Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Çanakkale zaferi üzerine yazılmış çok sayıda kitap var. Bunlardan birkaçı ayrıca ve çok özel önem taşıyor. Yer, tarih ve dayanak belirtilerek yazılan kitaplarda Yarbay (sonra albay) Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı’nda oynadığı rol, çok açıkça belli. Adına -güya- gayrı resmi tarih denen kitaplarda ise ya belgeler tahrif ediliyor, ya gerçeğin arkasından dolanarak kendilerine uygun başka gerçekler üretmeye; bir yandan bunu yaparken de, kendileri gibi olmayan tüm kitapları (ve yazarları) resmi tarih-resmi tarihçi diye -güya- aşağılamaya çalışıyorlar.
Kendi yazdıkları kitaplara ‘gayrı resmi tarih’ adını verip, -güya- özel bir önem ve anlam yükleyerek kafa karıştıranların ortaya attığı tarihi polemik konularına sıra geldi.
Çanakkale Savaşı’nı baştan sona tüm detaylarıyla okumayanlar açısından sarsıcı bir bilgiyi şöyle ortaya atıyorlar: “Mustafa Kemal yarbaydı… Bir ihtiyat tümeninin komutanıydı. Orada onca asker, subay dururken, küçük rütbeli bir ihtiyat birliği subayı mı zafer kazanmış?”
Bu cümleden yola çıkarak da, Çanakkale’de bir zafer varsa bile, bunun Yarbay (bir ay sonra albay) Mustafa Kemal Bey’e bağlanamayacağını kesin bir dille anlatıyorlar: “Mustafa Kemal’in Çanakkale kahramanlığı sonradan uydurmadır.”
İlk bakışta ne kadar da gerçeğe yakın…
Çünkü Çanakkale Savaşları’na iki ordu, iki ordu komutanı, 10 kolordu (gruplarla birlikte) 18 kolordu komutanı, 22 tümen, 39 tümen komutanı 52 alay, 104 alay komutanı, yani alay ve daha üst düzeyde 163 komutan, binlerce subay, yüzbinlerce ecdat katılmış. Zaferde herbirinin çok büyük emeği var, canı var, kanı var…
Peki nasıl oluyordu da, Çanakkale’deki kara savaşları gündeme gelince, bu genç yarbay, Mustafa Kemal bir anda ön plana çıkıyordu?
Bu bölümü İsmet Görgülü’nün kaleminden aktaralım:
“Muharebe için tertiplenmede Mustafa Kemal’in 19. Tümeni ordu ihtiyatı olarak gösterilince bunlar, muharebeler süresince bu tümenle, yani pek büyük olmayan bir kuvvetle hep geri planda kaldığı, cephede çarpışmadığı mesajını veriyorlar. Oysa Mustafa Kemal’in ihtiyat komutanlığı, muharebenin başlamasıyla biter ve 25 Nisan’dan, cepheden ayrıldığı tarih olan 10 Aralık’a kadar 7,5 ay aralıksız cephededir. Dinlendirilmek için bile hiç geriye alınmamıştır. Geride hizmeti hiç olmamıştır.
Komuta ettiği birliğin küçüklüğüne gelince, muharebenin ilk gününden itibaren Arıburnu Kuvvetleri Komutanı olur, kuruluşundaki üç piyade, bir topçu alayına ilaveten bir piyade alayı daha emrine verirler, yani ilk gün beş alaya komuta eder. 27 Nisandan itibaren 7 alaya yani iki tümene, 1 Mayıstan itibaren 11 alaya yani yaklaşık 4 tümene komuta eder ve rütbesi yarbaydır. (bir ay sonra, 1 Haziran’da başarısından dolayı albaylığa yükseltilir, savaşın geri kalanında birliklerini bu rütbeyle yönetir) Anafartalar Grubu Komutanı olduğu 8 Ağustos’tan itibaren önce 8 tümene, sonra 3 kolorduya olmak üzere yaklaşık 10 tümene komuta eder. Aynı dönemde Albay Mustafa Kemal’in komşusu Kuzey Grubu Komutanı Yanyalı Esat Paşa’nın emrinde 3 tümen, Seddülbahir kesimindeki Güney Grubu Komutanı Vehip Paşa’nın emrinde iki kolordu halinde 5 tümen bulunmaktadır. Yani Mustafa Kemal’in emrindeki kuvvetleri Kuzey Grubu ile Güney Grubu kuvvetlerinin toplamından daha büyüktür ve cephedeki kuvvetlerin yarısından fazlasına komuta etmektedir. Dolayısıyla cephenin kaderini, hem kuvvet itibariyle hem de stratejik sonuç bölgesinde bulunmakla elinde tutmaktadır.
Diyoruz ki bu mu geri planda olmak, bu mu küçük bir kuvvete komuta etmek?
Bunlar saptırmalardaki maddi ayrıntılar idi. Asıl önemlisi saptırmaların fikri boyutudur. Yalanlar demetinde görüldüğü gibi fikir boyutunda iki tema işleniyor: Birincisi, Mustafa Kemal’in Çanakkale kahramanlığı sonradan üzerine fatura edilmiştir, o dönemlerde böyle bir şey yoktur. İkincisi ise Mustafa Kemal kahraman falan değildir. Ne yapmıştır da kahraman olmuştur? En fazla herkes gibi o da görevini yapmıştır. Çanakkale destanını yaratan binlerce kahraman dururken sıra ona mı gelir?“(2)
Mustafa Kemal Paşa ile gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın’ın 1918 yılında yaptığı bir röportaj, o tarihte ilk olarak Yeni Mecmua Çanakkale Özel Sayısı’nda yayınlanmış, ardından da 1930,1933,1954 ve 1981 yıllarında kitap olarak yayınlanmıştır. Bizim elimizde bu röportajın Karma Kitaplar’dan çıkmış, 2007’de basılmış bir nüshası bulunuyor. Ruşen Eşref Ünaydın, Mustafa Kemal Paşa’yı Türk basınında ilk defa tanıtmasıyla ünlüdür. Dikkat ederseniz, röportajın yapıldığı tarih 1918. Ortada ne 19 Mayıs var, ne Türkiye Büyük Millet Meclisi, ne Kurtuluş Savaşı, ne de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk…
Yani Ruşen Eşref’in ‘Çanakkale kahramanı’ diye tanımladığı kişinin, sonradan Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olacağını biliyor olması düşünülemez. Yalancıktan tarih yaratmış olamaz. Kısacası Ruşen Eşref, gerçek neyse onu yazmıştır.
O röportajı da, içindekileri de özenle ele alacağız elbette…
Resmi tarihi Turgut Özakman‘ın yaptığı tanımlamayla ve kısaca “Okunması zorunlu, ana çizgilerden oluşan, pedagojik amaçlı, yönlendirici ilk ve ortaöğretim ders kitapları.”
Yine Özakman’ın derlemesine göre, Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal ve Türk devrimi hakkındaki resmi, özel, Türkçe ya da yabancı dilde yayınlanmış tüm eserlerin sayısı 1941’de 227, 1953’te ise sadece 433. Bu sayı 1995’te 7.010 olarak kayıtlara geçiyor. 1995’teki sayının 10 bini aştığı çok açık. Resmi tarih olarak nitelendirilen kitapların sayısı 100’ü bile bulmuyor, tüm bu kitapların içindeki oranı da yüzde 1’in altında. (1)
Kısacası, basılan bu konularda basılan kitapların yüzde 98’inden fazlası özel çalışma. Üstelik yazarların çok önemlice bir bölümü birbirini tanımaz, farklı dünya görüşüne sahip insanlar.
Tüm bu özel kitapların çok büyük çoğunluğu resmi tarih çizgisinde.
Bunun sebebi ne olabilir diye sorulduğunda bunun tek nedeni olabilir… ‘Resmi tarih’ adı yakıştırılan kitaplar da zaten gerçeği yazıyor. Dolayısıyla diğer (özel tarih) kitapların çok büyük bir çoğunluğu da doğal olarak resmi tarihi doğruluyor.
Üstelik resmi tarih, özel tarih diye bir ayrım da yanlış… Tarih tarihtir… Hatalı yazılmışı, yalan olanı da vardır, doğru yazılmışı da. Yani bir tarih ne ‘resmi’ olduğu için yanlış olur, ne de ‘gayrı resmi’ olduğu için doğru.
Elde devlet arşivleri var, TBMM arşivi var, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Arşivi (ATASE) var, Cumhurbaşkanlığı arşivi, Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü ve Türk Tarih Kurumu arşivleri de var. Aman tek taraflı olmasın derseniz, İngiliz belgelerinin de bir bölümü kamuoyuna açılmış durumda. Tüm bunlara ilave olarak hem Çanakkale hem de Kurtuluş Savaşı’na ait çok sayıda anı kitabı da var. Yabancı yazarların bu dönemi konu alan kitapları da mevcut.
Yani hiç kimse tereddüt etmesin, yakın dönem Türk tarihini anlayacak materyalde sorun yok…
Mustafa Kemal anlatıyor
“…Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vak’asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelimei şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
1) Özakman, Turgut (Vahidettin, M.Kemal ve Milli mücadele), Bilgi, 4. Basım, Ekim 2005, sayfa 12
2) Görgülü, İsmet (Çanakkale Savaşı İlk Günde Biterdi), Bilgi, birinci basım, Ekim 2008, sayfa 184
***