Büyük Kafkas Sürgünü’nde Vatan (21 Mayıs 1864) |
Rus çarlığı, asırlarca coğrafî konumu gereği, önce Karadeniz’in kuzeyini ele geçirmek sonra da batıda Türk boğazlarına ve Balkanlara, doğuda Kafkasya’ya hakim olarak güneye inme siyasetini takip etmiştir. Ancak, Kafkasya, Rusya’nın Anadolu, İran ve Suriye’ye inişini engelleyen doğal bir settir. Kafkasların bu özellikleri ile Ruslar için askerî ve ticarî bir önemi vardır. Bu nedenle Rus çarlarının çoğu bu geniş ve verimli sahayı Ruslaştırmayı ve ahalisini kendine bağlamayı ilke edinmişti.
Rusya, 1552’de Kazan’ı ve 1556’da Astrahan’ı hakimiyeti altına aldıktan sonra Kuzey Kafkasya’ya doğru ilerlemeye başladı. Bu iki hanlığın zabtından sonra Ruslar, Kabartaylar üzerine yoğun taarruz hareketine başladılar. Bu taarruzlar neticesinde bölge işgal edildi. Osmanlı Devleti, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Kırım’ın bağımsız olması yanı sıra Kabartayların Rusya’ya terk edilmesini de kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Rusya Kuzey Kafkasya’ya sokulmaya başlayınca 1777’de Rus-Çerkes çatışması patlak verdi. Ruslar, Kırım ve Kuzey Kafkasya’da askerî harekâtın yanı sıra kolonileştirme faaliyetine de giriştiler. Rus kolonileştirme metodu: Askerî harekât sonrası işgal edilen sahalara kaleler inşa etmek ve çevresine Kozakları (Rus Kazakları) ve
Rusya’nın içerilerinden getirtilen Rus göçmenlerini iskân etmekti. İlhak
sonrası Kuban bölgesindeki Müslümanlar genel bir kıyıma maruz kaldılar.
1832 yılında Kuzey Kafkasya’da tüm bölgeyi boydan boya birbirine kaleler ve çiftçi H-
ristiyan topluluklarla bağlayan ünlü Kozak Hattı tamamlanacaktır. Öte yandan, Ortodoks kilisesi vasıtasıyla bölge halkının bir kısmı Hıristiyanlaştı rılacak ve özellikle Osetlere karşı misyonerlik faaliyetleri yürütülecekti. (2,3)
Kuzey Kafkasyalıların ilk örgütlü direnişi, 18. yüzyılın sonlarına doğru Dağıstanlı Şeyh Mansur tarafından gerçekleştirildi. Şeyh Şamil döneminde Dağıstan ve Çeçenistan’ın bütününü etkisi altına alacak olan Müridizm (Gazavat) hareketini de başlatmış oldu. Asıl adı Uçerma (Ruslar Uçurma der) olan Şeyh Mansur, Ruslara karşı beş yıl savaştıktan sonra 1791 yılında tutsak edilerek Petersburg’a götürüldü ve 13 Nisan 1791’de de idam edildi. 1790’a kadar İmam Mansur’un yönetiminde Çerkes kuvvetleri ve Rus orduları savaştılar. 16 Şubat 1801’e gelindiğinde Rusya, Gürcistan’ı ve Abhazya’yı ilhak ettiğini açıkladı. Bu tarihten sonra Rusların Kafkasya’da hâkimiyeti daha da artmaya başladı. (1)
Kafkasya Dağlılarının İstiklâl Mücadelesinde Müslüman din adamları önemli rol oynadılar. Özellikle, Çerkesya’daki halkın özgürlüklerine düşkünlüklerinde İslamî duruş önemli bir mevzi sağladı, 19. yüzyılda Rusya’nın Kafkasları işgal etmesini yıllarca geciktirdi ve Kafkasya halkları arasında birlik ve dayanışma oluşturulmasına vesile oluşturup, Ruslara karşı ortak kimlik özelliği vererek Kafkas halklarının “Birleşik Kafkasya” ideali etrafında toplaşmasını sağlamada alternatif meydana getirdi. (1)
1829 tarihi, Kuzeydoğu Kafkasya’da başlayan aynı zamanda Kafkasya’nın özgürlük mücadelesinde önemli dönüm noktalarından biri olan “Gazavat” savaşlarının da başladığı tarihtir. Aynı zamanda Çarlık Rusya’sının ordularına karşı direniş, zamanla birkaç kabilenin direnişi olmaktan çıkıp tüm Kuzey Kafkasya’nın özgürlük savaşına dönüşecek yeni bir dönemin adıdır. İmamların öncülüğünde yavaş yavaş bütün Kafkasya’ya yayılan özgürlük savaşı, cesareti, halkları harekete geçirmedeki ustalığı, politik ve taktik yeteneği ile Şeyh Şamil bu hareketin en kıdemli ve en karizmatik önderi oldu. (1)
İmam Gazi Muhammed, 1829’da Kafkasya özgürlük Mücadelesinden en etkili Gazavat (Ruslara karşı cihad) hareketini, arkadaşı Şamil’le Dağıstan’da başlattı. 1832’de Gazi Muhammed, Ruslar tarafından Gimri’de şehid edildi. Şamil son anda kurtuldu, aylarca yaralı yattı. İmam Hamzat, Gazi Muhammed’in yerine geçti. Onunda 1834’de Hunzah’da Cuma namazı kılarken şehit edilmesinden sonra, İmamlığa Şamil seçildi. Ruslara karşı yaklaşık 25 yıl mücadele verdi. 1834 tarihinden itibaren Dağıstan’da, Çeçenistan’da, Osetya’da, Karaçay ile Kabardey’de ve Batı Çerkesya’da ortaya çıkan kurtuluş mücadeleleri ortak ulusal karakter kazandı. (5)
1848’de Şamil’in naibi Muhammed Emin, Kuzeybatı Kafkasya’da faaliyet gösterdi. Muhammed Emin, Şamil’e bağlı ama gerçekte tamamen Adiğe geleneklere göre yönetilen bir yönetim biçimi kurarak önemli bir başarı sağladı. Onun sayesinde, halk, sömürgeciliğe ve baskılara karşı olduğu için “Gazavat” bayrağı altında Ruslarla mücadele etti. (1)
Kafkasya’da bütün bunlar olurken. Batılı devletler ve Osmanlı da olayları yakından takip ediyordu. Artık Avrupa, Kafkas-Rus Savaşı’nın acımasız ve haksız olduğu kadar, kanlı ve dengesiz olduğunu iyice anlamıştı. Fakat İngiltere kendisinin Uzak doğuda menfaatleri için kuzey Kafkasya ile ilgilenmekte, Rusya ile arasının açılmasını istememekte idi. Osmanlı ise mağlubiyetler sonucu; Türk-İslâm coğrafyasının dört bir yanından gelen göçler karşısında elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Fakat bu gaileler ile baş edecek gücü yoktu.
Rusya, Kırım Savaşı (1853-1856) sonrasında kendisini Kafkasya’da tamamen serbest hissetti. Kafkas topluluklarına karşı uzun yıllar sürecek olan taarruzlarını artırdı. Şeyh Şamil’in 1859 yılında teslim olmasıyla Müslümanların Ruslara karşı yaptıkları savunma harekâtı kuvvetinden çok şey kaybetti. Bu tarihten sonra mücadele bir süre daha devam ettiyse de genel direniş 1863-1864 yıllarında sona erdi. Osmanlı ülkesine Çerkes göçü esasında 1829 Edime Antlaşması’ndan sonra başlamış ve 1860’larda ivme kazanmıştı. Fakat sayıları yüz binlerle ifade edilen Çerkes kafilelerinin toplu göçünün başlaması 1864 yılına denk düşmektedir. Bu tarihten itibaren Kafkasya’dan Anadolu’ya ve Rumeli’ye yönelik kitle göçleri yeniden başladı. (2,3)
1860’a kadar Rus memurları Kafkas toplumlarının göçlerini memnuniyetle karşılıyorlardı. Baskı, tahsil edilen ağır vergiler ve Sibirya’ya yapılan sürgünler göç hareketlerini hızlandırmıştı. Osmanlı Devleti kendisine sığınan Kafkas göçmenlerini Anadolu ve Rumeli’ye yerleştiriyordu. Oysa Rusya ileriki yıllarda Tuna’dan Ege denizine kadar uzanan sahada kendine bağımlı bir Bulgaristan kurmayı plânlamıştı. Bu nedenle, Kafkas göçmenlerinin bir kısmının Tuna’nın güneyine yerleştirildiğini gören Rusya, derhal Kafkas politikasını değiştirdi. Yeni plâna göre, yerli ahali zorla Kafkasya’da tutulacak ve Hristiyanlaştırılacaktı. Yahut hıristiyan olmayanlar Osmanlı topraklarına gitmeye mecbur bırakılacaktı. (2,3)
Ruslar Çerkeslerin vatanlarından sürülmelerini düzenlemek amacıyla 10 Mayıs 1862’de bir komisyon oluşturdular. Resmi olarak Kafkasya’dan yerli halkların Osmanlı topraklarına sürülmesi, 1862 yılında işte bu Kafkas Komisyonu’nun konuyla ilgili kararı onayladıktan sonra, askeri ve siyasi bir önlem olarak uygulandı. Bu dönemden sonra da artık Çerkesler için ölüm kalım savaşları başladı. Çar döneminin şoven tarihçisi R. A. Fadayev bu döneme ilişkin olarak 1865’te şöyle yazdı: “Çerkes toprakları devlete lazımdı, onların kendilerine ise hiç gerek yoktu.”
Bu karardan sonra Çarın orduları işgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmeye, imha etmeye başladılar ve yerlerine Rusları veya Rus Kazakları yerleştirmeyi yoğunlaştırdılar.
Çerkeslerin nasıl topyekûn imha ve sürgün edildikleri bir başka rus askeri hatırasında şu şekilde kayda geçilmişti: Savaş son derece amansızsa cereyan ediyordu. Biz geri dönülmesi imkânsız bir tarzda ve askerin bastığı her toprak parçasını son ferde kadar Çerkeslerden temizlenerek adım adım ilerliyorduk. Kar erir erimez ve ağaçlar yeşermeden önce yüzlerce köyleri ateşe veriyorduk. Ekinler atlara yediriliyor veya çiğnetiliyordu. Köy nüfusu gafil avlandığı takdirde, derhal asker korumasında en yakın Kazak köyüne götürülüyor ve daha sonra Türkiye’ye sevk ediliyordu. Bizim yaklaşımımız sırasında boşalan kulübelerde çoğu zaman masanın üzerinde içinde kaşığı ile beraber henüz soğumamış lapaya, üstünde iğne takılı tamiri yarıda kalmış elbiselere, döşemeye yayılmış bir şekilde bırakılan çeşitli çocuk oyuncaklarına rastlıyordu. Fakat bezen askerlerimizce canavarlığa kadar varan hunharca hareketler de yapılıyordu. (1)
Amerikalı bilim adamı Justin McCarthy Ölüm ve Sürgün isimli eserinde şu acı hatıraları nakleder: “Kendisi de Kafkasyadaki kıyıma tanık olmuş bulunan [ünlü yazar] Kont Lev Tolstoy, Kafkasyadaki müslüman köylerinin Ruslarca işgalini şöyle anlatıyor: “Avul’lara (köylere) gece karanlığında dalıvermek âdet edinilmişti; böylece, tam baskına uğramış olan kadınlar ve çocuklar kaçacak zaman bulamıyordu ve gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerin, ikişer üçer, evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki bunları hiçbir resmî rapor görevlisi [raporunda] aktarmağa cesaret edemezdi”.
“Ruslar, Çerkesler için kendi köylerinde yaşam sürdürmeyi imkansız kılacak bir saldırı ve zulüm dizisine başvurdular. Köyler önce talan ediliyor, arkasından yakılıp yıkılıyordu. Sürü hayvanları ve yaşam sürdürebilmek için gerekli başka her şey, halkın elinden alınıyordu. Rusların benimsediği yöntem, daha sonra Kafkasya’da ve Balkanlarda tekrar tekrar uygulanacak olan, göçe zorlamanın klâsik yöntemi idi: evleri, tarlaları yak, yık; kaçmaktan ya da aç kalıp ölmekten başka seçenek bırakma.” (4)
1862-1864 Çerkesya’nın çaresiz kaldığı yıllardı. Çerkeslerin önlerinde üç seçenek buluyordu: Hıristiyan olmak, Kuban’ın sol kıyısına yerleşmek ya da Osmanlı’ya gitmek. Çerkesler, Osmanlı Devletine gitmeyi seçtiler. Osmanlı Devleti, Rus zulmü karşısında yüzyıllarca kahramanca mücadele etmelerine rağmen, çaresiz kalan soydaşlarına, dindaşlarına, kucak açtılar. O yıllarda Osmanlının kendisi, girdiği savaşlardan sürekli yenik çıkmakta , borç batağında yüzmekte idi. Tamamen kardeşlik ve insanlık duyguları ile hareket ve yardım ediyordu.
Bazı yazarların zaman zaman iddia ettiği gibi, Osmanlı bu göçü teşvik etmemişti. Hıristiyan unsurlara karşı kullanma gibi bir düşüncesi de yoktu. Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde bununla ilgili onlarca belge bulunmaktadır.* (*BAO, İrade, Dâhiliye. 30579, lef-2) Üstelik Balkanlara ve Anadolu topraklarına yerleştirilen göçmenler uzun bir süre vergiden ve askerlikten muaf olacaklardı. Osmanlı devleti, muhacirleri bir an evvel verimli arazilere yerleştirmek ve üretken hâle getirmek istiyordu. (4) Fakat kader, ne Osmanlıyı, ne de Kafkas göçmenlerini rahat bıraktı. Sırp, Bulgar isyanları, çarlık ordularının baskısı neticesinde Osmanlı Türkleri ile omuz omuza düşmanlara karşı savaşmışlar birlikte İkinci bir göç dalgası ile Balkanlardan Anadolu’ya gelmişlerdir.
Üstelik Ruslar, Osmanlı makamlarının Kafkasya göçmenlerini Kafkasya sınırından uzak yerlere iskân edebileceklerini belirtti ve uygulattı. Avrupalılar da Osmanlı içindeki Hıristiyan azınlıkları korumak maksadı ile Kafkasya göçmenlerini Hıristiyanlardan uzak yerlerde iskan edilmelerini istiyorlardı. Onlarda isteklerini Osmanlı’ya kabul ettirdiler.
1864 yılı Mayıs ayının 20’sine gelindiğinde Çarlığın 4 ayrı ordusu Ubıh bölgesinin Soçi yakınlarındaki kıyıdan 50-60 km içeride, Mzımta nehrinin sağ kıyısında bulunan Kbaada Vadisi’nde buluştular. Bir gün sonra 21 Mayıs 1864’te bu dört ordu birleşerek Kafkasya’yı boşaltmanın şenliğini yaptılar, savaşın sonunu ilan edip Çarlık döneminin zaferi olarak andılar. Fakat aynı tarih bugün Çerkeslerin sürgünün yıldönümü olarak andıkları tarihtir. (1)
İşte bütün bu yaşanan olaylar neticesinde Kafkasya, Kafkasya’nın gerçek sahipleri olan Çerkeslerden arındırılmıştır.
1864 sürgününden önceki dönemlerde Adığelerin nüfusu 1 milyondan fazla idi. Ama 1864 sürgününden sonra toplam 50 binden azdı. Bu nüfusun 418 bini sadece 1863-1864 yılları arasında yerlerinden edildiler. 1858-1864 yılları arasında sadece Kuzeybatı Kafkasya’dan 398.955 kişi Osmanlı topraklarına göç ettirilmiştir. Bir tek yıl içerisinde, 1864’te 342.748 Adığe yerlerinden olmuştur. 1865’te ise 106.795 Adığe sürülmüştür. Kısacası Çerkeslerin %10’luk bir kısmı hariç tamamı yerlerinden yurtlarından sürüldüler.
Bazı Çerkesler zor koşullar karşısında her şeyi göze alıp anavatanları Çerkesya’ya dönmek istedi. Fakat İstanbul’daki Rus konsolosluğuna başvuran göçmenlere verilen cevap “Dağlıların geri dönüşü söz konusu bile olamaz” şeklinde oldu.
Kısa bir süre içerisinde Kafkas sıra dağlarını aşan on binlerce dağlı, bütün mallarını ve mülklerini bırakarak Anapa, Novorossiysk, Tuapse, Soçi ve diğer limanlara birikti. Karadeniz’in Kafkasya kıyısına yüzlerce gemi doldu.
1864’de Kafkasya’yı tamamen işgal eden Rusya, Abazaların meskûn olduğu yerleri istilâ edince kendilerine emniyet duymadığı gerekçesiyle Abazaları Kuban bölgesine yerleştirmek istedi. Kabile mensuplarının bir kısmı bu uygulamaya riayet ederken, yaklaşık 50.000 kişi Türk topraklarına göç etmek istedi. Hatta 5.000 kadarı Babıâli’nin kararını beklemeksizin Trabzon’a geldi. Bu tarihten sonra Kafkas toplulukları hür olmak, can, mal ve ırz güvenliklerini teminat altına alabilmek amacıyla göç kararı aldılar.
Göç etmeye karar verenler, taşınabilir veya taşınamaz mal varlıklarını hiçbir tazminat almaksızın Ruslara terk ederek köylerinden ayrıldılar. Kadın, çocuk, ihtiyar binlerce kişi, kitleler halinde dağlardan inerek Karadeniz sahillerinde birikti. Buralarda kış ortamında korunmasız ve giyeceksiz uzun bir süre beklemek zorunda kaldılar. Ekserisi perişan ve telef oldu .
Samsun ve Trabzon ana çıkış limanlarıydı, bu limanlara gelenler hastalığa tutuldu. Açlık, soğuk ve salgınlardan binlerce insan ölüyor ve adeta bir can pazarı yaşanıyordu. O döneme tanık olan ve Çar yönetiminin askeri sömürgeci işgaline hak veren A. P. Berje bile şöyle yazdı: “17 bin dağlının toplandığı Novorossiysk koyunda gördüklerimi unutmayacağım. Hıristiyan olsun, Müslüman olsun, ateist olsun onların durumlarını görenler mutlaka çöker ve perişan olurdu. Ruslar, Çerkeslere hayvanlara bile yapılmayacak şeyler yaptılar. Şu gördüğüm olayları kâğıda gözyaşım damlamadan nasıl yazacağım ? Kışın sağunda, kar, yağmur altında, evsiz, yiyeceksiz ve elbisesiz bu insanları tifo ve çiçek hastalığı da durumlarını iyice kötüleştiriyordu. Anasız kalmış bebekler ağlaşıyor, aç bebekler ölmüş annelerinin göğüslerinden anne sütü arıyorlardı; genç bir Çerkes kadını paçavralar içinde, açık havada, ıslak toprağın üzerinde iki yavrusu ile birlikte uzanmış, biri ölüm öncesi çırpınışlarla yaşamla mücadele veriyor, diğeri ise soğuktan kaskatı kesilmiş annenin göğsünden açlığını gidermeye çalıyor. Binlerce insan göz önünde ölüp tükeniyordu ve böyle manzaralara sık sık rastlanıyordu.”
Öylesine korkunç dramlar yaşanmakta idi ki, bugün ancak sinemalarda izleyebileceğimiz olaylar yaşandı. Örneğin, “ölü çocuğu günlerce saklayıp ninnilerle uyutur gibi yapan, ama kokan çocuk kucağından sökülüp denize atılınca, bir an bile düşünmeden kendini onun ardından azgın dalgalara fırlatan Kafkasyalı anne. Bunun gibi nice örnekler anlatılır. Bu yüzden o yolculukta sağ kurtulup yüz yaşına kadar Anadolu’nun bir dağ köyünde yaşayan bir Çerkes ninenin hayatı boyunca bir kez bile olsun balık yemediği söylenmektedir.” Benzer acı hatıralar Kırım Türkleri tarafından da yaşanmıştır.
Göç hareketi 1865’ten sonra her ne kadar kitlesel boyutunu kaybettiyse de yine de devam etti. 1856-1876 seneleri arasında göç edenlerin miktarını kesin olarak ortaya koymak mümkün görünmemektedir. Bu hususta verilen rakamlar 600.000 ile 2.000.000 arasında değişmektedir. 1877-1878 Savaşı’nı müteakip göç yine kitlesel, boyuta ulaştı ve 1877-1900 yıllan arasında Doğu Anadolu ve Kafkasya’dan en az 300.000 kişi göç etti. Osmanlı Hükümeti (Babıâli), Saltanat-ı seniyyenin tebaası(nüfusu) yeterli olmakla birlikte, iltica emeliyle vatanlarını terk edenleri reddederek Rusya’nın kahır ve şiddetine bırakmayı hilâfetin şanına muvafık bulmadığı için göçmenlerin kabul edilmesini kararlaştırdı. Kafkasya’nın Karadeniz sahillerinde biriken göçmenler, ilk olarak bulabildikleri sandal, kayık, vapur ve benzeri vasıtalarla Trabzon’a geliyorlardı. Buradan Osmanlı Devleti’nin kendilerine tahsis ettiği deniz vasıtaları ile Varna, Köstence, Bergos ve Lom gibi Rumeli limanlarına taşındılar. Bu limanlarda birikenler ise Tuna nehir yolu, demiryolu ve karayolu vasıtalarıyla Rumeli’nin iç kesimlerine sevk edildiler. Göçmenlerin taşınmasında Fevaid-i Osmaniye, Tersane-i Amire, Tuna, Bursa ve Rus kumpanyaları ile tüccarlara ait gemilerin kiralanması yoluna gidildi.
Anadolu’ya yerleştirilecek olan göçmenler ise iskân bölgesine en yakın Karadeniz limanına taşınıyordu. Bu limanlar, başta Trabzon olmak üzere Samsun, Sinop ve İnebolu idi. Göçmenler, Bursa Şirketi veya sair şirketlere ait vapurlarla Trabzon, Samsun ve Sinop’tan İstanbul’a oradan da İzmir’e sevk edildiler. Bazı göçmen grupları ise karayolu ile Türk topraklarına giriş yaptı.
Kayıt altında olan sürgün veya göçe zorlanmış Çerkeslerin miktarı hakkında hiçbir zaman gerçek sayı tespit edilememiştir. Çünkü birçok nüfus hareketi kayıt dışı gerçekleştiği gibi ölüm oranı da tespit edilememiştir. Sayısı10’dan fazla olan çıkış limanlarında düzenli bir kayıt tutulmaması ve bu limanlarda hiçbir bağlantının bulunmaması; yüksek oranlara varan ölümün kesin olarak bilinememesi, tutulan kayıtların ise belli bir yer ve zamanla sınırlı tutulması ve kesin olan rakamların da kamuya duyurulmasının engellenmesi gibi nedenlerden ötürü ‘Büyük Çerkes Sürgünü’nde Kuzey Kafkasya’dan çıkarılanların kesin sayısını gösteren tam güvenilir istatistikler yoktur. Fakat buna rağmen bazı araştırmacılar yaklaşık belli bir sayı vermektedir. Bunların en azı 600 bin ve en çoğu ise 2 milyon arasında değişmektedir. (1) Fakat, sürgün sırasında bu insanların neredeyse yarısı hayatlarını kaybetmiştir. Batan gemiler, kıyılara vuran binlerce cesetler, varılan liman veya şehirlerde çeşitli hastalıklardan ölenlerin bilinen sayıları bile korkunç boyutlardadır. Sadece Trabzon’da 1865’e kadar 53.000 Kafkasyalı vefat etmiştir.(3)
Kafkasya’da ne kadar nüfusun yerlerinde edildiği konusunda oldukça farklı rakamlar telaffuz edilmektedir. Rus verilerini dikkate alan veriler bu sayının 500 bin ile 1 milyon arasında olduğunu belirtirken, Türkiye kaynaklı çalışmalarda 1 ile 2 milyon civarında olduğu iddia edilmektedir. Örneğin, Habiçoğlu ve Polatkan için bu rakam 1,5 milyon civarındadır. Polatkan’a göre. Büyük sürgün sürecinde yerlerinden edilen Çerkeslerin 200 ile 400 bini Balkanlara, 1 milyonu Anadolu’ya, 25 bini Suriye ve Ürdün’e ve 10 bin kadarı ise Kıbrıs’a yerleştirilmişlerdir. Yine, Rus kaynaklarını referans gösteren Avagyan’a göre ise bu rakam 398 bin kişi ile sınırlı idi. Aynı belgelere dayanan Ceridei Havadis gazetesi(8 R 1278/Ağustos 1861) 1855’ten 1861’e kadar 350 bin göçmenin Osmanlı topraklarına geldiğini yazarken, Sadrazam Ali Paşa 1864’te padişaha verdiği raporda 1855-1864 arası dönemde 311.333 kişi olduğunu belirtiyordu. Fakat 1861’den sonra da çok yoğun bir şekilde Kafkasya’dan ayrılmalar/sürülmeler olmuştur. Bu döneme ait sürgün ancak 1865’te tamamlanabilmiştir. Yine McCarthy’e göre 1856-1864 arası topraklarından çıkartılan Çerkes sayısı takriben 1.200.000 kişidir. Bunlardan 400 bin kişi yollarda yaşamını yitirmiş ve 800 bin kişi de yerleşim yerlerine ulaşabilmiştir. Avagyan’ın kendisine göre 1857-1866 arasında 1 ile 1,5 milyon arasında nüfus Osmanlı İmparatorluğuna yerleştirilmiştir. Berzeg’e göre, 1857-1876 yılları arasında 1.400.000; Akarlı’ya göre, 1860-1878 arası 400.000; Karpat’a göre, 1859-1879 arası 2 milyon; Kafkasya Genel Valisi’ne göre 1858-1864 arası 398.000; Ali Meram Kemal’e göre, 1 milyon (ve bu nüfusun 300 bini Balkanlara gerçekleştirilmiştir); Dündar’a göre 1859-1979 arası 2 milyon; Erkan’a göre 1860-1876 arası 700.000; Bice’e göre, 1859-1879 arası 2 milyon; Journal de Costantinople’nın 11 Ocak 1865 tarihli haberine göre, 520.000; Bianconi’e göre, 1876 tarihi itibariyle 600.000; Fadeyev’in 1864 tarihi itibariyle 1 milyon; D. E. Eremeev 1875 tarihi itibariyle 1.800.000; genel olarak Ayde-mir’e göre, 1,5 milyon (300 bini Balkanlara); İpek’e göre, 1.508.000 (yine 300 bini Balkanlara); Tuna’ya göre, 800 bin; R. G. Landa’a göre, 1-3 milyon arası; Kaflı’ya göre, 1.616.000; İstanbul’da ilk defa Çerkesce basılan Guaze dergisine göre, 1.760.000 kişi Kafkasya’dan sürülmüştür. 1864 tarihi itibariyle yine bu sürgünlerden F. Ph. Kanitz’a göre 250.000’i ve Pinson’a göre, 420.000’i Balkanlara doğru gerçekleşmiştir. Bilindiği üzere, bu sürgün mağdurları kısa bir süre sonra bu yerlerinden de sürülerek, Anadolu’ya, Suriye ve Ürdün’e yerleştirilmişlerdir. (1)
Sürgün edilen toplam nüfus hakkında iddia edilen farklı rakamlara rağmen şurası açıktır ki, gerçekler belgelenen rakamların çok üstündedir: Tüm Kuzey Kafkasya’da kalan ve yer değiştirmeyen bütün Çerkeslerin sayısı 150 ile 200 bin dolayındadır. 19. yüzyılın ilk yarısında yalnızca Kuzeybatı Adığelerinin bir milyona yakın nüfusa sahip olduğu düşünülürse Kafkasya’daki soy kırımın ne kadar bir nüfusu yok ettiği anlaşılacaktır.
Özellikle 1864 ve daha sonraki tarihlerde Kafkas-Rus Savaşları neticesinde Kafkasya’dan 2 milyon 200 bin kişi yerlerinden edilmiştir; bunların 1 milyonu savaş ve göç esnasında uğradıkları şiddet karşısında hayatını kaybetmiştir. (1)
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden itibaren, bulundukları memleketlerde dinî, siyasî ve ekonomik baskılarla bunalan toplulukların sığınağı olduğu bilinmektedir. Kafkasyalılar ise hem akrabaları hem dindaşları idiler. Çoğu Osmanlı padişahının annesi de, Kafkasyalı idi.
Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen İslâm ahlâkı’da muhacire kol kanat germeyi kardeş olmayı öğütlüyordu:
“İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah’tan hoşnuddurlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur.”( 9/100)
“Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” (51/19)
“Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler. «Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.» derler.” (76/8-9)
“O yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için yapmaz.” (92/19) “Ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu gözeterek yapar.” (92/20)
Osmanlı hükümeti, muhacirlerin tahminlerin çok üstünde gelmesi karşısında, Belediyelerin yürüttüğü işleri, 1 Ocak 1860 tarihinde Muhâcirîn Komisyonu’nu kurarak, ona devretti. Komisyon, büyük kitleler halinde Osmanlı Devleti’ne göç edenlerin düzenli bir şekilde yerleştirilmesi için önemli hizmetler gören, hatta muhacirlerden kimsesiz olanları durumlarına göre sanayi, idadî, askerî okullara gönderme, yetişkin kızları evlendirme, manevî evlâtlık verme, hür oldukları halde zorla esir tutulanların durumunu araştırıyordu. Bu bilgileri Şeyhülislâmlığa gönderiyor, bilgilendiriyordu.
Düşmanlar, Osmanlı Devletini ve Kafkasyalıları rahat bırakmamıştır. Birlikte omuz omuza, düşmana karşı mücadele verildi. Kafkasyalı, elinden silahını hiç bırakmadı. O’nu her zaman Allah yolunda cihad için kullandı.
Sonuçları ve süreç itibarıyla bakıldığında Kafkas-Rus Savaşları, zalimce, gayri insani koşullarda gerçekleşmiştir. Yaşanan süreç ve sonuçların kendisi ise, çağın değerleri ile söylenecek olursa ‘İnsan Hakları’na aykırıdır ve bir soykırımdır. Çünkü Çerkesler, Rusların önünden kaçmış halk değildir. Çerkesler tarihte örneği olmayan vatan savunması vermiş ve kaybettiği için de ülkelerinden zorla çıkartılmış bir halktır. Yaşanılan olayları izah etmeye, değil göç hatta sürgün kavramı bile zayıf kalır. Ancak katliam hatta soykırım bu olayın karşılığı olabilir. Kaldı ki. Resmi Rus tarihinde, “Dağlıların Göçü” olarak tanımlanan, 19. yüzyılın bu büyük nüfus hareketinin bir sürgün olduğu artık kabul ediliyor olmasına ve tarihin en önemli sürgünleri arasında olmasına rağmen, Kafkasya halklarının uğradığı bu dramatik facialar ne yazık ki uluslararası düzeyde dikkate değer bir ilgi görmemiştir. Oysa sürgün, Çerkeslerin tarihi gelişiminde olumsuz rol oynamıştır. Bu yaşananlar sosyoekonomik, politik ve kültürel gelişmeler açısından Kafkasya sınırları içinde dahi onlarca yıl onları geri bıraktı. Rus Çarının politikası sonucunda Çerkes halkı darmadağın oldu. Şimdi ortada sürgün öyküsünden başka bir sorun daha var: Çerkeslerin Çarlığın uyguladığı soykırım sonucunda yitirdiği büyük, telafi edilemez maddi, kültürel, insani ve toprak kayıplarını kim nasıl tazmin edecek? Çarlık dönemindeki Rusya’nın, yani Rus Çarlığının katliam/soykırım bir yana Çerkesleri sürgün ettiğine dair bir karar almış veya aldırılmış bile değildir…! (1)
“Birleşik Kafkasya” ülküsü, Şeyh Şamil’in öncülüğünde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Aynı ülkü, Bolşevik ihtilalinden sonra 11. Mayıs 1918’de “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin istiklâli ile ilan edilmiştir. Osmanlı “Gönüllü Kafkas İslâm ordusu” Kafkasya’da kurulan Cumhuriyetlere yardımcı olmuştur. Fakat Osmanlı Ordusunun Mondros Mütarekesi sonucu geri çekilmesi sonucu; bu Cumhuriyetler (Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya), Bolşevikler tarafından Rus çarlarından miras aldıkları şekilde tarihe hapsedilmek istenmiştir. 1921 yılının haziran ayında Kuzey Kafkasya’yı Bolşevikler tamamen işgal etmiştir. Bugün, siyasi coğrafya açısından Kuzey Kafkasya; Karaçay-Çerkes, Kabardin-Balkar, Adıgey, Kuzey -Güney Osetya, Abhazya, Çeçen-İnguşetya ve Dağıstan gibi bölgelere ayrılmıştır. Kuzey Kafkasyalı hemşehrilerimizin “Birleşik Kafkasya” ülküsünü gönüllerinde daima canlı tutmalarını dileriz.
Yüce Allah, Ay yıldızlı bayrağımızı, devletimizi başımızdan eksik etmesin. Cenâb-ı Allah, Anavatan Türkiye’de, Kafkasyalıları Osmanlı Türkleri ile Kafkasya boylarını birbirleri ile sütkardeşi, kan kardeşi ve ahret kardeşi kıldı, akraba kıldı. Bu, birliğin, bu dirliğin Ata vatan “Birleşik Kafkasya”ya da nasip olacağına inancımız tamdır. Birlik için gayret edenlere ne mutlu. Dirlik için gayret edenlere ne mutlu. Allah’ın selamı ve nuru, bugünleri bize miras bırakanlara ve gelecekte “Birleşik Kafkasya”yı kuracak olanların üzerine olsun.
Sözlerimi “1965”yılında “Kuzey Kafkasya Türk Kültür ve Yardım Derneği”nin hazırladığı “Şimali Kafkasya İstiklâli”ni anma gününe Ötüken Dergisi yazı işleri müdürü Mustafa KAYABEK’in gönderdiği mesajla bitirmek istiyorum:
“Anadolumuz’un yüksek dağlarından Kafkasya’mızın doruklarına selâm. TANRI TÜRKÜ KORUSUN.” (6)
Kaynaklar: