Quantcast
Bursa’da Bulunan Damgalardan Örnekler ve Son Göçerler – Belgesel Tarih

Turan ÇALAY
Turan  ÇALAY
Bursa’da Bulunan Damgalardan Örnekler ve Son Göçerler
  • 26 Aralık 2020 Cumartesi
  • +
  • -
  • Turan ÇALAY /

Loading

Türk Folklorunun ve Etnografyasının En Önemli Unsurlarından Olan Damgalar

Söz Başı 

Damgalar: Türklerde, kullanım alanları çok geniş olan simgelerdir. Bir çeşit günümüzün arma, marka veya logosu diyebileceğimiz bu işaretler; taşlarda, hayvanlarda, çadırlarda, mimari yapılarda, giyim-kuşamda, çeşitli eşyalar ve pek çok alanda kullanılmış birer soyut kimliktir. Geçmişte kullanılan bu damgaların Bursa’da bulunan örnekleri de tanımlayıcı ve ayırt edici özelliklerdedir.

Hayvanlara Nasıl Damga Vurulurdu?

Demirden yapılan bir aletin ucuna yapılmış özel şekillerin, ateşte kaynamakta olan ardıç ağacı katranına daldırıldıktan sonra, hayvanların sol sağrılarına bastırılmasıyla ortaya çıkan işaretlere “Damga” denilmektedir. Bu işlem, ilkbahar ya da sonbaharda hayvanlar kırkıldıktan hemen sonra yapılırdı. Damgalama yapılırken, etrafı kesif bir yanık et ve yün kokusu kaplardı. Bu işlem sırasında hayvanın derisi de yandığından, damga da dövme gibi kalıcı olurdu. Bir daha hiç çıkmazdı.

Koyun-keçi gibi küçükbaş hayvanların kulaklarının çentilmesiyle (Uçlarından küçük bir parça kesilmesi veya kulak ucunun yarılmasıyla) yapılan işarete “En”, eşya ve dokumaların üzerine vurulanlarına (işlenenlerine) da “İm” denilmekteydi. Kabaca hepsini birer damga kabul edebiliriz.

Türkmenler, hayvanlarına, hangi boydan ve oymaktan olduklarını belirtmek için böyle işaretler vuruyorlardı. Ölen veya kesilen hayvanlarının derilerinden 10-15 kadarını daima saklarlardı. Bunun sebebi; Eğer hayvanları hırsızlar tarafından çalınır, ya da kaybolursa kendi hayvanları olduğunu kanıtlamak içindir. Bu durum bütün diğer eşyaları için de geçerliydi. Hayvanları çalınan veya kaybolan köylüler, sakladıkları bu hayvan derilerini hayvan pazarlarına, panayırlara, şehir ve kasabalara gönderirler, buralara aynı damgayla damgalanmış hayvan gelirse, o hayvanların çalıntı olduğu anlaşılırdı.

Hünername

Fodra/Alaaddinbey Köyünde Bulunan Damgalar

Fodra/Alaaddinbey köyü, Kite/Çayırköy Ovası’nın tam ortasındadır. Günümüzde Nilüfer ilçesinin bir mahallesidir. 1950-1955 yılları arasında, ovada kanallar açılmadan önce, güneyden ovaya doğru dereler gelişi güzel akıyordu. Bu yüzden ovanın büyük bir kısmında tarım yapılamıyordu. Zamanla buralarda büyük çayırlar oluşmuştur. Bu çayırlar yaz kış hayvancılığa uygun alanlardı. Bu yüzden Fodra köyünde koyun sürüleri ve mandalar çok bulunurdu. 1844 yılında köyde birkaç koyun ağılı ve bu ağıllarda Rum çobanlar da bulunuyordu. 20’nci yüzyılın başlarında Konya’dan birkaç Türkmen aile de köye gelip yerleşmiştir. Mahallede günümüzde de Türkmen adıyla bilinen aileler yaşamaktadır.

Rıza Yalgın[1], Fodra’ya da gelmiş ve 3 adet damga tespit etmiştir. Bunlardan birincisi Çavuldur/Çuvaldar damgasıdır. Hatice Güdük’ün (kıldan dokunmuş) çuvallarında işliymiş. İkinci damga; Ali Ağa’nın sarı öküzünün sağ bacağına vurulmuştur. Bursa sebzecilerinden birisi de bu damgayı küfelerine vururmuş. Bu damga, Eti hiyerogliflerinde tanrının adı anlamında kullanılıyormuş.

Diğer bir damga, kazayağına benzemektedir. Halim Balaban’ın öküzlerinin alınlarına katranla çizilmiştir. Oğuzların Salur/Salgur Boyunun damgasını andırmaktadır. Köyden, Hayrettin Efe’nin ifadesine göre: “Yaşlı kadınlar bunu öküzlerin alınlarına katranla çizerlermiş. Bu damga, tabak/şap hastalığına şifa olduğu gibi, hayvanları nazardan da korurmuş.”

Yaylacık Köyünde Bulunan Damgalar

Yaylacık köyü Bursa’nın 17 kilometre kadar batısındadır. Günümüzde Nilüfer ilçesinin bir mahallesidir.

1706 tarihli bir kadı sicilinde, Kite kazasına bağlı Yaylacık köyünden Mehmed oğlu Hacı Maden, Çardı/Harmancık kazasına bağlı Konurseydi Pazarı denilen yerde, Osman oğlu İsmail Beşe’ye bir damga satmıştır. Bu damga, hayvanları damgalamak için kullanılıyor olmalıdır. Hacı Maden’in damgasını satmış olmasından, Yörüklerin bu köyde henüz yerleşik ortama yeni geçtiklerini, koyunlarını sattıklarını ve çiftçiliğe başladıklarını düşünebiliriz[2]. 1844 yılında köyde koyun sayısı çok az olup, sadece 15 adettir. Köyün kuzeyinde ve ovanın başlangıcındaki bölgenin adı eski günlerden kalan bir hatıra olarak “Koyun Yerleri” diye anılmaktadır.

1943 yılında A. Rıza Yalgın, Yaylacık köyüne geldiği zaman, Oğuzların Dodurga Boyu’nun bir damgasını bulmuştur. Yaylacık köyünde araştırma yaparken bulduğu bu damga hakkında şöyle söylemektedir: “Kitabımızın Dibisulu Kapısı’nda görülen ve demirci maşasına az çok benzeyen bu işaret, mükemmel bir Türk damgasıdır. Yaylacık köyünden Mehmet Çavuş Denizedalan’dan hediye olarak aldığım bu damgayı; Mehmet Çavuş, vaktiyle koyun baktığı zaman, Çalıköy’den merhum Hacı Süleyman’dan aldığını söyledi[3]. Bu damga, Hünername’ye nazaran Dudurğa-Tuturga (Dodurga Boyu) belgesinin (damgasının) hemen hemen tıpkısıdır,” demektedir.

Bir başka damga, kılıç adını taşımaktadır. Yaylacık köyünden İbrahim Akın’da bulunmuştur. Bu damga Divanü Lugat’it Türk’teki Eymür Boyu damgasını andırmaktadır.

Şekil 1 A. Yalgan’ın araştırma kitabı
Yırca’da son göçerlerin belgesi

Kayapa ve Yırca’da Bulunan Damgalar

Kayapa köyü, Bursa’nın 22 kilometre kadar batısındadır. Günümüzde Nilüfer ilçesinin mahallesi olmuştur.

25 yıldan fazla Anadolu’da Türk aşiretlerinin folkloru, etnografyası ve bu aşiretlerin damgaları üzerinde çalışma yaparak birçok unutulmaz eser veren Ali Rıza Yalgın, Kayapa ve Yırca’ya da gelmiştir. Bursa ve Uludağ çevresinde yaptığı araştırmalarda gözlem ve tespitlerini: “Anadolu’da Türk damgalarıDamgalar, Enler, İmler üzerine Bursa’nın değeri” adlı araştırma kitabında toplamıştır. Kitap, 1943 yılında Bursa Halkevi tarafından yayınlanmıştır.

Ali Rıza Yalgın, Kayapa’ya geldiğinde Esat Aydın’da bulduğu bir damganın Oğuzların Alkaevli boyundan ayrılmış bir oymağın damgası olduğunu tespit etmiştir. Bu damga Esat Aydın’a dedesi Hüseyin Pehlivan’dan kalmış. Zamanında hayvancılık yapan bu aile, hayvancılığı çoktan bırakmıştır. O tarihte (1940 yıllarının başında) artık çiftçilikle, ekip biçmekle uğraşmaktaymış. Esat Ağa’nın bu damgası, Oğuzların Alkaevli Boyu’nun kazan kulpu denilen damgasından bir çizgi farkıyla ayrılıyormuş.

Bursa’nın Son Göçerleri

Ali Rıza Yalgın, Kayapa’nın Yırca denilen merasında[4], yaz-kış kara çadır altında yaşayan bir Kızılkeçili oymağının yaşadığını öğrenince, Köy Muhtarı Esat Ağa’yla/Esat Aydın’la birlikte oymağın yaşadığı yere kadar gitmiştir.

Obaya iner inmez, obanın en yaşlılarından İbrahim Çolak’ın çadırına girince ilk önce kendisinin kullandığı damgayı sormuş. İbrahim Çolak:

“Biz damga kullanmayız, onu büyük oymaklar ile birkaç büyük sürü sahibi kullanır. Bizim enimiz ve imimiz var”, demiş.

R. Yalgın İbrahim Çolak’a bir kalem vererek, defterine damgasını çizmesini istemiştir. İbrahim Çolak deftere bir üçgen çizmiş ve kendilerinin buna kırlangıçkuyruğu dediklerini söylemiştir.

Devlet, eskiden bu obayı; Gemlik’in Benli Dağı’nda Şahinyurdu denilen yere (köye) iskân etmiş fakat oba halkı burasını beğenmediğinden oba, tekrar Yırca’ya kaçmıştır. Kayapalılardan icarla tuttukları bu yerden ayrılamamışlar. Yalgın, bu obanın Bursa’nın son göçerleri olduğunu söylemektedir. Aslında bunlar Bursa’nın son göçerleri değildir. 5 Temmuz 1951 tarihli bir belgeden bunların son göçerler olmadığını üstelik bu tutanaktan son göçerlerin başka bir Kızılkeçili oymağı olduklarını anlıyoruz.

Bu Kızılkeçili oymağı daha önce Yenişehir’in Marmaracık (Marmaris) köyünde yaşarken, buradan Kayapa’ya gelmişlerdir. Atlas Orman Bölge Şefliği’nin düzenlediği bir tutanaktan bu oymak hakkında yeterli bir bilgi sahibi olabiliyoruz. Belge Şöyledir:

“5-7-1951 Perşembe saat 15 sıralarında, Kayapa köyü sınırları içindeki Yırca Tepe mevkiine gelindi. Tahminen 50 hektar/500 dekar büyüklüğündeki bir sahada, 10 kadar deve, 100-150 kadar da karakeçinin devlet ormanında otladığı görülerek, obanın reisi olduğunu söyleyen Ahmet Tosun’a nereli olduğu ve devlet ormanında ne sebeple hayvan otlattığı sualine:

“Bursa Vilayeti’nin Yenişehir İlçesi, Marmaris (Marmaracık) köyündenim. Buraya hayvan otlatmak üzere gelmiş bulunuyorum. Gördüğünüz orman sahasını, 300 Lira karşılığı, Kayapa İhtiyar Heyeti’nden kira ile tuttum. Bu hakkıma binaen, yalnız yaz mevsiminde buranın, hayvanlarımı otlatmak hakkına sahibim.” Demiştir.

İş bu zabıt varakası, mahallinde tarafımdan tanzim olundu. Okunarak imzalandı. 5. 7. 1951.

Atlas Orman Bölge Şefi    Atlas Orman Bakım Memuru     Oba Reisi
Fikret Tuncay                  Osman Asa                                Ahmet Tosun
(imzası)                             (imzası)                                       Başparmak izi

Not: Ahmet Tosun imza bilmediğinden, mührü de bulunmadığından, elinin sol başparmağını basmıştır. 5-7-1951

Fikret Tuncay                                                             Osman Asa
        (imza )                                                                         (imza )

Aslının aynıdır.

Son Sözler

Türk folkloru ve etnografyasının en değerli işaretlerinden olan damgalar, ne yazık ki zamanın gadrine uğramıştır. Sanayileşme, şehirleşme ve makineleşme bu yok oluşun en önemli sebeplerindendir. Atlar tükenmiş, onların yerini otomobiller, öküzlerin yerlerini traktörler almıştır. Damga vurulacak hayvanlar yeryüzünden silinmiştir. Kıldan dokunan çuvalların, yünden dokunan çorapların, kilimlerin, halıların, kumaşların yerini tekstil ürünleri almıştır. Şimdi bunları üreten sanayi kuruluşları, damgaların yerine kendi markalarını vuruyorlar. Hayvanların kulaklarına da numaralı küpeler takılıyor. Son göçerlere gelirsek, onlar da artık göçmeyi bırakarak, yerleşik hayata geçtiler. Gemlik’te “Yeniköy” adlı bir yerleşim kurdular. Yeni kurdukları köylerini tıpkı, Yırca’da obalarını kurduklarında olduğu gibi, orman arazisine yaptıklarından, devletle yine sorunlar yaşamakta ve karşı karşıya gelmektedirler.

Ek

Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919 Tarihinde Samsun Limanı’nın iskelesine ayak basar. İskelede kendisini bekleyen büyük bir kalabalık olduğunu görür: (Bölgede kalabalık bir Hıristiyan halk yaşadığı gibi, Müslüman halk kendisinin Türk olduğunu bilmektedir ve kendisini Osmanlı olarak adlandırmaktadır.) Kalabalığa karşı: “Selamünaleyküm Türk Milleti”! diye üç kez seslenir. Bir karşılık alamaz. Limandaki kalabalık şaşkınlık içindedir. Mustafa Kemal’den “Selamünaleyküm Osmanlı Milleti!” gibi bir hitap beklemektedirler. Üçüncü selamının sonunda kalabalığın arasından yaşlı bir adam ileriye çıkarak; “O senin dediklerin biraz Haymana tarafında kaldı”, der. Son Göçerler dediklerimizden birazı da Toros Dağları’nda kaldılar galiba…

Şekil 2 Kayapa Atatürk Anıtı
Şekil 3 Kazan Kulpu Damgası

DİPNOTLAR

[1]) Ali Rıza Yalgın (Kitap ve yazılarında bazen Yalgan ve Yalman gibi soyadları da kullanmıştır.), Anadolu’da yıllarca folklorik ve etnografik araştırmalar yapmıştır. Fotoğraf ve çizimlerle zenginleştirdiği araştırma kitapları eşsiz değerdedir. Bunlardan birisi; “Anadolu’da Türk Damgaları-Damgalar, Enler, İmler Üzerinde Bursa’nın Değeri adlı eseridir. Bu eser Bursa Halkevi tarafından 1943 yılında yayınlanmıştır.

[2]) Osmanlı Devleti’nin göçerleri zapt-u rapt altına almak için, yani her hareketlerini kontrol altına almak ve kanun-u kadim üzerine bunlardan alınan vergileri tahsil edebilmek için, bir iskân siyaseti uygulamıştır. Bu uygulama gayet yerinde ve doğrudur. Göçerler, yerleşik köylülerin ektikleri tarlalarına, ekinlerine göç yolunda hayvanlarını salarak büyük zararlar veriyorlardı. Bunun için, Göçerler devletin ve yerleşik hayata geçen soydaşlarının daima nefretini kazanmışlardır.

[3]) Hacı Süleyman’ın lakabı Deli Süleyman’dır. Hayvancılığı eşkiyalar yüzünden, 1918-1919 yılları arasında bırakmış. Birkaç bin koyunu varmış. Eski aile adları “Karaçorlar”dır. Karaçorlar, Dodurga Boyu’nun alt oymaklarındandır. 16. yüzyılda Erzurum-Kars arasında bulunuyorlardı ve 32 ayrı obaları vardı.

[4]) Yırca eski bir köy yeridir. Zamanla boşalmış ve 17. yüzyılın sonunda tamamen terk edilmiştir. Günümüzde bir yer adıdır. 16 yüzyıl tahrir defterlerinde Yırca adlı bu köyden alınan yüksek miktardaki ganem (Küçükbaş hayvanlardan alınan vergi.) vergisinden, burasının hayvan yetiştirmeye çok uygun olduğu anlaşılmaktadır.

Turan ÇALAY

1953 Yılında Bursa Çalıköy’de doğdu. Evli ve üç çocuk babasıdır. İlk yazısı 2012 yılında BURSAV “Bursa Araştırmaları ve Kent Kültürü Tarih Vakfı Dergisi’nde yayınlandı. Araştırmaya Çalı’dan başladı. Çalı ile ilgili Osmanlı arşiv belgelerinden yola çıkarak BURSAV’da Osmanlı Belgeleri ışığında Fodra, Tahtalı ve Yaylacık köyleri gibi köylerin tarihlerini yazdı. "Şehrengiz" ve "Bursa’da Yaşam" dergilerinde araştırma yazıları yayınlandı. Osmangazi Belediyesi’nin, Bursa’nın alınışı dolayısıyla çıkardığı Köy Kitapları’na katkı yapmaktadır. Mayıs 2018’de doğduğu yer olan “Çalıköy”ün aynı adla kitabı yayınlandı. Halen çevrede yaşayanların “Sıra Köyler” dedikleri ve doğudan batıya doğru birer inci tanesi gibi sıralanmış olan; Misi, Demirci, Çalı, Yaylacık, Tahtalı, Kayapa, Hasanağa ve Akçalar köylerinin kitabı üzerinde çalışmaktadır. Osmanlıca bilmektedir. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024