osmanlı memleketinde misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde geçirmiştir. Onun adı geçen bültendeki gezi notları: “Extracts From Mr. Goodell’s Journal of a Tour Over Land to Broosa in The Ancient Bithynia” (Bay Goodell’ın Günlüğünden Eski Bitinya – Bursa’ya Yaptığı Bir Kara Yolculuğunun İzlenimleri) başlığı altında yayımlanmıştır.
Ayrıca Goodell’ın ölümünden sonra hakkında yazılan ve 1876’da New York’ta basılan: “Forty Years in The Turkish Empire or Memoirs of William Goodell” (Türk İmparatorluğu’nda Kırk Yıl Ya da William Goodell’ın Hatıraları) başlıklı biyografik eserde de söz konusu Bursa gezisine değinilmiştir. Bu ana kaynaklara ilave olarak kullandığımız birtakım yardımcı kaynaklar sayesinde Amerikalıların Bursa’daki yaşam hakkındaki gözlemlerinin tenkitli bir değerlendirmesini yapmaya çalıştık.
Hiç şüphesiz ki bu izlenimler ve hatıralar sadece dinî – mezhepsel konularla sınırlı olmayıp, gezilen şehirlerin sosyal, ekonomik ve sair yönlerinden de kesitler sunmaktadır. Amerika’nın dünya çapında misyonerlik faaliyetleri yürüten Board Teşkilatı’nın mensuplarından oluşan heyetin bu gezideki asıl amacı, Protestanlığın Doğu ve Güney Marmara’da yayılmasına yönelik keşif yapmaktır. Dikkat çekici bir ilk olma özelliğine rağmen çağdaş araştırmalarda bu gezinin Bursa ayağı üzerinde şu ana dek spesifik olarak durulmamış ve heyetin Bursa’daki izlenimleri yeterince irdelenmemiştir. Oysa bu keşif gezisi iki yıl sonraki (1834) Bursa Protestanlık misyonunun kurumsal alt yapısını oluşturmaya yönelik ilk temeldir.
Amerika Birleşik Devleti’nin (ABD), ya da o zamanki Osmanlı diplomatik terminolojisiyle: “Memâlik-i Müctemia-i Amerika”nın (MMA) İstanbul’daki, maslahatgüzar seviyesinde, ilk elçisi sayılan Commodore David Porter da bu gezide sözü edilen Protestan heyete ekibiyle birlikte eşlik etmiştir. Dolayısıyla Bursa gezisinin aynı zamanda diplomatik bir yönü de bulunmaktadır. Zirâ “Elçi Bey” bu gezide, devletinin Bursa konsolosluğunu kurmuş ve Ragusalı bir tüccarı ABD’nin Bursa fahri konsolosu olarak görevlendirmiştir. Böylece 7 Mayıs 1830’da imzalanan Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki ticaret antlaşmasının neticelerinden birisi olarak bu devlet artık Bursa’da da ticarî, diplomatik faaliyetler gösterecek ve şehirde oluşacak Protestan Cemaati’nin önemli bir koruyucusu olarak öne çıkacaktır.
18 Mayıs 1832’de İstanbul – Kadıköy’de buluşan Amerikalı heyet yaklaşık yirmi kişilik bir kafile şeklinde kara yolculuğuna başlamıştır. Kadıköy – Gebze üzerinden İzmit’e varmıştır. Yatılı kaldıkları ilk durak olan tarihî Nikomedia, ya da bugünkü adıyla İzmit (Kocaeli) yolculuğu yirmi saat kadar sürmüş. Gezinin günlüğünü tutan W. Goodell İzmit’i şöyle tarif etmektedir: “Şehir güzel bir körfezin uç noktasında kurulmuştur. Otuz hâne Rum; elli hâne Yahudi ve üç yüz hâne Ermeni ailenin dışında şehrin çoğunluğunu Müslüman ahali oluşturmaktadır. Bir bakışta ondan fazla cami saymak bize bu şehrin baskın Müslüman karakterini göstermeye kâfi geldi. Smith ve Dwight Efendiler İzmit’in merkez nüfusunun yirmi beş binden fazla olduğunu söylediler.” Burada bahsedilen efendiler, Board Teşkilatı’nın Anadolu’ya gönderdiği ilk araştırmacı misyonerler olan Eli Smith ve H.G.O. Dwight olup, bu gezide heyete uzman sıfatıyla eşlik etmektedirler.
Heyetin İzmit gözlemlerine ilişkin ayrıntılara, konumuzla doğrudan ilgisi bulunmadığı için girmeden heyetin Bursa’ya doğru yaptığı yolculuk üzerinde yoğunlaşmak istiyoruz. İzmit’ten sonra heyetin yeni hedefi “Küçük Bir Türk Kasabası” olarak tanımlanan Karamürsel’dir. Orada kahvaltı etmişler. Goodell, klasik bir Türk kahvaltısında bulunabilecek hemen her yiyeceği burada zikretmiş. Daha sonra onları ziyarete gelenlerle biraz sohbet etmeye çalışmışlar. Goodell, imam ya da dergah şeyhi olduğu başındaki yeşil sarıktan anlaşılan biriyle sohbet etmeye çalışıyor ama oldukça ketum ve ağırbaşlı bu önemli Türk, konuşmaktan çok dinliyor. Bir yandan da boyuna nargilesini çekiyor. Daha önceleri Hindistan’da bulunmuş olan Goodell, nargileye orada “Hookah” denildiğini belirtmeden geçmemiş. İmam yahut şeyhi bir konuşma içine çekemeyen ve bundan da ümidini kesen Goodell, orada hazır bulunan yerli iki Ermeni ile yöre hakkında konuşuyor; onlardan çeşitli bilgiler alıyor. Bu Ermeniler Karamürsel – İznik arasındaki dağlık alanların halkından gelmişler. Daha sonra meraklı bir Müslüman genç tarafından yöneltilen kim oldukları, ne iş yaptıkları ve nereye gittikleri hakkındaki soruları cevaplandırmış. Bu Müslüman genç Mora tarafından göç etmiş bir aileden gelen, maddî ve eğitim durumu iyi, Grekçe’yi iyi konuşan biriymiş. Goodell’ın ifadelerine bakılırsa, “Avrupaî bir ruh ve karakter taşıyan” bu genç Protestan heyetin beğenisini kazanmış gibidir.
Karamürsel’den ayrıldıktan sonra denize arkalarını verip, dik yokuşlar tırmandıkça çevrenin kuşbakışı görünümü her geçen adımda daha genişlemiş ve ara sıra dönüp körfez manzarasını izlemek için muhteşem fırsatlar sunmuş. Kafile ilerlerken, sol taraflarında kalan antik bir yerleşim kalıntısını sert ve dik bir yamaç üzerinden izleyebilmişler. Sıradaki hedef tarihî şehir İznik’tir. Karamürsel – İznik (Nicea) arası o dönemki yolculuk şartlarında ortalama sekiz saat almaktadır ve yirmi beş mil kadar bir mesafedir (Goodell, coğrafi alanlar arasındaki mesafeleri hep –mil – hesabıyla ifade etmiştir). Oldukça eğimli yokuşu tırmandıktan ve bir müddet de hafif dalgalı – düz alanda ilerledikten sonra İznik Gölü’ne inen yamacın başına gelmişler. Artık göl manzarasına tamamlayan şey zeytinlikler ve selvi ağaçlarıdır.
Bir Hıristiyan papaz olmanın verdiği his dünyasıyla Hıristiyanlığın kutsal saydığı İznik’e giren Goodell, bu bir zamanların muhteşem antik şehrinin şimdiki zavallı kasaba haline acıyarak bakıyor. Tarihî surlardan içeri giren heyet, etrafın tenhalığı karşısında hayretler içersinde kalıyor. Bir zamanların o kalabalık Doğu Roma başkentinden kala kala ıssız bir yer kalmış gibidir. Nihayet seyrek de olsa insan yüzleri görmeye başlıyor ve şehrin merkezine varıyorlar.
Yetkili hiç kimseye haber vermeden, Elçi Porter’ın tavsiyesiyle, dinlenmek için hana yöneliyorlar. Eski ve bakımsız handa sadece hayvanları için barınma imkânı vardır. Daha başka bir dinlenme mekânı olmadığından heyettekiler, hayvanlarını yerleştirdikleri handa bir süre dinlenmeye çalışıyorlar, tâ ki kavas ve bir hizmetli güç bela yemek yiyip, kahve içebilecekleri bir yer bulana dek. Orası da haşaratlar içinde eski püskü bir yerdir. Ne kahveci, ne de konak sahibi müşteri-perver kişiler sayılmazlar. Goodell’a göre esasen bu İznik’in halkının Hıristiyan’ı da Müslüman’ı da Frenklere alışkın değillerdir. Buraya sosyal açıdan yenilik nâmına herhangi bir şey uğramamış; halkı birkaç yüzyıl öncesinden eski gelenekleri içerisinde dondurulmuş gibidir. Yazar, İznik halkını, bencil, kendini arzın merkezinde zanneden, gururlu, bağnaz, duyarsız ve sâir nitelendirmelerle toptan bir yargılamayla kötülemektedir. Bu olumsuz yargının temelindeki asıl neden, burada Protestanlığa sempati duymaları zaten beklenmeyen Müslümanlar ve bu konuda en az onlar kadar mezheplerine tutkun Rumlardan başka bir kesimin yaşamamasından kaynaklanmaktaydı. İznik’te Protestanlığa meyyâl Ermeni cemaati olsaydı muhtemelen bu kötü sıfatlar kullanılmayacaktı. Oysa İznik’te ne Ermeni; ne de Yahudi bulunmaktadır. Kasabanın çoğunluğu Müslümandır. Otuz hâne kadar da Ortodoks Rum aile yaşamaktadır. Protestan misyoner heyetin şehirdeki Ortodoks kilisesine girişiyle çıkışı bir olmuştur. Kilisenin papazlarından hiç yüz bulamamışlar. Hediye olarak bırakmak istedikleri Protestan din kitapları da kilise tarafından kabul edilmemiştir.
Kiliseden adeta kovulan Amerikalı misyoner heyeti, tarihî konsül toplantısının yapıldığı yeri ziyaret etmişlerdir. Bu vesileyle biraz da İznik’in Hıristiyanlık tarihindeki önemli yerinden bahsedilmektedir. Buna göre 325 senesinde üç yüzden fazla din adamının katıldığı konsül toplantısı iki aydan fazla sürmüş ve neticede Hıristiyanlık adına önemli kararlar alınmıştır. Burada ilginç olan nokta Goodell’ın tarihî konsül toplantısının yapıldığı yerin tespiti hususunda işaret ettiği yerin şu an gündemde olan ve göl içinde kalmış bazilika olmasıdır. Goodell tarafından: “Surların dışında, suyun kenarında bulunan bataklık” olarak tarif edilen bu yerde günümüzde keşfi oldukça ses getiren ve kazılar için etrafı belediye tarafından çevrilmiş olan kilise kalıntısı bulunmaktadır. İznik’te, ilk konsül toplantısından birkaç yüzyıl sonra, 787’de, İmparatoriçe İrene ve oğlu VI. Konstantin’in himâyelerinde gerçekleştirilen ikinci konsül toplantısına da kısaca değinilmiştir. Bu ikinci toplantıda ikonaların yeniden dinin temel dayanaklarından biri haline getirilmesi ve onlara karşı çıkanların lanetlenmesi kararı verilmiştir.
İznik’te kaldıkları ikinci gecenin ertesi sabahında, yabancılara karşı kaba ve şüpheci insanlarla vakit geçirmektense, tarihî surları incelemekle vakit geçiriyorlar. Bin yılı aşkın bu surlar şehri baştanbaşa sarmış durumdadır. İnşâsından o güne kadar geçen uzun aralıkta surlar tekrar tekrar tamirat ve inşaat süreçleri görmüştür. Goodell, İznik surlarının toplam uzunluğunun altı milden az olduğunu; surların hemen her yerde çift katmanlı duvarlardan oluştuğunu ifade etmektedir. Dış ve iç duvarların yükseklik ve kalınlıkları birbirine eşdeğere yakın orandadır. İnceleme heyeti rastgele bir iç duvarın çapını ölçmüş ve çıkan neticede yükseklik 25; kalınlık ise 14 fit çıkmıştır. Dış ve iç duvarlar arasındaki boşluk mesafesi ise 48 fit olarak ölçülmüştür. Surların iç ve dış duvarları arasında yer yer hendekler bulunmakta; her kırk adımda bir mesafede tuğladan ya da mermerden örülmüş gözetleme kuleleri bulunmaktadır. Surların birçok yerinde Roma – Bizans devri yazıtları dikkat çekmektedir. Heyetteki katipler bu yazıtların birer kopyasını defterlerine almaya çalışmışlardır. Bu surların özenle korunduğu söylenemez zirâ duvarların hemen dibinde yer yer ekim-dikim alanları olan bağ – bahçeler göze çarparken; kalan diğer yerlerde duvarları boydan boya kaplamış çalılıklar, dikenlikler, sarmaşıklar, kuş yuvaları ve sair şeyler bürümüştür. Muhtemelen define avcılarınca kazılıp, bırakılmış derin çukurluklar surlarda yürümeyi daha da zorlaştırmaktadır. Sürülen bağ – bahçelerin arasında sık sık lahitler ve sair tarihî kalıntılar çıkmaktadır. Bunların korunup muhafaza altına alınabileceği müze gibi herhangi bir yer de mevcut değildir. Dolayısıyla bu taşlar, mermer ve mozaikler evlerin yapımında rast gele kullanılmaktadır. Goodell, bu durumu şu sözlerle açıklamayı sürdürür: “Biz, İznik’te eski Pagan ve Hıristiyan tapınak ve sütunlarından yapılmış birçok hamam ve cami gördük. Eskinin üzerine bu denli oturup, onun kalıntılarıyla yaşamını sürdüren başka yer görmedim. Burada hayat, eskinin görkemli gölgesinde yaşanan silik bir durumdur. Geçmiş, ihtişamlı bir karakter sergilerken, şimdiki zaman zavallı bir karaktere sahiptir. Pagan din adamları, Hıristiyan Psikoposlar, Haçlı askerleri … bu şehirde tarih boyunca kimler geçmedi ki…”
Surlarda yapılan detaylı incelemenin ardında şehir merkezinde kaldıkları hana doğru gelirken, heyetin etrafını Rum ailelerin çocukları sarıyor. Daha önce büyüklerinden yüz bulamayan misyonerler, bir anlamda çocukları iğfal ederek, onlara Grekçe olarak hazırlamış oldukları yayınlarından veriyorlar. Ne olduklarını çok da anlamasalar da bu haylaz çocuk – genç sürüsü istekle kapıyorlar bu kitapçıkları ve daha orada heveslenip de sayı yetersizliğinden dolayı almayan çocuklara satmayı teklif ediyorlar. Misyonerlerin iki günlük İznik maceralarındaki dinî anlamdaki tek başarıları, birkaç çocuğun eline yayınlarını bırakabilmekten ibaret kalıyor.
Handa atlarını hazırlayıp yola çıkmak üzere iken, Goodell, “nispeten meraklı ve daha az kibirli” diye tarif ettiği bir Türk’le ayaküstü sohbet etme şansını buluyor. Türk, ona hangi milleten olduklarını, memleketlerinin neresi olduğunu soruyor. “Amerika” cevabı karşısında Türk’ün sorusu şu olmuş: “Amerika, İstanbul’a çok uzak mıdır? Ne kadar mesafededir?” Bu coğrafi soruyu uygun cevapla geçiştiren Goodell, asıl misyonu gereği olarak dini konuya geçiş yapıyor ve “Tanrı, hepimizi tek bir babadan, aynı kandan yarattı; sonra yeryüzüne dağıttı …” türünden vaazla Müslüman adama dininin hoş görülü yanını göstermeye çabalıyor. Türk, bir yandan merakla onu dinlerken, bir yandan da ağzından ve burnundan dumanını çıkardığı sigarasını tüttürüyor ve hancıya dönüp: “Bak, sen daha ömründe İstanbul’a bile gitmemişken, bunlar ne kadar da uzak memleketten tâ buralara kadar gelmişler” diyerek takılıyor. Bu meraklı Müslüman, Goodell’ın İznik’te sohbet etme imkânı bulduğu sayılı insanlardan sonuncusudur. Hazırlıklarını tamamlayan heyet İznik’i, “ilginç ve melankolik diyârı”, terk etmek üzere yola koyulmuşlardır.
Amerikalı misyoner heyetin İznik’ten Bursa’ya doğru yolculuklarında ara konakları Yenişehir ve günümüzde ona bağlı bir köy olarak Yenişehir’in yirmi kilometre kadar batısında bulunan Marmaracık Köyü’dür. İznik surlarının dışında verimli ama neredeyse el değmemişçesine ekilmemiş ovada ilerleyerek ve bir iç denizi andıran; balıklarla dolu ama kimsenin balığa rağbet etmediği İznik Gölü’nü seyrederek ilerliyorlar. Hemen her yerde bulunan neredeyse tek şey zeytin ağaçlarıdır ve onların tuhaf budanma biçimi heyettekilerin dikkatinden kaçmamıştır. Yolda denk geldikleri ilk mülk sahibinden sordukları soru, ağaçların neden böyle budandığıdır. Zeytin yetiştiricisinin cevabı daha da ilginçtir: “Böyle budamakla biz ağaca demek istiyoruz ki: Sen bize geçen sene bir şey vermedin eğer bu sene de bir şey vermezsen, seni tümüyle keseceğiz; yâni, biz ağacı aslında zeytin vermesi için korkutuyoruz.” Heyetin tek Müslüman üyesi, kavasbaşı Mustafa, tövbeler çekerek, zeytinciye çıkışmış ve ürünü veren de vermeyecek olan da Allah’tır diyerek onu terslemiştir.
Yoluna devam eden heyet İznik Ovası’nın sonunda ve gölün güney doğu ucunun bitim noktasında Yenişehir yönüne doğru başlayan tepeyi tırmanmaya başlıyorlar. Yolculuğun bu etabında Goodell’ın günlüğünde yol üzerinde bulunan Derbent Rum Köyü’nden hiç bahsetmemesi ilginç bir durumdur. Muhtemelen İznik Rumları’ndan sonra buradaki Rumlardan da yüz bulamamış ve burada durmadan doğruca Yenişehir’e inmişlerdir.
Yenişehir, büyük bir ovanın ortasında kurulmuş; her tarafı tepeliklerle çevrili bir yerleşim merkezidir. Goodell, Yenişehir’i, çukurlukta kalan, rutubetli ve bu yönüyle sağlığa zararlı bir yer olarak tarif ederek şöyle devam etmiştir: “Burada herhalde hiç Frenk – aynı zamanda “Gavur” kelimesini kullanmıştır – yaşamadığı için görünüşümüz karşısında yerli halk bize tuhaf yaratıklar görmüş gibi bakıyorlardı”. Gençler, bu sakalsız, bıyıksız ecnebilere bakıp kendi aralarında gülüşürken, çocuklar ise onları görünce kaçışmışlardır. Goodell, İstanbul’dan yola çıktıklarından beri traş olmadıklarını; saç ve sakallarının biraz uzadığını ama yine de halkın gözüne tüysüz ve tuhaf görünmekten kurtulamadıklarını belirtmiştir.
Heyet, Yenişehir’de kendilerine gösterilen hanı beğenmediğinden orada kalmamaya karar vermiştir. Yine de bir şeyler içmek, atlarını biraz dinlendirmek amacıyla burada kısa bir mola vermişlerdir. Yenişehir’de Ermeni cemaati ve onlara ait bir kilise mevcut olduğunu kaydeden Goodell, burada Rumların yaşadığına dair bir şey belirtmemiştir. Oysa Yenişehir’de bir de Rum mahallesinin olduğunu Osmanlı tarih kayıtlarından biliyoruz. Çoğunluk Müslümanlardadır ve Goodell, Yenişehir’de altı caminin mevcut olduğunu zikretmiştir.
Yenişehir’deki kısa molanın ardından Batı’ya, Bursa yönüne doğru, yola devam eden heyet iki saat mesafedeki Çardak Köyü’nde bir gece geçirmek istiyor. Ancak tümüyle Müslümanlardan oluşan bu çiftlik tarzı köyde kalmak can güvenlikleri açısından yeterince tekin bir yer gibi gözükmemektedir. Dolayısıyla heyetin bir tür güvenlik şefi sayılan kavvasbaşı Mustafa, endişelerini ifade edince heyettekiler yorgunluklarına rağmen çaresiz yola devam etmek zorunda kalıyorlar.
Bastırmak üzere olan karanlık, şiddetini giderek arttıran yağmur ve dağlık bir alandan geçişin verdiği korkunun sonucunda önlerinde aniden beliriveren Marmaracık Köyü, heyet için umut ışığı olmuştur. Üstelik bu köyün tümüyle Ermenilerden oluşması, misyonerleri ayrıca sevindiren bir durumdur. Öte yandan köylerine doğru yabancı bir kafilenin geldiğini gören köylüler, onları karşılamaya çıkmışlardır. Köylülerin hep bir ağızdan: “Hoş geldiniz, safa geldiniz” sözleri Goodell ve arkadaşları için “Büyük mutluluk” demektir. Köyün kahyasına geceyi burada geçirmek istediklerini söylemişlerdir.
Marmaracıklılar, Amerikalı misafirlerlerini imkânları ölçüsünde en iyi şekilde ağırlamaya çalışmışlardır. Elçi Porter ve ekibi ile Papaz Goodell ve arkadaşları için farklı ailelerin yanında odalar hazırlanmıştır. Muhtarlığı babadan dededen beri sürdüren köy muhtarının evinde yedirilen, içirilen heyettekiler, altmış kadar hâneden oluşan köylüler tarafından neredeyse topyekun ziyaret ediliyorlar. Bu beklenmedik yabancı misafirleri görmek ve onları dinlemek isteyen köylülerin merakını gidermek heyetin en konuşkan kişisi olan Goodell’a düşüyor. Onun Amerika’nın özelliklerinden başlayıp, Nuh Tufanı’na kadar götürdüğü vaazı karşısında pür-dikkat kesilen köylüler, heyettekilerin giyim-kuşamından kullandıkları eşyalara kadar her şeyi büyük bir merakla süzüyorlar. Bilhassa fosforlu Amerikan malı çakmaklar, anahtarlar, mumlar … ve sâir eşyalar köylülerin gözüne acayip nesneler gibi görünmüştür.
Geceyi Marmaracık’ta geçiren heyet ertesi sabah, kahya ile birlikte köyü dolaşıyor; kiliseye ve onun bitişiğindeki mektep ziyaret ediliyor. Goodell’ın burası hakkındaki notlarına bakılırsa, mektep hocasının maaşı olan dört yüz kuruş, yirmi iki Amerikan doları kadar tutuyor. Marmaracık köylüsünün temel besin ve geçim kaynakları ekmek, süt, peynir ve yoğurt gibi şeylerdir. Su kaynakları ve meraları açısından zengin olan köy korunaklı dağlık bir alanda kurulmuş olsa da zaman zaman civardaki Müslüman çiftlik sahiplerinin saldırılarına maruz kalmaktadır. Goodell, köyün papazına Ermenice – Türkçe olarak hazırlanmış İncillerden hediye etmiştir. Elçi Porter ise, papaza dereceli bir çift gözlük; ayrıca kahyaya fosforlu çakmaklardan vermiştir. Bunun yanı sıra kilise ve okula para yardımı ve malzeme bağışında da bulunduktan ve misafir-perver köylülere teşekkürler edildikten sonra Bursa yolculuğuna kaldıkları yerden devam etmişlerdir. Kafilenin önünde yaklaşık otuz beş kilometre Batı’da yer alan Bursa’ya ulaşmak için kat etmek zorunda oldukları engebeli dağlık bir etap bulunmaktadır. Onu aştıktan sonra Bursa Ovası’na inebileceklerdir.
Fakir bir Müslüman köyünün (Erdoğan Köyü olmalı) yanından geçiyorlar. Yolun yakınındaki leş parçasına konmuş bir kurdu korkutup kaçırdıktan sonra yollarına devam edip toplamda iki saati biraz aşan yolculuğun sonunda dağlık alanın bitim noktası ve şaşılacak güzellikteki Bursa Ovası görünmeye başlıyor. Goodell, bir yandan Uludağ’ın heybeti; öte yandan onun kuzeyinde boylu boyunca uzanan ova karşısında hayranlık ve şaşkınlığını dile getiriyor. Bursa Ovası’nın görünüşünü İznik Ovası’na oldukça fazla benzetiyor. Fakat en önemli farklılık, tenha İznik’in aksine Bursa Ovası’nın güzel köylerle ve muhtelif ağaçlarla çok daha güzel olması ve ondan daha büyük olmasıdır. Göz alabildiğine uzanan bu “muhteşem, sevimli” ovayı yarım saatlik inişleri sırasında hayranlıkla izliyorlar. Ovanın uzunluğunu 30 mil civarında tahmin eden Goodell; genişliğini ise 10 ya da on beş mil kadar olduğunu ve buranın bir zamanlar göl ya da iç deniz olabileceğini düşünmektedir. Ovaya inerken gördükleri bir gölcük dışında ovada herhangi bir su birikintisine şahit olunmuyor. Yüksek Olimpos’tan (Uludağ) sabırsızlıkla akan coşkun ırmaklar ovayı beslemekte; dağdan ne koparırsa ovaya vermektedir. Ovadaki birkaç köyün yanından geçen heyete köyün birinden kiraz ikram edilmiştir. Malûm, Mayıs sonlarına doğru gelindiğinde artık mevsim kiraz mevsimi başlamış demektir. Solda Uludağ; sağda ova ve önlerinde görünmeye başlayan Bursa şehrine doğru ilerlerken Goodell’ın aklı, birkaç yıl önceki Filistin, Sina Çölü manzarası ile Cennet misâli Bursa manzarası arasındaki derin farklılığın karşılaştırılması ile meşguldür. Heyetin İzmit’ten Bursa’ya kadar at sırtında yaptığı yolculuk 30 – 32 saat ve bu iki yer arasındaki mesafe 100 mil kadardır.
Bursa şehrine yaklaşırken başlayan yağmurla birlikte şehre dahil olan heyettekiler hemen uygun bir han aramaya koyuluyorlar ve çok geçmeden kalacak düzgün bir yer buluveriyorlar. Onlardan yaklaşık bir hafta önce Bursa’ya gelmiş olan bir başka Amerikalı James de Kay, onlara yanında yer veriyor. İlk geceyi handa geçirdikten sonra ertesi sabah De Kay’ın kaldığı hususi ve geniş bir Rum evine taşınıyorlar. Emsallerine oranla konforlu sayılabilecek bu ev, yaklaşık bir haftalık ikametleri süresince heyetin kalma adresi olacaktır. Burada sözü edilen De Kay, hem kaptan hem de hekimdir. 1831 ve 1832 yıllarını çoğunlukla İstanbul’da ve çevresinde geçirmiş; o dönemin üst düzey devlet adamlarının çoğuyla görüşmüş ve hatta bu seyahati ile ilgili “1831 – 1832 Türkiye’sinden Görünümler” başlığı altında önemli bir seyahat kitabı kaleme almıştır.
Amerikan heyeti Bursa’da ilk olarak şehrin valisi konumundaki paşayı ziyaret etmekle başlıyorlar. Bu resmî ziyaret, hekimbaşı olarak görev yapan nüfuzlu bir Frenk hekim aracılığıyla yapılmıştır. Goodell, günlüğünde ağrılar çeken ve gözünün birinde ileri derecede görme kaybı olan paşadan bahsederken adını vermemiştir. Yaptığımız araştırmada 1830 başlarında Bursa’yı yöneten bu zâtın Bursa Mütesellimi Hafız Ağa olduğunu öğrendik. Mütesellim ağa, rahatszlığına rağmen bu yabancı heyeti sıcak bir ilgiyle karşılamış ve onlara çubuk, kahve ve limonata ikramında bulunmuştur. Heyetle mütesellim arasındaki sohbet Amerika’nın iklimi, toprak yapısı, ürünleri, dili ve nüfusu gibi alanlara kayınca Goodell’ın fark ettiği husus, Mütesellim’in bu konularda birtakım bilgilere sahip oluşudur. Aslında mütesellim ağa daha önceleri İzmir’de görev yapmış ve o görevi esnasında bazı Amerikalılarla (Mr. Offley gibi) tanışma imkânı bulmuştur. O yüzden Amerika konusunda biraz bilgili sayılabilir. Heyetle olan sohbetin sonlarına doğru görevli memuru çağıran mütesellim, Amerikan heyetine şehrin gezdirilmesi konusunda gereken her türlü kolaylığın gösterilmesini emretmiştir.
Amerikan heyeti, bir yandan Bursa’daki gayri Müslim azınlıklarla temasa geçerken, öte yandan şehrin tarihî dokusunu keşfetmeye yönelik geziler yapmışlardır. Bu çerçevede Bursa’nın en doğusundaki tarihî yapılar olan Yıldırım Beyazıt’ın eserlerini gezmekle başlamışlardır. Yıldırım Camisi’nden oldukça etkilenmişe benzemiş olan misyoner papaz Goodell, kiliselerin aksine camilerin ferahlığı, sadeliği ile yaratıcıyı daha fazla çağrıştırdığını ifade etmiştir. Yıldırım Beyazıt’ın türbesini ziyaretleri çerçevesinde padişahın tarihî kişiliğinden ve yaşadığı olaylardan bilgiler verilmiştir. Türbedeki padişah sandukasının ayak ucunda eskimiş, yer yer güvelenmiş ancak buna rağmen muhteşem, değerli bir örtü; baş ucunda ise sultanın zamanında taktığı sarık asılıdır. Onun zamanında okuduğu devasa boyuttaki bir Kur‘an nüshası ziyaretçilerin ilgi odağı olmuştur. Goodell’ın bahsettiği bu Kur‘an nüshası günümüzde Yeşil Türk – İslâm Eserleri Müzesi’nin envanterinde bulunan ve Memluk Sultan’ından gelen hediye olmalıdır. Türbede birkaç kişinin sesli olarak Kur‘an okuduklarını belirten ve bir süre bunları dinleyen Goodell ve beraberindekiler, külliyenin çıkışında bekçilere bahşiş vermeyi ihmal etmemişlerdir. Daha sonraki diğer yerlerin ziyaretinde de yapılacak bir rutin haline gelecek olan bu bahşiş vermenin ardında bahşişi alanın verdiği karşılık olarak: “Bereket versin” sözüne gezi notlarında tekrar tekrar yer verilmiştir.
Heyet, Yıldırım Camisi ve çevresini gezdikten sonra Osman ve Orhan Gazi’nin türbelerini ziyaret etmişlerdir. Goodell, bu türbelerin yapısal ve tarihî özellikleri hakkında bir takım değerlendirmelerde bulunmuştur. Devletin kurucusu ve isim babası olan Osman Gazi’nin naaşı, daha önceleri hüküm sürdüğü Yenişehir’den alınarak, Bursa’ya, bugünkü yerine nakledilmiştir. Bursa’yı 1326 dolaylarında Hıristiyanlardan alan Orhan Gazi ise babasının yakınında, bugünkü türbesinin bulunduğu alana gömülmüştür. Osman ve Orhan gibi iki büyük kurucunun türbelerinin kapladığı alan geniş değildir. Bu iki sade yapı, daha önceleri kilise / manastır olan bir yapının üzerine kurulmuşlardır. Bunlardan özellikle Orhan’ın türbesinde Bizans devrinden kalma haç figürleri iki yerden, biri duvarda – ötekisi de çatıyı ayakta tutan parlak ve güzel mermer sütunun üzerinde görülebilmektedir. Bursa Rumları arasında yaygın söylenceye göre, Türkler defalarca bu haç işaretlerini kapatmaya çalışmışlarsa da başaramamışlardır. Yine onların iddiasına göre bu işaretler ilahi bir mucizenin eseri olarak hep görünmüşlerdir. Goodell, Osman Türbesi’ndeki küçük bir çocuğa ait olan mezarın, yakın zamanlarda açıldığını; ancak bu açma işleminin ne maksatla gerçekleştirildiğini ve sonuçta ne elde edildiğini öğrenemediğini belirtmiştir. İki türbe arasındaki ve çevresindeki alan ile Hisar’ın kenarlarında Hıristiyanlığın kurucusu Hz. İsa, Meryem ve eski devirlerindeki azizlere ait kalıntılara rastlamışlardır. Her iki türbenin bakımından sorumlu Müslüman kadınlardan biriyle türbe ziyareti esnasında aralarında geçen diyaloga yer verilmiştir. Türbenin anahtarlarını taşıyan kadın, bu ziyaretçileri gelip geçen Frenk tüccarlar zannetmiş; buna karşılık Goodell, tüccar olmadıklarını belirtmiştir. Bu vesileyle tarihî eserlerin temizliğinden ve bakımından sorumlu olanların genellikle kadınlar olduğu; eserlerin anahtarlarının onlarda bulunduğu belirtilmiştir.
Bursa şehrinin Müslüman kimliğinin simgeleri olan tarihî eserlerin gezisinden sonra heyet, günün yorgunluğunu kaplıcalarda atmış ve bu vesileyle Goodell’ın gezi notlarında kaplıcalardan bahsedilmiştir. Goodell: “Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çok çeşmeyle süslenmiş; bu kadar bol su kaynaklarına sahip başka bir şehir bilmiyorum” diyerek sudan ibaret olan yeşil Bursa’ya hayranlığını ifade etmiştir. Umuma açık olan büyük kaplıca yerine tercihlerini daha küçük ve özel banyolardan yana kullanmışlardır.
Goodell’ın notları arasında Bursa’nın kuruluş hikâyesi, surları ve şehrin manzarası hakkında bilgiler bulunmaktadır. Yazar, şehrin ilk olarak Hannibal tarafından, dağın eteğindeki yüksek bir tabaka üzerinde kurulduğunu aktararak başlamaktadır. Bursa’da kaldıkları bir hafta süresince zaman zaman eski sur kalıntılarının; en eski yapıların izlerini sürme imkânını bulmuşlardır. Bu kalıntıların yer yer görülebildiğini ve yer yer bağ – bahçe aralarında kaybolduğunu; şehrin ilk kuruluş yeri olan tabaka toprağının mercan kırmızısı bir özellik arz ettiğini belirten Goodell, dağın eteğinde gidilebilecek her yeri dolaşmıştır. Buralardan dönüp de şehrin yansıttığı manzarayı seyre dalarak, şehrin güzelliği karşısında adeta sarhoş olmuş; bir papaz olmanın verdiği duyguyla kendi kutsal metinlerinden yer yer şiirsel alıntılar yaparak Bursa’ya methiyeler düzmüştür. Dağdan şehre dönüş esnasında Zindan Kapısı’ndan giriş yapan heyet, surların üzerine konulmuş Türk kahvehanelerinde mola vermişlerdir. Vadilerden akan su sesleri, kahvelerde nargile fokurdamalarına karışmakta ve bazı Türkler, son derece ağır hareketlerle etrafına bakmaktadırlar. Goodell, kendilerini bu kadar heyecanlandıran doğal güzellikler karşısında Türklerin bu kadar kayıtsız, ilgisiz görünmeleri karşısındaki hayretini ifade etmekten kendini alamamıştır.
Bursa’daki Amerikan heyeti, şehirdeki ikinci günün sabahında Rum kilisesini ve okullarını ziyaret etmekle başlıyorlar. Kaldıkları evin sahibinin Rum olması ve ailecek Protestanlığa karşı ilgi duymaları heyetin ilk ziyaret sırasına Rum kilisesini koymasında önemli bir etken olmuştur. Ortodoks Rum Kilisesi’nin baş papazı o sıralarda bir çevre gezisine çıktığı için kiliseyi gezdirmek görevi yardımcı papaza kalmıştır. Ona Fener Rum Patrikliği’nden aldıkları iyi niyet mektubunu gösterince kilisenin ve okulun kapıları açılıyor. Bursa’da, 1830’ların başında yaşayan Rum sayısı yaklaşık bin beş yüz aile olarak tahmin edilmektedir. Bu miktardaki cemaatin şehirde toplam üç kilisesi mevcut olup, buralarda sekiz din görevlisi istihdam edilmektedir. Yapılan yardımlar ve düzenli olarak toplanan bağışlar sayesinde Rum kiliseleri ve okulları yeniden ayağa kaldırılmıştır. Kilisenin ardından ziyaret ettikleri Rum ilk mektebinde yüz seksen talebe modern yöntemlerle, sıra ve masa düzeneğinde eğitim görmektedirler. Bu talebeler içinde kızların oranı yarıya yakındır. Heyet, bu okula ve kiliseye para yardımında bulunduğu gibi yanlarında getirdikleri eğitim araç – gereçlerinden (Malta’da basılmış İncil kitapları, yazı tahtası, defter ..v.b.) bıraktıktan sonra ayrılmıştır.
Amerikan misyoner heyetinin hedefindeki en önemli kitle Ermeni Cemaati’dir. Dolayısıyla heyet, Bursa’daki bu cemaatin liderlerine ve kurumlarına önemli ziyaretler gerçekleştirerek onları kazanmaya çalışmıştır. Heyetin günlük yazarı Goodell, Bursa’daki Ermeni sayısını Rumların sayısı kadar vermiştir. Ermenilerin güzel inşa edilmiş, sağlam ve büyük bir kiliseleri ve kilisenin bitişiğinde okulları mevcuttur. Heyet, bir Cumartesi gününü buraları ziyarete ayırmıştır. Kilisenin başında genç denilebilecek yaşlarda, düzgün görünümlü, zaman zaman şehirdeki Ortodoks Rum Kilisesi’ni bile ziyaret edecek kadar açık görüşlü bir papaz bulunmaktadır. Papaz, Goodell’ın heyeti takdim konuşmasını kilisesinde nezaketle sonuna kadar dinledikten sonra ona kiliseyi gezdirmiştir. Kiliseden sonra okula geçilerek, burası da baş papazın rehberliğinde gezilmiştir. Rum okulunda daha kalabalık olan Ermen okulunda üç yüz kadar talebe mevcudu dikkati çekmiştir. Ancak bu okul, yine Rum okulu ile kıyaslarsak, çağdaş eğitim metodları bakımından geride kalmaktadır. Mesela, okulda sıra – masa düzeneğine henüz geçilmemiştir. Çoğu talebe o gün öğlen vaktiyle birlikte artık tatile girecek olmalarının verdiği rehavetle çantalarını yastık yapmış vaziyette uyuklar vaziyette görülmüştür. Bir kısmı da okuldan çıkmaya başlamıştır. Misafir heyet, okulda hazır olan talebelerle tanıştırılıyor ve Goodell fırsattan istifadeyle onları çeşitli bilgi sorularıyla bir tür imtihana çekmeye çalışıyor. Ancak sorduğu basit aritmetik sorularına dahi uygun cevaplar alamıyor. Bu tablo, okulda dinî konular dışındaki derslerin biraz ihmal edildiği sonucunu çıkarmaktadır. Dolayısıyla Ermeni okullarının çağdaş bir modelle yeniden düzenlenmesi bir gereklilik olarak görünmektedir. Goodell, bu meseleye papazlarla ve Ermeni ileri gelenlerinin dikkatini çekmiştir. Amerikan heyeti sadece kilise ve okul bağlamıyla sınırlı kalmayarak, Ermeni Cemaati’nin hemen her katmanıyla iletişime geçmeye çalışmıştır. Bilhassa yeni maceralara atılmaya hazır, zeki, girişimci tüccarlarıyla buluşmalar gerçekleştirilmiştir. Bu buluşmalarda onlara Protestanlığa geçiş yapmaları halinde Amerika’nın kendilerine sağlayacağı ayrıcalıklarla daha da zenginleşme umudu aşılanmıştır. Hayatlarında belki de ilk defa bu kadar cazip ve tuhaf teklifler alan Ermeni ileri gelenleri bunu ilgiyle karşılamış ve içlerinde Amerikan taraftarlığının ilk tohumları serpilmiş gibidir.
Amerikan heyetinin gayr-i Müslim cemaatler ziyaretinin son serisi Yahudi toplumuna yaptıkları ziyarettir. Bu ziyaret, Rum ve Ermenilere yapılan ziyaretler kadar önemli görülmemiştir. Çünkü inançlarında son derece fanatik olan Yahudilerin, Protestanlığa geçişleri mümkün görünmemektedir. Yine de bu ziyaret, usulen yapılması gerekli bir şey olarak gerekli görülmüştür. Bursa’daki Yahudilerin üç tane sinagogu bulunmaktadır. Bu sayı, şehirde o zamanlar hatırı sayılır miktarda bir cemaatlerinin mevcudiyetine işaret etmektedir. Heyet, Yahudilerin kutsal Şabat günü olan Cumartesi akşamına doğru en büyük sinagogu ziyaret etmişlerdir. Goodell, “Bu bozulmuş dinin törenini” izlemenin sıkıcılığına rağmen ona katlandıklarını belirtmektedir. Haham, onları karşılayıp, bir köşeye oturttuktan sonra, bozuk bir İspanyolca (Sefarad dili) ile konuşuyor. Onunla iletişim kurabilen tek kişi elçi David Porter’dır. İspanyolca bilgisiyle Porter, hahamın söylediklerini heyete tercüme ediyor. Karşısında hazır Hıristiyan bir grup bulmuş olan haham, onlara zenginliğin günah olmadığını, peygamberleri Davut – Süleyman – Yusuf gibilerinin zengin olduğunu, Rabb’in Musa ile konuştuğunu …v.s. konulardan dinî bir vaaz veriyor. Haham konuştukça misyoner papazların hoşnutsuzlukları artıyor ama nezaketen sonuna kadar sabrediyorlar. Sonuçta, yaklaşık iki saat süren sinagog gezisinden sonra kendilerine adam çıkmayacak bu mahalleyi hemen terk edip, konaklarına dönüyorlar. Son olarak, Bursa’da Latin (Katolik) küçük bir grubun varlığından bahseden Goodell, sayıca çok az olan ve şehirde herhangi bir kurumları bulunmayan bu gruba herhangi bir ziyarette bulunmadıklarını belirtmiştir.
Tarihte Bursa’ya gelmiş olan bu ilk Amerikalı misyoner heyeti, yaklaşık bir haftalık ikametin ardından İstanbul’a dönmüştür. Dönüş yolculuğunun önemli bir bölümü karadan yapılmıştır. Heyet, Bursa’dan Bir Hıristiyan Köyü olan Demirtaş’a ve aynı şekilde Hıristiyanların önemli bir yer tuttukları Gemlik üzerinden geçmişlerdir. Dönüş yolculuğunda heyetin yatılı kaldığı tek yer ise, Müslüman bir kasaba olan Pazarköy’dür(Orhangazi). Pazarköy’de kaldıkları gecenin sabahında Yalova yönünde yolculuklarına devam eden heyet, Yalova’da ikiye ayrılarak, atları- eşyaları ve bekçileri gemiyle Tuzla’ya; aralarında Goodell’ın ve Elçi Porter’ın olduğu grup ise özel bir tekneyle Kadıköy’e hareket etmişlerdir.
Osmanlı Arşivi, Cevdet Hariciye, Belge No: 4/56 (MMA maslahatgüzarı David Porteri’nin 27.02.1833 /Hicri 07.10.1248 tarihli bir takriri ve Osmanlıca Mührü).
Armaoğlu, Fahir, Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.5-6.
Goodell, William, “Extracts From Mr. Goodell’s Journal of a Tour Over Land to Broosa in The Ancient Bithynia”, The Missionary Herald, Vol.XXIX, No:4, April 1833.(153/563)
— –, “Approach to Broosa”, The Missionary Herald, Vol.XXIX, No:5, May 1833.(188/563)
— –, “Armenians, Jews, Latins and Mussulmans at Broosa”, The Missionary Herald, Vol.XXIX, No:6, June 1833.(244/563)
Kocabaşoğlu, Uygur, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika: 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, 3. Baskı, İmge Kitabevi Ankara, 2000.
Prime E.D.G., D.D., Forty Years in The Turkish Empire or Memoirs of William Goodell, New York, 1876.
Schneider Eliza Cheney Abbott, Bursa Mektupları, Dergâh Yay., İstanbul,
Yıldız, Özgür, Amerikan Protestan Misyonerlerinin Bursa’da Teşkilatlanmaları ve Faaliyetleri (1834-1928), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2016
Zeynep İskefiyeli, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Bir Amerikan Misyonerin Gözüyle İzmit ve Çevresi”, s.653 – 672.
İdris Yücel, Kendi Belgeleri Işığında Amerikan Board’ın Osmanlı Ülkesinde Teşkilatlanması, (Yayımlanmamış Yüksek lisans Tezi), Erciyes Üniversitesi, 2005.
Cemal Yetkiner, “İstanbul’da Bir Cemaatin Doğuşu: William Goodell ve Amerikan Protestan Misyonu”, Akademik Orta Doğu, Cilt: 3, Sayı: 1, 2008, s. 133-164.
Muhsin Önal, Amerikan Board Kayıtlarına Göre Protestan Misyonerlerin Bursa ve Çevresindeki Faaliyetleri (1833-1883), Uludağ Üniv., YL Tezi, 2012.