Türk tarih ve edebiyatında “göç” ve “balkan” ifadeleri başka hiçbir iki kavram kadar iç içe değildir. Balkanlar, Türklerin başlangıç noktası Orta Asya olan göç dalgasının bitiş noktası oldu. İlk olarak Orta Asya’dan başlayan, Avrupa’nın etnik, siyasi ve sosyal yapılarında derin izler bırakan Kavimler Göçü’nü tetikleyen Türk ilerleyişi Balkan Yarımadası’na kadar ulaştı. Asırlar boyunca süren bu hareket neticesinde; Kıpçaklar, Kumanlar, Macarlar, Bulgarlar gibi Türk kökenli halkaların oluşturduğu siyasi yapılar, bölgede hakimiyet kurdu. Ancak, bu yapılar uzun soluklu olmadı. Kalabalık Balkan halkları arasında eriyip giden bu topluluklardan günümüze, Macar, Bulgar, gibi isimler dışında bir hatıra kalmadı…
Balkanların menzili olduğu ikinci göç dalgasında Orta Asya’dan başlayan Hazar Denizi’nin güneyinden geçerek İran üzerinden Anadolu’ya, oradan da Balkanlar’a ulaşan yoldur. Kuzey yoluyla yapılanın aksine, bu göç yolculuğu henüz sonuçlanmadı. Hareketliliği devam ediyor. Özellikle Osmanlı’nın Anadolu’da etkin bir siyasi olarak ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra yönünü Batı’ya çevirmesi ile göç dalgası yeni bir ivme kazandı. Osmanlılar Balkanlar’da giriştiği süratli fetih hareketlerini, yoğun bir göç ve iskan politikaları ile destekledi.
Türklerin Rumeli’ye geçtiği 1353’ten başlayarak, Osmanlı’nın hezimete uğradığı 2. Viyana Kuşatması’na (1683) kadar, 300 yılı aşkın süre boyunca Balkan Yarımadası, Anadolu’dan sürekli göç aldı. Bu salt bir göç dalgası; salt bir insan hareketliliği değil, aynı zamanda devlet tarafından uygulanan bir iskan politikası şeklinde devam etti. Yeni yerleşim yerleri kuruldu, ibadethaneler, sosyal yapılar inşa edildi. Öyle ki; Osmanlı Devleti tarafından Balkanlar’a inşa edilen yapıların sayısı Anadolu’ya yapılanlardan fazladır. Osmanlı Devleti bu politikayla bir taraftan yeni ele geçirdiği topraklara yerleşmeyi hedeflerken diğer taraftan ise Anadolu’da kendisine sorun çıkarması muhtemel aşiretleri Balkanlar’da iskana tabi tutarak, olası isyanların ve kargaşalıkların önüne geçmeyi hedefledi. İşte bu düşünceyle, başta Karaman (Konya, Karaman) Karesi (Balıkesir) Saruhan (Manisa) ve Menteşe (Muğla) havalisi sakinleri olmak üzere farklı meslek guruplarından ve sanat erbaplarından yüzbinlerce insan sistemli bir şekilde Balkan coğrafyasına yerleştirildi.
Menzil değişiyor
Osmanlı’nın Balkanlarda ilerlediği süreç boyunca batı istikametli devam eden göç hareketi 1683’teki başarısız 2. Viyana Kuşatması ile yön değiştirdi. Bu tarihten itibaren bir geri dönüş başladı, göçün başlangıcı ile menzili yer değiştirdi. Yüzyıllar boyunca göçün başlangıcı olan Anadolu bu tarihten itibaren göçün yeni menzili haline geldi. Göç olgusundaki bu değişim, sadece yön sınırlı kalmadı, aynı zamanda göçün niteliği de değişti. Yüzyıllar boyunca ekonomik ve sosyal merkezli yaşanan göç dalgası yerini, merkezinde siyasi gelişmelerin yer aldığı, insanların hayatta kalabilmek için yerlerini yurtlarını terk ettikleri bir harekete dönüştü. Geriye dönüş olarak da nitelendirilebilecek bu göç dalgasının bazı önemli dönüm noktaları vardır. Bunlar; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, 1912 Balkan Savaşları, Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, 1951 ve 1989 Bulgaristan göçleri…
Balkanlar’a yönelik Türk göçlerinin Balkanlar’dan Türk göçlerine dönüşmesinden 1878’e kadar olan göç hareketleri sınır bölgelerinden daha iç kesimlere doğru çekilmek şeklinde cereyan ederken, peş peşe gelen toprak kayıpları eski iç bölgeleri kısa sürede sınır bölgesine dönüştürdü. Özellikle 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ın Ruslara terk edilmesi ve Avrupa’daki toprak kayıpları neticesinde 1800’lü yılların başlarına kadar yaklaşık 500 bin insan Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerine göç etmek zorunda kaldı. Bu tarihten itibaren göç ve muhacirlik Balkanlar’da yaşayan Müslümanlar ve Osmanlı Devleti için sıradan bir olguya dönüştü. 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşı, Balkanlar’da hızla yayılan milliyetçilik ve çetecilik faaliyetleri, 1856 Kırım Savaşı gibi gelişmelerin etkisiyle 595 bin göçmen Avrupa’daki Osmanlı topraklarına yerleştirilirken, 413 bini ise Anadolu’ya geçirildi.
Göç ve katliam
Osmanlı Tarihi’nin ve Balkan Müslümanlarının tarihinde kırılma noktası olan ve yarattığı tahribat yüzünden Büyük Bozgun olarak da anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında 1 milyon 253 bin 500 kişi göç etmek zorunda kaldı. Bu savaş öncesinde Osmanlı’nın Balkan topraklarını oluşturan Tuna ve Edirne vilayetlerindeki 1,5 milyonluk Müslüman nüfusun yüzde 17’sine tekabül eden 261 bin kişi de ya katledildi ya da sürgün sırasında hayatını kaybetti. Balkan Savaşları, Rumeli’den Anadolu’ya göçlerin diğer önemli kırılma noktalarından birisidir. Amerikalı bilim adamı Justin McCarty’nin demografik analizlerine göre; Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar geçen sürede 413 bin kişi Anadolu’ya göç ederken, 600 bin üzerinde Müslüman da ya katledildi ya da göç yollarında yaşamlarını yitirdi.
Cumhuriyet Dönemi’nin ilk önemli göç dalgası Türk ve Yunan hükümetleri arasında imzalan Mübadele Antlaşması’nın sonucunda gerçekleşti. Anlaşma gereğince 1 milyon 200 bin Hristiyan Anadolu’dan Yunanistan’a göç ederken, 498 bin Müslüman da Anadolu’ya yerleştirildi. Mübadele’den sonra Balkanlar’dan Anadolu’ya yönelik göçler küçük kafileler halinde devam ederken, 1951’de göç trafiği yeniden hareketlendi. Bulgar Hükümeti Türkiye’ye verdiği nota ile 3 ay içeresinde 250 bin soydaşı Türkiye’ye göndereceğini bildiridi. İki yıl devam eden bu süreçte de 154 bin soydaş Türkiye’ye geldi. Yine 1969-1978 yılları arasında Türkiye ve Bulgaristan hükümetleri arasında imzalan Yakın Akraba Göçü Anlaşması ile 10 yıllık süreçte Bulgaristan’dan Türkiye’ye 130 bin göçmen geldi.
Bulgaristan’da Todor Jivkov rejimi ile başlayan ulus inşa etme çabaları, özellikle 1984 yılından itibaren ‘soya dönüş’ projesi ülkedeki Türk azınlığı hedef almaya başladı. Türk isimlerinin silah zoru ve baskıyla Slav isimleriyle değiştirilmesiyle hızlanan süreç; Türkçe konuşma yasağı, Müslümanların ibadetlerinin engellenmesi, geleneksel kıyafetlerin giyilmesinin yasaklanması gibi kısıtlamalarla devam etti. Türklerin bu yasaklara karşı gösterdiği direniş ile tırmanan gerilim, 1989 yılında yüz binlerce insanın sınır dışı edilmesi ile neticelendi. Avrupa’da 20. Yüzyılın son büyük sürgünü olan bu olay neticesinde ellerine birer bavul tutuşturulan soydaşlar soluğu Türk sınır kapısı Kapıkule’de aldı. Mayıs 1989’da başlayan bu göç hareketi bir yıl boyunca devam etti. Bu süre içerisinde 345 bin 960 kişi Türkiye’ye göç ederken, bunların 133 bin 56’sı da Bursa’ya yerleşti.
Bugün üzerinden 26 yıl geçen son göç dalgası, Bursa’nın demografik, ekonomik ve siyasi açıdan büyük bir değişim yaşamasına yol açtı. Zaten hemen her yönden gelen göçlerin en önemli hedef merkezlerinden birine dönüşen Bursa, son göçle birlikte belki de Osmanlı’nın başlangıçtaki iskan politikasına nazire eder gibi özüne kavuştu. Fakat şu hala bir gerçek ki Bursa’nın kalbinin yarısı hala Balkanlar’da atıyor…
NOT: Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi yayın organı “Çağdaş”ta yayınlanmıştır. 2-7-2015