Bursa’da Cemal Nadir, Cemal Nadir’de Bursa… |
Bursa’nın ana caddelerinden birine bakan ve vitrininde hemen her şeyin sergilendiği bir tuhafiye dükkânının önündeyiz. Zayıf ve çelimsiz bir çocuk ucu fıskiyeli bir teneke ile kaldırımı sulamakta… Ama ne sulama! Daha dikkatli bakınca kaldırımdaki ağaç, kuş, güneş resimlerini hemen fark ediyorsunuz. Bu sırada dükkân sahibi geliyor. Bir çocuğa, bir kaldırıma baktıktan sonra sesleniyor: “Yine kaldırıma resim çiziyorsun değil mi? Seni haylaz seni!”
Ailesinin geçim sıkıntısı nedeniyle çıraklığa verdiği bu zayıf, çelimsiz ve “haylaz” çocuk Bursalı karikatürist Cemal Nadir’dir. Evet, karikatürden önce resim yapmaya merak salan, daha çocukken ‘mahallenin elebaşlarının’ resimlerini kömürle evlerin duvarlarına çizen Cemal Nadir Güler…
13 Temmuz 1902’de Bursa’da doğar Cemal Nadir, Hoca İlyas Mektebi Çıkmazı 17 numarada… Günümüzde Zafer Plaza arkasında kalan bu evi arkadaşı Rıza Ruşen Yücer şöyle anlatır: “Bu ev Bursa’nın münhatça bir semtinde; kapıları, ikisi de çıkmaz sokağa açılan, ufak bahçeli, loş, ahşap bir bina idi. Bahçesinde birkaç ağacı, bir iki gülfidanı, bir de küçük bir kameriyenin altında fıskiyeli ufak bir mermer havuzcuğu vardı.” (Foto 1-2)
Bu evin duvarında Cemal Nadir’in Yunan işgali sonrasında yaptığı bütün duvarı kaplayan yağlı boya bir resim bulunmaktaydı. Kurtuluş savaşını simgeleyen bu resimde kalpaklı askerler süngüleriyle resmedilmişti.
Vâlâ Nureddin, Hoca İlyas Mektebi çıkmazındaki evi “İspanyalı meşhur ressam Goya’nn şimdi müze halinde saklanan evine şaşılacak kadar benziyordu.” diye tarif eder.
Babası Bulgaristan göçmeni Şevket Güler, annesi ise Bursalı Nuriye Güler’dir. Şevket bey Bursa’da ticaret mahkemesinde zabıt kâtipliğinde daha sonra Bilecik adliyesi başkâtipliğinde ve Bursa’nın işgalinden sonra vilâyet tahrirat kâtipliğinde ve evrak memurluklarında bulunmuştur.
Hattatlığının yanında iyi kanun çalarmış. Daha çok sülüs yazıyla ilgilenen Şevket Güler’in “Yarap, sen cehennemden halas eyle bizi” ve “Mensabere zafer” cümlelerini taşıyan levhalarının Ulucami’nin duvarlarında asılıdır. Oğlu Cemal Nadir’in de kendisi gibi yazı sanatıyla uğraşmasını ister… Fakat oğlunun, eline geçen kömür parçalarıyla duvarlara resimler çizdiğini duyar ve onu uyarır: “Evladım resim yapmak günahtır. Cehennemden kurtulamazsın. Tövbe de, hat sanatıyla uğraş, hem de sevap kazan.”
Küçük Cemal ilköğrenimini Bursa’da Zehra Budunç ve kardeşinin sahibi olduğu Bizim Mektep’te okur. Ortaöğrenimine Bilecik’te devam eder ancak, maddî olanaksızlıklar nedeniyle eğitim hayatını sürdüremez ve kendi deyimiyle ‘hayat üniversitesine’ kaydolur.
Babası Şevket Bey tarafından eve maddi katkı sağlaması düşüncesiyle bir kasnakçının yanına çırak olarak verilir. Bir buçuk sene kadar kasnak işleme çıraklığı yapmıştır. Bu esnada geceleri resim yapmaya çalışır. Gelincik Çarşısının rutubetli, kuytu bir dükkânında kasnak işleme işine başlayan Cemal Nadir haftada ‘üç tane yeşil yirmi beşlik’ alır. Fakat kasnakçılık işi güçlü kuvvetli insanların yapabileceği bir iştir. Zayıf ve nahif yapılı Cemal bu çalışmaya dayanamaz ve hasta olur. Hastalığının başka sebepleri de vardır; uykusuzluk, beden yorgunluğu, çıraklığa karşı olan nefret ve gıdasızlık… Hastalanıp yatağa düşmüştür fakat bu durum Cemal’i çok memnun eder. Hasta olduğundan evde kalacak ve çok sevdiği resimlerini çizebilecektir. Resim yapmaya karşı içinde taşan arzu o kadar büyüktür ki gecelerini evde kör zeytinyağı kandilinin altında çalışarak geçirmektedir. Bütün amacı ressam olmaktır. Bu sıralarda parmakları, resme iyice yatkınlaşır. Yorgan yüzlerine ve yazmalara kolaylıkla desenler çizmektedir. Ama bu durum da uzun sürmez. Çizdiği resimlere kızan babası bu defa da bir makinecinin yanına çırak olarak verir. Bu sefer terfi ederek, daha ağır bir işe yerleştirilmiştir.
Resim ve karikatür çizmeyi ihmal etmez. Aynı zamanda çizdiği karikatürleri İstanbul’a bazı dergilere gönderir. Ve Diken adlı gülmece dergisinde ilk karikatürü yayımlanır. (Foto 5) 1920 yılında karikatürünü bir dergide ilk defa görmek Cemal Nadir’in çizme isteğini daha da ateşler. Ama Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilmesi ve babası Şevket Güler’in işinden olması ailenin geçimini daha da zorlaştırmıştır. Yunan işgali devam ederken -kendi deyimiyle- bu boşluktan yararlanarak Ulucami aşağısında Sahaflar Çarşısının içinde, merdiven başında ufacık bir tabelâ atölyesi açar. (Foto 6) ‘Hattat ve ressam’ diye bir levha asar. Daha çok levha ve tabela yazar, fırsat buldukça da suluboya resimler yapmaya devam eder. Yeni işi hiç şüphesiz makine çıraklığından iyidir. Fakat bu iş ailenin karnını tamamen doyurmaya yetmez. Yunan işgalinin sona ermesinden sonra Cemal Nadir’i sevenler, İstanbul maarif müdür muavinliğinden Bursa’ya maarif müdürü olarak gelen Haydar Beye rica ederler. Cemal Nadir, her biri ayrı bir semtteki yedi ilkokula seyyar resim öğretmeni olur. 1923 yılında, uzaktan akrabası olan Melahat Hanım’la evlenir. Bu yıllarda (1924-1925) Bursa’dan İstanbul’a gönderdiği karikatürler Akbaba, Guguk gibi mizah dergilerinde çıkar.
1926 yılında gazete ve dergilerde çalışabilme umuduyla İstanbul’a gelir. Karısı Melahat ile Ortaköy’de küçük bir ev kiralar. Bâb-ı Âli’de gazete ve dergilerin kapısını aşındırır. Neredeyse bütün kapılar Cemal Nadir’in yüzüne kapanır. Öylesine yoksulluk içindedir ki gazetelere gitmeden önce yırtık ayakkabısından görünen parmaklarını siyah çini mürekkeple boyamak zorunda kalır.
Bu dönemde Cemal Nadir’e dergi ve gazete sahipleri: “Ramiz gibi çiz. Kadın çiz. Kadınların vücutları biçimli olmalı. Sizinkiler güzel ve cazip değil. Çizgilerini bitir, sen bitirmiyorsun. Bak Ramiz’e o bitiriyor ” derler. Bütün bunlara rağmen Papağan, Yeni Dünya ve Resimli Dünya‘da karikatürleri yayınlanır. Bir yandan da tabelacılık yaparak geçinmeye çalışır. Fakat aldığı para ile geçinmesi imkânsızdır. Kendisi bu durumu şöyle açıklar: “Yazdığım tabelâlar bana, fazla olarak bir tramvay parası bile bırakmıyordu.” Hayatının en sıkıntılı, en buhranlı devresi budur. Yaşadığı yoğun maddi sıkıntılar yüzünden ilk çocuğunu kucağında yitirir. “Düşünün ki bakımsızlıktan bir çocuğum öldü. Kucağımda can veren yavruyu minderin üzerine koyarak ertesi günkü karikatürü hazırlamaya koyuldum. Buna mecburdum.” Bu acı üzerine ve İstanbul’da geçinemeyeceğimi anlayınca içinde yaşattığı bütün umutları da gömerek, tası tarağı toplar ve Bursa’ya, baba ocağına döner.
Bu dönüş ilkönce, Cemal Nadir’i tanıyanlar arasında ‘başarısız’ durumuna düşürse de İstanbul’daki sıkıntılı günlerin sonunda altüst olan kafasını dinlendirmek imkânını da yine Bursa’da bulur.
1926 sonrası tabelacılık ve öğretmenlik
Cemal Nadir Bursa’ya döner fakat Hoca İlyas Mektebi çıkmazındaki baba evine yerleşmez. Maksem’de bir eve taşınır. Ve yine tabelacılığa başlar. Şimdi Ünlü Cadde’de yerinde Sönmez İşsarayı’nın bulunduğu yerdeki Milli Sinema’nın karşısında küçük bir dükkân açar. (Foto 8)
Milli Sinemanın, her program değiştikçe yenilenen kapı reklâmlarını yazar. Ve sinemanın çıkardığı haftalık ‘Milli Sinema Mecmuası’nda reklam karikatürleri yayınlanır. ‘Bursalılar Albümü’ adını taşıyan karikatür serisi yine aynı dergide çıkar. Şafak ve Milli Sinema’ya gidenler, film aralarında Cemal Nadir’in cam üzerine yazılı şu reklamını, perdeye yansımış olarak okurlar: ‘Hattatların meraklısı, meraklıların hattatı’. Film aralarında cam üzerine reklam karikatürleri de çizer. Çizdiği bu karikatürler Bursa’da bir yenilik olarak algılanır ve o dönem çok tutulur…
Cemal Nadir’in yenilikleri bununla sınırlı kalmaz. Atasözlerini ters yüz ederek komikleştirdiği ve 1927 yılında Milli Sinema Mecmuası’nda yayınlanan sözlerden bazıları şunlardır:
Eceli gelen yiğit, cadde ortasında yürür!
Borçlu dumanlı havayı sever!
Borç dediğin vermekle tükenmeyendir!
Çok okuyan bilmez, çok kazanan bilir!
Zenginin hakkından batakçı gelir!
Akılsız kadının zahmetini erkek çeker!
Garip mübadilin yuvasını İskan Müdürü yapar!
Para gelecek yerden senet esirgenmez!
Kadının güzelliği dibine şevk vermez!
Gönlünü kaptıran tentürdiyodu hazırlar!
Vermeyince defterdar, neylesin veznedar!
Bu dönemde Bursa’da yayınlanan ve yakın arkadaşı Rıza Ruşen’in ‘Arkadaş’ ve ‘Yeni Fikir’ gazetelerinde de karikatürleri çıkar.
1928 yılında kızı Gönül Güler doğar. Ve bu yıllarda Harf İnkılabı ile okullar, resmî daireler, ticarethaneler levha ve tabelâlarını yeni harflere çevrilecektir. Cemal Nadir’de bu sırada küçük dükkânını bırakır ve ‘Ulucami civarında, çok sevdiği berber Fahri efendiye yakın, İhsan Zekâi’nin büyük ve geniş dükkânının yarısını kiralar’. Orada geceli gündüzlü çalışmağa başlar. Önceleri Bursa’da tabelalar küçük boy ve basmakalıp şekillerde yazılır. Cemal Nadir, Bursa tabelacılığına resmi sokan ilk kişidir. O kadar çabuk duyulur ve sevilir ki, küçük dükkânının duvar dipleri ve perde ile ayrılmış arka kısmı bile tabelalarla dolar. Kentin neredeyse tüm tabelaları burada yazılacaktır. Rıza Ruşen bu dönemi şöyle anlatır: “Durmadan dinlenmeden çalışırdı. Konuşurken de işini bırakmazdı. O vakitler kumaş üzerine yağlı boya çiçekler, kuşlar, manzaralar yaptırmak modası vardı. Tabeladan boşaldıkça bu siparişlerle uğraşır, daha müsait vakitlerinde de Bursa’nın bir eski köşesinin, bir mezarlığın, bir caminin sulu ve yağlı boya resmini yapardı.” Tabelaların değiştirilmesi işini arkadaşları ve öğrencilerinin de yardımıyla sürdürür. Cemal Nadir’in yanında tabelacılık yapanlardan biri de Şefik Bursalı’dır. Şefik Bursalı o yıllarda yaptığı suluboya resimlerini Bursa’da bir kırtasiyeci dükkânında sergiler.
Cemal Nadir Bursa’ya döndükten sonra seyyar öğretmenliğe de devam eder. Yedi ayrı okulda resim öğretmenliğinin yanında el işi ve idman derslerine de girer. İlköğrenimini yaptığı Bizim Mektep’te de arkadaşları Rıza Ruşen ve Musa Ataş’la birlikte öğretmenlik yapar. Zehra Budunç’un kurduğu bu özel okulda her işte yaptığı gibi bütün varlığı ile kendisini bu yeni işe verir ve mektebin yazı, çizi ve idare işlerine de yardım eder. Mandolin çaldığı için aynı zamanda müzik seven çocuklarla meşgul olur.
Bizim Mektep’te Muazzez İlmiye Çığ ve Orhan Burian Cemal Nadir’in öğrencisi olurlar. Bizim Mektep’teki öğretmenliği sırasında bir gün okulun müdürü Zehra Budunç kendisine sorar:
-Cemal Bey, bugün ayın kaçı?
Cemal Nadir, hiç düşünmeden cevap verir:
-Tam kırk biri Hoca Hanım…
-Ayın kırk biri olur mu imiş canım?
-Vallahi kırk bir günden beri maaş aldığımız yok da…
Bu esprili cevapta ince bir imanın gizlendiğini anlar Zehra Budunç. O gün Cemal Nadir’in maaşını verir ve Cemal Nadir de aybaşının geldiğini böylelikle anlar…
Cemal Nadir tabelacılık ve öğretmenlik yaparken resim ve karikatür yapmayı da sürdürür. Akbaba dergisinde yayınlanan karikatürleri ilgi uyandırır ve adresine yollanan tebrik mektupları Cemal Nadir’e güç verir.
1928’de Akşam gazetesi yöneticilerinden Necmettin Sadak’tan aldığı günlük karikatür çizme önerisi ile yeniden İstanbul yolu görünür. Cemal Nadir o günleri şöyle anlatır: “Bir gün Akbaba mecmuasına çizgi halinde, altında esprisi bulunan bir iki resim yolladım. Bastılar ve çok beğendikleri için bir takdir ve tebrik mektubu yolladılar. Bu arada Akşam gazetesine de birkaç resim gönderdim. İstanbul’a ilk seyahatimde Akşam’cılarla tanışmıştım. Çizgilerim orada da hem beğeniliyor ve hem de himaye ediliyordu. Günlerden bir gün Akşam’dan mektup aldım. Her gün bir karikatür çizmem ve İstanbul’a gelmem isteniliyordu. Hayatımın gidişini de tanzim edeceklerini yazıyorlardı.”
Cemal Nadir bu tekliften sonra gidip gitmeme konusunda tereddütler yaşar. Bursa’da tabelacılıktan edindiği kazanç fena değildir fakat Bursa, ona küçük geliyordur. Çok acı hatıralarla ayrıldığı basın dünyasının parıltısı, cazibesi, her reye rağmen onu çekmeye devam etmektedir. Sonunda teklifi kabul eder.
İstanbul’a ikinci gelişi Cemal Nadir’in hayatında yeni ve parlak bir dönemin başlangıcıdır. Günlük karikatürleri ve başta Amcabey olmak üzere, yarattığı Akla Kara, Dalkavuk, Yeni Zengin, Dede ile Torun, Salamon gibi tipleri tutulunca, büyük bir üne kavuşur. 15 yıl çalıştığı Akşam gazetesini (1928-1943) bıraktıktan sonra ömrünün son dört yılını Cumhuriyet gazetesinde çizerlik yaparak geçirir.
1946 yılı sonlarında rahatsızlanan Cemal Nadir birkaç ay hastanede tedavi görür. Tedavisi sırasında Bursa’daki babasına gönderdiği 1 Ocak 1947 tarihli son mektubunda günden güne iyi olduğunu yazar. Henüz hayattan ümidini kesmemiştir. Karikatürü sokağa taşıyan çizer olarak tanınan Cemal Nadir’in eşi, Malike Güler sanatçının ölümünden iki gün öncesine kadar çıkacağına inandığını belirtir: “Bursa’yı çok arıyordu… Çok defa bana ‘Musluğu aç ta su sesi duyayım’ der ve kendisini böyle teselli ederdi.”
27 Şubat 1947’de hayatını kaybeden Cemal Nadir’i tedavi eden Prof. Dr. Akil Muhtar, son sözlerini şöyle anlatıyor:
“Son saatlerine kadar öleceğini bilmiyor, ölmeyi aklına getirmiyordu. Istırap çekmedi. Ölmeden fevkalâde bir arzu izhar etmedi. Koma haline gelmeden söylediği son sözler şunlar oldu:
AH İYİ OLSAM, TERLİKLERİMİ GİYSEM, ŞU ODADA DOLAŞSAM, ŞU KÖŞEYE GEÇSEM, RESİMLERİMİ YAPSAM…”
(Şehrengiz, Şubat 2015)