Çelik Palas’ın ardı ormanlıktı bir zamanlar |
Kesekağıdının içinde üç yeşil biber, iki çıtır salatalık, üç ya da dört tane de turfanda domates olurdu. Babam, elindeki kesekağıdı mahrem bir paketi taşır gibi usulca verirdi anneme. Annem de kesekağıttaki turfandaları iyice yıkar öylece koyardı piknik sepetimize. O zamanlar piknik de denmezdi “kıra gidiyoruz” denir, sandık sepet, kilim, salıncak ipi top filan taşır ailecek yola düzülürdük.
Bursa’nın mesire yerlerinden evimize en yakın ve kolay ulaşımı olan yeşillikleri tercih ederdik. Ya Hürriyet’deki ziraatın çamlığına, ya Doburca Köyü tarafına ya da Çelik Palas Oteli’nin sırtlarındaki bayırlara gidilirdi. O zamanlar sadece eski Çelik Palas binası vardı, arkası da ormanlıktı. Babam tuhaf adamdı rahmetli, kıra bile taksiyle götürürdü bizi. Taksiciyi de tembihlerdi dönüşte şu saatte gel bizi al diye.
Annem, kıra bayıra çok meraklı olduğu için Nisan ayı gelince soğuk bile olsa yağmur yağmadığı sürece pikniğe gitmek Allahın emriydi. Çünkü; annem bahar otlarını kendi eliyle toplamayı çok severdi, halen de 85 yaşında iki büklüm olup kendisi toplar yemeklik otunu. Evden zeytinyağlı dolma sarma, haşlanmış yumurta ve patates, zeytin peynir getirmiş olurduk sepetimizle. Akşamdan köfteyi yoğurmuş olurdu annem, kırda çalı çırpılarla odun ateşi yakacak olan babam ile ızgara köfte seferberliği başlatırlardı. O kesekağıdı ile gelen turfanda domates biber ve salatalıktan salata yapan annemin sepetinde sirke ve zeytinyağını karıştırdığı bir sos şişesi olurdu. Salatalık ve domatesin doğranırken etrafa yayılan o ilk turfanda kokusu unutulmuyor.
Eğer Doburca tarafına gitmişsek ben erik ağaçlarına musallat olurdum. Doburca’da buz gibi tertemiz akan derecikler de vardı eskiden, biz çocuklar o derede oynar üzerimizi ıslatırdık. Erik çalmak günah diye babam erik ağaçlarının sahibini etrafta arayıp bulur ücretini verirdi. Sahibi yoksa da ağaca para asardık akşam dönerken!
Çelik Palas Oteli’nin sırtlarına gitmişsek bütün Bursa’yı tepelerden seyretmenin keyfini sürerdik. Biz çocuklar keyif nedir biliyor muyduk ki! Büyükler odun ateşinde çay keyfi yapıp ellerinde barış çubuklarını tüttürürken bolca hayatın keyfinden bahsediyorlardı ki benim de hafızama öyle kazınmış.
Tabi her keyfin de bir nihayeti vardır! Bir keresinde babam bize iki çınar arasına salıncak kurmuştu. Bütün gün bayıra karşı sallanıp durduk, çocuğuz her şeyden bıkıp bir başka oyuna geçiyoruz, arada salıncak boş kalıyor. Annem, salıncağı gösterip hadi beni de salla dedi babama; hoop salıncağa kuruldu, babam güya annemi uçurarak sallayacak öyle bir uçurdu ki annem havaya fırlayıp Çelik Palas bayırından aşağılara yuvarlanmaya başladı!
Kadıncağız günlerce ağrı sızıdan kurtulamamıştı, babam da bu salıncak kazasından epeyce bir nasibini almıştı tabi! Her bahar piknik muhabbetlerimizi anlatır güleriz. Güzel günlerdi…
Sahi, bir zamanlar normal insanların ülkesinde yaşıyormuşuz, zaman geçtikçe daha bir farkına varıyoruz…