Çanakkale Savaşı’ndan Tarihe ve Belleklere Düşen Dipnotlar |
Kazanılan savaşlar, kurtuluş savaşları ile bağımsızlık savaşlarıdır. Çünkü onların psikolojileri bir başkadır.
Bu savaş, bizim için bir bakıma subay savaşıdır. Subaylar hep askerin önündedir. Siperler arası oldukça yakındır. Süngü savaşına katılan subaylar vardır. Subay kaybı, hiçbir savaşta görülmediği kadar çoktur. Birliklerin komutası çok kez çavuşlara kalmıştır. Bu gerçeği, Mustafa Kemal’in şu sözleriyle somutlayalım:
“Biz kişilerin kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz.. Yalnız size Bombasırtı vak’asını atlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbirisi, kurtulmamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur’an-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise Kelime-i Şehadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyor. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngüyle çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran bu yüksek ruhtu.”
Osmanlı’nın son döneminde filizlenmekte olan “ulusal bilinç” bu savaşla toplumsal taban bulmuş, kendi kadrolarını yetiştirmiştir.
Çanakkale’de, cephede ya da karargâhta deneyim kazanan, birbirini tanıyıp birbirine kenetlenen o kadro, Kurtuluş Savaşı’nın da çekirdek kadrosudur; Mustafa Kemal, Fahrettin Altay, İzzettin Çalışlar, Şefik Aker, Reşat Çiğiltepe, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Ali Rıza Sedes, Nuri Conker, Cevat Çobanlı, Fevzi Çakmak, Yakup Şevki Sübaşı, Kemalettin Sami Gökçen, Mümin Aksoy (Kurtuluş’un istihbaratçı Gavur Mümin’i), Selahattin Adil… (cephede); Behiç Erkin (levazımda); Kazım İnanç, İsmet İnönü, Kazım Orbay, Şükrü Naili Gökberk, Salih Omurtak… (cephe ve Genelkurmay karargâhlarında)…
Dahası Cevat Çobanlı, Fevzi Çakmak, Yakup Şevki Şübaşı, Şükrü Naili Gökberk; Mustafa Kemal’den daha rütbeli subaylardır; Kurtuluş Savaşı’nda hepsi, Mustafa Kemal’in emrindedir. Hiçbiri, rütbeyi sorun etmemiştir.
Binbaşı Hüseyin Avni (57. Alay Komutanı), Binbaşı Halit (20 Alay Komutanı), Binbaşı Mahmut Sabri (26. Alay’ın 3. Tabur Komutanı), Yüzbaşı Mehmet Hilmi (18 Mart’ta topçu ateşini ilk başlatan Rumeli-Mecidiye tabyası komutanı), Yahya Çavuş (Mustafa Sabri’nin komutasındadır, 10. Bölük 1. Takım Komutanı), Mehmet Çavuş (27 Alay 10. Bölük), Seyit Onbaşı (toplam 240 kiloluk üç topu namluya süren asker), Topçu Onbaşı Müstecip Kılıçaslan, Edincikli er Mehmet ile Yüzbaşı Ahmet Saffet ve Yüzbaşı Rudolf Firle’yi (Muavenet’in komutanları) özellikle unutulmamalı. Anılarına saygıda kusur edilmemelidir.
Burada, Şefik Aker’e bir ayraç açmak isterim. O, Kurtuluş Savaş’ında Aydın cephesindedir. Benim ilimde. Efelerle uyum içinde çalışarak, iç bölgelere çok kolay ilerlenebilecek bir hattı, düşmana kapatmıştır.
Ve tarih anımsamasa da biz anımsamalıyız, azınlıklardan oluşan o Amele Taburları’nı… Örneğin, Yaşar Kemal’in “Karıncanın Su İçtiği” romanındaki Rum yurttaşımız Vasili’yi. Yaraları saran yerli ve yabancı hemşireleri… Örneğin, Alman hemşire Madam Erica’yı…
***
Mustafa Kemal, farklı bir askerdir. Mustafa Kemal, askerine bando-mızıka ile yemek yedirir. Bir savaşta psikolojik üstünlük her şeyden önemlidir. Ve yüreğe, beyne nasıl seslenileceğini bilir. Bir taarruz öncesi, Kemalyeri’nde topladığı komutanlarına şöyle seslenir: “… / İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan Harbi utancının ikinci safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat’iyen kabul etmem. Şayet böyleleri olduğunu hissederseniz derhal onları kendi ellerimizle kurşana dizelim. /… ”
Mustafa Kemal, farklı bir askerdir. 34 yaşındadır henüz. Çoğu ihtiyat askeriyle aynı yaştadır. Örneğin şehit düşen Ahmet dedem 33 yaşındaydı. Ancak yeterli birikime ve deneyime sahiptir. Savaşın karargâhta kazanıldığını bilenlerdendir. Zeki, öngörülü, serinkanlıdır; neyi, ne zaman yapması gerektiğini bilir, on an geldiğinde kararlarında hızlı ve ödünsüzdür… Harekat öncesi, Liman Von Sanders’le çıkartma yapılacak yerleri tartışırlar, Mustafa Kemal haklı çıkar.
Süngü hücumları, düşman uykudayken gece yapılır. Ne kadar sessiz ve hızlı yapılırsa o kadar başarılı olur. Ancak özellikle Arap askerlerin bulunduğu birlikler, buna uymak yerine, daha ilk adımlarını atar atmaz, “Allah Allah Allah!… Allahüekber!, Hurra!…” ile yeri göğü inletmişlerdir. Örneğin, Conkbayırı’nda 77. Alay’ın çoğu askeri, daha siperlere ulaşamadan makineli tüfek kırımına uğrar. Bir kısmı da kaçmayı yeğler. Bu durumda Mustafa Kemal’in subaylara emri: “Kaçanları vurunuz!”dur. Savaş, inanç kadar disiplini de gerektirir kuşkusuz.
Cephede kitap okuyan Mustafa Kemal. İşte Atatürk’ü en coşkulu ve anlamlı anlatan İlknur Güntekin Kalıpçı’dan bir paragraf:
Yıl 1914. Çanakkale-Anafartalar’da yer yerinden oynuyor. “Onurunu ve geleceğini her şeyden değerli bilen Türk çocukları, bu yurdumuzu bize armağan bırakmak için can veriyorlar; etleri, kemikleri havada savruluyor. Bütün günü cephede geçen Mustafa Kemal, gece çadırında, kandil ışığında kitap okuyor. Türkbilimci Nemet ve Devin’in kitaplarını. Savaşın ortasında neden bunları okuduğunu soranlara yanıtı şu: Savaştan sonra bu dilin değişmesi gerekiyor; onu (değişikliğin nasıl olacağını), saptamaya çalışıyorum. İşte Atatürk milliyetçiliğinin ve dil devriminin temelindeki taş: Kitap.”
Savaş günlüklerinden öğreniyoruz ki, Paul ve Virjini okuyanlar da var.
Çankaya’da Mustafa Kemal’in kitaplığını görmek, orada Balzac’la, Maupassant’la karşılaşmak yaşamımız en doyumsuz anlarındandır.
Mustafa Kemal, farklı bir askerdir. İyi vals yapar. Sofya’daki bir baloya yeniçeri kıyafetiyle katılır. O fotoğraf, hâlâ belleklerdedir.
Evet, Mustafa Kemal, farklı bir askerdir “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar!” hitabıyla başlayıp “Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır” tümcesiyle biten o ünlü söylev, Mustafa Kemal adına, o günün İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından, 1934’te Çanakkale’de okunmuştur.
***
Bu savaşın kaderinde, Liman Van Sanders’in öngörüsüzlüğü ve aceleciliği, Esat Paşa’nın ağır kanlılığı oldukça etkili olmuştur. Her şey vaktinde; hele bu bir savaşsa!…
Her şeye karşın hazır olduğumuz bir savaştır, deniz geçişi tam bir kontrol altındadır. Tepede olmanın avantajı iyi kullanılır. Ayrıca, yarımadanın coğrafi yapısı da bir doğal istihkâm olanağı sağlamaktadır.
Yüksekten keskin nişancı atışları, özellikle Seddülbahir Cephesi’nde, oldukça etkili olmuştur. Demek ki savaşın kaderini biraz da coğrafya belirliyor.
Bu savaşın en önemli özelliği, bu kadar dar bir alanda bu kadar çok askerin savaşmasıdır. Tarihin en görkemli “savunma savaşı” olmasıdır. Düşmanın cephe yarma taarruzları, daha çok süngüyle karşılanmıştır.
Sayıca çok az bir askerle gösterilen bu direniş, savaşı sekiz ay daha uzatmıştır. Yalnızca bu savaşı değil, I. Dünya Savaşı’nı da…
Birçok tepe, bayır dere adını savaş sırasında kazanır. “Cesaret Tepe, Rızatepe; Şehitlertepe” adları böylece daha bir anlam kazanır. “Hain Tepe, Bombasırtı, Kanlısırt, Korkuderesi…”yse ilk günün acısıdır. Savaş boyunca en çok kaybın verildiği yer Bombasırtı’dır. Ve bu acı, benim şiirimde direnç sözcüklerine açılır: “Bombasırtı’dır burası zamanın sırtı değil / “Ölüm muhakkak”, vatan muhakkak /Birbiri ardına düşüyor toprağa asker / Cephe terk edilemez, vatan verilmez / Sızlanmam hiç / Ölen ben değilim / Ben / Ben işte o / Atatürk çiçeği şehit”
Bir savaşta kuşkusuz herkesten yararlanılır. Lağımları (lağam) ağır hükümlüler kazar. Lağım, özellikle düşman siper ve cephaneliklerine doğru, dinamit patlatmak için yer altına kazılan köstebek işi tüneldir. “Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, / Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.”
Resmi verilere göre, bu savaşta toplam kaybımız yaklaşık 211.000 kişidir. Bu sayı; şehit, tutsak, savaş dışı kalan yaralı ve hastaların toplamını vermektedir. Gün başına ortalama 900 asker. Kara ve deniz savaşlarında, şehit subay ve er sayımız 57.263’tür. Son şehidimiz, Üsteğmen Zahit’ti (8 Ocak 1916 gecesi).
Şehit sayısıyla ilgili bilgi ve algı, toplumumuzda çok farklı. Kayıpların hepsinin, hatta daha fazlasının, şehit olduğu yönünde… Yalanla, kahramanlık hikâyeleri yaratılmaz. Destan da!… Zaferlerin büyüklüğünü, şehit sayısıyla ölçmekten kurtulmamız gerekir.
Evet, tarihe geniş açıdan bakmak gerekir. Savaşların da dünü yarını vardır.
Yavuz ve Midilli (Goben ve Breslau), İngilizler tarafından Osmanlıya teslim edilmeyen Reşadiye ve I. Osman gemilerine bir tepki olarak alınmıştır. Yavuz ve Midilli’nin Rus limanlarını bombalaması, tarihe yön ve biçim veren önemli bir olaydır. Nedenleri kadar sonuçlarıyla. Kuşkusuz bu tarihi olay, en çok İngilizleri ve Fransızları sevindirmiştir. Aylar süren takiplerine karşın, İngilizler ve Fransızlar, gemilerin Boğaz’a girmesine göz yummuşlardır. Bu durum, “İt itle yalda hırlaşır, kavgada birleşir.” atasözünü dört dörtlük somutlamaktadır.
Neden mi? 1) Ruslar, boğazlardan ve İstanbul’dan uzak tutulmuş; böylece İstanbul’un, kendilerinden önce Rusların eline geçmesi önlenmiştir. 2) Bu olay bahane edilerek Çanakkale’ye birlikte çullanmışlardır. 3) Karadeniz hakimiyetini yitiren Ruslar, Osmanlı’ya bu kez doğudan yüklenmişler. Çanakkale’den önce Sarıkamış’ta on binlerce canımız yitirilmiştir.
Agamemnon adı hiç unutulmamalıdır. Başkaları unutmuyor! Agamemnon, Troya’ya saldıran Akhalar’ın komutanıdır. Agamemnon zırhlısı, Boğazı geçmek isteyen, gemilerin en görkemlilerindendir ve Mondoros Mütarekesi, bize bu gemide imzalattırılmıştır.
Limni, boğaz ağzında tam bir üs görevi görmektedir. Biz Ege adalarının çoğunu 1912’de kaybettik. Kanımca Limni’nin kaybı, ötekilerden çok çok daha önemlidir.
Çanakkale artık türkülerdedir “Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni…” en bilinenidir, bir Kastamonu türküsüdür. İlk dörtlüğü: “Hey on beşli on beşli / Tokat yolları taşlı / On beşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı” olan türkü ise, 16,5 yaşındaki 1899 (1315) doğumluların askere çağrılmaları üzerine yakılmıştır
* Turnalar, 90. Sayı, Nisan-Mayıs-Haziran 2023