BİR RECALİM VAR!
Aman bir recalim var her kime, aman da sünnet annesinin şerefine… Gelin kızın şerefine…
Dokumada kumaşın feriştah kenti Bursa’nın Eski Bursalı dokumacıları çok iyi bilir ki bir kumaş deseni ve renkleriyle tuttu mu o kumaş kilometrelerce basılıp satılırdı. Hele yaz gelip de düğün mevsimi başlıyorsa değmeyin tekstilcilerle manifaturacıların keyfine…
Altmışlı yılların sonlarındayız…
Yeşil Bursa’nın yaz gecelerine darbuka ve zilli defin ritmik tınısı hakim olunca çıngıtı çıngıdı zilli defin baştan çıkaran sesinin geldiği yöne doğru koşarak giderdik çocukluğumuzda. Annelerimiz seslenip, durun bekleyin deseler de sanki düğün bitecekmiş gibi heyecana kapılıp acele ederdik.
Çok eski Osmanlı düğünlerini bilmem, sadece kulak dolgunluğum var. Kendi çocukluk dönemimde yaşadığım kına eğlencesi, gelin hamamı, hatta düğün ertesi yapılan paça denilen eğlencelerini bilirim. Çünkü; tanığı olduğum yüzyılın benim penceremdeki yaşanmışlıklarıdır hepsi. Evlilik düğünlerinin yanı sıra sünnet düğünlerindeki seremoniler de benzerlikler gösterirdi.
Pek çok aile sünnet düğününü çok önemserdi zira, “karışan da sen görüşen de sensin” derlerdi. Evlilik düğünlerinde oğlan ve kız tarafı her iki taraf bir yana çekme ihtimalinde olduğundan sünnet düğünü şanı şerefi aile içinde muteber cemiyet olarak pek önemsenirdi.
Hangi cemiyet olursa olsun çengi taifesine çok iş düşerdi!
Altmışlı ve yetmişli yılların Bursa’sında eğer sadece mevlitli cemiyet ile yetinilmeyecekse çengili düğün kaçınılmazdı. Tabi, düğün var düğüncük var. Hali vakti iyi olanlar evlatlarına daha şatafatlı düğün tercih ettiklerinden düğün haftasına her gün bir eğlence düzenler düğünün uzun sürüp akıllarda kalmasını sağlarlardı. Çeyiz alma çeyiz sermeyle başlayan cemiyet, kına gecesi, gelin hamamı, nikâh, salon düğünü, gelin ertesi faslıyla uzayıp giderdi…
Çoğu aile düğün için özel salon tutmaz, kendi evlerinin veya bir akraba evinin bahçesinde ya da çıkmaz sokakta yaparlardı kına gecelerini, hatta düğünlerini de… O zamanlarda şimdiki gibi taşıt trafiği olmadığından rahatlıkla düğün için bir sokak ya da boş bir arsa kapatılabiliyordu. Hele çıkmaz aralıklı sokak ise kaçarı yok, tüm mahalleli o aralıkta yapardı kına gecelerini. Okul bahçesi kiralayan da olurdu.
Çengili kına gecesi ya da düğünlere erkek alınmazdı. Çıkmaz sokağın başına örtü gerilir erkeklerin seyretmesi önlenirdi fakat, örtünün ardına mahalleli delikanlılar toplaşır genç kızları bir an bile olsa oynarken görebilme ümidi yeşertirlerdi. Ah eski zamanların gönül titreten romantizmi…
Çengi taifesinin kendi seremonileri içinde belirli kuralları vardır. Çağrılı oldukları düğün evine gittiklerinde ilk önce mükellef bir sofrada yemeklerini yerler, sonra çay ve kahvelerini içerken biraz dinlenirler. Düğün ya da kına gecesinin yapılacağı alana geçince oturma düzenini rahatça çalıp söyleyecekleri şekilde düzenler, omuzlarına atılan havlular ile terlerini silermiş gibi yapıp enstrümanlarını akort ederek darbukalarını ısıtırlardı.
Düğün sahibi çengilerin önüne su ve gazoz gibi içecekler koyardı. Çengilerin nazlanma huyları da vardı, çalıp söylemeyi biraz ağırdan alıp gayet yavaştan düğün şarkılarına geçiş yaparlardı. Üç beş şarkı söyledikten sonra ortamı hareketlendirip coşturan çengi kız çıkardı ortaya, zillerini havada öyle bir şaklatırdı ki biz çocuklar zillerin uyumlu ses çıkarmasına hayran hayran bakar biraz çengiliğe de özenirdik sanki!
Çengi orkestrası genelde üç ya da dört kişiden oluşurdu. Keman (bazen de ud), dümbelek (darbuka) ve zilli def…
Nedense keman çalan çengi genellikle etine dolgun şişman bir kadın olurdu. Ve genellikle en kıdemli çengiye usta denirdi. Dümbelek (darbuka) çalan çengi daha çevik daha cabbardı sanki. Def çalan ise çengi ekibinin gözdesi göbek dansı yapan genç kadın olurdu. Ekibin en güzel en genç elemanı olan bu hatun toplanan ahaliyi göbek atmasıyla şevke getirdiğinden iyi oynaması görevi icabıdır. Düğünün kıvama gelmesini sağlayan bu genç kadın parmaklarına taktığı zilleri öyle profesyonelce çınlatırdı ki o sesi duyup da kayıtsız kalmak mümkün değildir. Düğün ahalisi “hah tamam çengi Ayten oynamaya kalktı pamuk eller cüzdana” deyip kendi aralarında bir telâşe bulutu koparırlardı.
Oynayan çengi başlar okuntulu nakarata;
Recalim var her kime? Sünnet annesinin şerefine ya da bir recalim var her kime kız annesinin şerefine, oğlan annesinin şerefine…
Bir recalim var her kime? Damat beyin şerefine, gelin hanımın şanlı şerefine…
Ve hatta, elini cebine atmayan yenge hanımın şerefine, gelinin halasının şerefine…
Çengi recalim var dedikçe söylediği kişilerin şanı şerefi mertebesince çengiye hemen kağıt para takılırdı. Ellerine kağıt paralarını hazır edenler kemancı çenginin önündeki çanaktan toplu iğne alıp parayı oynayan çengiye takarlar. Çengi göbek atıp gelin hanımın şerefine dediğinde kayınvalidenin en büyük kağıt parayı takması beklenirdi.
Gayet kıvrak oynayıp ortalığı şenlendiren genç çengi kızın teri emprime elbisenin sırtına geçerdi. Terini silen çengi bu defa eline zilli defini alıp oturduğu yerden ilk önce düğün sahiplerinin oynamasını sağlardı. Her oynamaya kalkan çengilerin önündeki havluya para atarlardı. Parayı biraz uzaktan atmak oynayanın hava civası sayılırdı! Ha bir de paranın ölçüsü de mühim idi, oynamaya kalkan kişinin özel bir şarkı oyun havası isteği olursa çenginin kulağına eğilip fısıldardı ki istediği gibi ritim hünerini göstersin!
Düğün çengiler sayesinde demini aldıkça usta çengi yüksek sesle haykırıp “bir recalim vaaar her kime” diyerek düğünün adabı usulünce akışını sağlar ahaliyi coştururdu.
Evet, Bursa’nın anlı şanlı usta çengileri vardı eskiden, aslında o çengileri anlatacak yaşlıları bulup söyleşiler yapmalı, kim bilir ne hikayeler dökülecektir bugünlere…
Not: Bu recalim var her kime söylemi aşağıda görüldüğü gibi tarihte çeşitli açılımlarla tanımlanır.
Evliya Hacı Ali’den geliyor derler. Yani “Aman bir Hacı Ali’m var” lafı döne dolaşa aman “bir recalim var”a dönüşmüş derler!
“Bir Hoca Ali’m var! Her kime!
Benimkine! Seninkine! İlle deminkine!”
Hamamcı Ülfet – AHMET RASİM