1936 yılının Bursa baharı… Güneş sıcak yüzünü göstermiş, ıhlamur kokuları kente yayılmaya; manolyalar, erguvanlar açmaya başlamıştır. Resmi daireler 17.30’da paydos etmiş; “Caddede buluşalım.” diye randevulaşan Bursalılar huzur turlarına çıkmışlardır. En güzel kıyafetlerini giyen hanımefendiler, beyefendiler, kol kola girmiş genç kızlar, resmi kıyafetleriyle askeri lise öğrencileri ve yeni alınan bisikletleriyle tura katılan çocuklar… Zaman zaman yol üzerindeki muhallebicilerde verilen molalarla devam eden bir tur.
“Caddede buluşalım!” Böyle bir randevu olur mu? Evet, 30’lu yılların Bursa’sında olur. Caddede buluşalım demek, o zamanki Gazi Paşa Caddesi’nde 4-5 tur atmak demektir. “Piyasa Turu” ya da “Huzur Turu” adı verilen bu yürüyüşler şimdiki Atatürk Caddesi’nde, Ulucami ile Mahfel arasında yapılırdı. Ama Bursalılar için cadde Heykel’dir, Heykelönü’dür.
1931 yılında Atatürk Heykeli’nin Adliye ve Defterdarlık binalarının önündeki alana konulmasıyla başlar Heykel’e gitmek. Gitmek mi dedim, düzeltiyorum. Bursalılar bilir; Heykel’e gidilmez, Heykel’e çıkılır!
O zamanki adıyla Gazi Heykeli’nin hikâyesi İstanbul’da bir heykel atölyesinde başlar. Genç heykeltıraş Nijat Bey, İstanbul’daki büyük atölyesinde hummalı bir çalışma içerisindedir. Cumhuriyetin ilk anıt heykelleri yabancı heykeltıraşların elinden çıkmakta ve Türk heykeltıraşların böyle bir heykeli dökemeyeceği düşünülmektedir. Bunun mümkün olabileceğini kanıtlamak isteyen Nijat Sirel, Azapkapı’da kendi kurduğu heykel dökümhanesinde 12 parça olarak döktüğü Gazi Heykeli’ni Şişli’deki atölyesinde yapmaktadır.
Heykelin yerli mermerlerden yapılan 5 metre yüksekliğindeki kaidesi Eylül 1930’da Bursa’daki yerine yerleştirilmiştir bile. Ancak Bursalılar kaidenin üzerine konacak Gazi Heykeli’ni bir yıl sonra görebileceklerdir. Geceli gündüzlü çalışarak ve hocası Mahir Tomruk’un da desteğiyle 14 Eylül 1931 tarihinde tamamlanan heykel bazı parçaları içten cıvatalarla birleştirilerek Bursa’ya beş parça olarak nakledilir. 22 Eylül’de Mudanya’dan Bursa’ya ulaşan heykelin parçaları vinç tertibatı kurularak kaidenin üzerine yerleştirilmeye başlanır. Heykeltıraş Nijat Sirel de Bursa’dadır ve heykelin yerleştirilmesine bizzat nezaret eder.
29 Ekim 1931’de Hükümet Meydanı’nı hıncahınç dolduran Bursalılar büyük bir coşku içerisindedir o gün. Hem Cumhuriyet Bayramı kutlanacak hem de Gazi Heykeli’nin açılışı gerçekleşecektir. Vali Fatin Bey heykelin üzerindeki beyaz örtüyü kaldıracak olan ipi çekerken mızıka da İstiklal Marşı’nı çalmaktadır. Heykeli gören Bursalıların alkış sesi büyük bir uğultu halinde yükselir.
Heykel, Bursa’nın kalbidir. Her ne kadar kent batıya yönelmiş olsa da Bursa’nın kalbi olmaya devam ediyor. Ama o eski zamanlardaki sıcaklık, samimiyet yok artık. O zamanlar çok gerilerde kaldı.
Caddenin bir ruhu olduğu zamanlara, huzur turumuza dönelim. Parke taştan döşenmiş caddeden, Yeşil Türbe’nin, Hünkâr Köşkü’nün ve hatta Işıklar Askeri Lisesi’nin göründüğü yıllara. Ne demiştik… Yıl 1936… Bir Bursa baharı…
Heykelin etrafına dikilmiş çam fidanları henüz kısacık. Heykelin arka kısmında yer alan adliye ve defterdarlık binaları tam 10 yıl önce yapılmıştı. Daha arkalarda ise tüm heybetiyle Uludağ durmaktadır.
Üzerinde “C. Alanı- Çelikpalas” yazan bir yolcu otobüsü, parlak parke taşlarıyla döşeli caddeden, çıkardığı pıtırtılarla salına salına yol alıyor. Bursalı karoserciler tarafından yapılan alt yanı vişneçürüğü, üstü krem renkteki otobüs, Bursa’nın kumbara biçimli ilk meydan saatinin sağından Setbaşı’na ilerliyor.
Meydan saatinin karşısındaki sıra dükkânların en sağındakinde telaşlı bir koşuşturma devam ediyor. Burası soyadı kanunu ile Kitapçı soyadını alan Ali Haydar’ın kitapçı dükkânıdır. Ali Haydar Kitapçı’nın şuan Emirsultan’da bulunan mezar taşında da kitap kabartması bulunmaktadır.
Aynı zamanda gazete başbayiliği de yapmaktadır Kitapçı Ali Haydar Bey. İstanbul’dan sabahın erken saatinde yola çıkan vapurla 4-5 saatte Mudanya’ya ulaşan gazeteler iskelede bekleyen Ali Haydar Kitabevinin araçlarıyla Bursa’ya ancak öğlen ulaşmaktadır. Dükkânın önünde sabırsızlıkla bekleyen çocuklar, daha gazeteler içeri alınmadan gazeteleri koltuk altlarına almış, caddedeki müşterilerin peşine düşmüşlerdir bile: Yazıyooor, yazıyoorrr!
Koşarak yanına gelen çocuktan gazetesini alan kereste tüccarı Kaya Bey, evlerin birbirine yapıştığı, Tophane Mahallesi’ndeki Ortapazar Caddesi’ne doğru ilerlemekte. Yeni alınan beyaz gömleğinin ucunu çekiştirerek babası Kaya Müren’in elinden sıkıca tutan beş yaşındaki Zeki, küçük adımlarla geçiyor Heykelönü’nden.
Sanatın güneşi henüz yüzüne vurmamış olan Zeki, o gün annesinden ilk tokadı yiyecektir yüzüne! Evde vişne reçeli yapılmaktadır ve beyaz gömleğine vişne damlatan Zeki Müren o günün kötü hatırasını unutamayarak şöyle yazacaktır yıllar sonra, “Bıldırcın Yağmuru” adlı kitabındaki “Vişne Lekesi” şiirinde: “Anamın ilk tokadı / Yaradana ilk kinim / Kendime ilk inancım / O meşhur reçel günü.”
Bir sene önce Belediye Fen Memuru olarak göreve başlayan İhsan Uzer, işten çıkarak Nalbantoğlu Mahallesi Taşkapı Sokak’taki evine uğrar. Kostümünü aldığı gibi caddeye çıkar. Heykelönü’nde bulunan şipşakçı fotoğrafçılara yakalanmadan hızla Setbaşı’nda şimdiki Mahfel’in yanındaki sokakta bulunan Halkevi’ne gelir. Halkevi Gösterit Kolu, uzun süredir “Mavi Yıldırım” adlı oyuna hazırlanmaktadır. İhsan Uzer, akşam sekizde oyunun provaları için arkadaşlarıyla eskiden Ermeni Kilisesi olan binaya geçecektir. Günümüzdeki Setbaşı Ortaokulu’nun bulunduğu yerde olan kilise, kısa bir süre önce kendini feshederek Halkevi’ne katılan Bursa Muallimler Birliği tarafından kullanılmaktaydı.
Doğduğu kentte ilk karikatür sergisini açmak üzere olan Cemal Nadir de hızlı adımlarla geçmektedir Heykel’den. Tam 10 yıl önce gazete ve dergilerde çalışabilme umuduyla gitmiştir İstanbul’a. Dönüşünde bir tabelacı dükkânı açmıştı Ünlü Cadde’de, şimdiki İskender Kebapçısı’nın karşısındaki küçük dükkânda. Koltuk altında yine çocukluğundaki gibi kâğıtlarla yürüyor. İşte Feraizci Sokak köşesine yeni yapılan Ziraat Bankası binasını geçiyor. İnşaat halindeki Derman Apartmanı ve CHP İl Yön Kurul binasını geçtikten sonra kahvehanede kendisini bekleyen çocukluk arkadaşı Rıza Ruşen’i de alarak yola devam ediyorlar. Çocukluk arkadaşı Rıza Ruşen Bursa’da gazetecilik yapmaktadır. Serginin açılacağı Tayyare Cemiyeti binası biraz daha ileridedir. Şimdi yerinde yeller esen ulu çınar ağacını geçip eczanesinin kapısında bekleyen Mefküre Hanım’la selamlaşıyorlar. Cemal Nadir, yıllar sonra tanınan bir sanatçı olarak memleketinde olmanın keyfini yaşamaktadır doyasıya.
Cemal Nadir’le aynı tarihte doğan ve o günlerde Bursa’da olan biri daha vardır: Nâzım Hikmet. 31 Mayıs 1933’te elleri kelepçeli gelmiştir ilk kez. Heykel’deki adliye binasında yargılanan “Mavi Gözlü Dev” bir buçuk yıl kalacaktır Bursa’da. Ağustos 1934’te ilk köy filmi olan “Bataklı Damın Kızı, Aysel” in senaryosunu yazarak ayrılacaktır bu şehirden.
Şimdi, 1936 baharında ise Akşam gazetesinin muhabiri Orhan Selim adıyla ve kelepçesiz Bursa’dadır. Ne -çocukken yaptığı gibi- “camdan bir tayyare” yapmak için ne de “T” harfi şeklinde olmasından dolayı “taş tayyare” denilen Bursa Cezaevi’ne tekrar girmek için… Bu kez, 24 Mayıs’ta Cemal Nadir’in Tayyare Cemiyeti’nin salonunda açtığı karikatür sergisi için gelmiştir.
Nazım Hikmet, İstanbul’a dönüşünde gazeteye şöyle aktarır: “(…) Ben sergideydim. Ben, Orhan Selim, ne söylemek istiyor? diye belki merak edersiniz. Söyliyeceğim şu: Bursa’da açılan Cemal Nadir karikatür sergisi şimdiye kadar hiç bir sanat sergisinde görülmiyen bir kalabalık toplamıştı. (…)”
Heykel kalabalığında genç bir kadını elindeki kâğıda çizimler yaparken görürüz. Sırtını heykele vermiş, karşısındaki Cumhuriyet Halk Fırkası binasına ve hemen solundaki Galip Molla’nın kahvehanesine bakmaktadır.
Münevver Belen, sınıf arkadaşı Leman Tomsu ile birlikte Türkiye’nin ilk kadın mimarları olarak Sanayi-i Nefise Mektebi’nden mezun olmuştur. Bursa Nafia Müdürlüğü’nde işe başlar. Bursa Halkevi binasının projesi için yarışma açıldığını duyar duymaz da soluğu Heykel’de almış ve çizimlerine başlamıştır. Heykel’in çehresini değiştirecek olan projesi jüri heyeti tarafından birinci seçilir. Şimdi Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu olarak faaliyet gösteren bu binanın projesi ilk kadın mimarlarımızdan Münevver Belen’in ellerinden çıkmıştır.
Nice değerli ellerin dokunuşuyla şekillendi Bursa. Nice insan gelip geçti caddeden… Neredeyse herkesin birbirini tanıdığı, selamlaştığı 1936 baharındaki bu gezintiler, güneşin batıp kaldırım taşlarının parlaklığını yitirdiği zamana kadar devam eder. Sonra huzurlu bir turun ardından Bursalılar gülkurusu kiremitlerle kaplı iki katlı evlerine çekilirler.
Yarın için sözleşmişlerdir: “Caddede buluşalım.”
Kaynak: Uğur Ozan Özen, “Bursa’daki Kitapçıların Son Yüz Yılı”, Nilüfer Belediyesi Yayını, 2021