Bursa’da Avcılık ve Avcılıkla İlgilenen Tanınmış İsimler |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Ergun Kağıtçıbaşı, “Bursa’nın Anısal Tarihi” kitabında “Yalakçayırı şehre 12 kilometre uzaklıkta batak bir yerdi. Buraya yaban ördeği avına gidilirdi” (s:128) diye anlatmıştır Bursa’nın çevresinde çok sayıda avlak vardı. Rahmetli dedem Ahmet Ferit Okumuş’la Yeşilova köyündeki kerpiç ocaklarının oluşturduğu gölcüklerde ava gitmiştik.
Dedem, iyi bir avcıydı. Mustafakemalpaşa’nın dağ yöresindeki Güvem köyünde yaşayan dedem 1940-1950 yılları arasında avladığı iki ayı ve bir geyik postunu bize hediye etmişti.
Dedem, fasulye ve mısır tarlalarını dağıtan yaban domuzlarını da avlardı. Bana bir av macerasını anlattı. “Orman içindeki tarlama gittim. Tüfeğimi sürekli yanımda taşırdım. Uzaklardan bir ayı sesi geliyordu. Dikkatli dikkatli o yöne yürüdüm. Sese yaklaşınca büyükçe bir kayanın tepesine kendimi göstermeden tırmandım. Baktım, orman içinde ağaçsız eski bir tarladaki kökleri yiyen bir domuz var. Bir ayı da gelip ona taş atıyor, domuz onu kovaladığı zaman tarlanın biraz ilerisindeki bir ağaca tırmanıyordu. Yanımda bir tahra vardı. Ağaca yakın da siper alabileceği bir kaya vardı. Sessizce dolandım ve ayı domuza taş atmaya gittiğinde tahrayla ağaca birkaç kuvvetli darbe indirdim. Ağızdan dolma tüfeğime biraz önce domdom kurşunu koymuştum. Hemen kayanın arkasına geçtim. Ayı peşinde domuz koşarak geldi ve ağaca çıktı. Çıkmasıyla ağacın kırılması bir oldu. Domuz ayıyı biçerken ben de onu vurdum. Sonra ayının postunu yüzdüm”.
Ellili yılların sonlarında Bursalı avcılar toplu halde Uludağ’a, Yenişehir, Mustafakemalpaşa ve Karacabey’e hatta Uşak-Eskişehir taraflarına giderlerdi.
Avcılık Osmanlı padişahlarının da özel ilgi gösterdikleri etkinliklerden biri oldu. 14. yüzyılda I. Murat’tan başlayarak Yıldırım Bayezid döneminde de avcılığın eski gelenekleriyle devam ettiği görülür. Yıldırım Bayezid’in ava çok düşkün olduğu ve savaş olmadığı günlerde sık sık sürek avına çıktığı bilinmektedir.
Resme bakarsanız padişahın pars avladığını görüyoruz. Yakın zamanlara kadar Bursa-Bolu arasındaki ormanlarda pars yaşıyordu.
Bursa’dan köyümüz Güllece’ye gideceğimiz zaman Mustafakemalpaşa garajında iner, köy arabalarının kalktığı Şeyh Müftü Camii karşısında bulunan köy minibüsleri giderdik. Bekleyeceğimiz zaman; garajın yakınındaki Mustafakemalpaşa Avcılar Derneği’ne gidip çay içerdik. Derneğin duvarında bir pars postu vardı.
Osmanlı sarayında avcı kuşları besleyen ve eğiten, avla ilgili işleri gören, atmacacıbaşı, çakırcıbaşı, şahincibaşı gibi adlarla anılırlardı. Bu tür görevlilere Osmanlı öncesi Türk ve İslâm devletlerinde değişik adlar altında rastlanır. Büyük Selçuklu sultanlarının av törenlerine itina gösterdikleri, avcılara “bâzdâr”, avcıbaşıya “emîr-i şikâr” denildiği ve Anadolu Selçukluları’nda aynı görevin bulunduğu bilinmektedir. Timurlular’da av hayvanlarının yetiştirildiği müesseseye “kuşhâne”, burada çalışanlara “kuşciyân”, diğer av hayvanlarıyla ilgilenenlere “barsciyân” adı veriliyordu. Memlük Sultanlığı’nda “hırâsetü’t-tayr” denilen avcılar ve “hârisü’t-tayr” unvanlı av emirleri vardı.
Osmanlı Devleti’nde özellikle I. Murat ve Yıldırım Bayezid zamanlarında av işlerinin geliştiği ve Yeniçeri Ocağı’nın saksoncubaşı, zağarcıbaşı, turnacıbaşı, avcıbaşı gibi bazı yüksek rütbeli zabitlerinin avcılıkla ilgili unvanlarla anıldığı görülmektedir. II. Murad’ın maiyetinde şahinci ve çakırcı unvanlı kişiler vardı.
Osmanlı sarayının Bîrun denilen dış hizmetliler kısmına bağlı avla ilgili görevlilerin ortak adı şikâr ağaları iken doğancıbaşı Enderun’daki doğancıların âmiri idi. Bunların emrinde çalışanların tamamı şikâr halkı olarak anılırdı. Şikâr ağaları protokol bakımından yüksek derecedeydi ve padişahın en yakınında bulunmalarından dolayı rikâb-ı hümâyun ağalarından sayılırdı. Çakırcıların âmiri olan çakırcıbaşı şikâr ağalarının en yüksek rütbelisi ve diğer şikâr ağalarının âmiri durumundaydı.
15.yüzyılda yaşayan Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murat da avcılığa meraklı padişahlardandı. Osmanlı padişahlarının büyük alaylar oluşturarak ava çıkmaları 19. yüzyıla kadar sürmüştür. Av düşkünü padişahlar arasında 17. yüzyılda yaşamış olan I. Ahmet, IV. Murat, I. İbrahim ve IV. Mehmet özellikle anılabilir. Bunlardan “Avcı” lakabıyla anılan IV. Mehmet, saray kadınlarını da ava götürmüştür.
Av sırasında padişahlara ileri gelen devlet adamları dışında doğan, şahin, çakır, atmaca gibi avcı kuşlarıyla, zağar, sakson gibi av köpeklerini eğitip besleyen “hassa avcıları” ya da “şikâr ağaları”, maiyetleriyle birlikte eşlik ederlerdi.
Osmanlılar zamanında Anadolu’da vali ve sancakbeyleri de av geleneğini sürdürmüş, padişahlar kadar olmasa da büyük topluluklar oluşturarak sürek avlarına çıkmışlardır. Sürek avları sırasında halktan zorla yardım isteyen ve şikâyet üzerine devlet tarafından uyarılan yöneticilerle ilgili belgeler vardır.
1839’da Tanzimat’ın ilanı ile “Hassa avcıları” örgütü dağıtıldı. Halkın da gelişigüzel avlanmasına engel olmak ve avcılığı belli bir kurala bağlamak amacıyla 19. yüzyıl sonlarında çeşitli önlemler alındı.
Bursa’da Hünkâr Köşkü de zamanın padişahı Abdülmecit için av köşkü olarak yaptırıldı.
Bursa şehri ve çevre yerleşim bölgelerinin doğal ve coğrafi yapısı ile bitki örtüsünün çeşitliliği, buna bağlı olarak da kara av hayvanlarının da tür yönünden de çeşitlilik göstermektedir. Tabii buna bölgemizde bulunan sulak alanlarında göç yolları üzerinde olması da bu çeşitliliği artırmaktadır.
Bursa’daki avcılık konusunda öne çıkan bugün hayatta olmayan büyüklerimize tanrıdan rahmet, yaşayanlarına da saygılarımızı sunarak, bilgilerimin elverdiği ölçüde ve büyüklerimden edindiğim izlenimleri sizler ile paylaşacağım. Bu arada ismini hatırlayamadıklarımdan özür dilerim.
Yukarıda bahsettiğim gibi avlaklarımızdaki av türlerinin gerek coğrafi yapı gerekse göç nedeniyle gelen av hayvanları olarak, “Keklik, tavşan, ördek, kaz ve diğer su kuşları; bıldırcın, yelve, üveyik, Gökçe güvercin, Sarı Asma’yı sayabiliriz. Osmanlı döneminde ve daha sonrasında avlakların bolluğu dönem dönem sürek avlarının da yapılmasına imkân vermiştir.
Tarım ürünlerine zarar veren yaban domuzu ve bazen sürülere saldıran kurtlar için sürek avları düzenleniyordu. Bu avlar seyrek de olsa günümüzde de yapılıyor.
Yerli av hayvanları olarak kabul ettiğimiz keklik, tavşan türleri genel olarak şehrin güney bölgeleri olan, Orhaneli, Keles, Büyükorhan, Harmancık yörelerinde yoğun olarak bulunur.
Göç av hayvanları olarak kabul edilen ördek, kaz türlerinin ise ova konumunda olan bölgelerdeki göl, akarsu ve taşkınları nedeniyle oluşan azmaklarda özellikle de Ulubat Gölü av popülasyonu yönünden en yoğun yerlerin başında gelir.
BILDIRCIN, ise yerli olanı da bulunan özellikle de göç zamanlarında yoğun bir şekilde Karacabey ve Yenişehir ovalarında yoğun bir şekilde bulunurlar.
ÜVEYİK, yavrulama süresini memleketimizde geçirmesi nedeniyle yarı göç av hayvanı olarak kabul edilebilir, yavrulama ve palazlanma süresi sonunda Eylül ayı sonlarına kadar özellikle ay çiçeği tarlalarının bulunduğu ova bölgeleri, ile meşelik orman alanlarında yoğun bir şekilde guruplar halinde bulunur.
YELVE, sonbahar aylarında şehrimize göç eden nadide bir av hayvanı olup Uludağ ın orta yüksekliklerine konuşlanır havaların soğuması ile özellikle de kar yağmasını müteakip don olayı nedeniyle kırsal alana yoğun olarak gazelleşen yapraklı ormansı meşeliklere inerler.
Bugün için nesilleri büyük ölçüde azalan av hayvanlarımızın büyüklerimizin avlandığı tarihlerdeki yoğunluğuna ulaşmasını beklemek ancak hayallerimizi süslemekten öteye gidemeyecektir.
Avlandığımız önemli avlaklardan bazılarını belirtmek istiyorum;
Keklik, Tavşan: Orhaneli ilçesi Karaoğlan, Argın, Çekibağları, Çakmak, Büyükorhan, Kınık, Keles ilçesi, Dorak, Yunuslar, Haydar, Menteş, Oydas, Alpagut Danaçalı Bursa gölbaşı, Karahıdır Bağları, Dışkaya, Ercek Kaplıkaya Uzuncaova (Şimdiki Kestel TOKİ konutları bölgesi)
Ördek, kaz: Ulubat gölü kıyılarındaki sazlıklar, Marmaracık gölü (kurutulmuştur), Karacabey ovası sulak alanlar ile Nilüfer Çayı, Canbolu Deresinin taşkınları, Karacabey harası yasak olmayan bölgeleri
Yelve: Çatalhan, Canbaz, Hançerli, Ulubat ılgınlıkları, Badırga meşelikleri, Tahtalı, Kayapa, Ballez, Kumkadı, Dağkadı, Poyrazbahçe mevkilerinde bolca bulunurdu.
Bıldırcın; Bursa ovası, Yenişehir ovası, Marmaracık ovası, Karacabey ovası, Sarıbeyler, İsmetiye, Okçugöl mevkilerinde.
Gökçe güvercin: Bursa, Karacabey, Kemalpaşa meşeliklerinde bulunur ve avlanırdı.
Bursa avcılığı ve atış sporlarının gelişmesinde büyük payı olan kuruluşların başında MERKEZ AVCILIK VE İHTİSAS DERNEĞİ’nin katkıları tartışılamaz bu derneğin yetiştirdiği sporcuların Türkiye genelinde ve yurt dışında almış olduğu başarılar bulunduğu gibi bu başarılı çalışmalar halen devam etmektedir
Alınan bu başarılı çalışmalarda Mustafa Özavcı (merhum), Cengiz Erginakın, Kadri Şankaya, İbrahim Yenersu, Suat Okan, Sezai Türkoğlu ve diğer yöneticilerin payı oldukça büyüktür.
Bu arada bölge avcılık kulüplerinin de özellikle avcıların bilinçlenmesi (Emirsultan, Muradiye, Çekirge, Elmasbahçeler, Duaçına Kestel ve atıcılık konularında yeterli ölçüde katkıları olmuştur.
Bursa da kara avcılığı avlakların çokluğu ve yöre halkının ava olan merakı adeta avcılığı bir gelenek haline getirmişti. Her hafta sonu belirli gruplar av partileri düzenler, her avcılık sezonun açılışında bayram havasında eğlenceler ve yarışmalar düzenlenirdi.
Bursa avcılığına ismini yazdıran eski avcılar: İsmail Sepit, Necmi, Nuri, Sebahattin, Mesut Yazıcıoğlu, Dondurmacı Macır Ahmet, Corc (rauf) Usta, Balıklılı Halim, Arnavut Hüseyin, Şükrü Türkoğluü Ali İhsan Geydirir, Erol Demiralp, Fahrettin Bayçora, Alirıza Atliman, Sünnetçi Fehmi, Süpürgeci Hakkı, Kunduracı Tevfik, Kestelli Kel Memet, Ayakkabıcı Rauf, Kuyumcu Mustafa, Mustafa Elam …Bu avcılar Bursa avcılığına önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Avlanmak için Bursa dışına çlkalım; siz, hiç Eber Gölü’ndeki av zevkini tattınız mı? Sak Ovası, Donbay, Tilkiölüsü, Ak da ördek avladınız mı? şayet avlanmadınızsa denemenizi önerim.
Balıkdamı, Dokuzgöller, ilyaspaşa, Kanlıca, Yüzüktaşı’nda kaz, ördek avını tatmanız lazım
Ilgın, Altınekin, Cihanbeyli, Eber Dereköy ve Orta köyde kaz avının tadını alın
Sivrihisar’da sığırcık; Günyüzü, Çanakçı, Kaledibi; Haymana Kesikkavak, İnler, Sırçasaray, Kerpiç’de keklik, tavşan, çil keklik avlarsınız. Tabii ki Çifteler Körhasan bölgesinin çil keklik ve bıldırcın ile üveyik avını unutmayalım
Son olarak avcının olmazsa olmazları arasında olan av tüfeği ile av köpeğini atlamamak lazım tabii ki cins ıslahında Merkez Avcılık İhtisas Kulübü’nün yapmış olduğu çalışmaları takdirle karşılamak gerekir.
*
1950’li yılların ünlü avcılarından birisi 1904 Bursa doğumlu Rıza İlova’dır. İş adamı, siyasetçi, gazeteci kimliğine sahip olan Rıza İlova, 1937’de Setbaşı’nda kurduğu Hathas Müteahhitlik Firması ile Türkiye’nin ilk asfalt karayolu olan Bursa-Mudanya karayolunun asfalt kaplama işini gerçekleştirdi. Ardından Mahmut ve Neşet Atabey kardeşlerle ortak olarak açtığı Muradiye Çağlayan’da dokuma baskısı yapan Marina Fabrikası’nı işletti. Rıza İlova, sosyal ilişkileri güçlü, geçmişine bağlı ve Atatürk’ün büyük hayranıydı. İsmet Paşa’ya yakın birisiydi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetim kademelerinde yer aldı. Vali Haşim İşçan döneminde (1945-1950) bir süre belediye başkan vekilliği yaptı. Bursa Halkevi’nde çalıştı.
Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nda Kazım Baykal ile çalıştı ve mevlit yazarı Süleyman Çelebi’nin türbesinin inşasına katkıları oldu.
Bursa Musiki Cemiyeti, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay ve Bursa Avcılar Kulübü gibi sivil toplum kuruluşlarında görevler aldı. 1960-1962 arasında Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) meclis başkanlığı görevinde bulundu ve bu görevi sırasında Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nin hazırlık çalışmalarına katıldı. Tarihsel çınarların korunmasına yönelik çabalarından dolayı kendisine “Çınarların Babası” denildi. Rıza İlova 26 Aralık 1966 tarihinde Bursa’da vefat etti ve Pınarbaşı aile mezarlığına defnedildi.
*
1960 sonrası Bursa’da avcılık dediğimizde Rıza İlova, Kadri Şankaya ve Rüştü dilmen gibi birkaç kişi akla gelir.
Bu isimlerden 1931 Batı Trakya doğumlu Kadri Şankaya renkli bir kişiliğe sahip. 1966 yılında kurduğu AL-İPEK firmasıyla tekstil sektöründe faaliyet gösteriyor. Bunun dışında Batı Trakya Derneği ve Bursaspor’da yöneticilik, 1986-87 yıllarında başkan ve uzun yıllar Bursaspor Divan Kurulu başkanlığı yapmıştır.
Bir yaşında babasıyla Türkiye’ye gelen Kadri Şankaya ya avcılık hevesi avcı olan babasından geçmiş. 1960 yılında avcılığa başlamış. Kadri Bey, on yıl Merkez Avcılar Derneği başkanlığı ve on beş yıl süreyle de Avcılık Atıcılık Federasyonu As Başkanlığı görevinde bulunmuş.
Kadri Şankaya aynı zamanda iyi bir atıcı. Şu an yıkılmış bulunan Veledrom sahasının yanındaki poligonda atış yapmış. “Trapı sevmedim, skeet tercih ettim” dedi. Türkiye’de ilk on bire girmiş. En iyi atışını Manisa’daki yarışmalarda yapmış. 200 atışta 178 isabet kaydetmiş. Ancak bu alana daha fazla zaman uğraşmayıp, gençlere destek vermiş. İlk ona girenler milli müsabakalara gidiyordu. Atıcılık Federasyonu as başkanıyken atıcılık milli takımızı Macaristan ve Bulgaristan gibi ülkelere götürmüş.
Elli yıllık avcı olan Kadri Şankaya’nın Türkiye’de avcılık yapmak gitmediği avlak kalmamış. Avlak olarak tercih ettiği yerler Enez tampon bölge, Konya, Yunak, Eber Gölü.
Konya’da kaz avı, Yunak’ta keklik ve çil, Eber Gölü’nde ördek avlamaya gitmiş. Bursa’da Karacabey, Manyas Gölü ve çok seyrek olarak da Ulubat Gölü’ne gitmiş.
“Ulubat gölünde bir kayığım vardı, daha sonra Kumyaka muhtarına hediye ettim. Ulubat Gölü’nü açık olduğu ve rüzgâr aldığı için sevmedim. Bir gün Mehmet Kantar ve benim iş yerinde çalışan Naim Alper’le beraber Ulubat Gölü’ne ördek avına gidecektik. Gece rüyamda kayığımızın devrildiğini gördüm.
Sabah yola çıktık, ben kendi arabamla gittim. Kıyafetlerimizi giyip, kayığı suya indirdik. Göle açıldık. Gece gördüğüm rüya beni tedirgin etmişti. İki ördek geliyordu, attım vuramadım. Naim şaşırdı, Daha sonra üç ördek geliyordu. Onlara da attım ama vuramadım. Naim, “Ne yaptın abi” sesi, ‘Allah elimi tuttu’ dedim. Daha sonra, “Benim işim var, beni kıyıya çıkarın” dedim. Beni kıyıya çıkardılar. Gece gördüğüm rüyanın etkisiyle stresliydim. Bunun için ördekleri vuramadım. Arabamla işime döndüm”.
Onlar ava devam etmişler, ama Mehmet Bey, motoru kayığa almak isterken buz gibi suya düşmüş. Mevsim kış, hemen kıyıya çıkmışlar, ateş yakıp ısınmışlar.
“Avcılık konusunda Eber Gölü daha emniyetliydi. Bu gölde saz adacıklar vardı. Onlara çıkardık. Ulubat kadar rüzgâr almazdı. Eber Gölü’nde üveyik ve bıldırcın avlardık. Üveyik avlarken kamuflaj giyerdik. Bıldırcın avı için Trakya’ya, Keşan’a giderdik. Gittiğimizde gece orada kalırdık.
Bursa’da Işıklar Askeri Lise Komutanlığından tanıdığım Teoman Koman Paşa, Erzurum 9. Kolordu komutanıyken beni avcılık için davet etti. Beni iki gün misafir etti. İki gün beraber av yaptık.
Konya’ya kaz avına gittik. Çukur kazıp içine girip beklemeye başladık. Yanımda Naim Alper var. Sabah erkenden çukurlara girip kazları beklemeye başladık. Kaz sürüsü konacakları yere bir öncü çıkarır. Eğer bir tehlike varsa öncü kaz geri dönüp sürüyü uyarır. Öncü kazı gördüm ve Naim’i uyardım, ‘Kaz geliyor, çukura gir’ dedim. Kuşlar hareket edenleri hissederler ve kaçarlar. Gelen kazı vurdum, bu esnada çukurdan çıkan Naim’e vurduğum kaz çarptı ve onu çukura devirdi. Kazların ortalama beş kilo gelir. Arkadan beklediğim gibi kaz sürüsü geldi.
Sovyetler Birliği dağıldıktan ve iki ülke ilişkileri düzeldikten sonra Bulgaristan’a cipimle sülün avına gittik. Arabayı çalarlar diye bizi uyardılar. Gittik, av alanında arabayı kapalı garaja aldılar ve anahtarı bize verdiler. Vurulacak sülün başına bizden 5 dolar aldılar. Vurduğun sülünü almak istersen on dolar alıyorlardı. Alınmayan sülünler lokantalara satılıyordu. Vurduklarımızdan birkaçını alıp Türkiye’ye döndük”.
Fotoğraflar
Seksenli yıllarda Türkiye Turgut Özal’ın deyimiyle “TRANSFORMASYON” geçirdi. 24 Temmuz kararları ve ardından gelen 12 Eylül 1980 darbesi. İktidarı ele geçiren cuntanın ekonominin başına geçirmesi, “Banker Faciası” sonrası hükümetten ayrılmaya zorlanması, parti kurulması…Ardından 1983 yılında başlayan başbakanlığı…
Özal, başbakan olunca Türkiye ithalat cenneti ve inşaat cenneti oldu. Sahiller kooperatif evleriyle doldu. Öte yandan silah ithali ve ülkede tabanca ve tüfek üretimine izin verildi.
Bütün bunlar avcılığı kolaylaştırdı. Tekne sahibi olmak, tekneye motor almak, daha uzun menzilli ve daha çok atış yapan silahlar; Yurtdışından av malzemesi temini kolaylaştı. Avcı sayısı arttı. Bunun sonucu avcı sayısı arttı, avlanan hayvanlar bilhassa keklik; ağla ve elle toplanan bıldırcın nesli kurutuldu. Tabi ki bunlarda artan tarım ilacı kullanımının artması, ormanlık alanların yok edilmesi, DSİ’nin sulak alanları kurutması; sanayi tesislerinin atıklarını derelere göllere arıtmadan bırakması sonucunda derelerde bırakın balığı canlı kalmadı. Şimdi aşırı ve vahşi sulamadan; her yere plansız HES yapılmasından dolayı göller kuruyor…
Konumuza dönersek 1980’li yıllarda öne çıkan avcılar arasında Turizmci, Dilmen Oteli’nin sahibi olan Rüştü Dilmen’i görüyoruz.
Rüştü Dilmen, kara avcılığının yanı sıra deniz avcılığına da meraklı. Deniz avcılığını daha sonra bir otel yaptığı Ayvalık’ta sürdürmüş.
Rüştü Bey, avcılık için Konya-Cihanbeyli, Afyon-Eber Gölü ve Konya Karaman arasındaki Hotamış Sazlığı’nı tercih etmiş. Cihanbeyli’de kaz, Konya ve Afyon’da ise ördek avlamış. Sülün avı için Kaz Dağları’nı tercih etmiş. Ördek veya kaz avlarken kamuflaj giyerlermiş.
Siyasetle uğraştığı dönemde Orman Bakanlığı Daimî Av Komitesi’nde görev yapmış. Komisyon, Bakan, müşteşar, Orman Genel Müdürü ve iki bürokrattan oluşuyormuş. Avcıları temsilen iki üye varmış. Ankara ve İstanbul dönüşümlü olarak temsil edilirken, Bursa Orman Bakanı Lütfü Kayalar’ın etkisiyle değişmeden temsil edilmiş. Bu dönemde ilgili bir anısını anlattı.
“Genellikle Ulubat gölü kenarında güme/köme denilen yerlerde avcılar gece kalır, sabah av yaparlardı. Sürekli geldikleri için içlerinde tüp, çaydanlık, tabak-çanak gibi malzemelerini bırakırlardı. Genelde avcıların “Paşa avcılığı” dedikleri meke avlarlardı. Meke, zayıf ve ağır hareket eden bir kuş olduğu için avlanması kolaydı. Bu yüzden ben meke avlamayı tercih etmezdim. Bu avcılığın suyunu Bulgaristan’dan gelen soydaşlar çıkardı. O zaman bizde pek olmayan kasıklara kadar çıkan çizmelerle sazlıkların arasına girip kolayca avlıyorlardı.
Jandarmalar göl kenarlarındaki güme/kömeleri bulup yakıyorlardı. Avcılardan bana şikâyet gelince hemen orman bakanını aradım ve bu uygulamayı durdurdum.”
Güme/küme/göme ilginç bir sözcük. Küme, köme sözcüğü Antik Çağ’da Türklerde “Kayık ve gemi” anlamına gelen bir sözcük.
Rüştü Bey, Ulubat Gölü’nde ördek avlamaya giderlermiş:
“Birkaç arkadaş sabah çok erken bir saatte ava giderdik. Eski karaağaç köyünden kayığımı alıp, av yapacağımız sazlıklara giderdik. Saat 05-05.30 gibi av alanında olurduk. Saat 11 civarı av biterdi. Sandalda her türlü tertibat vardı. Vurduklarımızı sandalda pişirir, rakımızı içer. En son üzerine kahve yapıp içer ve tekneyi Eski karaağaç köyüne bırakıp saat 15.00 civarı Bursa’ya dönerdik. ‘Ne vurdun’ diyenlere ‘yetecek kadar’ derdim.
Çulluk avı için Yenişehir’e keklik için Unçukuru köyüne giderdik. Ama o yörede şimdi keklik kalmadı. Mustafakemalpaşa ve Karacabey’e bıldırcın avlamaya giderdik. Eski Rektör Mustafa Yurtkuran’da av meraklısıydı. 80’lerin ünlü avcılarından birisi Ciğerci lakaplı Nejat Demiröz’dü.”