Çanakkale Savaşında En Kritik Dönem: ANAFARTALAR’DA 7 GÜN |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Modern Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolun başlangıcıdır Çanakkale Savaşı… Orada kazanılan müthiş özgüven, cumhuriyete giden yolu aydınlatır. Türkiye’nin bugününü anlamak istiyorsanız, önce Çanakkale’yi, Gelibolu’yu, yedi düvele meydan okuyan o müthiş ruhu tanımak gerek. Sonra Kurtuluş Savaşı’na… Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesine sıra gelir… Türk ve dünya tarihine “Çanakkale Savaşları” olarak geçen ve tarihte benzeri az olan bu cephe, 28 Temmuz 1914’te başlayan ve 1918 Ekim sonunda biten Birinci Dünya Savaşı’nın özel ve önemli bir bölümüdür.
Çanakkale Savaşları 3 Kasım 1914’te Çanakkale Boğazı’nın Ege Denizi’ne açılan ağzına karşı İngiliz ve Fransız filolarının deniz harekâtı şeklinde başladı. Boğazın bu kesiminde, Avrupa yakasında Seddülbahir, Asya yakasında Kumkale başta olmak üzere, Ertuğrul ve Orhaniye ile beraber başlıca dört Türk müstahkem noktası vardır. Bu ağızdan içeride Boğaz genişler ve orta kısmında tekrar daralır. İşte bu orta kısımda da Avrupa yakasında Kilitbahir, Asya kıtasında Hamidiye olmak üzere ve bunlarla beraber merkez savunma hattı ve sahil bataryaları vardır. Denizden gelecek düşmana karşı Boğazı işte bu iki kademeli istihkâmlar grubu korur. Fakat bunlar dışında ne Anadolu’da ne de Gelibolu Yarımadası’nın Ege’ye bakan bölümünde kıyı savunma tertibatı vardır. İlk bombardımanın hedefi olan Avrupa yakasında Seddülbahir, Ertuğrul, Anadolu yakasında Kumkale ve Orhaniye bataryalarında zayiat 7 subay ile 66’sı şehit olmak üzere 85 er idi.
Müttefiklerin sonuç alma çabası gütmeyen bu saldırıdan amaçları, Osmanlı Devleti’ne fiili savaş ilanından başka bir şey değildi. Fakat bu bombardımanın -İngilizlerin hiç aklına gelmeyen- bir başka sonucu oldu. Osmanlı Genelkurmayı’nın dikkati Çanakkale Boğazı’na çekildi. Bu bombardıman Osmanlılar için bir erken alarm niteliği taşıyordu. İstanbul’u korumak istiyorsak, öncelikli olarak Çanakkale Boğazını korumak gerekiyordu, hem de acilen… Artık Almanların da söz sahibi olduğu Osmanlı Genelkurmayı derhal bu konuyu mercek altına aldı. Çanakkale Boğazı’nın büyük bir savaşa sahne olacağı artık neredeyse kesinleşmişti.
Ve beklenen oldu… Çanakkale Boğazı’na asıl düşman harekâtı 19-20 Şubat 1915’te 12 büyük zırhlı ve diğer refakat gemilerinin saldırılarıyla başladı.[1]
25 Şubat 1915’te saldırı tekrarlandı. Sabahtan akşama kadar süren bombardımanlarla Boğaz ağzındaki Seddülbahir ve Kumkale tabya grupları susturuldu. Gece asker çıkarılarak tahribat genişletildi ve askerler geri çekildi. 4 Mart günü bu hareketler tekrarlandı. Çıkarılan askerler karşı saldırı ile püskürtüldü.[2]
Çanakkale Boğazı’nın girişindeki savunma tahkimatı artık işe yaramaz hale gelmişti. Bunun üzerine 7-8 Mart’ta Boğaza giren İngiliz-Fransız gemileri merkez istihkâmlarına saldırmaya başladılar. 11-12 Mart’ta aynı hareketler tekrarlandı. Savaş çok şiddetli oluyordu. Nihayet 18 Mart’ta İngiliz ve Fransız filoları bütün kuvvetleriyle ve Boğazı geçmek için en büyük saldırılarını yaptılar. Harp akşama kadar sürdü. 18 büyük zırhlı, birçok muhrip, denizaltılar ve hulasa 506 topluk bir kudret, çoğu eski olan kara istihkâmlarına ateş kustu. Fakat netice düşman için tam bir mağlubiyet oldu.
Akşamüzeri geri çekilmeye karar verdikleri zaman, 6 saat 45 dakika süren harbin sonunda Fransız zırhlısı Bouvet ve iki İngiliz zırhlısı (Ocean ve Irresistible) battı. Diğer üç gemi torpil isabetiyle karaya oturmuştu. Özetle Boğaza giren filolar kuvvetlerinin yarısını kaybetmişlerdi. Bu savaşta Türk merkez bataryaları ancak 150 top kullanabiliyorlardı. Yalnız 44 şehitle 70 yaralı verdiler. 3 top tahrip oldu.
İşte bu deniz yenilgisinden sonradır ki, İngiliz ve Fransızlar Çanakkale Boğazı’nın geçilemeyeceğine karar verdiler. Karadan taarruz planlarına geçtiler.
Savaşın ikinci aşaması ise Çanakkale’yi denizden geçemeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransız ordularının bu kez 25 Nisan 1915 günü Gelibolu yarımadasına çıkarma yapmasıyla yaşandı. Hint ve A.N.Z.A.C (Avustralya-Yeni Zelanda) birlikleriyle de desteklenen İngiliz ve Fransız kuvvetleri Gelibolu yarımadasındaki Türk topçu bataryalarını susturmayı ve böylelikle donanmanın kalan bölümünün Çanakkale Boğazı’nı güle oynaya geçmesini sağlamaya çalıştılar. Düşman askeri Gelibolu yarımadasına çıktı çıkmasına ama belli noktalardan fazla ilerleyemedi… Korkunç siper savaşları yaşandı. Yarımadanın her bir karış toprağı, kanla sulandı. Ölüm pahasına vatanını savunan Türk askeri, düşmanın ilerlemesine izin vermedi. 9 ayı aşkın süre devam eden kanlı boğuşma sonrasında İngiliz Harp Kabinesi Gelibolu’dan çekilme kararı verdi. Çanakkale’de zafer Türk ordusunun olmuştu…
Düşman, kademeler halinde 525.000 askerle geldiği savaş alanında İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Hintli olmak üzere toplam 284.000 askerini kaybetti. (Buradaki kayıp ifadesi tümüyle can kaybı değildir. Esaret, yaralanma gibi, bir askeri savaş dışı bırakan etkenlerin tümünü ifade eder. İtilaf askerlerinin toplam ölü sayısı 44 bin, yaralı sayısı 97 bindir.)
Osmanlı ordusunun kaybı da 253.000 asker olarak kayıtlara geçti. 253 bin kaybın tümü, şehit değildir. Yaralı-esir-kayıp askerler de bu rakama dâhildir. Genelkurmay Harp Dairesi kayıtlarına göre, Türk ordusunun verdiği şehit sayısı 57 bindir. Bir hata yapılmakta, ısrarla Türk ordusunun 250 bin şehit[3] verdiği yazılıp söylenmektedir. Oysa yazılı belge ve bilgiler, bu iddiayı doğrulamıyor.
Elde edilen çok büyük bir zaferdir. Şehit sayımızın 250 bin olmaması bu muhteşem zafere gölge düşürmez.
“…Çanakkale Kara Savaşlarının safhaları şöyle özetlenebilir.
25 Nisan’da[4] ilk esaslı çıkarma Boğazın Rumeli ağzı köşesinde (Seddülbahir- Eskihisarlık- Tekke burnu) 6 km’lik bir sahaya yapıldı. İtilaf Devletleri’nin askerleri Seddülbahir’de 5 ayrı noktada, Anadolu yakasında ise yanıltmaca amacıyla Kumkale’de karaya ayak bastı.[5]
Aynı zamanda yarımadanın batı kıyısında da Arıburnu çıkarması yapıldı. Her iki cephede düşmanı denize dökmek için Türkler üç gün içinde dört taarruz yaptılar. Fakat tam başarı sağlanamadı. (Arıburnu’nda 1 Mayıs ve Seddülbahir’de 1-2 Mayıs taarruzları.)
28 Nisan’da yapılan ve Birinci Kirte Savaşı adını alan çarpışmada düşman 3.000 kayıp verdi ve kıyı hattına sığındı.
6-9 Mayıs’ta düşman Seddülbahir’den Alçıtepe’yi hedefleyerek hücuma geçti. İkinci Kirte Savaşı adı verilen bu savaşta 42 bin kişilik düşman kuvvetine donanma da top desteğiyle iştirak etti. 20 bin kişinin kaybına mal olan bu savaşta düşman ancak yarım kilometre ilerleyebildi. 11 Mayıs’ta Enver Paşa’nın teftişinden sonra -ve yazıldığına göre- hazırlıksız yapılan bir taarruzda 300 şehit, 6.000 yaralı verdik.
4-5 Haziran Üçüncü Kirte Savaşı, iki gün iki gece sürdü. Düşman 9.000 kayıp verdi. Türk zayiatı ise 7.900 idi.
21 Haziran: Kerevizdere’de düşmanın en kanlı taarruzlarından biri. Osmanlı ordusunun zayiatı 10.000, düşmanın zayiatı ise 3.340.
28 Haziran-5 Temmuz arasında 8 gün süren ve yarımadanın ucunun iki tarafına yöneltilen taarruz: Düşman zayiatı 14.000. Çekilen düşman takip ediliyor.
6 Ağustos: Hem Arıburnu hem Seddülbahir cephelerinde savaşlar. Sonra 13 Ağustos’a kadar karşı saldırılarımız. Bilhassa Arıburnu cephesinde…
Arıburnu’nda 10 Ağustos’ta ve Mustafa Kemal Bey’in emriyle yapılan taarruz: 5 gün süren harpte 6.950 zayiatımız var. Bu arada daha kuzeyde düşman Suvla’ya asker çıkartarak üçüncü cephe, ‘Anafartalar Cephesi’ açılmıştır. Düşmanın hedefi, yarımadanın en yüksek tepesi olan Kocaçimen’dir. 7 Ağustos’ta başlayan bu taarruzlar 10 Ağustos’a kadar 4 gün devam ediyor. Karşılıklı saldırılarda Türk zayiatı 20.000 ve İngiliz zayiatı 25.000 hesap edilmektedir. Fakat düşman ilerleyişi durdurulmuştur. Kocaçimen Tepesi korunmuştur. Yalnız o hatta bağlı ve daha güneye düşen Conkbayırı’nda iki taraf da 8-30 metre mesafede bulunan siperlerde tutunmaktadır. İşte bu vaziyette ve Albay Mustafa Kemal’in yönettiği 10 Ağustos taarruzundadır ki düşman Conkbayırı’ndan atılır ve sahile kadar kovalanır.
Yeniden takviye alan düşman 13 Ağustos’ta İkinci Anafartalar Muharebesi’ni açar. Sonuç başarısızlıktır. 21-22 Ağustos’ta son Anafartalar saldırısını yapar. Yine sonuç alamaz.
Savaş siper, lağım muharebeleri halini alır. 1915 Aralık ayı sonlarına kadar devam eder. Sonra düşmanın boşaltmaları başlar. 19-20 Aralık gecesi Suvla (Anafartalar) ve Arıburnu cepheleri boşaltılır. 3-9 Ocak arasında da Seddülbahir cephesinden son kuvvetler çekilir. Bu suretle 8 ay 14 gün süren Çanakkale muharebeleri sona erer.”[6]
Müttefik kuvvetleri açısından Seddülbahir’deki kilitlenme aşılması gereken ciddi bir problem olarak görülüyordu. Çünkü ilk çıkarma ve kara savaşları 25 Nisan’da başlamıştı ama ağustos ayına gelindiğinde, müttefikler için asıl hedef olan Kocaçimen hala çok uzaklardaydı. Müttefikler karada tutunmuş ama ilerleyememişlerdi. Sorunu çözmek amacıyla -daha önce de defalarca ortaya atılan- fikir geliştirildi ve Lord Kitchener’in Ian Hamilton’a yeni birlikler vermeyi kabul etmesi üzerine, kuzeydeki Anzak mevzilerinden ileri doğru ağır bir darbe niteliğinde yeni bir harekât planlandı.
Yeni gelenlerden iki tümenle Suvla’ya çıkarma yapılacaktı. Yarma harekâtı 6-7 Ağustos gecesi taarruzla gerçekleştirilecekti. Hedef Conkbayırı ve Kocaçimen, yani Sarıbayır silsilesiydi. Çünkü bu silsile ele geçirilmeden savaşın kazanılması mümkün değildi. Anzak harekâtını Tümgeneral Alexander Godley yönetecekti.
Plan gereği Arıburnu’ndaki Anzak birliklerinin bir bölümü, o kesimdeki Türk birliklerine taarruz ederek bunları geri sürmeye çalışacak, diğer bölümü oluşturan iki ana hücum kolu ise soldan ve sağdan harekete geçecekti. Sağ Ana Taarruz Kolu’nu Yeni Zelanda Piyade Tugayı, Sol Ana Taarruz Kolu’nu ise 29. Hint Tugayı ve 4. Avustralya Tugayı oluşturacaktı. Sol tarafta önceden harekete geçecek destek kuvveti 13. Tümen’e bağlı 40. Tugay’ın yarısı, sağ tarafta ise Yeni Zelanda Atlı Tüfekçiler Tugayı ve Otago Atlı Tüfekçileri olacaktı.
Tümgeneral H. V. Cox’un komuta ettiği Ana Sol Taarruz Kolu Ağıldere yatağını takip edip ikiye ayrılarak Kocaçimen Tepe ve Besimtepe’ye ulaşacak, Tuğgeneral F. E. Johnston’ın komuta ettiği Ana Sağ Taarruz Kolu ise Çatlakdere ve Sazlıdere vadilerini kullanarak Conkbayırı’na hücum edecekti.
Avustralyalıların Conkbayırı’nda elde edeceği umulan zaferin ardından 7 Ağustos’ta şafakla birlikte Cesarettepe, Düztepe ve çevresine yapacağı saldırılar da önceden planlanmıştı.[7]
Ağıldere yatağındaki geçit, Yeni Zelandalıların mayıs ayında yaptığı dikkatli bir keşif sırasında fark edilmişti. Sazlıdere, Çatlakdere ve Ağıldere’nin derin yataklarından geçilerek Sarıbayır silsilesine doğru güvenle gitmek mümkündü.
Avustralyalılar, Sazlıdere ve Çatlakdere’ye bakan ve üç tarafından savunmasız Türk ileri karakolunu baskınla ele geçirir. Bu operasyonun zamanlaması Tim Travers’a[8] göre çok ciddi bir hatadır. Çünkü o bölgeden sızma olabileceği ihtimalinin Türkler tarafından çok erken fark edilmesine yol açmıştır.
Travers bu düşüncesini, düşmanın Sazlıdere vadisinden ilerleyerek Sarıbayır tepelerine doğru saldıracağından şüphelenen Mustafa Kemal’in, bu ileri karakol baskını yüzünden iyice kaygılandığını aktararak destekliyor.[9]
Burada Türk kaynaklarına dönerek, konunun gündeme geliş tarihine ve yaşanan gelişmelere bir göz atmakta yarar var.
Ağıldere ve Sazlıdere kesiminin savunulmasıyla ilgili ilk yazışmalar, düşmanın Mahmuzsırt’ı işgal ettiğinin farkına varıldığı 14-15 Mayıs 1915 tarihlerine ait.
15 Mayıs günü 47. Alay kıtalarından Arıburnu Kuvvetleri Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey’e gelen raporda, düşmanın Ağıldere sırtlarına çıktığı bildiriliyor ama belirli bir mevki gösterilmiyordu. Bu bölge 16. Tümen’in görev sahası içerisindeydi. Hattâ 5. Ordu kurmaylarının “bölgenin 19. Tümen’in sahası içinde olduğu [ve dikkatsiz davranılarak bu alanın işgal edilmesinin önlenemediği] yolundaki” eleştirilerine Yarbay Mustafa Kemal’in şiddetli itirazı da yazışmalara yansıyor. 16 Mayıs’ta Sazlıdere’nin kuzeyindeki sırtlarda düşman görüldüğü bilgisi de, o kesimden sorumlu 16. Tümen’e bağlı 47. Alay Komutanı’nın orada bir hamle yapmamış olmasına yönelen eleştiriler de yazışmalarda bulunuyor.
17 Mayıs’ta Arıburnu Kuvvetleri’nin yeni birliklerin katılımıyla daha da büyümesi nedeniyle, Kuzey Bölgesi Komutanlığı da 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya verildi. Mustafa Kemal Bey sadece 19. Tümen Komutanı olarak bölgedeki görevine devam etti. Fakat bugünden sonra da Sazlıdere ve çevresi sorun olmaya devam etti.
Hattâ bir ara (20 Mayıs) Sazlıdere Balıkçıdamları ile Çatlakdere arasındaki sırtta gezindiği görülen askerlerin hangi tarafa ait bulunduğu tartışma konusu oldu. Anafartalar Mıntıka Komutanı’nın “O sırtta kendisine bağlı 10 kişilik yaya süvari postasının bulunduğu” konusundaki ısrarından ikna olmayan Yarbay Mustafa Kemal tarafından subay keşif koluyla yaptırılan incelemeler sonucu, evvela Balıktepe [Balıksırt], ardından da “Halid ve Rıza Tepesi” adını alacak olan o sırtın düşman eline geçtiği kesinleşmişti. Bu sırtta düşmanın gösterdiği faaliyet, Ağıldere muharebesine sebep olacaktı.
Düşmanın bu bölge üzerinden Kocaçimen’e doğru ilerlemeyi düşüneceği neredeyse kesin gibiydi. Kolordu Komutanlığı’nın 29 Mayıs’ta verdiği emirle, Sazlıdere’nin kuzeyindeki mıntıkanın düşmandan temizlenmesi istendi. Anafartalar Mıntıka Komutanlığı’nın yürüttüğü, 19. Tümen’in de destek verdiği ilk saldırıda Balıksırt’taki düşman temizlendi ama karşısındaki Mahmuztepe ele geçirilemedi.
Bu bölgeye kimin komuta edeceği konusu da çok sayıda yazışmaya konu oldu. Albay Mustafa Kemal, (1 Haziran) Ordu kurmay Başkanı Kazım Bey’e bölgeyle ilgili komuta önerisi götürdü:
Bütün Kuzey Grubu cephesinin tek elden (ve başarıyla) yönetilebilmesi için karargâhı Bigalı ya da Maltepe’de kurulacak Kuzey Grup Komutanlığı’na bağlı olmak üzere; Kumtepe’den Anafartalar’a kadar olan bölge için karargâhı Kemalyeri’nde olmak üzere Arıburnu Kuvvetleri’nin bağımsız ve sorumlu bir komutanın elinde bulunması; gerek Kabatepe ve gerekse Ağıldere-Anafartalar mıntıkalarının bağımsız bir komuta heyetinin eline verilmesi…
Ama uygulama böyle olmadı… 4 Haziran’da birliklerine ilave bir tabur verilen 19. Tümen’in görev alanı Sazlıdere ve Anafartalar Azmağı arasındaki mıntıkaya kadar uzatıldı. 19. Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal karargâhını, görüş alanının Sazlıdere çevresini de kapsayacak şekilde olması için Düztepe’ye taşıdı. Ama aynı anda iki cepheyi de tam olarak görmek mümkün olamıyordu.
Yazışmalar sürdü gitti. Albay Mustafa Kemal bu kez 18 Haziran’da yazdığı bir raporda, ısrarla, düşmanın Sazlıdere üzerinden bir hamle yapmasının çok muhtemel olduğunu ve düşmanın Keskintepe-Şahinsırt ve onun daha doğusundaki Conkbayırı’na hücum teşebbüsünde bulunması halinde; Conkbayırı, Ağıl ve Pilavtepe kuzeyinde konuşlandırılması gereken ihtiyatlarla karşılanacak olmasını savunuyor, alınması gereken ilave tedbirleri en ince detaylarına sıralıyordu.
3.Kolordu Komutanı Esat Paşa ve Grup Kurmay Başkanı, bu kaygıları doğru bulmuyordu. Albay Mustafa Kemal’i ikna edebilmek ve tartışılan mıntıkayı gözden geçirmek üzere 19. Tümen Karargâhı’na geldi. Görüşmede yaşananları Mustafa Kemal anlatıyor:
“…Hep birlikte Düztepe’ye çıktık. Buradan Sazlıdere ve bunun kuzey ve güneyindeki arazi ve daha ileride deniz sahili ve kuzeye doğru Suvla limanı ve orada biten düz ova içinde Tuzla Gölü ve oradan doğuya doğru yükselen tepeler ve en yüksekte Kocaçimen tepesi bir panorama [halinde] görülüyordu.
…Bu manzara karşısında Kolordu Kurmay Başkanı, “Bu arazide ancak çeteler yürüyebilir” dedi. Kolordu komutanı bana hitaben dedi ki:
-Düşman nereden gelecek?
-(Elimle Arıburnu tarafını ve Suvla’ya kadar bütün sahili göstererek) Buradan, dedim.
-Peki farz edelim ki, oralardan gelsin! Nereden hareket edebilecek?
-(Tekrar elimle, Arıburnu tarafından başlayarak Kocaçimen tepesine doğru bir yarım daire işaret ettim) Buradan hareket edecek, dedim. Kolordu Komutanı gülerek omzumu okşadı ve:
-Merak etme Beyefendi, [buradan] gelemezler, dedi.”[10]
Oysa Mustafa Kemal’in bu öngörüsünün çok yerinde olduğu, çok gecikmeden anlaşılacaktı.
4-6 Ağustos’ta Anzak bölgesine 13. Tümen ve Hint Tugayı sevk edilirken, Türklerin dikkatini Anzak’tan uzak tutmak için 6-7 Ağustos’ta Seddülbahir’de aldatmaca saldırıları yapmak, 6 Ağustos’ta Güney Anzak cephesindeki Kanlısırt’a aldatmaca saldırılar yapmak planlar arasındaydı.
Anzak cephesindeki hazırlıklar planlara uygun olarak tamamlandı. Hem güney hem de kuzey kesiminde faaliyetlerin olağanüstü artması Türklerin de dikkatini çekmişti. 5. Ordu kurmay Başkanı Yarbay Kazım Bey, Saros Grubu’nu uyararak, düşmanın çıkarma girişimine karşı uyanık bulunmalarını istedi.
Bir taburunu Anzak cephesine destek için göndermesi nedeniyle, Anafartalar kesiminde görev yapan Alman Binbaşı Willmer Bey’in emrinde sadece 1.500 asker kalmıştı. Arıburnu kesimindeki Türk cephe hattında ise sadece iki tümen bulunmaktaydı. Mustafa Kemal’in 19. Tümeni’nin cephesi, sağda Sazlıdere’den Kırmızısırt’a kadar uzanır. Solda Kırmızısırt’tan Kabatepe’ye kadar olan kesim 16. Tümen’in görev alanındadır. 5. Tümen geride ihtiyatta tutulmaktadır. Arıburnu-Seddülbahir arasında kıyı savunmasından ise 9. Tümen sorumludur.
İtilaf Kuvvetleri’nin Seddülbahir Ağıldere ve Suvla’ya üç kademe haline çıkardığı asker sayısı 20.000’i bulmuştu. İngiliz 10. ve 11. tümenleri Büyük ve Küçük Kemikli burnu doğusuna çıkarılmıştı.
6 Ağustos’ta Ian Hamilton’ın planları uyarınca çok yoğun bir bombardımanın ardından harekete geçildi. Güneyde Seddülbahir’de de dikkatleri o bölgeye çekmek için bir büyük saldırı planlanmıştı. O saldırı saat 16.00’da başladı.
Bir Anzak birliği ise Arıburnu’nda saat 17.30’da 16. Tümen’in cephesine saldırarak, Kırmızısırt’ın güneyinde bulunan ve İngilizlerin “Tek Çam Tepesi” adını verdiği Kanlısırt’ı bir hamlede ele geçirdi. Kanlısırt’ın elden çıkması üzerine harekete geçen Kuzey Grubu Komutanı Esat Paşa, ihtiyattaki 5. Tümen’i derhal 16. Tümen’in arkasına yanaştırdı, sol kanat açığındaki 9. Tümen’e de cepheye yaklaşma emri verdi.
16.Tümen art arda hücum yapmasına rağmen bu kritik noktayı geri alamayınca, 16. Tümen kesiminde cephenin yarılması tehlikesi oluştu. Ordu Komutanlığı bu gelişmeler üzerine Seddülbahir’de savaşan Güney Grubu’nun ihtiyatı Yarbay Cemil [Conk] komutasındaki 4. Tümen’i kuzeye kaydırarak tedbir almaya çalıştı. 19. Tümen cephesine de taarruz edildiyse de, bunlar geri püskürtüldü. 16. Tümen her ne kadar Kanlısırt’ı geri alamadıysa da, düşmanın ilerlemesine de imkân tanımadı.
Saat 22.00 sıralarında Anzak taarruz kolları da öngörüldüğü gibi Sazlıdere vadisi ile Azmak dere arasındaki 5 kilometre genişliğindeki araziden kuzeye doğru ilerlemektedir. Burası Mustafa Kemal’in ısrarla “olası bir düşman harekatına karşı kuvvetli tutulması” için Esat Paşa’yı uyardığı ve Esat Paşa’nın da “Merak etme Beyefendi, [buradan] gelemezler” dediği yerdir.
Üstelik Anzak taarruz kolları ile Suvla’ya çıkan kolordunun karşısında, o kesimden sorumlu olan Yarbay Willmer Bey’in, toplamı bir alaya eşit küçük ve dağılmış durumdaki birliklerinden başka birlik yoktur.[11]
19.Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal, 6-7 Ağustos gecesi tümen cephesinin sabaha kadar ateş altına alındığını belirttiği anılarında, şöyle diyordu:
“…Gece yarısından sonra 01.10’da şu emri verdim:
Genel durum çok önemlidir. Kumandanlar ve subaylardan her zamankinden fazla olağanüstü uyanıklık ve fedakârca çaba isterim.”[12]
Albay Mustafa Kemal, saat 03.30’da kıtalara bir emir daha göndererek, düşmanın her an taarruz edebileceğini, siperler arası mesafenin kısa olması nedeniyle, askerin hücumlara anında cevap verebilmesi için mutlaka uyanık ve silah kullanmaya hazır tutulmasını ister.
19.Tümen Karargâhı’na bir kısım yaralılar gelir. Hepsi de süngüyle yaralanmıştır. Bunların ifadelerine göre, Ağıldere mıntıkasında kuvvetli düşman kıtaları baskın yapmış ve 14. Alay’ı kısmen esir aldığı gibi kısmen de geriye püskürtmüştü. Sadece 19. Tümen’in değil, bütün Arıburnu kuvvetlerinin vaziyeti çok fazla kritik hale gelmişti.[13]
07 Ağustos günü sabaha karşı 04.45’te düşman 19. Tümen cephesine hücuma kalktı. Fakat Mehmetçiğin direnişi hücumu kırdı. Düşman askerlerinden siperlere girmeyi başarabilenler orada yok edildi.
Saat 05.00’e doğru bu kez 9. Tümen’in sağ kanadına, Cesarettepesi’ne ikinci bir hücum yapıldı. Taarruz çok büyük zayiat nedeniyle durdu. Ama sürekli bir taciz hali de sürüp gitti.
Albay Mustafa Kemal Bey, Arıburnu’nda 19. Tümen cephesinin neden bu denli ağır saldırı altında kaldığını da şöyle değerlendiriyor:
“…Bence düşmanın asıl maksadı, genel harekâtında kesin hedef kabul ettiği Kocaçimen silsilesine, aynı zamanda 19’uncu Tümen’i de geri püskürterek ulaşmaktan ibaretti. Tümen cephesinin, Arıburnu-Kocaçimen yönünü kapatması itibarıyla taşıdığı önem benim tahminimi haklı gösterebilir. Düşman tümene yaptığı hücumlara üç dört livadan (tugay) aşağı kuvvet tahsis etmemişti.
İlk hücumda verdiği büyük kayıplara rağmen saldırıyı yenilemesi tümen cephesinde takip ettiği gayenin ciddiyetine gayet açık bir kanıttır.”[14]
Saldırılar püskürtülüyordu ama 19. Tümen için daha büyük bir tehlike de bu noktada baş gösteriyordu. Albay Mustafa Kemal’in de işaret ettiği gibi, düşman birlikleri Ağıldere üzerinden Şahinsırt ile Conkbayırı’na, 9. Tümen’in arkasına doğru ilerliyordu. Bu hareket bütün Arıburnu cephesinin düşmesine yol açacak kadar önemliydi. Anzak sağ taarruz kolu Türk ileri karakollarını atarak Şahin Tepe’yi ele geçirdi. Conkbayırı-Kocaçimen hattında o sırada Türk birliği de yoktu. 19. Tümen cephesinde yinelenen hücumlar nedeniyle tüm kuvvet cepheye bağlanmış durumdaydı, Mustafa Kemal Bey’in görev alanı dışında olmasına rağmen Conkbayırı’na yetiştirilecek ilave kuvvet de bulunmuyordu. Sadece 72. Alay’ın 1. Taburu’ndan iki bölük Sazlıdere’nin memba tarafına gönderilebildi. Düşmanın taarruz doğrultusunu kapayacak ilk kuvvetler de bunlar oldu.
Sıkıntı giderek büyüyordu. Anafartalar bölgesinde ciddi bir komuta sorunu vardı. İngilizler-Anzaklar saldırıyor, Türk tarafı ise belirsizlikler içerisinde bocalıyordu.
Bu sırada Kuzey Grubu’na bağlı 9. Tümen Komutanı Albay Kannengiesser’in emriyle 25. Alay’dan iki tabur Conkbayırı’na kaydırıldı. Bu kuvvet, o saate kadar 19. Tümen’den Mustafa Kemal tarafından Sazlıdere kesimine gönderilen 72. Alay’ın 1. Taburundan iki bölük ve bir ara Mustafa Kemal’in emrine verilip sonradan geri alınan [5. Tümen’e bağlı] 14. Alay’ın 1. Taburu tarafından tutulan Conkbayırı’na yetişti. Bu sırada 72. Alay’ın 3. Taburu da Sazlıdere içinden ve Keskinsırt ile Şahinsırt’ın güney yamaçlarından ilerlemek isteyen düşman kuvvetlerini tüfek ve mitralyöz ateşi altında tutuyordu. 9. Tümen Komutanı Kannengiesser, bölgede bulunan 64. Alayı da Conkbayırı’na sevk etti.
Artık Conkbayırı’nda kumandayı, Mustafa Kemal’in “Osmanlı Ordusu’nda görev yapan Alman subaylarının en muktedirlerindendi” diye tanımladığı Kannengiesser Bey’in komuta ettiği 9. Tümen üstlenmişti.[15]
Sabah 07.00’de Conkbayırı’na ulaşan Albay Kannengiesser’in birlikleri henüz gelmemişti. Alman Albay keşif yaparken, Şahin Tepe’ye yerleşmiş olan düşmanın makineli tüfek ateşiyle yaralanır, komutayı Tümen Kurmay Başkanı Binbaşı Hulusi Bey üstlenir. Tümenin iki alayı vardır. İkisi de açılarak savaş düzeni alır. Düşmanın sağ taarruz kolu hücuma kalkar. Yeni Zelandalılar ve Gurkhaların bu ilk hücum dalgasını 9. Tümen durdurur. Saat 13.30’da Conkbayırı-Kocaçimen’deki kuvvetlerin komutanlığına 4. Tümen Komutanı Yarbay Cemil Conk getirilecektir.
Conkbayırı kesimindeki Türk cephesi, yüzü batıya dönük olarak soldan sağa şu düzeni almıştır: Solda Mustafa Kemal’in gönderdiği bölükler, ortada 9. Tümen, sağda Willmer Bey’in müfrezesinden birkaç küçük birlik.
Daha sarp bir araziden ilerleyen Anzak sol taarruz kolu ise hem yorulmuş hem de adım adım gerileyen küçük Türk birliklerince kayıp verdirilerek yıpratılmıştı. Kocaçimen’e taarruzu erteleyip, takviye isterler, hemen bir tugay yola çıkarılır.
Suvla’ya çıkarılan birlikler de Anafartalar ovasına doğru, biraz yorgunluk, biraz General Stopford’un ağırdan alması ve biraz da küçük Türk birliklerinin direnişi nedeniyle ağır ağır ilerlemesini sürdürür.[16]
Bu arada 9. Tümen Şahin Tepe’yi geriye almak için taarruz eder ama başarılı olamaz. Bu arada düşman da 19. Tümen cephesine birkaç kez saldırır, geri püskürtülür ama savunmadaki zayiat da ağırdır.
Durum giderek kritikleşmektedir. Liman von Sanders Saros Grubu’nu iki tümeniyle Anafartalar kesimine doğru yola çıkarır. Saros Grup Komutanı Albay Ahmet Fevzi Bey’i Anafartalar Grup Komutanlığına getirir. Ayrıca Yarbay Cemil Conk ve Yarbay Willmer’in birliklerini de Esat Bey’den alarak Ahmet Fevzi Bey’e bağlar. Saros Grubu’ndan 7. ve 12. tümenlerin görevi geldikleri gibi Anafarta Ovası’na yayılan ve ovayı çevreleyen tepelere yürüyen düşmana taarruz ederek durdurmak, bu birliklerin Anzak taarruz kollarıyla birleşmesini önlemektir. Aksi halde Türk cephesi batıdan ve kuzeyden kuşatılmış olacak ve iş bitecektir.
Liman von Sanders 8 Ağustos günü rastlantı eseri karargahında gördüğü, demiryolu işlerinden sorumlu Yarbay Poetrich’i, Kannengiesser’in cephede yaralanması nedeniyle boşalan ve Kurmay Başkanı Binbaşı Hulusi Bey’in vekaleten yönettiği 9. Tümen’e komutan olarak atar. Savaş deneyimi olmayan Poetrich kendisinden üst rütbeli subaylara komuta etmeye kalkışır, ateş altında kalınca da bir yerlere saklanır. Kriz çıkar…
Conkbayırı’ndaki buhranı öğrenen Esat Paşa, o sırada Güney Grubu’nun komutanı olan kardeşi Vehip Paşa’dan yardım ister. Vehip Paşa iki alaylı [23. ve 24. alaylar] 8. Tümen’i yollar. Conkbayırı artık komutası altında değildir ama Esat Paşa durumun ne kadar kritik olduğunu bildiği için inisiyatif kullanır, 24. Alay’ı Conkbayırı’na yürümekte olan düşmana taarruza gönderir. 24. Alay o gece Conkbayırı’na ulaşıp cepheye girer ama düşmanı geri süremez.[17]
Yeni kurulan Anafartalar Grubu’nun komutasını üstlenen Ahmet Fevzi Bey ise “Asker yol yorgunu”, “Tüm birlikler ulaşmadı” gibi çeşitli gerekçelerle taarruzu art arda erteler. Sonunda taarruz için ertesi günü beklemeyi kararlaştırır. [Bu hareketi Liman von Sanders tarafından derhal görevden alınmasına neden olacaktır.]
Bu sırada zincirleme olarak başka gelişmeler de yaşanmaktaydı.
Albay Mustafa Kemal Bey, Conkbayırı’nda belki de lüzumundan fazla Türk kuvveti bulunduğu halde, disiplin ve maksat dâhilinde sevk ve idare edilmemeleri yüzünden hepsinin darmadağınık ve perişan olduğu görüşünü üst kademelere iletir. Bir yandan Kuzey Grubu Komutanı Esat Paşa’yı bir yandan Grup kurmay Başkanı’nı uyarır, hattâ 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders’in dikkatinin komuta sorununun düzeltilmesi konusuna çekilmesi için Esat Paşa’ya istirhamlarda da bulunur. Albay Mustafa Kemal Bey’in kendi anlatımıyla:
…[8 Ağustos] düşman pek erkenden anlatımı zor bir şiddetle ilerledi. Gerek Arıburnu cephesindeki obüs ve sahra toplarıyla gerekse denizdeki harp gemileriyle Conkbayırı’nı ateş altına aldı. Bu sırada bazı raporlar aldım ki, Conkbayırı vaziyetini pek memnun edici anlatmıyordu. Bu raporlardan başka kurmay başkanımı ve yaverimi bizzat Conkbayırı ve Şahinsırt civarına gönderdim, durumu incelettirdim. Durumda vahamet kesindi. Düşman Kocaçimen ve Şahinsırt’ı işgal etmişti. Kendim de bizzat bulunduğum tümen gözetleme yerinden Conkbayırı’ndaki hücum dalgalarını görüyordum. O istikametten gelen düşman mermileriyle karargâhımdaki zabitlerden yaralananlar vardı.
Düşman diğer taraftan Suvla limanında da, onun güneyindeki sahillerden de asker çıkarmıştı. Bir taraftan da taarruz ediyordu.
Bugüne kadar Anafartalar mıntıkası Kuzey Grubu Komutanlığı’na bağlıydı ve Kuzey Grubu Komutanlığı tarafından idare edilmekte idi. O gün emir ve kumandada bir değişiklik yapıldı. Saros Grubu Komutanı Albay [Ahmet] Fevzi Bey’in Conkbayırı ve Kocaçimen’deki birlikler de komutasına verilerek Anafartalar Grubu adı altında bir grup kurulduğu resmen tebliğ edilmişti. Conkbayırı’ndaki büyük tehlikeyi yakından görüyor ve çok üzülüyordum. Onun için Kuzey Grubu Komutanlığı’na şu tarzda bir istekte bulundum:
“Conkbayırı’ndaki vaziyetin dikkat çekici ve nazik olduğu anlaşılıyor. Bu hususta ordu komutanının dikkatlerini ciddi şekilde çekmeye öncülük yapmanızı vatanın kurtuluşu adına istirham ederim.”
Bu anda büyük komutanların hepsinde bir gerginlik bulunmaktaydı. Ordu Komutanı Liman Paşa Hazretleri tarafından Kâzım Bey telefonda benimle görüştü. Düşüncelerimi sordu.
Durumun önemini söyledim, dedim ki:
“Daha bir an (vakit) mevcuttur. Bu anı da (vakti de) kaybedecek olursak, genel bir felaket karşısında kalmaklığımız pek güçlü ihtimaldir.”
Durumun genel bir hal halini aldığını, Anafartalar’da çıkmış ve çıkmakta olan düşman kuvvetlerini göz önüne almak, ona göre genel önlemler almak gerektiğini, sevk ve komutayı birleştirebilmek için bütün kuvvetlerin, aracısız tek komuta altında bulunmasından başka çare kalmadığını söyledim.
8-9 Ağustos gecesi saat 21.50 idi ki Kuzey Grubu Komutanı, Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa Hazretleri tarafından Anafartalar Grubu Komutanlığı’na atandığıma ilişkin emri bildirdi.
Aynı emirde, hemen hareket ederek 9 Ağustos’ta yapılması emredilmiş olan saldırıyı gerçekleştirmem de bulunmaktaydı. Bu emir üzerine 27’inci Alay Komutanı Şefik Bey’i 19’uncu Tümen Komutanlığı’na vekil bıraktım.[18]
Albay Mustafa Kemal’in savaşı idare ettiği gözlem yerinden, Çamlıtekke’deki yeni karargâhına gitmek üzere at binerek yola çıktığı anki duygularını mutlaka aktarmak gerek. Ne de olsa, onun savaş boyunca “kuzeydeki bir ihtiyat tümeninin komutanı olarak kaldığını”, “sadece Gelibolu’da bulunmuş bir karargâh subayı olduğunu” yazanlar var.
…Hastaydım (…) Yaverim Kâzım Efendi o gün şehit olmuştu. Rasim Efendi isminde diğer bir süvari subayını da aldım. Dört aydır o yerde, yani ateş hattından 300 metre geride, cesetlerin kokuşmasıyla bozulmuş bir hava solumaktaydım. O gece saat 23.00’te, zindan gibi zifiri karanlıklar içinde oradan çıkınca ilk defa temiz bir hava karşısında bulundum. Fakat bu güzel havayı, karanlık ve belirsizlik içinde solumak nasip oluyordu.[19]
Albay Mustafa Kemal’in anlatımından, kendi talebinin tam zamanında değerlendirilmesi sonucu Anafartalar Grubu Komutanlığına atandığını düşündüğü anlaşılıyor. Alınması gereken önlemler konusundaki atak tavrı, düşmanın planlarını tahmin edebilme yeteneği, Anafartalar bölgesine hâkim olması, ayrıca çok çetin koşullarda Anafartalar’daki ağır sorumluluğu kabule hazır duruşunun mutlaka etkisi vardır. Ancak o sırada henüz onun da haberdar bulunmadığı, perde arkasındaki başka görüşmelerin de olduğunu anılardan öğreniyoruz. 3. Kolordu Kurmay Başkanı Fahrettin Altay’ın anılarına göz atalım:
“İşlerin kötü gitmekte olduğunu görerek, Conkbayırı kesimine, kudretli bir komutanın atanması gerektiğini, onun için M. Kemal Paşa’nın kolordu komutanı olarak bu bölgeye verilmesini Esat Paşa’ya söyledim.”[20]
Esat Paşa da aynı olayı, “Conkbayırı’na komuta etmek üzere, buradaki durumu bilen 19. Tümen Komutanı M. Kemal Bey’in görevlendirilmesi lüzumunu Ordu Komutanı’na bildirmek üzere Kurmay Başkanım Fahrettin aracılığıyla Ordu Kurmay Başkanı’na telefon ettirdim” cümlesiyle anlatıyor.
Fahrettin Altay, Esat Paşa ve kendisi adına bu teklifi telefonla 5. Ordu Kurmay Başkanı Kazım Bey’e iletir ama Kazım Bey, Liman Paşa’nın kabul edeceğini sanmadığı cevabını verir. Fahrettin Altay saat 20.00’de Ordu Kurmay Başkanı Kazım Bey’i yeniden arar, telefon hatları karışmıştır, [bağlantıyı beklerken] M. Kemal ile Kazım Bey’in konuşmalarına kulak misafiri olur.
Fahrettin Bey, anılarında bu olayı şöyle aktarıyor:
“…M. Kemal diyordu ki:
“Bütün kuvvetler bir elden idare olunursa, başarı elde edilebilir. Anafartalar’a gelen kuvvetleri de benim emrime verirseniz, o zaman kabul ederim.”Bu sırada telefon görüşmesi kesildi, gülerek Esat Paşa’ya döndüm, “Bizim teklifimiz olan kolordu komutanlığını çok gördüler. Şimdi ordu komutanı yapmak zorunda kalacaklar.” [dedim]
Nitekim 21.45’te, (teklifimizden 8 saat sonra) Mustafa Kemal’in Anafartalar Grup Komutanlığı’na tayin edildiği emri geldi.” [21]
Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı’na atanmasıyla ilgili detaya girmediği için, Ruşen Eşref’e anlattıkları arasında Ahmet Fevzi Bey’in görevden alınması konusuna değinmiyor. Daha sonraki anlatımlarında da, aşağıda özetlediğimize benzer bilgiler veriyor. Durumu derinlemesine araştırıp, gerçek nedenleri ayrıntılarıyla değerlendirebilecek kadar bilgi sahibi olmadığını aktarmakla yetiniyor.[22]
Olayların gelişimini şöyle özetleyebiliriz: İngilizlerin 7 Ağustos sabahı Suvla’ya çıkarma yapması üzerine bölgedeki çok zayıf birlikleri takviye için Saros Grubu bağlı birlikleri Anafartalar bölgesine yürütüldü. Liman von Sanders, iki tümenlik bu grubun 8 Ağustos sabahı çıkanlara taarruzunu emretti.
7/8 Ağustos gecesi Kocaçimen ve Anafartalar Ovasındaki birlikleri de Saros Grup Komutanı Ahmet Fevzi Bey’in emrine vererek, Anafartalar Grup Komutanlığı adı altında topladı.
Anafartalar Grup Komutanı Albay Ahmet Fevzi Bey 8 Ağustos sabahı taarruz etmedi. Durumu öğrenen Liman von Sanders hesap sordu. Albay Ahmet Fevzi Bey[23] ise birliklerinin intikalinin henüz tamamlanmadığını, kol sonunun alınamadığını ve askerlerin 40 km’lik yürüyüş nedeniyle çok yorgun olduğunu bildirdi.
Öğleyin taarruz önerisine Ahmet Fevzi Bey’in, “Donanma topçusunun gözü önünde gündüz taarruzunun çok zayiata neden olacağı” yolundaki itirazı üzerine Liman Paşa’nın son emri taarruzun mutlaka 8 Ağustos gecesi gerçekleştirilmesi oldu.
Ancak Ahmet Fevzi Bey birliklerinin durumunu inceleyip, birlik komutanlarıyla da görüştükten sonra taarruzu o gece yapmamayı, sabah erkenden saldırmayı uygun buldu. Birliklerine de 9 Ağustos sabahı (ertesi gün) taarruz emrini verdi. Bunu öğrenen Liman Paşa ise o anda Ahmet Fevzi Bey’i görevden aldı, yerine Albay Mustafa Kemal’i atadı.[24]
Sonradan ortaya çıkan belgeleri göz önüne aldığımızda, tümüyle Mustafa Kemal’in dahli veya bilgisi dışında gelişen, başka olayların da olduğunu görüyoruz.
9.Tümen komutanı Halil Sami Bey’in[25] görevden alınmasında olduğu gibi, Albay Ahmet Fevzi Bey’in de Liman von Sanders’in gadrine (haksız öfke) uğradığı kanaatindeki İsmet Görgülü, elindeki bazı belgeleri yayınlamış bulunuyor.
Liman von Sanders 6-7 Ağustos gecesi İngilizlerin Suvla’ya bir kolordu çıkarmakta olduğunu haber alınca, saat 21.00’de üç tümenli Saros Grubu’na bağlı 7 ve 12. tümenlerin hazır olmalarını, saat 22.00’de ise bölgeye en yakın alayın Anafartalar’a doğru yürüyüşe geçirilmesini emreder.[26]
Vakit gece yarısını geçtiğinde ise, 01.40’ta bu kez Saros Grubu’nun tümüyle alarma geçmesi, daha önce yola çıkan alaya ilaveten bir alayın daha Anafartalar’a gönderilmesi emri gelir.[27]
7 Ağustos sabahı saat 07.00’de Albay Ahmet Fevzi’ye peş peşe iki emir daha gelir. Birincisinde süratle Anafartalar bölgesine gelmesi, ikincisinde ise 7. ve 12. tümenlerin bütünüyle Grup karargâhıyla birlikte Anafartalar’a intikali emredilir.[28]
Bu emirlere ve saatlerine bakıldığında, birliklerin Anafartalar’a intikaline parça parça emir verildiği kolayca anlaşılıyor. Çünkü Liman Paşa muhtemelen bir kez daha Bolayır’a çıkarma beklemiş, Suvla’daki harekâtın aldatmaca olduğuna ilişkin tereddüdü ortadan kalkınca, diğer birliklerin de Anafartalar’a gönderilmesini istemiştir. Bu birliklerden Anafartalar’a yakın konumda olanlar 40 km, uzak olanlar ise 55 km. yol yürüyecektir. Emrindeki seyyar jandarma taburlarını Bolayır’da kalan 6. Tümen’in emrine veren 12. Tümen, tüm birlikleriyle 7 Ağustos günü ancak saat 12.00’de yürüyüşe başlar.[29]
Ahmet Fevzi Bey 5. Ordu’ya yürüyüşün arkası alındıktan sonra yola çıkacağını bildirmiştir. 12. Tümen’in yürüyüşe geçmesinin ardından Ahmet Fevzi Bey de otomobille Ordu Komutanlığı’na gider. Kendi verdiği bilgiye göre, Ordu Komutanı Liman von Sanders ile Yalova Köyü’nde 14.45’te buluşur.[30]
Ahmet Fevzi Bey’in raporundan anlaşıldığına göre, Liman Paşa taarruz emrini burada sözlü olarak vermiştir. Ahmet Fevzi Bey’in taarruz konusunda herhangi bir itirazı yoktur. Emri alır, saat 16.00’da görev bölgesine gitmek üzere ayrılır. Liman Paşa anılarında, 8 Ağustos günü sabah erkenden taarruz emri verdiğini anlatıyor. Ahmet Fevzi Bey ise saat belirtmeden 8 Ağustos günü diyor. Neredeyse 100 yıllık tartışmanın can alıcı noktası burada. Ahmet Fevzi Bey daha karargâhtayken, von Sanders’ten aldığı talimatlara uygun ilk emirlerini kendi birliklerine gönderiyor. Ama emirlerde hiç saat yok, “birlikler toplandıktan sonra” ifadesi var.
Bu arada Ordu, Anafartalar Grup Komutanlığı kurulduğuna ilişkin sabahtan birliklere telefonla bilgi verir, aynı gece saat 22.00’de de yazılı emir yayınlanır.[31]
Birliklerin Anafartalar’a intikali, mesafe ve yola çıkış zamanlarındaki farklılık nedeniyle -ve çok doğal olarak- farklı saatlerde gerçekleşiyor. Üstelik tüm birliklerin toplanabilmiş olması için beklenen 12. Tümen, 20 saatlik bir yürüyüşün ardından ancak 8 Ağustos günü sabah 08.00 gibi görev yerine ulaşacaktır.
Ahmet Fevzi Bey daha Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı olarak mezun olduğunda Almanya’ya gönderilmiş, 4 yıl Almanya’da eğitim görmüştür. Dolayısıyla çok iyi derecede Almanca bilmektedir. Liman Paşa ile aralarında lisan sorunu yaşanmış olabileceği ihtimali çok düşük.
Gece görevden alınan Ahmet Fevzi Bey, ertesi sabah, 9 Ağustos’taki Birinci Anafartalar Zaferi’nin kazanıldığı gün cepheden ayrılır, İstanbul’a döner. 12 gün sonra da emekli edilir. Bunun üzerine durumu anlatan bir rapor yazarak Başkomutanlığa gönderir. Haklı görülmüş olmalı ki, eylül başında yeniden göreve alınır, ama cephedeki bir birliğe komutan yapılmaz, Viyana’ya askeri ataşe olarak gönderilir. Arkasından savaştaki hizmetlerinden dolayı bir madalya ve iki nişan ile onurlandırılır.
14 Kasım 1915 günü, kendisi yurt dışına gitmiş olmasına rağmen dedikoduların ardı arkası kesilmediği gerekçesiyle, Sadrazamlık makamına bir mektup gönderir. Sadece Liman von Sanders ve 1. Anafartalar Savaşı ile ilgili bölümünü aktaralım:
“…Emir ve komutada zaaf göstermedim. Bilakis bir hezimete mani olmak için emrin esasından sapma ile büyük bir sorumluluğu bile bile üstlenerek kararımda şiddetle sebat gösterdim. Ve bu sayede muhakkak bir felaketin önünü alarak, onun yerine muvaffakiyet temin ettim. Ve bu husus orduda herkesçe malumdur.
…Anafartalar Günü Mareşal Paşa’nın [von Sanders] savaşın durumu hakkındaki görüşleri, gerçek duruma tamamen aykırı idi.
…Asker 24 saatten beri aralıksız yürüyerek taarruz edecek. 12. Tümen henüz toplanamamış. Kuvveti 5.600 tüfek. Düşmanın kuvveti 16.000 tüfekten ibaretti. Gündüz saat 15.00’ten sonra taarruzun yapılması imkânsız, şafak vaktine ertelenmesi zorunlu idi… Ve ben taarruzu şafak ertelediğim için itaatsizlikle suçlanarak o akşam komutanlıktan el çektim. Fakat ertesi sabah cereyan eden muharebenin neticesi, benim fikrimin doğruluğunu ve Mareşalin kararının isabetsizliğini açıkça ortaya koyduğundan, karargâhta ortaya çıkan mahcubiyet dolayısıyla hakkımda birçok takibatın sonradan sonraya icadına sebep oldu.[32]
18 Mart Deniz Savaşı’nda –ve Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat Bey’in yokluğunda- saat 14.00’e kadar Müstahkem Mevki’yi yöneten ve müttefik filosunun Çanakkale Boğazı’ndan geçişine izin vermeyen Kurmay Başkanı Yarbay Selahaddin Adil Bey[33], şimdi ise Albay Ahmet Fevzi Bey’in komuta ettiği 16. Kolordu’ya bağlı 12. Tümen’in komutanıdır. 12.Tümen Seddülbahir’deki kanlı muharebelerin ardından, dinlenmesi için Saros Grubu’na kaydırılmıştır.
Selahaddin Adil Bey anılarında, o günlerde komutanı olan Ahmet Fevzi Bey’in anlatımlarıyla aynı paraleldeki ifadelerle olayı anlatıyor. Hattâ Liman von Sanders’in Anafartalar’daki durumu tam bilmediğini, taarruz emrettiği 8 Ağustos günü itibarıyla, durumun yakın bir tehlike içermediğini de vurguluyor:
…Öğleden sonra saat 14.00’te 7. Tümen Komutanı ile Çamtekke’de grup karargâhına gittiğimiz zaman, tümenlerin bugün düşmana taarruz etmelerinin ordu komutanlığınca talep edildiğini [öğrendik]. Buna karşı; bütün birliklerin 24 saatten fazla bir müddet adi bir yol üzerinde 50 km’ye yakın bir mesafe yürümekle yorulmuş ve yürüyüş kollarının mecburen normalden fazla derinlik kazanmasından dolayı bazı birliklerin ve genel olarak perakende birliklerin henüz cephe gerisine yetişmemiş olduklarını, komutanların haritası bile bulunmayan ve tanınmayan bir mıntıkada gemi ateşleri altında taarruz yapılmasının olumlu bir netice vermeme ihtimali olduğundan ve düşmanın cephe ilerisinde herhangi bir hareketi görülmediği gibi, hakim mevkiler emniyet birlikleriyle işgal edilmiş olduğundan hemen bir taarruz yapılmasına da lüzum görmediklerini ve bu birliklerin cepheye yanaştırılıp, arazi ve mıntıkalarını, taarruz hedeflerini görüp anlamalarına ve yorgunluklarını almaya vakit bırakılıp 9 Ağustos’ta şafakla beraber taarruza geçilmesinin uygun olacağı hususunda, Güney Grubu’nda ilk çıkarma sırasında yaptırılan kanlı ve sonuçsuz taarruzlardan ders almış bulunan her iki tümen komutanıyla beraber görüş bildirdiler.
Grup Komutanı [A. Fevzi Bey] tümen komutanlarının bu görüşlerini hal ve duruma uygun bularak taarruzun 9 Ağustos sabahı yapılmasını kabul etmiş ve orduya da bildirmişti.
Bu karar ve grup emrinin çok yerinde olduğunu yaşananlar göstermiş ise de, kurmay subay okulunda kendisinden çok istifade etmiş olduğumuz değerli bir zat olan Fevzi Bey’i, üzerine aldığı bu ağır mesuliyetten dolayı, kötü talih eseri olarak takdir yerine Liman Paşa’nın gadrine uğramaktan kurtaramamıştır.[34]
Savaşlarda birliklerin yorgunken taarruz ettiği örnekler de elbette var. Düşmanın Anafartalar’da geldiği noktanın ve içinde bulunulan durumun büyük tehlike oluşturduğuna ilişkin veriler kolayca göz ardı edilemez. Bu nedenle Ahmet Fevzi Bey’in davranış tarzı ve taarruzu ertesi sabaha bırakma kararının doğruluğu-yanlışlığı yıllardır tartışılıyor. Bakış açısına göre, kimileri Ahmet Fevzi Bey’i Mehmetçiği düşman ateşinden koruduğu düşüncesiyle haklı buluyor, kimileri ise böylesine kritik bir anda görevi savsakladığını düşünerek haksızlığına kanaat getiriyor.
Karargâhtaki ilk saatlerini Ruşen Eşref’e anlatırken konuyu çok özet geçen Mustafa Kemal Bey, Uluğ İğdemir’in kaleme aldığı “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”de[35] ise, Anafartalar Grup Komutanlığını hangi koşullarda devralıp işe başladığına ilişkin detay veriyor. Yazılanlar, o gün Anafartalar’da karşı karşıya bulunduğu sorunların anlaşılması bakımından önemlidir.
Gümbürdekbayırı’nın 1,5 km kadar güneyindeki bir yerde kurulmuş bulunan Anafartalar Grup Komutanlığı Karargâhı’na saatler gece yarısını geçtikten sonra 01.30’da ulaşabilen Albay Mustafa Kemal, ilk iş olarak Grup Kurmay Başkanı Hayri Bey’e üç soru yöneltir:
1)Düşman nerede, kuvvetini anlayabildiniz mi?
2)Gruba bağlı 7. ve 12. Tümenler şimdi nerelerde ve ne vaziyette bulunuyorlar?
3)Anafartalar Grup Komutanlığı’nca tümenlere verilen en son emir nedir?
Hayri Bey bu soruları aydınlatıcı şekilde cevaplayamayınca, Mustafa Kemal Bey, eski kumandan Ahmet Fevzi Bey’in nerede olduğunu sorar, “Çadırında uyuyor” cevabını alır. Uyandırılıp, kendisinden en son verdiği emrin alınmasını ister. Biraz sonra Kurmay Başkanı Hayri Bey döner, o anda yazmış olduğu imzasız notu gösterir.
Mustafa Kemal, “Verdiği emir bu ise imza etsin” diye notu yeniden Ahmet Fevzi Bey’e gönderir. Ama Kurmay Başkanı az sonra yeniden gelir, Ahmet Fevzi Bey, “son emir” diye gösterilen notu imzalamamıştır.
Mustafa Kemal’in “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”de yazdıklarından, görevden alınan komutanın yeni komutana [durumun ciddiyetinin gerektirdiği gibi] devir-teslim yapmadığını anlıyoruz. Çünkü Ahmet Fevzi Bey, birliklerinin yeri ve durumunu, birkaç saat sonrası için akşamdan emrettiği şafak taarruzuyla ilgili yaşamsal önem taşıyan bilgileri, yeni komutanla paylaşmıyor. Odasına girip çıkan Hayri Bey’den hangi hayati sorulara cevap arandığını öğrendiği belli, çünkü ortada herhangi bir nüshası bulunmadığı için, akşamdan verdiği emirlerin bir kısmını –tabii doğru hatırlayabildiyse- not ettirmek zorunda kalıyor. Ama birkaç saat sonra ölümüne düşman üzerine atılacak binlerce askerin belki de işini kolaylaştıracak hiçbir şey yapmıyor. Yatağından bile kalkmıyor.
Yeniden Albay Mustafa Kemal’e dönelim, bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
…Bunun üzerine ben de Kurmay Başkanı’nın bana Grup Kumandanı’nın emri diye verdiği notu bir kenara bıraktım. Derhal bütün kurmay subayları yanıma çağırdım ve hepsinden, tümenlerin nerelerde [bulunduğunu] ve nerelere taarruz etmek için emir almış olduklarını bilip bilmediklerini sordum. Her biri, bir dereceye kadar bilgi verdi. Sadece ordu karargâhından haber subayı sıfatıyla grup karargâhında bulunan Kurmay Yüzbaşı Neşet Efendi aşağıdaki bilgiyi verdi:
“Efendim, haber subayı sıfatıyla bulunuyorum. Bu münasebetle vaziyeti takip ettim. Benim bildiğime göre 12. Piyade Tümeni Turşun köyüne gelmişti. Şimdi onun batısındaki sırtlarda olacaktır. Anafartalar müfrezesini oluşturan kuvvetler de geçici olarak bu tümenin emrine verildi. Bugün saat 17.00’de söz konusu tümen komutanı [Yarbay Selahaddin Adil Bey], Grup Komutanıyla [Ahmet Fevzi Bey] görüştüğü zaman, Mestantepe istikametinde taarruz emri almıştı.”
7.Tümen’in Büyük Anafarta istikametinde yürüdüğünü ve Kocaçimen’e saldıran düşman kuvvetlerinin sol kanadına taarruz etmesinin emredildiğini söyledi. Bu istikamet Damakçılıkbayırı’nda son bulur.
“Kocaçimen mıntıkasındaki kuvvetlerimizin miktarını tamamen bilmiyorum. Yalnız, 4, 9, ve 8. Tümen karargahları söz konusu mıntıkada bulunmaktadır.”
Bu bilgilerden kıtalarımızın vaziyetlerini açık olarak öğrenmek mümkün olmadığı gibi, düşman hakkında da hiç bilgi verilmiyordu.[36]
Saat 01.30’da başlayan ve saatler süren değerlendirmede istendiği gibi yol alınamamıştır:
…Benim bu anda anladığıma göre düşmanın Kireçtepe, Kükürtlü Pınar, Sülecik, Mestantepe hattında -ki düşman miktarı kesinlikle bilinmiyor- önemli fakat yine miktarı belirsiz diğer kuvvetlerinin de Kocaçimen eteklerinde ve Conkbayırı’nda bulunduğu ve devamlı olarak Kemikliler’e [Büyük ve Küçük Kemikli burunları] asker çıkarmaya devam ettiği anlaşılıyordu. Ben de kuvvetlerimi ona göre düzenledim. Fakat henüz telefon bağlantısı yoktu. [Saat 04.00’te] Gereken emirleri birer subayla [4, 8, 9, 7 ve 12’nci] tümenlere yolladım.
…Kendim de, saldırıyı bizzat idare etmek için sabaha karşı saat 04.30’da Çamlıtekke kuzeyindeki tepelerde bulunan gözlem yerine gittim.”[37]
Taarruzu sil baştan planlamak için zaman kalmaz. Bu nedenle Mustafa Kemal eski taarruz emrinden yararlanma yoluna gider, ilave tedbirlerle durumu net kavramaya ve hâkim olmaya çalışır. Ama kendisi de bizzat savaşı yönetir. Bu yaklaşımı tümenlere yollanan emirden anlamak mümkün:
“…Telefonla, bilgi için, Beşinci Ordu Komutanlığı’na, Kuzey Grubu Komutanlığı’na,
Kocaçimen Dağı’nda 4, 8, 9. Tümen (Telefonla)
7.ve 12. Tümen’e yazıyla (Telefon bağlantısı henüz yoktur)
1-Anafartalar Grubu Komutanlığı’na tayin edildim. Şimdi kumandayı üzerime aldım.
2-On ikici Tümen’in Mestantepe ve Yedinci Tümen’in Damakçılıkbayırı istikametlerine taarruzuna dair 8 Ağustos 1915 günü 17.00’de Grup Komutanlığı tarafından taarruz emri verilmiş olduğuna göre, Kocaçimen-Conkbayırı hattında bulunan tümenler ilk olarak söz konusu taarruzu sağlayıp kolaylaştıracaklarıdır.
3-Komutanlar bu emrin geldiği andaki vaziyetlerini ve tertibatlarıyla bulundukları mıntıkaları bana bildireceklerdir.
4-Raporlar Büyük Anafarta kasabasının iki km. kadar kuzeydoğusundaki Çamlıtekke’ye gönderilecektir. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal”[38]
Liman von Sanders tarafından üç kez emredildiği halde yapılmayan taarruz 9 Ağustos günü gerçekleştirilir. Düşman çeşitli yerlerden sahile doğru sürülür ve bu taarruz, Anafartalar’da ilerleyen İngiliz Kolordusu ile Conkbayırı-Kocaçimen kesimine yönelen Anzak taarruz kollarının birleşmesini engeller.
Anafartalar Grubu Komutanı Albay Mustafa Kemal, başlangıcından akşama kadar taarruzu yönetir. Bu taarruzun detaylarına girmeden önce, İngiliz Resmi Tarihi’nin Anafartalar’daki bu tarihi güne getirdiği yorumu aktaralım:
“Bir Türk komutanı, Çanakkale savaşlarının kaderine hâkim olmuştu.”[39]
Taarruzun aşamalarına gelince…
Anlatım önceliğini, İngiliz Resmi Tarihi’nin bile “Savaşın kaderine hâkim olan Türk komutanı” diye nitelediği Anafartalar Grubu Komutanı Albay Mustafa Kemal’e verelim:
“[Çamlıtekke, 04.30] …12. Tümen’in saldırı harekâtına başlamış olduğunu gördüm. 7. Tümen birliklerinin tamamını göremiyordum.
9 Ağustos sabahı 05.50’de 12. Tümen, saldırının ilerlediğini ve tertibatını raporla bildiriyordu. 7. Tümen’den de saldırıya başlandığına dair bilgiler alındı. Saldırıya her iki tümen de başarıyla devam etti. …Suvla’nın doğusunda bulunan düşmanın bir kolordusu ve Büyük Anafarta yönünde de bir tümen kadar kuvveti mağlûp edilmiş ve tamamen elverişsiz bir duruma atılmıştır.
…Elde edilen siperlerin tahkim olunmasını, orada yerleşilmesini emrettim.
[Böylesine üstün bir kuvvetin bir günde yenilmesinin nedenine gelince] …Bunun cevabını en iyi Hamilton’un kendi raporunda okuyabilirsiniz. Benim o gün gördüğüm sebep şudur. Düşman değişik kollarla toplu düzende ilerliyordu. Bu yürüyüş kolları önlerinde henüz ne hiçbir varlık, ne de hiçbir faaliyete tesadüf etmeyeceklerini zannediyorlardı. Onun için önlerinde hafif avcı hattı bulundurmakla yetinmişlerdi. Bir taraftan kuvvetli ve fedakâr avcılarımızın hâkim sırtlardan inerek sözü edilen düşman kollarının başlarına atılmaları, bir taraftan da topçularımızın isabetli şarapnellerinin yanaşık düşman kolları üzerine tesir etmesi düşmanda tutunma gücünü de, manevi gücünü de, komuta gücünü de bozdu.
Baş tarafından püskürtülen hafif avcı hatları bu sebeple geriden desteklenemedi. Düşman da tamamen gözlerini geriye çevirmek ve kaçmak yolunu tercih etti.
…O gün elde edilen başarı çok fazla memnuniyet vericiydi.
…Conkbayırı ve Şahintepe’nin korunması için, benim komutayı üstlenmemden önce orada savaşan askerlerimizin pek büyük kahramanlık ve fedakârlık gösterdiğini büyük bir övgüyle belirtmek isterim.”[40]
Alan Moorehead, kitabında bu saldırıyı şöyle anlatıyor:
“…Kemal’in askerleri tüm İngiliz tümenini yok eden korkunç bir saldırı gerçekleştirir. Birkaç dakika içinde bütün subaylar öldürülür, tabur ve tugay karargâhları aşılır, tüm askerler büyük bir kargaşa içinde kaçmaya koyulur. Makineli tüfek ateşinin sıcaklığı çalıları ateşe verir, buralarda saklanan askerler tavşan gibi açığa çıkar. Güneş doğduğunda Triad’ın güvertesindeki Hamilton’ı korkunç bir görüntü karşılar. Binlerce askeri Anafartalar Ovası’nda geriye doğru kaçmaktadır ve saat 06.00’da, çarpışmaların başlamasından sadece bir saat sonra genel bir çöküş yaşanır gibi olur. Sadece tepeler elden çıkmakla kalmaz, kaçan askerlerden çoğu denize ya da Tuzla Gölü’ne varmadan durmaz.”[41]
Anafartalar’daki durumun kontrol altına alınmış olduğuna kanaat getiren Albay Mustafa Kemal taarruzu durdurur. Bu sırada Anzak birlikleri Conkbayırı-Besimtepe-Kocaçimen hattında hücum üzerine hücum düzenlemektedir.
Binbaşı Allanson’un taburu ise iki tepeli Besimtepe’nin güney zirvesini ele geçirir.
Allanson, Çanakkale Savaşı sırasında bu yükseklikten Çanakkale Boğazını, Alçıtepe’nin arkasındaki yolları gören ilk ve son İngiliz olur. Bacağından süngü yarası almış olmasına rağmen o heyecanla Boğaz doğrultusunda ilerlemeye karar verir. Daha 100 metre ilerlemeden müfrezenin ortasında altı tane mermi patlar. Gurkhalar bunun üzerine geriye doğru kaçışır. Sonuç itibarıyla grup Besimtepeler’de tutunamaz. Allanson, patlayan mermilerin müttefik filosundan geldiğini iddia eder, donanma reddeder. Bu dost ateşi, hep tartışma konusu olacaktır. Hattâ Türk yazarlardan bazıları da bu iddiayı çok ciddiye alıyor, İngilizlerin Mehmetçiğin karşısında perişan oldukları için değil, kendi birliklerinin üzerine attıkları bu altı mermi yüzünden savaşı kaybettiklerini yazıyor. Bu bakış açısıyla “Her iki taraf da çok büyük kayıplara uğramışlardır. İşte tam bu esnadadır ki İngiliz donanması, kendi kuvvetlerini topa tutmuş ve onların ricatlerine (geri çekilmelerine) sebep olmuştur. İşte bugüne kadar anlatıla anlatıla bitirilemeyen Anafartalar Kahramanlığı’nın içyüzü kısaca bundan ibarettir”[42] cümlesiyle tartışmaları alevlendiriyor…
Hâlbuki Mustafa Kemal’e “Anafartalar Kahramanı” denilmesiyle bu altı mermi olayının uzaktan yakından ilgisi yok.
Bu 6 mermi olayı 9 Ağustos günü saat 05.35’te, Conkbayırı’nda yaşanmıştır. Albay Mustafa Kemal ise o anlarda, kuzeydeki Anafartalar’da saat 04.30’da başlattığı taarruzu yönetmektedir. Mustafa Kemal’in komutası altındaki Conkbayırı taarruzu ise ertesi gün, 10 Ağustos’ta yapılacaktır.
Üstelik bu anlatımda İngiliz kuvvetleri diye bir ifade de var. Bir an için, kolordudan ya da hiç değilse tümenlerden söz ediliyor diye düşünülebilir. Oysa üzerine altı mermi düşen birlik Allanson’un taburudur. Sadece bir taburun üzerine top mermisi düştü diye bir ordu savaş mı kaybeder?
Önce Binbaşı Allanson’un Besimtepe’nin güney kanadına çıktığı an ile ilgili anlattıklarına sonra da bu dost ateşi ile ilgili olarak yabancı kaynaklara göz atalım…
“…Sırtı aştığımda çok gurur duyuyordum ve hemen hemen hiç kayıp vermemiştim. Aşağıda kaçışan Türklere bizimkiler ayakta durmuş öyle ateş ediyorlardı. Önümde tüm yarımadanın anahtarı olarak görünen bir manzara uzanıyordu; aşağıda Boğaz, Kilye Limanı, Alçıtepe’nin arkası ve oradaki orduya giden haberleşme hatları.
O sırada bize, binlerce ve binlerce kişiye mal olmuş olan bir felaket başladı. Körfezde bir parıltı gördüm. Birden aramızda üç-dört veya beş tane yüksek patlayıcılı mermi patladı. Birincisi bir Gurkhanın yüzüne isabet etti. Kayıplar ağır olmamakla birlikte durduğumuz yerde kollar bacaklar uçuşuyor, çığlıklar yükseliyordu. Tüm birlik paniğe kapılarak gerisin geriye tepeden aşağıya koştu. Sırtın üzerinde Le Marchand, ben, Güney Lancashire’dan iki subay ve on er kalmıştı. Ama Türkler olanları görüp tepeye tırmanmaya başladılar; üzerlerine birkaç el ateş ettiysek de, 250 metre ilerideydiler ve orada kalmanın bir yararı yoktu. Bunun üzerine geri çekilme emri verdim.” (Binbaşı Cecil Allanson)[43]
Tim Travers “Gelibolu 1915”te konuyu derinlemesine ele alıyor, üzerine “dost ateşi” sonucu bomba düşen tek asker Allanson değil elbette, benzer örnekleri sıralıyor, Allanson’un anlattıklarına da yer veriyor. Ama sonunda dönüp dolaşıyor, “Allanson, Besimtepeler saldırısını mahveden bombalar için donanmayı suçladı. Fakat Allanson’un zirvedeki pozisyonu bütün Boğazı görecek durumda olduğu için bu pek mümkün görünmüyor” diye de eklemeyi ihmal etmiyor. Filodaki savaş gemilerinin kayıtlarını inceleyen Travers’in verdiği bilgiye göre, bu mermilerin 05.15’te bombardımana başlayarak harekâtı destekleyen Bacchante’den atılmış olması muhtemeldi. Ama öyle olup olmadığı da net olarak bilinmiyordu. Buna bir de Allanson’un yalanlaması eklendi. Allanson 1930’da, Çanakkale Savaşları ile ilgili İngiliz Resmi Tarihi’ni yazan Aspinall’e bir mektup göndererek, Besimtepe’yi tahliye sebebinin, zirvenin ateşe açık olması ve birkaç bombanın onları buradan söküp atacağını düşünmesi olduğunu söyledi. Allanson ne donanmadan ne de filodan gelen top mermilerinden söz ediyordu.[44]
Robin Prior da Allanson’un General Cox’a gönderdiği bir mesajdaki “Ne yazık ki 05.25’te yeniden topçu ateşi açıldı, (bizimkiler olduğunu düşünüyorum) ve askerler arasında birçok kayıp oldu; üzerimize görünüşe göre Abdurrahman Bayırı’ndan [kuzeye] açık bir çapraz ateş de açıldı ve üzülerek belirtirim ki mevzi boşaltıldı ve birliklerin çoğu vadide aşağılara gerilediyse de aşağıda yeniden mevzi alındı. Yüksek tahrip gücü olan patlayıcıların neden olduğu kayıpların geri çekilmek için yeterli olması gerektiğini düşünmüyorum ama söz konusu birliklerin tamamı çok kötü bir gece geçirdi ve zar zor dayandı” ifadelerine yer verip noktayı koyuyor:
“Allanson’un Mart 1916’da kardeşine yazdığı bir mektupla da desteklenen olayların bu yorumu, İngilizlerin tepede bir tutunma noktasını sadece birkaç ağır mermi yüzünden kaybettiklerine ilişkin tartışmaya bir son vermelidir.”[45]
Altı mermi atıldı diye İngiliz kuvvetlerin geri çekildiğini, Mustafa Kemal’in Anafartalar Kahramanlığı diye anlatılan olayların içyüzünün de yanlışlıkla atılan bu 6 bombayla elde edilen zafer olduğunu iddia edenler, bu iddialarını destekleyecek makul ve inandırıcı deliller ortaya koymak zorunda.
İngilizler ertesi gün de (10 Ağustos) taarruza geçti. Neredeyse tüm yabancı kaynaklarda, ağırdan alan davranışları yüzünden birçok fırsatı göz göre göre kaçırdığı gerekçesiyle çok eleştirilen General Stopford, İmroz’daki Genel Karargâh’tan Tümgeneral Braitwaite imzasıyla gelen bir telgraf emriyle harekete geçmişti. İsmailoğlu Tepesi ve Anafartalar’a 6-8 taburluk bir kuvvetle saldırması istenen Stopford, taarruz görevini Tümgeneral John Lindley’in 53. Tümen’ine verdi. 159. Tugay Yusufçuktepe’ye, 158. Tugay ise Anafartalar sırtlarına doğru ilerleyecekti. Taarruza Tümgeneral Frederick Hammersley’in 11. Tümen’i de destek verecekti.
Mustafa Kemal’in[46] Conkbayırı’nda inanılmaz hızla gelişen ve hemen müthiş bir askeri başarıya dönüşen taarruzu başlattığı saatlerde, Kitchener’in gönderdiği yeni ordu da Anafartalar’da 12. Tümen cephesine yönelmişti.
Birkaç saat süren muharebelerde İngiliz taarruzu kırıldı ve geri püskürtüldü. İngilizler akşama kadar dört kez denenen taarruzlarda hiçbir sonuç alamadı. 10 Ağustos muharebeleri, İngilizler adına tek kelimeyle hezimet olacaktı.
Anafartalar’da durumu kontrol altına aldıktan sonra dikkatini Conkbayırı’na yönelten Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal, buraya hareket etmeden önce kendi karargâhına uğradı. 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders o sırada Mustafa Kemal’i tebrik için grup karargâhına gelmişti. Mustafa Kemal, Conkbayırı’nda yapılmasına karar verdiği taarruzu planlayıp üzere yola çıkarken, Liman Paşa onu ateş hattına girmeme konusunda ikna etmeye çalışacak, ancak başka türlü de yapılacak hamlelerin sonucundan emin olamayacağını düşünerek rıza gösterecekti.
Anafartalar Grubu Komutanı Albay Mustafa Kemal ve beraberindeki heyet Çamlıtekke’den Kocaçimen’e giderken bir düşman uçağının saldırısına uğradı. Heyet sağa sola dağıldı. Mustafa Kemal ve beraberindeki süvari ihtiyat subayı Zeki Efendi, Kocaçimen üzerinden gitmeye çalışırken o bölgeyi tutan İngilizlerin açtığı ateşe maruz kaldı ama sonunda daha güneyden dolanarak Conkbayırı’nın doğu yamaçlarında bulunan 8. Tümen karargâhına ulaşmayı başardı. Karanlığa kalan ve yolunu şaşıran kurmay heyeti ise ancak ertesi sabah cepheye gelebilecekti.
Saldırı 8. Tümen’in biri hayli zayiat vermiş iki alayı ile düzenlenecekti. Oysa Conkbayırı-Kocaçimen cephesi karşısındaki düşman iki tümenden fazlaydı.
8.Tümen’in Kurmay Başkanı itiraz ettiyse de Mustafa Kemal üzerinde bir etkisi olmadı. Mustafa Kemal, “Ben başarıyı fazla kuvvete sahip olmaktan çok, elimizde bulunan kuvvete gayret ve şiddet vermekte ve onları benim düşündüğüm gibi kullanabilmekte görüyorum. Geçirilecek zaman bizden çok, düşmana yarayacak” diyordu. Derin bir sessizlik içerisinde zirvenin arka tarafında taarruz için hazırlıklar yürütüldü. Bir yandan da Mustafa Kemal’in beklediği taze iki alayın gelmesi bekleniyordu. Bunlardan biri gece ulaşacak, diğeri ise ancak ertesi gün taarruz başarıyla sonuçlandıktan sonra gelebilecekti. Planlamaya göre tam bir baskın niteliği kazandırmak için topçu ateşi açılmayacak, birinci ve ikinci taarruz kademeleri sık avcı hattı, üçüncü saldırı kademesi ise yanaşık düzen halinde düşmanın üzerine atılacaktı.
Taarruz gün doğmadan Mustafa Kemal’in işareti, 23. ve 24. Alayların unutulmaz süngü hücumu ile başlar[47]. Öteki tümenler de, bu hücumla birlikte kendi cephelerindeki düşman birliklerine karşı taarruza kalkar. Mehmetçik, Conkbayırı ve çevresindeki düşman birliklerini adeta ezer geçer. Bölge düşmandan temizlenmiştir. Gece yarısından sonra güney cephesinden gelmiş olan ve 8. Tümen’in –dolayısıyla da Mustafa Kemal’in- emri altına giren 28. Alay’a da, bu taarruz sırasında Şahin Tepe’yi ele geçirme görevi verilir. Ama yorgun alay ancak en yüksek sırtı ele geçirebilir. Şahin Tepe’den atılamayan düşmanın ve donanmanın yoğun ateşi yüzünden saatlerdir durmadan savaşan birlikleri dinlendirmek için taarruz durduruldu. Mustafa Kemal de yeniden Anafartalar’daki grup karargâhına döndü. Conkbayırı taarruzunun kesin sonucu şuydu: İngiliz kuşatması tümüyle suya düşmüştü.[48]
Ruşen Eşref, Mustafa Kemal’in Conkbayırı taarruzuyla ilgili anlattıklarını şöyle aktarıyor:
…Mustafa Kemal Paşa’nın düşündüğü hücum 10 Ağustos günü yaklaşık 04.30’da başlıyor. Hücumu seyretmek üzere Paşa da asker ve komutanlarla bir araya geliyor. Şafak sökmeye başlamış, ortalık aydınlanmaya yüz tutmuş. Paşa hücum anının gecikmekte olduğunu görüyormuş:
“Hâlbuki bu gecikme biraz daha uzayacak olursa ortalık tamamen aydınlanacak, bizim kalabalık bir yığın halinde bulunan saldırı birliklerimizi düşman görecek, karadan ve denizden topların sonu gelmeyen bombardımanına maruz kalacaktık, belki de bu bir felâket olacaktı.”
…Mustafa Kemal Bey beraberindeki komutanlarla beraber hücum saflarının önüne geçmiş. Askere düşmanın kaçmaya hazırlandığını, fakat buna müsaade etmeyeceğimizi söylemiş. Bunun için, “Benim ileriden kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzerine hemen hepiniz düşmana atılacaksınız” demiş. Beş on adım ileri yürüdükten sonra işaretini verince subayların ve askerlerin tereddütsüz bir aslan hamlesiyle düşmana saldırdıklarını görmüş. Bu hücumun karşısında düşmanın tümüyle ezildiğini, hiç silâh kullanmak fırsatına vakit bulamamış olduğunu anlamış.
…M.Kemal: ”O kahramanlar, başlarında fedakâr subayları olduğu halde durdurulamaz hamleleriyle ilk düşman hattını tek kişi kalmayıncaya kadar boğdular. Bundan başka önlerine çıkan, yardıma gelen bütün düşman birliklerini de perişan ettiler. Hattâ bizim bazı birliklerimiz kişisel gayretleriyle boş buldukları yönlerden denize kadar gitmişlerdir. Bence maksat saldırının ilk aşamasındaki başarıyla tamamen elde edilmişti. Şartların, karşımda bulunan İngilizleri tamamen yok etmeye kalkışacak kadar elverişli olduğunu düşünmüyordum. Onun için verdiğim emirle saldırıyı kestim. Conkbayırı’nda ve Şahintepe’de yerleştik kaldık. Bu savaşta düşmana binlerce ölü, binlerce yaralı verdirdik. Birçok esir aldık. O cephede bulunan makineli tüfeklerini ganimet aldık. Birçok da esir alındı.”[49]
Mustafa Kemal burada sözü, Ian Hamilton’ın Çanakkale Savaşı ile ilgili raporuna getiriyor ve ekliyor:
…Bu saldırımız Sir Hamilton’u bazı abartılı düşüncelere sevk etmiş. Bunu sonra, raporunu okuduğum zaman anladım. (Raporu açıp orada bir sayfa arayarak) Bakınız, Sir Hamilton diyor ki: “Askerlerini biz, mevcut bütün toplarımızla topa tutturmuşuz.” Bu doğru değil, saldırıdan önce top değil, tabanca bile attırmadım. Çünkü attırsaydım o zaman baskın tarzında yapmak istediğim saldırı başarılı olamazdı. Zaten onun askerleriyle benim askerlerim değil, bizzat benim ve komutanlarımın onlarla arasındaki mesafe ancak 15-20 adımdı. Bu kadar yakın mesafede düşman hattına topçu atışına imkân olmayacağı erbabınca bilinir, hele ki gece vakti…
Bir de Hamilton iki taburunun boğazlanıp yere serildiğinden bahsediyor. Bu doğrudur. Fakat bizim 10 Ağustos’ta Conkbayırı’nda yaptığımız saldırıyla mağlûp ettiğimiz İngiliz kuvveti Arıburnu ve Damakçılık bayırı arasındaki mıntıkada bulunan bütün kuvvetleridir.
Bu savaş alanında şan ve şeref kazandıklarından bahsettiği General Cayley, bütün kurmaylarıyla beraber ölen General Baldwin, tehlikeli şekilde yaralanan General Cooper nelere kumanda ediyorlardı, yalnız iki tabura mı?[50]
Albay Mustafa Kemal’in saldırıyı yönettiği gözetleme mahalli yakınlarında patlayan bir şarapnelin göğsüne isabeti de işte bu taarruz sırasındadır. Talihin Türk Milletine müthiş bir armağanı olarak, bu şarapnel parçası sadece Albay Mustafa Kemal’in sağ göğüs cebindeki saatini parçalar, bedenine hafif bir kızartı dışında bir zarar vermez.
Bu olayı henüz 1918’de Ruşen Eşref’le yaptığı röportaj sırasında Mustafa Kemal’in yanında bulunan yaveri Yüzbaşı Cevat [Abbas] Bey hatırlatıyor. Ruşen Eşref de detaylarıyla kaleme alırken, Mustafa Kemal’in üzerinde şarapnel izi olan saatini muharebenin ardından hatıra olarak Liman von Sanders’e verdiğini, Sanders’in de üzerinde aile arması işli saatini Mustafa Kemal’e vererek mukabelede bulunduğunu anlatıyor.
Yabancı kaynaklara gelince…
Bunlar içinde değerlendirmesini en öne almamız gereken kişi, Mustafa Kemal’in de işaret ettiği satırlarıyla kuşkusuz Ian Hamilton olmalıdır:
“…10 Ağustos günü Türkler şafakla beraber Conkbayırı’na büyük ölçekte bir taarruz yaptılar. Bu muharebe Conkbayırı’nı tutmak için yapılan dört günlük savaşın en şiddetlisi olmuştur. Zamanımız teknolojisinin hazırlamış olduğu silahların hepsini ellerinden atarak hasımları ile boğaz boğaza dövüşen erlerimizin yanına generaller de katıldılar. General Collie, Cooper ve Baldwin bugün ölenler arasındadır. Türkler birbiri ardınca “Allah Allah” haykırışlarıyla gerçekten pek yiğitçe saldırdılar ve savaştılar. Bizim erlerimiz de ırkımıza has olan sebat ve metanetle dövüştüler ve oldukları yerde canlarını verdiler. Bu boğuşmayı yazıyla anlatmak mümkün değildir.
10 Ağustos akşamı General Birdwood kaybının 12.000 olduğunu ve bunlar arasında pek çok subay bulunduğunu bildirdi. General Shaw’ın kumandası altında bulunan yeni ordudan [Suvla’ya çıkarılan ve Kitchener ordusu diye tanımlanan] 13.Tümen 10.500 mevcudundan 6.000’ini kaybetmiştir. Warvick ve Worchester’ler subaylarının tamamını kaybetmişlerdir. Gurkhaların 48 saat ellerinde bulundurdukları Conkbayırı böylece elimizden çıkmıştır. Fakat bu küçük ve değersiz gibi görünen arazi parçacığı gerçekte 12.000 insan hayatı değerindedir.“[51]
İngiliz Resmi Tarihi’nin, Albay Mustafa Kemal[52] komutasındaki Türk birliklerinin Conkbayırı’ndaki taarruzunun ardından verdiği hüküm de şöyledir:
…Son 24 saat içerisinde Türkler büyük bir komutana sahip olmanın, düzenin, askerliğin. Kahramanlığın, mücadelenin bütün örneklerini vermişlerdi. Anzaklar bu muharebede 12.000 kayıp vermişlerdi. Türkler cephenin bütün hakim noktalarına yerleşmişlerdi. Bu muharebeler sonunda İngilizler, önceden sahip bulundukları üstünlüklerini yitirdiler.[53]
R.R. James’in anlattıklarıyla Conkbayırı Savaşı bölümünü tamamlayalım:
…Türk taarruzu dehşet verici bir manzaraydı. Şaşkınlıktan serseme dönen İngilizler, ufuk hattının üzerinden boşanan, ateş etmeden süngüleriyle ilerleyen, karanlık, yoğun Türk kitlelerini gördüler. Conkbayırı ve zirvedeki siperler hemen çiğnendi ve İngiliz askerlerinden hiçbiri -sayıları 1.000’den fazlaydı- kurtulamadı. …General Baldwin’in adamları ümitsizliğin verdiği cesaretle bunları karşılamak üzere ayağa kalktılar. Saat 10.00’da güneş iyice yükseldiği vakit Baldwin ve subaylarının hemen hepsi ölmüş bulunuyor ve kalanlar, minicik yaylada binden fazla ölü ve ölmekte olan subay ve er bırakarak, derelere sığınmak üzere geri çekiliyorlardı. Kaçanların çoğu dere yataklarında kaybolduklarından, kendilerinden bir daha haber alınamadı.[54]
6 Ağustos’tan bu yana, Anafartalar ve Conkbayırı kesiminde beş gün süren muharebelerdeki kayıp sayıları, her iki tarafın da ağır kayıplar verdiğini ortaya koyuyor.
Erol Mütercimler, Türk tarafının kaybının Kanlısırt’ta 2.000, Conkbayırı’nda 12.000, Anafartalar’da 8.400 ve 19. Tümen cephesinde 2.600 olmak üzere 25.000 olduğunu belirtiyor. Her iki tarafın toplam kaybını da 45.000 olarak hesaplıyor.[55]
Ağustos’ta Anafartalar’a hücumu yenileyen İngilizler yine başarılı olamayınca, neredeyse tüm komuta kademesi değiştirildi. Yeniden hazırlıklar yapıldı. Son ihtiyat tümenlerini de karaya çıkaran İngilizler, 21 Ağustos’ta son kez şanslarını denemek üzere harekete geçti. Küçük Anafarta’nın batısında, Yusufçuk tepesi, İsmailoğlu tepesi ve Azmak ile Kayacık ağılı arasındaki sahaya yapılan bu taarruz da, Anafartalar Grubu Komutanı Albay Mustafa Kemal tarafından sevk ve idare edilen Türk birliklerince yine etkisiz kılındı.
Bu muharebe, katılan asker sayısı bakımından Çanakkale Savaşı’nın en büyük muharebesi kabul edilmektedir. Sonuç İngilizler için yine hüsran olmuştu.
Düşmanın 27 Ağustos’ta Kayacık Ağılı’na yaptığı nafile taarruz da işe yaramadı. Gelibolu’da önemli bütün yükseltiler Türklerin elindeydi ve bu hiç değişmeyecekti.
Anafartalar savaşlarından sonra Gelibolu’da ciddi boyutta bir muharebe yaşanmadı… Mücadele tamamen siper muharebeleri ve lağım savaşlarına dönmüş, Türkler Sarıbayır’a iyice yerleşmiştir. Müttefiklerin ne Seddülbahir’den ne de Anafartalar’dan ilerlemesi mümkündür.
Artık İtilaf Kuvvetleri bakımından başarı şansı kalmadığı açık açık meydandadır. Gelibolu’dan çekilmek ciddi bir seçenek haline gelmiştir. Başkomutan Ian Hamilton 15 Ekim’de görevden alınır.
Anafartalar Grubu komutanı Albay Mustafa Kemal de -rahatsızlığı gerekçe gösterilerek- 10 Aralık’ta cepheden ayrılıp İstanbul’a döner. Giderken Anafartalar’da yerine M. Fevzi [Çakmak] Bey’i[56] vekil bırakmıştır. İngiliz ve Fransız birlikleri, aralık sonunda Suvla ve Anzak’tan, ocak ayında ise Seddülbahir’den “başarıyla” çekilirler.
Mustafa Kemal, düşmanın Gelibolu’yu terk edip kaçtığını, birkaç haftadır dinlenmekte olduğu İstanbul’da öğrenecektir…
…
(*) bu makale, Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanan Yeni Türkiye dergisinin “Çanakkale Özel Sayısı”nda yer almıştır. Tek cilt halinde ve toplam 122 makaleye yer verilen özel sayı 1.584 sayfa halinde yayınlandı. Dergiye internet kitapçılarından ve D&R’dan ulaşılabilir.
[1] Almanya, Osmanlı Devleti’nin derhal savaşa girmesi konusunda ısrarlıydı. Osmanlı yönetimi ise görece tarafsız bir tutum izleyeceği izlenimi veriyordu. 11 Ekim 1914’te, Harbiye Nazırı Enver ile Talat ve Cemal paşalar, Büyükelçi Wangenheim ve Almanya Hükümeti arasında Rusya’ya savaş açma konusunda gizli anlaşma imzaladı. “At pazarlığı” o günlerde revaçtaydı. Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne yüzde 6 faizli 5 milyon altın avans verme vaadi çok kolaylaştırıcı rol oynadı. 21 Ekim’de Başkomutan Vekilliğine getirilen Harbiye Nazırı Enver Bey, aynı gün von Bronzart Paşa ile Osmanlı ordusunun harbe nasıl sokulacağını görüştü. Varılan karar uyarınca, Osmanlı filosu harp ilan etmeden önce Karadeniz’deki Rus filosunu batırarak, deniz üstünlüğünü kazanacaktı. Osmanlı Harbiye Nezareti 1 Ekim 1914’te, Çanakkale Boğazı’nın ulaşıma kapatıldığını açıkladı. Karadeniz’e açılmasına izin verilen Alman Amiral Souchon komutasındaki Osmanlı donanmasının 29 Ekim 1914 tarihinde Karadeniz’deki bazı Rus şehir ve limanlarını bombalaması, her şeyin başlangıcı oldu. 2 Kasım 1914’te, Rusya Osmanlı Devleti’ne karşı resmen savaş ilan etti. Osmanlılar artık fiilen 1. Dünya Savaşı’nın içindeydi. Bu tarihten itibaren müttefikler Çanakkale Boğazı’nın Ege çıkışını tümüyle kontrol altına aldılar. Müttefiklerin Çanakkale’deki ilk bombardımanı da 3 Kasım 1914’te gerçekleşti. Osmanlı Devleti 11 Kasım’da müttefiklere savaş ilan etti. (Özet için kaynak: Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, s. 138 vd.)
[2] Bigalı Mehmet Çavuş, 4 Mart 1915’te Seddülbahir’de karaya çıkan ve 60-70 kişi kadar olan deniz komandolarına karşı beraberindeki takımıyla sabırla bekler, düşman iyice yaklaşınca da ateş açar. An gelir, Mehmet Çavuş’un namlusu iyice ısınan tüfeğinin mekanizması bozulur, artık ateş etmez. Tüfeğini bir kenara fırlatan Mehmet Çavuş, önce yerdeki taşları alır fırlatır, hızını alamaz gözüne ilişen istihkâm küreğini kapar ve düşmana saldırır. Bu sırada bir kurşun başını sıyırır, bir kurşunla da göğsünün altından yaralanır. Mukavemetin güçlü olduğunu gören İngiliz deniz komandoları, çareyi sandallarına binip kaçmakta bulur. Bigalı Mehmet Çavuş’un adı zaman zaman, Ağustos 1915’te sadece bir bölük askerle bir alay kuvvetindeki düşmana taarruz ederek Cesarettepe’yi ele geçiren (ve bu muharebenin ardından Padişah iradesiyle rütbesi teğmenliğe yükseltilen) Kırşehirli Mehmet Çavuş ile karıştırılmaktadır. Her ikisi de Çanakkale Savaşı’nın küçük rütbeli kahramanlarındandır. (Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, s. 159)
[3] Genelkurmay verilerine göre, Çanakkale Cephesi’nde savaşırken cephede şehit düşenlerin sayısı 57.084’tür. Savaşta yaralanıp ya da hastalık nedeniyle hastanede yaşamını yitirenler de dahil edildiğinde, toplam şehit sayımız 75.830 olarak kayda geçmiştir. (Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, s. 25)
[4] Ek-1 (Harita – Makale sonunda)
[5] Müttefiklerin 25 Nisan 1915’te uygulamaya koyduğu çıkarma planı, donanma ile kara kuvvetleri arasındaki koordinasyonun tam sağlanamamasından kaynaklanan bir dizi kopukluğun yol açtığı karmaşa içinde başladı. Çıkarma için belirlenen S, V, W, X ve Y kumsallarına 29. Tümen ve İngiliz Kraliyet Tümeni’ne bağlı birlikler çıkacaktı. Hamilton’un kurmayları çıkarmanın yapılacağı. Morto Koyu’ndaki Hisarlık burnu kıyılarına S Kumsalı, Ertuğrul Koyu ve Seddülbahir iskelelerinin bulunduğu kesime V Kumsalı, Tekke Koyu’na W Kumsalı, İkiz Koyu’na X Kumsalı, Zığındere ağzı kuzeyindeki Sarıtepe yöresine Y Kumsalı adını vermişti. Ayrıca Kumkale ve Bolayır/Saros şaşırtmaca noktaları olacaktı. Kabatepe’ye Anzaklar çıkacak ama asıl çıkarma Seddülbahir, İlyas burnu ve Morto Koyu’na yapılacaktı. Hamilton, Türkleri geniş bir araziye yayılmaya zorlamayı, kuvvetlerini bölmeyi hedeflemişti. Ayrıca Kabatepe’nin kuzeyine yapılacak Anzak çıkarması ile Maltepe’ye ulaşma hedefi de vardı. Plan tutarsa, Türk yedek kuvvetleri asıl çıkarma noktasının belirleneceği ana kadar güneye yardıma gidemeyecekti. Şaşırtmacaların sınırlı da olsa işe yaradığını göreceğiz. Anadolu yakasına Fransızların yaptığı gösteriş çıkarmasının etkisi de buna dâhil. Çünkü Anadolu yakasındaki 15. Kolordu, 3 ve 11’nci tümenlerinin birliklerini sahil boyuna dağıttığından, ilk gün Yarımada’dan gelen takviye kuvveti isteklerine kulaklarını tıkamak zorunda kalacaktı. Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, s. 192
[6] Çanakkale Savaşı’nın genel özeti için temel kaynak: Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, s15 ve devamı.
[7] Tim Travers, “Gelibolu 1915”, s.141-142-145
[8] Gelibolu’da savaşanlar arasında Travers ailesinden üç İrlandalı subay birden vardır. Binbaşı Hugh Price Travers, kuzenleri Teğmen Spenser Robert Valentine Travers ve Yüzbaşı Hugh Eaton Frederic Travers. Üçü de Gelibolu’daki çatışmalar sırasında, 21 Ağustos’a kadar yaşamını yitirdi. Görüşlerini aktardığımız Tim Travers, aile büyüklerinin izinde Gelibolu’ya gelmiş bir araştırmacıdır. Kitabı “Gelibolu 1915”te, Hamilton ve kurmayları ile üst düzey komutanların savaşı iyi yönetemediği görüşünü belgelerle destekliyor.
[9] Tim Travers, “Gelibolu 1915”, s.143.
[10] Konunun belgelere dayalı olarak özetlenmesinde yararlanılan eser: Yayına hazırlayan: Uluğ İğdemir, “Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu”; Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, C1, s.380, 381, 386, 388, 420
[11] Ağustosun 6-7-8. günleri yaşananları özetlerken yararlanılan kaynaklar: Alan Moorehead “Gelibolu”, Turgut Özakman “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, Tim Travers “Gelibolu 1915”, Steel-Hart “Gelibolu Yenilginin Destanı”, Uluğ İğdemir “Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu”; “Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi”, Tayfun Çavuşoğlu “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”… Direkt alıntı yapılan kaynaklar, ilgili satırlarda ayrıca belirtilmiştir.
[12] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.46
[13] Uluğ İğdemir, “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”; Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, C1, s.422
[14] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.47
[15] Uluğ İğdemir, “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”; Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, C1, s.424
[16] “Çanakkale Cephesi, 3. Kitap, s.354, 359; Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.148
[17] Liman von Sanders’in 7 Ağustos günü alıp uyguladığı birliklerin sevk ve Fevzi Bey’i atama kararları ve 8 Ağustos’ta Yarbay Poetrich’in 9. Tümen’de göreve atanmasıyla ilgili bölümlerin özetlenmesinde kullanılan kaynaklar: “Çanakkale Hatıraları”, Liman von Sanders anlatıyor, Cilt-2, s.81 vd.; Çanakkale Cephesi 3. Kitap, s-359, 366; Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.149
[18] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.48-49
[19] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.49
[20] “Çanakkale Hatıraları”, Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor, Cilt-2, s.35; Fahrettin Altay, “On Yıl Savaş ve Sonrası”, İnsel Yayınları, İstanbul, 1970, s.109; Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.157-158
[21] “Çanakkale Hatıraları”, Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor, Cilt-2, s.36; Fahrettin Altay, “On Yıl Savaş ve Sonrası”, İnsel Yayınları, İstanbul, 1970, s.110; Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.157-158
[22] “Çanakkale Hatıraları”, C-1, Arba Yayınları,2001; “Anafartalar Muharebesine Ait Tarihçe”, s.15-112; İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s.372
[23] Burada belirtmek gereken bir nokta var. Mustafa Kemal’in Ruşen Eşref’le yaptığı röportajda bu isim Ahmet Feyzi Bey olarak geçer. Diğer kaynaklarda ise Ahmet Fevzi Bey. Bütünlük sağlamak açısından –ve aynı kişiden söz edildiğinden- Ahmet Feyzi olarak geçtiği noktalarda ismi Ahmet Fevzi Bey olarak değiştirdim. Bu arada 16.Kolordu Komutanı (Beylerbeyli) Albay Ahmet Fevzi Bey ile (Kavaklı) Mustafa Fevzi Paşa farklı kişiler. Bazı kaynaklarda bu iki isim karıştırılıyor. Örneğin GRYK Ansiklopedisi, “Anafartalar Grup Komutanlığına atanan 16. Kolordu Komutanı Albay Fevzi Bey, daha sonraki unvanıyla Mareşal Fevzi Çakmak’tır” (c-1, s.125) diye yazıyor. Bu yanlış, alıntılarla silsile halinde yayılıyor. Aynı ansiklopedi, birkaç sayfa sonra da “[M. Kemal’in] Anafartalar Grup Komutanlığı ise Ordu Kumandanını kızdıran ve bu yüzden azlolan Albay Fevzi Çakmak Bey’in (!) askeri planı ile yürütülmüştür” (c-1, s.132) diye yazıyor. Oysa Mirliva (Tuğgeneral) M. Fevzi (Çakmak) Paşa, aynı günlerde Gelibolu’da, güneyde bulunan 5. Kolordu’nun komutanı olarak görev yapmaktadır. M. Fevzi (Çakmak) Bey de Anafartalar Grup Komutanlığı yapacaktır ama GRKK Ansiklopedisi’nin yazdığı gibi ağustosta değil, 4 ay sonra Mustafa Kemal 10 Aralık’ta cepheden ayrılıp İstanbul’a dönerken görevi vekâleten kendisine devrettikten sonra… (Özet kaynağı: Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.119-121, ayrıca bkz:171)
[24] “Çanakkale Hatıraları”, C-1, Arba Yayınları, 2001; “Anafartalar Muharebesine Ait Tarihçe”, s.15-112; İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s.371
[25] 9.Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey, İtilaf Devletleri’nin 25 Nisan’da başlayan çıkarma harekâtı sırasında, Gelibolu Yarımadası’nda 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal ile birlikte düşmana karşı koyan iki kilit isimden biridir. Çıkarmanın ilk günü kıyı muharebelerini, 28 Nisan 1. Kirte Muharebesi’ni başarıyla yönetmiştir. 6-8 Mayıs’taki 2. Kirte Muharebesi ile 4-6 Haziran’daki 3. Kirte Muharebesi’ne de katılır. Bu muharebeden sonra, kısa bir süre önce bağlandığı Güney Grup Komutanlığı’na “düşmanı siperlerden atmak değil, tamamen denize dökmek istediğini bildiren” bir rapor yazar ama “sinir buhranı geçirdiği”, “azim ve kararlılık sahibi olmadığı”, “zayıf bulunduğu”, “yetersizliği” vb. gerekçelerle, savaşın 50’nci gününde görevden alınıp, emekliye sevki için İstanbul’a gönderilir. 1917’de, Çanakkale’deki hizmetleri ve başarıları nedeniyle Gümüş Muharebe İmtiyaz Madalyası ile onurlandırılır. Halil Sami Bey, Milli Müdafaa Komisyonu’na Liman von Sanders’i çok ağır eleştirdiği bir mektup yazar, tümenin ve kendisinin yaptıklarının bir kurul tarafından incelenmesini, kimin yetersiz olduğunun anlaşılmasını da ister. Görgülü, bu yazışmaların asıl mektuplarına ulaşınca, bu konuda bugüne kadar doğru kabul edilen yanlışlar ortaya çıkmıştır. Albay Halil Sami Bey’in görev kusuru yoktur. Liman Paşa’nın gadrine uğramıştır. Aynı trajik sonu paylaşan Ahmet Fevzi Bey’in görevden alınmasının da çok haklı olmayabileceği yine Görgülü’nün kitabındaki detaylar ele alınınca anlaşılıyor. İsmet Görgülü ayrıca Fevzi Bey’in mektuplarının orijinallerine de kitabının ekler bölümünde yer vererek güzel bir hizmet yapmış bulunuyor. Bkz: İsmet Görgülü, “Çanakkale Savaşı İlk Günde Biterdi”, s.63 ve devamı, s.83 ve devamı, ayrıca bkz, ekler, belge-1-2-3-4-5.
[26] M. Şevki Yazman, “Türk Çanakkale”, Ulus Basımevi Ankara, 1938, s.172; İsmet Görgülü, “Çanakkale İlk Günde Biterdi”, s.66
[27] ”Çanakkale Cephesi Harekatı”, 3. Kitap, (Haziran 1915-Ocak 1916), Gn. Krm. ATASE Başkanlığı Yayını, Ankara, 1980, s.396; İsmet Görgülü, “Çanakkale İlk Günde Biterdi”, s.66
[28] “Çanakkale Cephesi Harekatı”, 3. Kitap, (Haziran 1915-Ocak 1916), Gn. Krm. ATASE Başkanlığı Yayını,
Ankara, 1980, s.397-398; İsmet Görgülü, “Çanakkale İlk Günde Biterdi”, s.67
[29] Selahaddin Adil Paşa, “Çanakkale Cephesinden Mektuplar-Hatıralar”, s.98
[30] Cemil Conk, “Çanakkale Conkbayırı Savaşları”, Erkanıharbiye-i Umumiye Riyaseti Harp Tarihi Dairesi Yayınları, Ankara, 1959, s.83; A. Fevzi Bey’in görevden alındıktan sonra Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya sunduğu rapordan); İsmet Görgülü, “Çanakkale İlk Günde Biterdi”, s.67; ayrıca bkz: “Çanakkale Hatıraları”, Cilt-2, Cemil Conk Paşa anlatıyor, s.283
[31] “Çanakkale Cephesi Harekatı”, 3. Kitap, (Haziran 1915-Ocak 1916), Gn. Krm. ATASE Başkanlığı
Yayını, Ankara, 1980, s.397; İsmet Görgülü, “Çanakkale İlk Günde Biterdi”, s.67
[32] İsmet Görgülü, “Çanakkale İlk Günde Biterdi”, s.81
[33] Yarbay Selahaddin Adil Bey, 18 Mart Çanakkale Deniz Savaşı sırasında, Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Bey’in kurmay başkanıdır. Müttefiklerin Gelibolu yarımadasında giriştiği kara harekâtı sırasında tümen komutanlığı görevinde de bulunmuş, deniz savaşında birleşik donanmaya, ardından Seddülbahir kara muharebelerinde İngiliz ve Fransızlara, Anafartalar’da İngilizlere karşı savaşmıştır. Selahaddin Adil Bey, hem deniz savaşında hem de karada olmak üzere her ikisinde de görev yapıp, askeri tarihimizde onurlu ve ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Fakat onun hayatı büyük sürprizlerle doludur. 1. Dünya Savaşı’nın son günlerinde bu kez Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı olduğu sırada imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ağır şartları gereği, geçmişte düşmana kaptırmamak için her cephesinde savaştığı Çanakkale Boğazı’nı 11 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri’ne teslim etmek zorunda kalmış, üzüntüsünün sınırı olmayan bir yurtseverdir. Mondros Ateşkesi’nden sonra inancını, çalışma azmini kaybetmez, Milli Mücadele’ye katılır. Selahaddin Adil Paşa, Ankara Hükümeti’nin temsilcisi olarak İstanbul’da görev yaparken, Lozan Antlaşması uyarınca 2 Ekim 1923’te İstanbul’u boşaltmak zorunda kalan işgalci devletlerin komutanlarından İstanbul’u yeniden teslim alan isimdir. Düşünün, İstanbul’un işgalden kurtulduğu böyle bir an, 1918’de Çanakkale Boğazı’nı düşmana teslim edip İstanbul’un yolunu açmak zorunda kalmanın acısını yıllarca yaşayan bir asker için ne büyük bir mutluluktur.
[34] Selahaddin Adil Paşa, “Çanakkale Cephesinden Mektuplar-Hatıralar”, s.98
[35] Uluğ İğdemir, “Atatürk’ün Anafartalar Muharebelerine Ait Hatıraları”, Belleten, Sayı:28 (özel sayı), 1943, Mustafa Kemal, “Anafartalar Muhaberatına Ait Tarihçe”, Yayınlayan Uluğ İğdemir, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek kurumu Türk Tarih kurumu Yayınları, XVI. Dizi, Sa.4, Ankara, 1. Basım:1962, ikinci basım 1990; “Mustafa Kemal, “Anafartalar Hatıraları”, Sel Yayınları, Atatürk Kütüphanesi:3, İstanbul 1955; “Anafartalar Muhaberatına Ait Tarihçe”, Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi, XIII. Dosya (Bir kopyası Aydınlık Dergisi arşivinde); “Anafartalar Savaşlarıyla İlgili Tarihçe”, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Söyleyip Yazdıkları”, 1. Kitap, M. Sunullah Arısoy, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek kurumu Türk Tarih kurumu Yayınları, XXIII. Dizi. Sa.6, ikinci basım, Ankara, 1989. Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, Cilt-1, 1903-1915, Kaynak Yayınları, Üçüncü Basım, Aralık 2003, s.432
[36] Uluğ İğdemir, “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”; Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, C1, s.432
[37] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.54
[38] Uluğ İğdemir, “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”; Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, C1, s.433
[39] C. F. Aspinall Oglander, “Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekâtı”, Cilt-I-II, 1940 (İngiliz Resmi Tarihi)
[40] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi anlatıyor”, s.54-56
[41] Alan Moorehead, “Gelibolu”, s.261
[42] Bu iddianın bulunduğu kitap: Kadir Mısıroğlu, “Lozan”, c-1, s.164. Gerek savaşın bu bölümü, gerekse Mısıroğlu’nun iddiasına cevapların derlendiği kaynak: Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.151, 152 ve 160, 161.
[43] Davies, “Allanson of the 6th”, s.50; Steel-Hart, “Gelibolu Yenilginin Destanı”, s.183
[44] Tim Travers, “Gelibolu 1915”, s.164-166
[45] Robin Prior, “Gelibolu, Mitin Sonu”, s. 256-257. Allanson’un mesajı: Allanson’dan Cox’a, sabah 6.30. 9/8/1915, ibid; Allanson’dan kardeşine, 8/3/1916, DS/Misc/69, Imperial War Museum, London; [Bacchante] Seyir Defteri, 9/8/1915, Admiralty Papers, ADM 53/34469, National Archives, Kew. Allanson bu mektupta donanma ateşinden söz etmemektedir. Prior, kitabının Sarı Bayır Harekatına ilişkin bölümünün 40 numaralı dipnotunda ayrıca Bacchante savaş gemisinin toplarının düz yörüngeye sahip olduğunu hatırlatıyor ve “Ancak gemi toplarının düz yörüngesinin, Allanson’un kuvvetlerinin elinde bulunan Besimtepe’ye ulaşıp ulaşmadığı belli değildir” diyor.
[46] Mustafa Kemal, müttefiklerin Gelibolu’ya çıkarma harekatına başladığı 25 Nisan’da Ordu ihtiyatına ayrılmış bulunan 19. Tümen’in komutanıdır. Mustafa Kemal’in ihtiyat birliği komutanlığı, muharebenin başlamasıyla biter. Arıburnu’nda Anzak kuvvetlerine karşı inisiyatif kullanarak harekete geçtiği muharebenin ilk gününden itibaren Arıburnu Kuvvetleri Komutanı olur, kuruluşundaki üç piyade, bir topçu alayına ilaveten bir piyade alayı daha emrine verirler, yani ilk gün beş alaya komuta eder. 27 Nisandan itibaren 7 alaya yani iki tümene, 1 Mayıstan itibaren 11 alaya yani yaklaşık 4 tümene komuta eder ve rütbesi yarbaydır. Bir ay sonra, 1 Haziran’da başarısından dolayı albaylığa yükseltilir, savaşın geri kalanında birliklerini bu rütbeyle yönetir. Anafartalar Grubu Komutanı olduğu 8 Ağustos’tan itibaren, önce 8 tümene, sonra 3 kolorduya olmak üzere yaklaşık 10 tümene komuta eder. Aynı dönemde Albay Mustafa Kemal’in komşusu Kuzey Grubu Komutanı Yanyalı Esat Paşa’nın emrinde 3 tümen, Seddülbahir kesimindeki Güney Grubu Komutanı Vehip Paşa’nın emrinde iki kolordu halinde 5 tümen bulunmaktadır. 10 tümene komuta eden Mustafa Kemal’in emrindeki kuvvetler, Kuzey Grubu ile Güney Grubu kuvvetlerinin toplamından [8 tümen] daha büyüktür ve cephedeki kuvvetlerin yarısından fazlasına komuta etmektedir. Bu, ordu komutanlığı niteliğinde bir komutanlık demektir. Çanakkale Savaşı boyunca, Liman Paşa dışında hiçbir komutan, bu kadar uzun zaman, bu kadar büyük birliğe ve bu kadar geniş bir alana komuta etmemiştir. (Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, s. 60, Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.112, İsmet Görgülü, “On Yıllık Harbin Kadrosu” s.82,83,85-55, 91 (İsmet Görgülü, Çanakkale Savaşı İlk Günde Biterdi, s.184)
[47] Ek-2 (Kabartma Harita üzerinden görünüş. Makale sonunda)
[48] Özet için temel aldığımız eser Turgut Özakman’ın “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.152; notundan anladığımız kadarıyla Özakman da özetini hazırlarken, Genelkurmay’ın “Çanakkale Cephesi Harekâtı”, 3. Kitap s.372’den yararlanmış bulunuyor. Ayrıca Mustafa Kemal’in kendi anlatımları için bkz. Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi anlatıyor”, s.57-59.
[49] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi anlatıyor”, s.57-62.
[50] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi anlatıyor”, s.62-63.
[51] Ian Hamilton’un raporundan aktaran Erol Mütercimler, “Gelibolu 1915”, s.469
[52] Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal albaydır ama sadece 9-10 Ağustos’ta Conkbayırı ve Anafartalar’da onun karşısına çıkan müttefik birliklerin başında 9 general birden sahada bulunmaktadır. (Suvla harekatında Korgeneral Stopfort, Tümgeneral H.V. Cox, Tümgeneral F.E. Johnston, Tümgeneral John Lindley, Tümgeneral Frederick Hammersley; Conkbayırı’nda General Cayley, General Baldwin, General Cooper ve General Collie. 10 Ağustos’taki Türk taarruzu sırasında Baldwin, Cayley ve Collie ölmüş, Cooper ağır yaralanmıştır.) Bazı yazarların “yarbay” küçümsemesinin altında, işte bu özensizlik yatar. Oysa Yarbay Mustafa Kemal’in başlangıçtaki görevi 19. Tümen komutanlığıdır. Emri altındaki tümenin asker sayısı bakımından, rütbesi aslında tümgeneralliğe eş sayılmalıdır. Mustafa Kemal’in albaylığı ve Anafartalar Grup Komutanlığı döneminde ise orgeneral (ordu komutanı) yetkileri kullandığını söylemekte hiçbir sakınca yok. Çünkü rütbesi kurmay albay olmakla birlikte, komuta ettiği birliklerin sayısı ve niteliği o rütbenin çok çok üzerindedir. Osmanlı’nın o dönemdeki kuvvet-komuta düzenini incelemeyenler bu detayları bilinçli-biliçsiz gözden kaçırdığında, yanılgı dolu yorumlar üretmek kaçınılmaz oluyor. Bkz: Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, s. 63-64
[53] A. Oglander, İngiliz Resmi Tarihi, BTTD, s.56 sayı 28/Haziran 1987; Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.153
[54] R.R. James, “Gelibolu Harekatı”, s.421; Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.153.
[55] Erol Mütercimler, “Gelibolu 1915”, s.471
[56] Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, s.290
…
Alan Moorehead, “Gelibolu”, Doğan Kitap, 7. Baskı, Şubat 2007
“Atatürk’ün Bütün Eserleri”, Cumhuriyet’in 75. Yılı Armağanı, Kaynak Yayınları, Cilt-1, Aralık 2003
“Çanakkale Hatıraları”, Cilt-1: “Anafartalar Hatıraları” (Mustafa Kemal Paşa), “Çanakkale Hatıraları” (Selahaddin Adil Paşa), “Çanakkale-Arıburnu Savaşları ve 27. Alay” (Miralay Şefik Aker), “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Arıburnu Hatıralarım” (İhtiyat Zabiti Sokrat İncesu). Arma Yayınları, Anıları Yayıma Hazırlayan Metin Martı, 2. Baskı, İstanbul, 2005. Aynı eser, Cilt-2: Cemil Conk Paşa, Liman von Sanders Paşa, Fahrettin Altay Paşa, Arma Yayınları, Anıları Yayıma Hazırlayan Metin Martı, 1. Baskı, İstanbul, 2002.
Ellis Ashmead Barlett, “Çanakkale Gerçeği”, Yeditepe Yayınları, 6. Baskı, Şubat 2007
Erol Mütercimler, “Korkak Abdül’den Jolly Türk’e –Gelibolu 1915”, Alfa Yayınları, Cep Baskı 1-2, Mart 2009.
General C.F. Aspinall-Oglander, “Büyük Harbin Tarihi -Çanakkale- Gelibolu Askeri Harekatı”, Cilt 1-2, Arma Yayınları, 2. Baskı, 2005
Ian Hamilton, “Gelibolu Hatıraları 1915”, Örgün Yayınları, 2. Baskı, 2006
İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, Timaş Yayınları (Çanakkale Kitaplığı), 1. Baskı, Mart 2009, “Çanakkale Destanı – Gerçek Efsanelerin Öyküsü”, Timaş Yayınları, 8. Baskı, Mayıs 2011
İsmet Görgülü, “Çanakkale Savaşı İlk Günde Biterdi”, Bilgi, birinci basım, Ekim 2008
İzzeddin Çalışlar, İsmet Görgülü, “On Yıllık Savaşın Günlüğü”, Güncel Yayıncılık, 3. Baskı, Nisan 2007
Mustafa Kemal, “Arıburnu Muharebeleri Raporu”, Yayına Hazırlayan Uluğ İğdemir, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları,XVI. Dizi – Sa. 8a1, , Ankara, 1990
Nigel Steel, Peter Hart, “Gelibolu – Yenilginin Destanı”, Epsilon Yayınları, 3. Baskı, Mart 2005
Robin Prior, “Gelibolu, Mitin Sonu”, Akılçelen, Ankara 2012
Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, Karma Kitaplar, birinci basım, Ekim 2007
Selahaddin Adil Paşa, “Çanakkale Cephesinden Mektuplar-Hatıralar”, Yeditepe Yayınları, 1. Baskı, Şubat 2007
Tayfun Çavuşoğlu, ” Çanakkale 1915 İftiralar Yalanlar Polemikler”, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 1.Baskı, Şubat 2014
Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, Bilgi, 4. Basım, Ekim 2005; “Diriliş – Çanakkale 1915”, Bilgi, 2. Basım, Mart 2008; “1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi”, Bilgi Yayınevi, 3. Basım, Eylül 2009
Tim Travers, “Gelibolu 1915”, Elips Kitap, 1. Baskı, Şubat 2008
Yalçın Küçük, “Türkiye üzerine Tezler 5”, Tekin Yayınevi, 1. Basım 1992
***