Çanakkale’ye iskan edilen Kafkas göçmenleri |
Kafkaslı göçmenlerin Çanakkale (Biga) yöresine iskân edilmesi konusuna geçmeden önce, Çanakkale’nin idari yapısının tarihsel gelişimine kısaca değinmekte yarar vardır.
Günümüzde tek idari yapı içerisinde olan Çanakkale, Osmanlı Devleti’nde uzun süre “Cezair-i Bahr-i Sefid” Eyaletine bağlı olarak Anadolu kısmı” Biga Sancağı”, Avrupa’daki kısmı ise” Gelibolu Sancağı” şeklinde yönetilmiştir.
Biga Sancağının merkezi “Kale-i Sultaniye” (Çanakkale) kasabası olmuştur. Biga Mutasarrıfı aynı zamanda Boğaz muhafızlığı görevini de ifa etmiştir.
1864 yılında çıkarılan Vilayet Nizamnamesi ile Osmanlı, Eyalet sisteminden Vilayet sistemine geçer. Esas düzenleme ise 1867’de gerçekleşir.
1866 yılında Kale-i Sultaniye, “Adalar Vilayeti”nin merkezi iken, 1876’da Vilayet merkezi Sakız’a nakledildi.
Müstakil Mutasarrıflık olmadan önce İstanbul Şehremaneti ve 1881 yılında da Karesi (Balıkesir) vilayetine bağlanmışsa da 1888’de yeniden eski haline gelmiştir. Ve daha sonraki değişikliklerle il bugünkü durumu almıştır.
Çanakkale Vilayeti, İstanbul’a yakın ve deniz yoluyla ulaşılması kolay olduğu için en çok göçmen sevk edilen illerden biri olmuştur. Göçmenler özellikle” Biga Sancağı” dahilinde iskan edilmişlerdi. Daha önce bu bölgede yaşayan yerli halkın çoğunluğu Rum olması yüzünden, stratejik bir bölge olduğu için burada Müslüman nüfusun artırılması, buraya göçmen sevk edilmesini gerektiren bir başka önemli sebepti.
Çanakkale’ye iskân edilen göçmenlerin miktarı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz.
Yalnız 1895 tarihli bir belgede, savaştan sonra Biga Sancağına 5.240 hanede 21.577 nüfus Rumeli ve Kafkas göçmeni sevk edilerek bunların 70 köyde iskân edildikleri ve başka boş arazi kalmadığı belirtilmektedir.
1280 tarih 14 sayılı Takvimi Vakayi Gazetesinde, Biga Sancağı’nın Bayramiç kazasında bir müddet ikamet eden ve sonra Biga ve Dimetoka taraflarına giden göçmenler için yapılan masrafların terkinine dair haber bulunmaktadır.
Rus istilası üzerine (1877-1878); Rumeli’de oturmakta olan Türk nüfusu ile birlikte Çerkeslerin de (hemen hemen tamamı) İstanbul tarafına doğru göç etmeleri yüzünden 300.000’den fazla bir nüfusun Edirne ile İstanbul arasında, daha sonra da Marmara Denizi’nin etrafına yığılmıştır.
II Abdülhamid devrinde Türk limanları arasındaki deniz taşımacılığı Avrupa kampanyaları, İdare-i Mahsusa ve Şirket-i Hayriye’ye ait Gemilelerle yapılıyordu. Bu devirde Osmanlı Şirketlerinin elinde 23 yolcu vapuru mevcuttu. Bu vapurlar, Boğaziçi, Marmara ve Karadeniz’de çalışıyordu.
Varna’dan ilk etapta Çerkes muhacirleri Mart 1878’den itibaren gemilerle sevk edilmeye başlandı. 800 muhacir, kiraladıkları bir gemi ile Varna’dan Mudanya iskelesine gelmişlerdir. Llyod kampanyasından kiralanan gemiler ve “Selimiye Fırkateyni”, “Taif”, “Feyziyye-i Bari”, “Sultaniye” ve “Mecidiye” vapurları ile muhacirler Akyolu Bergosu’ndan Bartın ve Biga Lapseki’ye taşınmışlardır.
25 Şubat 1878’de “Umumi Muhacir Komisyonu”da bağlı olarak, “Sevk-i Muhacirin Komisyonu” da kuruldu. Göçmenlerin sevki için İzmit, Bandırma, Mudanya ve Gemlik’te birer memur bulundurulmasına da karar verildi.
Şubat 1878’de Bandırma ve çevresinde yığılan 30.000 muhacirden her gün 4-5 kişi hastalık nedeni ile ölüyordu.
İskân sırasında, göçmenlerle yerli ahali arasında üzücü ve nahoş olaylar meydana gelmiştir. Örneğin;
Muhacirlerin vilayetlere eşit oranda dağıtılamaması, başta Hüdavendigar, Aydın ve Biga olmak üzere Batı Anadolu’daki vilayet ve sancaklarda yığılmaları, yerli halkı ile Muhacirler arasında çeşitli anlaşmazlıkların çıkmasına sebep olmuştur. Bu anlaşmazlıkların çoğu göçmenlerin yerli ahalinin tasarrufunda bulunan topraklara yerleştirilmelerinden kaynaklanıyordu. Nitekim geçim sıkıntısı çeken muhacirler, yer yer yerli ahalinin topraklarını gasp ediyorlardı. Örneğin; Biga Sancağı dâhilindeki göçmenler, 1877-1890 yıllar arasında 20.000 dönüm araziyi işgal etmişler, bu da takriben 60.000 muhacir ile 20.000 yerli arasında 8-10 yıl sürecek olan kavgalara sebebiyet vermiştir.
Manyas nahiyesinde ise Çerkesler 12.000 dönüm arazi gasp etmişlerdir. Muhacir yerleştirilen bölgelerin bazılarında ise yörenin nüfuslu kişileri ve diğer yerli ahali, göçmenlere tahsis edilen toprakları gasp etmeye çalışmışlardır.
Rum Patrikliği 1878 yılında Siroz, Bandırma ve Erdek bölgesindeki Çerkes muhacirlerinin davranışlarından şikayetçi olmuştur. Ancak kayda değer durum tespit edilemediğinden hadiselerin abartılmış olabileceğini Nedim İpek belirtmektedir.
Çerkeslerin benzer hadiselerini önlemek için mahalli idareler, bölgelerindeki zaptiye ve askeri kuvvetlerini artırmak, Çerkesleri silahsızlandırmak ve huzursuzluk çıkaranları köylere dağıtarak cebren yerleştirmek arzusundadırlar.
İskan-ı Muhacirin talimatının 29. Maddesine göre, köy ve kasabada bulunan hali,miri ve mevkuf araziden muhacirlere yeterli miktarda toprak verileceği hükme bağlanmıştır. Buna göre, İdare-i Muhacirin Komisyonları, göçmenlere, Vilayet İdare Meclislerinin yapacakları tahkikat neticesinde, sahipsiz, boş veya gasp olunduğu tespit edilen yerlerden arazinin verimliliğine göre hane başına 20-60 dönüm arazi verilecekti. Bu hükme istinaden dağıtılan arazi, muhacirlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemiştir. Zaten, arazi kanununun 131. Maddesinde, iki öküze sahip olan bir çiftçiye arazi tahsis edilmesi gerektiği hükme bağlanmıştı.
Bunun üzerine, Sadaret, vilayetlere gönderdiği değişik tarihli emirlerde, muhacirlere arazi verilirken bu maddeye riayet edilmesini istemiştir.
Buna rağmen, muhacirlerin arazi ihtiyaçları giderilemeyince, veriliş tarihinden itibaren on beş yıl geçmedikçe, bir başkasına satılmamak şartıyla Rumeli ve Anadolu’da bulunan miri çiftlik arazileri, korular, müzayedesine karar verilen miri topraklar ve tarıma elverişli olmayan yerler, ıslah edilmek şartı ile, muhacir iskanına açılmıştır.
Çerkeslerin iskan edildikleri yerlerde zorla çıkarılmasının daha büyük hadiselere sebebiyet vereceği fikrinde olan II Abdülhamid, ilgili makamlardan Çerkeslere aşağıdaki esaslar dâhilinde davranılmasını istemiştir:
1.Anadolu’ya iskân edilen Çerkeslere hüsnüniyetle davranılacaktır.
2.Çerkeslerin gasp ettiği toprakların değeri sahiplerine Bab-ı Ali tarafından ödenecektir.
3.Henüz yerleştirilmemiş olanlar ikna yoluyla müteferrikken yerleştirilmeye çalışılacak veya Anadolu’da daha önceden Çerkes iskân edilen yerleşim birimlerinin elverişli yerlerinde iskân edilecektir.
Edirne vilayeti dahilinde birikip herhangi bir yere yerleştirilememiş olan muhacirlerin Dedeağaç’tan vapurlarla Hüdavendigar ve Aydın vilayetleri ile Biga ve Karesi, Sancaklarının sevk edilmesi kararlaştırılmıştır.
Dedeağaç’tan Lapseki’ye 400 muhacir götürülmüştür.
1882 yılında İdare-i Mahsusa’ya ait vapurlardan birisine, 12.800 kuruş nakil masrafı ödenerek Kafkasya Çerkes göçmenlerinden bir miktar Biga’ya iskân edilmiştir. Bunlara 10.677 kuruş da peksimet parası ödenmiştir.
Çerkesler Osmanlı topraklarına yoğun bir şekilde göç etti. 1883’te bile iç bölgeler yerleştirilmek için İstanbul’da bekleyen Çerkeslerin sayısı hükümeti endişelendirecek kadar çoktu. Bunlardan bazıları hala Üsküdar’da kısa sürede inşa edilmiş barınaklarda kalırken, diğerleri daha iç kesimlere doğru, kargaşa yaratmak veya Çerkeslerin yoğun olduğu Biga ilçesindeki akrabalarının yanına gitmekteydi.
1883’te ise, Biga’ya iskânına karar verilen 500 hane Kafkasya Kabardey kabilesi göçmenlerinden 200 hanesi gönderilmiş, geriye kalanlarının iskân edilip edilmeyecekleri de mahalli yetkililerden sorulmuştur.
Biga, göçmen iskân sırasında büyük sıkışıklıklar yaşayan bölgelerden biri olmuştur. Bu yüzden burada göçmenlerle yerli halk ve yetkililer arasında birtakım huzursuzluklar meydana gelmiştir.
Biga’da Çerkeslerin iskânından söz edilirken, bunların Kafkasya’dan gelen Çerkesler mi, yoksa Rumeli Çerkesleri mi olduğu da güçleştirmektedir.
28 Ekim 1883 (26 Zilhice 1300/ 17 Teşrini Evvel 1299) tarihli Biga Livası Mutasarrıfının Muahcirin-i İdare-i Umumiyesi riyasetine gönderdiği takrirde (BA.Y. MTV.13/21) böyle bir yerleşme hikayesi bulunmaktadır:
Belirtildiğine göre; 10 Ekim 1883 (28 Eylül 1299) tarihli bir arzuhal ile Çerkes muhacirlerden Ömer Efendi, Rusya’dan gelecek olan ve 15 nüfustan oluşan ailesi için “Biga kazasında müceddeden teşkil edilen Osmaniye” köyünde yer aldığı halde, adı geçen köye yerleşmelerinin engellendiğini bildirmiş ve yardım istemiştir. Buna karşılık Mutasarrıflık, bu köyün 6-7 ay önce kurulduğunu, birçok Çerkes ailesinin buraya yerleştirildiğini ve her aileye yedişer dönüm arazi verildiğini belirtmiş ve daha fazla nüfusun burada yerleşmesine imkân bulunmadığını ekleyerek adı geçenin isteğinin yerine getirilmesinin mümkün olamayacağını bildirmiştir. Bununla birlikte, Ömer Efendi’nin ailesinin halen Rusya’da bulunduğu, buraya yerleştirileceklerine ilişkin talimat çerçevesinde düşünülemeyeceği de belirtilmiştir. Ayrıca, uzun zamandır Biga’ya Kafkas ve Rumeli muhacirlerinin pek kalabalık bir halde geldiklerini ve bundan böyle daha fazla muhacirin gönderilmesinin önlenmesini talep etmiştir.
1884 yılında Karahisar-ı Sahibe iskân edilmek üzere Bursa’ya gönderilen göçmenlerden bazılarının, ana baba ve akrabalarının daha önce göç ederek Biga’ya yerleştiklerini, bu nedenle kendilerinin de oraya gitmek istediklerini belirtmeleri üzerine, görevli memur Miralay Süleyman Bey, yetkililere haber vermeden bunları Biga’ya gitmelerini uygun bulmuştu. Ancak ellerinde iskân yerleri Karahisar-ı Sahib olarak yazılı bulunduğundan, yollarda önemli güçlüklerle karşılaşmışlardı.
11 Kasım 1884(22 Muharrem 302/ 30 Teşrini Evvel 300) tarihli Dâhiliye Nezareti mektubi kalemi çıkışlı ve Muhacirin Komisyonu Başkanlığı’na hitaben yazılı bir belgede; Bursa’dan Biga’ya gönderilmesi istenen birkaç göçmen ailesinden söz edilmektedir (BA, Y.MTV 16/28). Bu yazıdan anlaşıldığına göre, Biga’ya göçmen ailelerinin yerleştirilmesinden vazgeçilmiş ve bu sebeple Bursa Valiliğinin girişimi durdurulmuştur. Dosyada bu konuda ilgili yazılar mevcuttur. Belge içeriğindeki bilgiden ziyade, konuya devletin yaklaşım göstermesi bakımında önemlidir.
Dosyadaki mevcut yazılardan, Dâhiliye Nezareti bünyesinde bir “Muhacirin İdare-i Umumiyesi”nin bulunduğu, vilayetlerde de “Muhacirin Komisyonları”nın kurulduğu, merkez ile taşrada kurulan komisyonlar arasındaki ilişkiyi ve işlemleri inceleyen ve denetleyen bir “Muhacirin Umumi Müfettişi”nin görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Yani, göçmenlerin ülke çapında yerleştirilmesi, merkezi idarenin temel sorunlarından birisi daha algılanmıştır.
Yer darlığı çekilmesi üzerine, yerli ahalinin tasarrufunda bulunup işlenmeyen ihtiyaç fazlası araziler sahiplerinden satın alınarak göçmenlere tahsis edilmesi sağlanmıştır. Örneğin, 1884 yılında 3.010 kişilik bir göçmen kafilesi bu statüdeki tarlalara yerleştirilmişlerdir.
Göçmenlerin bir kısmı, iskan memurunun izni ve mahalli idarelerin bilgileri doğrultusunda iskana elverişli olmayan ve yeterli arazisi bulunmayan yerlere iskan edilmeleri zorunda kalındı.
Nitekim, Biga kazasında kurulan Şevketiye, Cihadiye, Şerefiye, İhvaniye, Feyziye ve Lütfiye köylerindeki göçmenlere geçimlerini temin edecek miktarda tarla ve arazi dağıtılmamıştır. Bu durum karşısında geçimlerini temin edemeyen göçmenler, yerli ahalinin tasarrufunda bulunan tarla ve arazilere tecavüz etmeye ve hatta işi, yerli ahaliye saldırmaya kadar vardırdılar.
Nitekim, 1302 (1884-1885) yılında Çeltik köyünden Osman Çavuş, evinden alındıktan kısa bir süre sonra öldürülmüş, Okçular köyü basılmış ve Sarıca, Baniç, Danişmend, Hisarlı, İskender, Yakmazlı, Giritli, Akbekir, Dimetoka kasabası arazileri istila edilmiştir.
Geçim sıkıntısı ile karşı karşıya kalan muhacirler, Mutasarrıflık dâhilinde 20.000 dönüm araziyi işgal ve istila etmişlerdir.
1885 yılında Biga’da bulunan göçmenler mahalli makamlara gelerek tohumluk ve zahire talebinde bulunmuşlardır. Fakat Biga’da yeteri kadar zahirenin bulunmaması nedeniyle bunlara bir şey verilememişti. Bunun üzerine göçmenler küçük, büyük kalabalık bir grup halinde hükümetten zahire talebinde bulununca, bunlara yeteri kadar zahire dağıtılacağı bildirilmiş, onlar da devlete dua ederek dağılmışlardır.
Öte yandan, iskân edilinceye kadar göçmenlerin yiyecek ve giyecek ihtiyaçları devlet tarafından karşılanması gerekiyordu. Bu zaruri ihtiyaçlarının karşılanmaması birtakım huzursuzlukların çıkmasına sebep oldu. Özellikle, Çerkesler bulundukları yerlerde yerli ahaliye saldırıp mallarını gasp ederek asayişi bozuyorlardı.
Bu gibi hadiseleri önlemek için 1886’da Mutasarrıflığa (Biga) göçmen sevkiyatı yasaklanmış ve muhacirlere, arazi satın alınmak amacıyla 160.000 kuruş tahsis edilmiştir.
Muhacirler tarafından vilayetler dâhilinde köyler ve mahalleler kurulmuştu. Bu yerleşim birimlerinde köy veya mahallenin büyüklüğüne göre mektep, cami ve mescit yapılmıştır. Böylece, eğitim çağındaki çocukların eğitimlerini sürdürmeleri temin edilmiştir. Mektep ve camilerin inşaat masrafları mahalli idarelerce, hazinece veya yardımlarla karşılanırken, kereste ihtiyaçları miri ormanlardan temin edilmiştir.
Mahalli idarelerin arazi kavgasına çözüm getirememesi nedeni ile, 1308(189-1891) yılında Şura-yı Devlet Azası’ndan Abdullah Bey’in riayesetinde Hüdavendigar Vilayeti İskan-ı Muhacirin Müfettişi Nafız Bey, Merkez Liva Naibi Efendi, Liva Defter-i Hakani memuru, Erkan-ı Harbiye Umumiye Dairesi dördüncü şubesinden Binbaşı Hüseyin Remzi Bey, beşinci şube memuru Yüzbaşı Hüseyin Selami Efendi’den müteşekkil bir komisyon kurulup gönderilmiştir. Bu komisyon kendisine verilen talimata göre, Biga’daki yerli ahalinin tasarrufunda olan arazinin muhacirler tarafından zapt edilip edilmediğini araştırarak mevcut arazi münakaşalarını sona erdirecekti.
Ancak, bu komisyon da başarılı olamamış ve söz konusu hadiseler, göçmenler tamamen yerleştirilip üretici sınıfa geçene kadar devam edecektir. Bu nedenle, bölgedeki asayiş temin edilememiş, aksine arazi kavgaları geniş boyutlara ulaşmıştır.
Göçmenlerin bir kısmı jeostratejik açısından önemli noktalarda iskân edilmeye çalışılmıştır. Örneğin, Çanakkale Boğazı çevresindeki Müslüman köyleri zamanla harap olup dağıldığı için, bölgenin nüfusu hemen hemen Rumlardan müteşekkildi. Boğazın savunması açısından bölgenin Türkleşmesi veya en azından Rumlar ile Türkler arasında bir nüfus dengesinin oluşturulması gerekiyordu. Bu nedenle söz konusu bölgeye iskân edilmeye çalışılmıştır.
Rumeli ile karşı karşıya olması ve İstanbul’a yakın bulunması nedeniyle 93 Savaşı ve sonrası bu bölgeye (Biga) çok miktarda göçmen gelmiştir. Kısa bir süre içinde sancak dâhilinde 60.000 göçmen yığılmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde tespit edilen iskâna elverişli “Muattıla” “Mahlûle” ve hali arazilere yerleştirilen muhacirler, buralarda 40-50 kadar yeni köy teşkil etmişlerdir.
Mutasarrıflığa gönderilen göçmenlerin bir kısmı, jeostratejik açıdan önemli noktalarda yerleştirilmeye çalışılmıştır. Yapılan araştırmalar neticesinde, Çanakkale Boğazı’nın Rumeli cihetindeki istihkamatın arka taraflarında bulunan 13 köyde 45.000 ve Anadolu cihetindeki 4 köyde 22.000 nüfusun mevcut olduğu tespit edilmiştir. Ancak, bölgedeki Müslüman köyleri zamanla harap olup dağıldığı için bu nüfusun tamamı Rum’dur. Müdafaası açısından bölgedeki Türk nüfusun artırılması veya en azından Rumlar ile Türkler arasında bir nüfus dengesinin oluşturulması gerekiyordu. İşte bu fikri gerçekleştirmek üzere, Meclis-i Vükela’nın 10 Şubat 1892 tarihli kararı ile Ezine kasabasındaki Çerkes çiftliği muhacirlere tahsis edilmiştir.
1893 yılında, Biga’da bulunan Kafkas göçmenlerinden bazıları, burada, yarısı Dağıstan göçmenlerine yarısı da yerli Sarıca köyü ahalisine ait bulunan Sultan Çiftliği arazisini zapt etmişlerdi. Dağıstan göçmenlerinden Musa adlı birisinin şikâyeti üzerine konuyu ele alan Meclis-i Vükela, göçmenlerin zapt ettikleri arazinin bedelini sahiplerine ödemeleri kaydıyla burayı tasarruf edebileceklerine dair karar vermişti.
1883 yılında Biga kasabasındaki Bozgıç ve Dikmiş adlı ormanlık arazileri kırarak kendilerine tarla açan Kafkas göçmenleri de, kendilerine tapu verilmesi için müracaatta bulunmuşlardı. Orman ve Maden Nezaretinin bunlara tapu verildiği takdirde bunun diğer göçmenler için de kötü bir örnek teşkil edeceğini ve ormanların tahrip edileceğini belirtmesine rağmen, Meclis-i Vükela, bunlara tapu verilmesine, fakat bundan sonra göçmenlerin ormanlık arazilere yakın yerlere iskân edilmemesine karar verilmişti.
Biga’da iskân edilen göçmen sayısının bir hayli kalabalık olması, bu tür hadiselerin oldukça sık meydana gelmesine sebep olmuştur. Gerek devlete gerekse vatandaşlara ait bulunan arazilere girmemeleri için göçmen ileri gelenlerinden bazıları 1898 yılında İstanbul’a çağırılarak kendilerine nasihat edilmiştir.
Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti 1329-1331 tarihli salnamesinde; Tahkikatı Merkezi Umumi Azası’ndan Adnan Efendi tarafından Biga Sancağında yapılan tahkikat sonucu Çanakkale ve Biga’da perişan bir halde pek çok göçmenin bulunduğu anlaşıldığından, Çanakkale’de teşkil edilen Hilal-i Ahmer (Kızılay) merkezine 750 Osmanlı lirası daha gönderilmiştir. Ayrıca Çanakkale’deki Hilal-i Ahmer hastanesinde fakir göçmenlere bir müddet ekmek ve yemek verilmiştir.
Adı geçen merkez tarafından Ahmed Bey ile beraber 200 çuval peksimet, 20 çuval patates gibi pek çok erzakın yanında 1000 adet battaniye, 3.000 çift çorap ve 200 Osmanlı lirası da yardım maksadıyla Gelibolu’ya göndermiştir.
Çanakkale vilayetine sevk edilen Kafkas göçmenlerinin tamamına yakını Biga ilçesi merkez ve köylerine yerleşmişlerdir. Bunlardan;
1.Çerkeslerin iskân edildikleri köylerin toplamı 12’dir: Cihadiye, Dereköy, Bakacak, Bahçeli, Osmaniye, Kahvetepe, Savaştepe, İdriskoru, Hacıköy, Emirorman, Aşağıdemirci ve Tokatkırı.
2.Çeçenler ise Çınardere ve Çınarköprü köylerinde, diğer göçmenlerle birlikte yaşamaktadırlar.
3.Kafkasya’nın kuzeydoğusundan gelen Kumuklar Türk kökenli olup Aziziye, Doğancı, Akköprü ve Geyikkırı köylerinde diğer göçmenlerle birlikte yaşamaktadırlar.
4.Ayrıca, Tatarlar Arabakonağı ve Eski Balıklı köylerinde bulunmaktadırlar.