Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Çanakkale Savaşı’nın 99’ncu yılında, yakın tarihimize farklı bir bakış…
Çanakkale Savaşları’nda kazanılan zafer, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda “temel taşı” anlamını taşır. Mustafa Kemal Atatürk, bağımsızlığın kazanılmasında en önemli ve ilk büyük engeli henüz çok genç bir kurmay subay olarak katıldığı Çanakkale Savaşları’nda aştı.
Çanakkale öyle bir savaştı ki, kazananı da, kaybedeni de canını verdi, kanını döktü. Çanakkale’de kazanılan özgüven, Türkler açısından emperyalizme karşı verilecek mücadelenin itici gücü oldu. Sonunda elde edilen, inancın zaferiydi, yıkıntılardan kurulan genç bir devletti.
Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümüne sayılı günler kaldı. Kaynaklar taranıyor, Çanakkale 1915 her yönüyle yeniden tartışılıyor, yeni yeni bilgiler ışığında savaşın hatıraları tazeleniyor. Bursalı gazeteci Tayfun Çavuşoğlu, Şubat 2014’te Kastaş yayınlarından çıkan kitabı “İftiralar, Yalanlar, Polemikler, Çanakkale 1915” ile tartışmalara katıldı. Çavuşoğlu’nun kitabındaki bazı bölümler ise, gerçekten tekrar tekrar tartışmayı gerektiren cinsten… Bu röportaj, yazılı soru-cevap yöntemiyle yapıldı. Biz sorduk, Tayfun Çavuşoğlu bursadabugün okurları için yanıtladı.
—Çanakkale 1915 deyince, Türk tarihinin gerçekten çok önemli bir dönüm noktası akla geliyor. Bu savaşa bakış açınızı ve sizi bu kitabı yazmaya iten nedenleri özetler misiniz?
Çanakkale sadece Türklerin değil, istilacı ordu mensuplarının da kahramanlıklarıyla tarihe geçtiği, her şeyden önemlisi iki düşman tarafın bir yandan savaşırken bir yandan dostluk kurabildiği, Gelibolu gibi küçücük bir kara parçasında 1 milyon askerin neredeyse boğaz boğaza dövüştüğü, ender büyüklükte bir savaş. Çanakkale Savaşı ile ilgili merakım nedeniyle çok sayıda yerli-yabancı kaynak okudum… İlk başlarda haftada bir, gazetenin pazar ekinde yayınlanacak “tarihin içinden” türü yazılar yazma niyetim vardı. Fakat çok absürt örnekler karşıma çıktıkça, “Birisi de çıkıp, bu tuhaflıklara bir cevap yazmalı, gerçekleri dile getirmeli” duyguma gem vuramadım…
Burada kendisini sevgiyle andığım bir kişiye saygı duruşunda bulunmam gerekir. Eğer Turgut Özakman’ın “Vahidettin, M.Kemal ve Milli Mücadele – Yalanlar, yanlışlar, yutturmacalar” kitabını okumamış olsaydım, bu kitabı yazmaya cesaret edemezdim. Manevi hatırası önünde eğiliyor, kendisini saygıyla anıyorum…
Özakman’ın kitabında verdiği örnekler muhteşemdi. O günlerden buyana neler olmuş diye baktım… Güncel örneklerle bu tartışmaları daha da zenginleştirdim. Gece-gündüz 8 aylık çok yoğun bir çalışmayla bu kitabı kaleme aldım. Kaynak taramadaki titizliğim nedeniyle ortaya, gerçekten akademik nitelikte bir kitap çıktı. Yalan-yanlış-iftira dolu ifadelere cevap yetiştirince, polemik katsayısı yüksek, zevkle okunacak bir eser oldu. Bu konuya eğilmiş, kitap yazmış, anılarını kaleme almış, araştırmalarını topluma açmış hiç kimseye haksızlık etmedim. Alıntılayarak yazdığım her satırın ya da belge ve bilginin kaynağını ilgili bölümlerde verdim. Hamasetten uzak durdum, nesnel bakış açısını tüm kitaba yaymaya çalıştım. 320 sayfalık kitabın neredeyse yüzde 10’unun dipnot ve kaynakça olduğunu gururla vurgulayabilirim.
—Çanakkale Savaşı’nın kısaca özetlemeye çalışsak, genel çerçeveyi nasıl çizmek gerekir?
Çanakkale Savaşlarını iki aşamada değerlendirmekte yarar var. Bunlardan birincisi, 1. Dünya Savaşı’nın en kritik döneminde İstanbul’a ulaşmaya ve Osmanlı başkentini teslim almaya çalışan İngiliz ve Fransız donanmasının 18 Mart 1915’de Çanakkale Boğazı’nın karanlık sularına gömülmesiydi. Türk topçusu ve bahriyelisi Çanakkale Boğazı’nda bir destana imza attı. Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlara çarpan ve en büyük gemileri denizin dibini boylayan İngiliz-Fransız donanması geri dönmek zorunda kaldı.
Savaşın ikinci aşaması ise Çanakkale’yi denizden geçemeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransız ordularının bu kez 25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapmasıyla yaşandı. Hint ve A.N.Z.A.C (Avustralya-Yeni Zelanda) birlikleriyle desteklenen İngiliz ve Fransız orduları Gelibolu Yarımadası’ndaki Türk topçu bataryalarını susturmayı ve böylelikle donanmanın kalan bölümünün Çanakkale Boğazı’nı güle oynaya geçmesini sağlamaya çalıştılar. Düşman askeri Gelibolu Yarımadası’na çıktı çıkmasına ama belli noktalardan fazla ilerleyemedi… Korkunç siper savaşları yaşandı. Yarımadanın her bir karış toprağı, kanla sulandı. Ölüm pahasına vatanını savunan Türk askeri, düşmanın ilerlemesine izin vermedi. 9 ayı aşkın süre devam eden kanlı boğuşma sonrasında İngiliz Harp Kabinesi Gelibolu’dan çekilme kararı verdi. Çanakkale’de zafer Türk ordusunun olmuştu…
Düşman, 525.000 askerle geldiği savaş alanında İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Hintli olmak üzere toplam 284.000 askerini kaybetti. Buradaki kayıp ifadesi ölüm, yaralanma, esaret gibi bir askeri savaş dışı bırakan etkenlerin tümünü ifade ediyor. İtilaf askerlerinin toplam ölü sayısı 44 bin, yaralı sayısı 97 bin.
Vatanını savunan Türk ordusunun kaybı da 253.000 asker olarak kayıtlara geçti. 253 bin kaybın tümü şehit değil. Yaralı-esir-kayıp askerler de bu rakama dahil. Genelkurmay Harp Dairesi kayıtlarına göre, Türk ordusunun cephede verdiği şehit sayısı 57 bin. Hastanelerde şehit düşenler de ilave edildiğinde sayı 76 bine çok yaklaşıyor. Israrla hata yapılıyor, Türk ordusunun 250 bin şehit verdiği yazılıp çiziliyor. Oysa şehit sayımızın 250 bin değil de 76 bin olması, o savaşın dehşetini azaltmaz, zaferin büyüklüğünü de gölgelemez.
—Çanakkale Savaşlarını anlatan kimi kitaplarda bir çok ilginç hikayeye de yer veriliyor. Bulutların içinde kaybolan düşmanlar anlatılıyor, yalın kılç düşman arasına dalan yeşil sarıklılar var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çanakkale Savaşları üzerine yazılan çok kitaplardan bir bölümü tamamen hayal mahsulü. Gerçeklerle yakından uzaktan ilgisi yok. Orada savaşan yüz binlerce vatan evladının manevi hatırasına saygısızlık diz boyu. Düşmanla boğaz boğaza çarpışıp vatan uğruna canını verenlerin değil de, gökyüzünden beyaz atlara binip gelen ermişlerin bu savaşı kazandığını iddia eden, kitap formatında basılmış propaganda broşürleri var. O gün orada olan, savaşı yaşayan, acılara tanık olan kimsenin böyle bir iddiası yok… Hatta bazıları iyice ileri gidiyor, İslam peygamberi Hz. Muhammed‘in de Çanakkale’ye gelip, yalın kılıç Osmanlı ordusuyla birlikte savaştığını iştahla anlatıyor. O tür anlatımların hiçbir yerinde, Hazreti Peygamberin neden, Osmanlı ordusunun katıldığı yakın tarihlerdeki diğer savaşlarda görülmediğine dair tek cümle yok. Çünkü o tür yazıları kaleme alanların derdi tarih anlatmak değil -güya- dini propaganda yapmak.
Ama asıl önemli konuya geldik şimdi… Kitapta müthiş örnekler var. Son zamanlarda ‘Aman Mustafa Kemal’in adı geçmesin de, kimin geçerse geçsin’ yaklaşımının ürünü olarak kaleme alınmış sözde tarih kitapları da var piyasada. Hiç sıkılmadan, “Mustafa Kemal Bey’in rütbesi ne ki, topu topu bir ihtiyat tümeninin kumandanı, ne yapmış da Çanakkale’de zafer kazanmış? Ordu komutanı, kolordu komutanları ne güne duruyormuş?” veya “Aslında Çanakkale’de Mustafa Kemal’in esamesi okunmuyor. Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Çanakkale’de bir zafer icat edildi, zafer de Mustafa Kemal’e mal olundu” diye yazanlar var… Aynı kişiler zaferin tüm onurunu Osmanlı 5’nci Ordu Komutanı Liman von Sanders‘e yazabilmek için olmadık numaralara başvuruyorlar…
—Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları sırasında oynadığı rolü ele alalım. Kilit hamleleri olduğunu biliyoruz. Bunları sıralayabilir miyiz?
Çanakkale Kara Savaşları’nın ilk günü 25 Nisan 1915…
Düşmanın Arıburnu’nda yaptığı ilk çıkartma harekatını takiben Kolordu Komutanı Esat Paşa’dan talep ettiği taarruz emir alamamasına rağmen harekete geçen Ordu Yedeği 19. Tümen’in Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey, adı tarihe altın harflerle geçen 57. Alay’ı yanına alarak Kocaçimen’e yürür. Mustafa Kemal Bey, 57. Alay’ı 5-10 dakikalığına istirahate geçirir, kendisi daha ileri giderek gözlem yapmak ister, binbir zorlukla Conkbayırı’na geçer. Bu sırada düşman kuvvetlerinin kaçan bir grup Türk askerini önüne katıp ilerlediği görür. Bu esnada çok bilinen o diyalog yaşanır. Düşman önünde geri çekilen Türk askerinin önüne dikilir, “Düşmandan kaçılmaz!” diye bağırır… “Cephanemiz yok” yanıtına da derhal emirle karşılık verir: “Süngünüz var! Süngü taakkkk, yattt!”
Çanakkale Savaşları’nın kaderinin değiştiği andır bu. Düşman süngü takıp yatan Türk askerini görünce duraklar. Bu sırada 57. Alay’ın birlikleri de yetişmiştir. Düşman askerinin sayısı 8 taburdan fazladır. Mustafa Kemal’in elinde bu kadar kuvvet yoktur. Fakat derhal taarruz emri verir, kendisi Conkbayırı’ndan harekatı idare eder. Mehmetçik düşmana saldırır, ölümüne boğuşur… Düşman dayanamayıp sahile kadar geri çekilir.
Mustafa Kemal’in inisiyatif kullanmaktan kaçınmayan bu tavrı, Kocaçimen Tepe’yi ele geçirip kara harekatının daha ilk gününde Boğaz’daki müstahkem mevkileri susturmayı -dolayısıyla da daha ilk gün savaşı kazanmayı- hedefleyen İngiliz planını başarısızlığa mahkum eder.
Düşman Arıburnu’na o gece 5 İngiliz tümeni daha çıkarır (25-26 Nisan 1915). Bu bir küçük ordu demektir. Halbuki bizim kuvvetlerimiz yetersizdir. Haberleşme ağı yoktur, yiyecek kısıtlıdır, Mustafa Kemal’in emrine birkaç birlik daha verilir, ertesi gün iki alay ilavesiyle takviye edilir. Türk askeri, sayıca azlığına rağmen düşmanı bir tek adım bile ilerletmemek için ölümüne savuşmaktadır. Yarbay Mustafa Kemal’in o gün ve daha sonra çarpışmaları yönettiği yer, “Kemalyeri” olarak adlandırılır… Albay Mustafa Kemal, daha sonra Anafartalar’daki zaferleriyle düşmanın savaşma azmini kıracaktır.
Bugün Gelibolu Milli Parkı’nda savaş bölgelerini ziyaret edenler için, Kemalyeri özel önem taşır. O küçücük alan, Türk milletine bir kahramanın, büyük bir komutanın, büyük bir liderin armağan edildiğine dair işaretlerin ilk ortaya çıktığı yerdir…
—Kaynakları karşılaştırdığınızda, yerli-yabancı anlatımlar arasında ne tür benzerlikler ya da zıtlıklar ortaya çıkıyor?
Müthiş bir olay var, tam da bu nokta anlatılabilecek. Arıburnu’ndaki çıkarma sırasında yaşananları yabancı kaynaklarla karşılaştırarak okumak, çok ilginç bilgileri karşılaştırma olanağı sağladı. Kitabımda da bunu detaylandırarak anlattım. Biraz önce, “Süngü taak, yat!” emrini anlatmıştım Mustafa Kemal’in… Bu bilginin karşı taraftaki yansıması da biliniyor. Çanakkale Savaşı konusunda en önemli kaynak kitaplardan birini yazmış olan Steel-Hart’ın verdiği önemli bir bilgiyi aktarmam gerek. Çünkü anlatılanlar hem Mustafa Kemal’in anlattıklarıyla bire bir örtüşüyor hem de çok önemli birkaç detay içeriyor. Çünkü Mustafa Kemal’in “Düşmandan kaçılmaz” diyerek durdurduğu küçük müfrezedekilerin de, kovalayanların da kim olduğu ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor:
Steel-Hart yazıyor:
“…Avustralyalılar sol kanatta tepeleri aşarak hızla Conkbayırı’na doğru yürüyorlardı. …Yüzbaşı Tulloch, Russell Tepesi’nden [Merkeztepe] Boyun Mevkii’ne, oradan da kuzeye doğru Düztepe ve 261 rakımlı tepeye doğru yola devam etti. Avustralyalıların ilerlemesi karşısında Türkler geri çekildiler.
…Tulloch’un adamları 261 rakımlı tepenin yamaçlarına ancak saat 09.00’da varabildiler. Onlar ilerlerken Mustafa Kemal de Kocaçimen Tepe yakınlarına gelmişti. Orada 261 rakımlı tepeden çekilmekte olan Türk askerlerine rastladı. Askerlerin cephane kalmadığı yolundaki itirazlarını dinlemeyerek süngü taktırıp, yere yatmalarını emretti. Blöfünde başarılı oldu ve Tulloch ile askerlerini durdurdu. Tulloch ve askerleri durdular ve bir daha ilerleme hızını yakalayamadılar.”
Ve Steel-Hart, bugüne dek gözlerden kaçmış çok dikkat çekici bir bilgi daha veriyor:
“Yüzbaşı William Tulloch daha sonra, korkusuz bir Türk subayının 900 metre kadar ilerideki 261 rakımlı tepeden ateşi idare ettiğini gördüğünü bildirmişti. Ancak onu vurmayı başaramamıştı.”
Tulloch’un ateş edip vuramadığı Türk subay çok büyük olasılıkla Yarbay Mustafa Kemal. Çünkü o gün, o saatte, o mevkide “ateşi idare eden” komutan O. Keşke bu tahminimin doğru olup olmadığını kesinleştirebilecek çok net bir bilgiye sahip olabilseydim. Çünkü Mustafa Kemal’in yaşamının geri kalan bölümünde bu ülke için yaptıklarını göz önüne getirirsek, savaş talihinin Türk Milleti’ne nasıl güldüğünü takdir etmek gerekir.
—Mustafa Kemal’in rütbesi tartışma konusu yapılıyor. “Yarbay rütbesinde bir subayın savaşta oynadığı rol abartılıyor” deniliyor. Siz de kitabınızda bu konuya değinmişsiniz. Özet yapabilir miyiz?
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’nın başlangıcında ‘yarbay’ rütbesindedir… Beş hafta sonra, 1 Haziran 1915’te albaylığa yükseltilir. (Ama bazı kesimler Çanakkale ve Mustafa Kemal isimleri yan yana geldiğinde, albay rütbesini görmezden gelirler, ısrarla ‘Yarbay M. Kemal’den söz ederler.) Kurmay Albay M. Kemal 8 Ağustos’ta Anafartalar Grup Komutanlığına getirilir. Bu görevi Çanakkale’den ayrıldığı tarih olan 10 Aralığa kadar aralıksız sürecektir. Anafartalar Grup komutanı olarak emri altında 3 kolordu (2, 15 ve 16’ncı kolordular) toplanır. Bu, ordu komutanlığı niteliğinde (dolayısıyla rütbe olarak orgeneralliğe eş) bir komutanlık demektir. Mustafa Kemal’in Anafartalar’da emrinde bulunan kuvvetler, Kuzey Grubu ile Güney Grubu kuvvetlerinin toplamından daha büyüktür ve cephedeki kuvvetlerin yarısından fazlasına komuta etmektedir. Çanakkale Savaşı boyunca, Liman Paşa dışında hiçbir komutan, bu kadar uzun zaman, bu kadar çok birliğe ve bu kadar geniş bir alana komuta etmemiştir.
Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolünde abartı yoktur. Emrindeki kuvvetlerle yaptığı her hamle, savaşın gidişatına etki etmiştir.
—Çanakkale Savaşı sırasında en çok şehit veren ilin Bursa olduğu yazıldı daha önce. Bursa Jandarma Taburu’ndan, oradaki anıttan çok söz edildi. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Çanakkale Savaşı sırasında, çok zorlu kesimlerde görev yapan, büyük kayıplar veren Jandarma taburları var. Kitapta sadece Bursalılara yer vermek olmayacağından, bu konuya değinmemiştim. Ama daha sonrasında bir dergiye röportaj için konuyu araştırmam gerekti. Bursa Jandarma Taburu ile ilgili bilgileri aktarmak isterim.
Çanakkale Savaşı sırasında en fazla şehit veren iller sıralamasında 3.737 şehitle ilk sırada bulunan Bursa’yı, Balıkesir (2.779), Konya (2.488), Kastamonu (2.425), Denizli (2.195), Manisa (2.174), Çanakkale (1.788) takip ediyor.
Uludağ Üniversitesinden Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu, Bursa Defteri’nin Eylül 2006 tarihli 27. sayısında, kara savaşlarında şehit olan Bursalı askerlerin görevli oldukları birliklere ilişkin geniş bilgi aktarıyor.
Aynı sayıda, Çanakkale şehidi Bursalı askerlerin listesi de yer alıyor. Oğuzoğlu, tedavi altındayken hastanelerde şehit olan Bursalı asker sayısının da 1.416 olduğuna işaret ediyor.
Çeşitli birliklerde görev yapan Bursalı askerlere ilave olarak, Gelibolu’da ayrıca bir Bursa Jandarma Taburu da bulunmaktadır.
Binbaşı Tahsin komutasındaki Bursa Jandarma Taburu İngilizlerin ağustos ayı başında Suvla’ya yaptığı çıkarmaya karşı koyan iki kahraman taburdan biridir. İngiliz kolordusunun 20 bin kişilik askeri karşısında iki tabur Türk kuvveti vardı. Bunlar Gelibolu ve Bursa Jandarma taburlarıydı.
Gelibolu Jandarma taburu Anafartaların kuzeyindeki Kireçtepe sırtlarını kapatırken, Bursa Jandarma taburu sadece 1.000 kişilik mevcuduyla, karaya çıkan düşman askerlerine karşı Anafartalar ovasını savunacaktı. 20 bin kişiye karşı bu küçük kuvvetle son derece akıllı ve cesur bir taktikle oyalama muharebesine girişildi. Düşmanın âtıl ve çekingen hareketi, Bursa jandarma Taburu’nun kendini feda edercesine düşmana karşı koyuşu, Saros bölgesinden gelecek iki tümene son derece kıymetli saatler kazandırdı.
Bu tümenlerin bölgeye ulaşmasıyla Anafartalar Grubu kurulacaktır. Ahmet Fevzi Bey’in daha ilk gün görevden alınmasıyla Albay Mustafa Kemal Anafartalar Grubu komutanlığına atanacak, ertesi sabahki Türk hücumunun ardından elde edilen Anafartalar Zaferi, bir anlamda savaşın sonunun habercisi de olacaktır.
Tayfun Çavuşoğlu’nun yazdığı ve yakın tarihimizin bu önemli dönemine ilişkin tartışmaların ele alındığı “İftiralar, Yalanlar, Polemikler – Çanakkale 1915″, dayanaksız iddiaları ve tarihi gerçekleri ortaya seriyor. Kastaş Yayınevi’nce yayınlarak raflarda yerini alan, internette de satışa sunulan kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında şu ifadeler bulunuyor:
“…Çanakkale Savaşı üzerine özellikle son yıllarda yazılan kitaplarda doğru ve dürüst yaklaşımlara da, cehaletin, aymazlığın, tarihe ihanetin ve yalanın bin bir türlüsüne rastlamak da mümkün…
Öylesine şaşkınlık yaratacak örnekler var ki… Kimisi, deniz savaşları (18 Mart) ile Gelibolu’daki kara savaşlarını (25 Nisan) kronolojik olarak ayırt edebilecek bilgiden bile yoksun!
Çünkü gerçeği ideolojiye kurban etmeyi kafaya koymuşlar bir kere… Tek amaç, her ne pahasına olursa olsun Çanakkale’den Mustafa Kemal’in adını silip atmak…
Mustafa Kemal’in adı geçmesin, Mustafa Kemal o başarıdan pay almasın yeter! Varsın verdikleri tarihler de, sayılar da, orduların muharebe düzenleri de yalan-yanlış olsun, ne çıkar!
Meydan boş zannedilmesin… İşte polemik konuları, yalanlar, iftiralar ve tarihi gerçekler…”
Kaynak: http://www.bursadabugun.com/haber/ates-kan-ve-olum-canakkale-1915-457991.html