Türkiye’nin bugününü anlamak için, Çanakkale 1915’in şifrelerini çözmek gerekir… Çünkü Çanakkale 1915’in şifreleri sizi doğruca mayıs 1919’a götürür… Hangi ruhla yola çıkıldığını, nasıl zorluklarla mücadele edilerek bir vatanın yoktan var edildiğini ve Cumhuriyet’e ulaşıldığını anlamanın yolu da, yakın tarihi anlatan kitapların satırlarında gizli…
Çalıştığım günlük gazeteninyayın kurulu toplantısında, pazar günleri çıkan ilavemizin içeriğiyle ilgili detayları konuşurken, ‘kitap’ ve ‘okuma serüvenleri’ üzerine farklı bir şeyler yapalım görüşü ortaya çıktı. Üzerinde hemfikir olduğumuz ilk görüş de bu oldu. Tarihi, özellikle yakın tarihin olaylarını hatırlatmak, bugünün sorunlarını-sorun yumaklarını anlayabilmek için önemliydi. Bunun için, başlangıç noktasını yakın dönemde okuduğumuz kitaplardan alarak, yeni bir bir açılım yapabilirdik.. Bu köşe de, o toplantının sonuçlarından biri… Her pazar, kitap raflarında farklı bir yolculuğa uzanacağız.
…
Yazar Turgut Özakman, aslında daha öncesinde film veya dizi olarak (Kurtuluş, Cumhuriyet) izlediğimiz için çok da yabancı sayılmayacağımız bu üçlemenin ilk kitabı olarak “Çılgın Türkler”i yazdı. Kronolojiye bağlı kalan, orduların tüfek-asker sayılarını, birliklerin yerleştiği alanları kuru kuruya sayan bir anlayışla değil, kahramanlarını ete-kemiğe büründürerek, duygularını ve özellikle de dönemin tarihsel koşullarını değerlendirerek yazdığı bu romanın gördüğü ilgi, doğrusunu söylemek gerekirse umut vericiydi. Bu kitabın ardından “Diriliş-Çanakkale-1915” geldi… Üçlemenin son kitabı olarak da “Cumhuriyet” raflardaki yerini aldı.
Cumhuriyet, üçlemedeki rolü gereği son kitap ama aslında bir ‘son’u değil, başlangıcı anlatıyor. Turgut Özakman, kitabının arka kapağında, yakın tarihe ve ‘Cumhuriyet’e bakış açısını şu cümlelerle özetliyor:
“Cumhuriyetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamak için Afganistan’ı, Suriye’yi, Mısır’ı, Libya’yı, Tunus’u, Cezayir’i, Fas’ı, Müslüman Afrika’yı düşünün.
Cumhuriyetin önünde hazır bir model yoktu. Yolunu düşünerek, arayarak, deneyerek açtı. Şartlardan, ihtiyaçlardan, imkanlardan, tarihten yararlandı. Para yok, kredi yok, yetişmiş yeterli sayıda eleman, uzman yok, araç-gereç yok. Osmanlı’dan borca batık bir miras kalmış.
O altın kuşağın iki gücü vardı sadece: Akıl ve yurtseverlik. Bu iki güçle yola çıktılar. Mucize yarattılar.”***
“Küçük hanımlar, Küçük beyler! Sizler geleceğimizin gülü, yıldızı, talih ışığısınız. Memleketi asıl aydınlığa sizler boğacaksınız. Ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek, ona göre çalışınız. Kızlarım, çocuklarım, sizlerden çok şeyler bekliyoruz.”
Durdu sordu: “Çok çalışacaksınız değil mi?”
Çocuklar avaz avaz bağırdılar: “Söz!”
“Arkadaşlarımla birlikte ne yaptıksa sizler için yaptık. Sizin mutluluğunuz, onurunuz için yaptık. Başınız dik gezin, kimsenin kulu kölesi olmayın diye yaptık. Bir daha bu acı günleri yaşamayın diye yaptık. Ödülümüz sizin temiz, güzel sevginizdir.”
Fevzi Paşa’nın gözleri yaşardı.
ÇILGIN TÜRKLER
İlk yazı olması nedeniyle bir genel giriş yaptıktan sonra, Özakman’ın bu üç kitabıyla ilgili detayları tartışmanın tam zamanı…
“Çılgın Türkler”, ülkedeki sorunların arttığı, bazı sorunların düğüm haline geldiği ve hepsinden önemli olmak üzere “rejim” tartışmalarının ayyuka çıktığı bir dönemde yayınlandı.
“…Çılgın Türkler, bir ulusun sömürgecilere karşı verdiği onur mücadelesini anlatıyor. Bu topraklarda geçen, hiçbir satırı kurmaca taşımayan; tamamı Türk, Yunan, İngiliz devletleriyle uluslararası kurulların raporlarında, yerli/yabancı gazetelerde ve o günleri yaşamış insanların belleklerinde/anı kitaplarında belgelenen olaylar… Sadece belgelere atıfta bulunan dipnotlar kırk yedi sayfa sürüyor! Bu coğrafyayı,tarihi, bu Anadolu’yu bilmeyen yabancı bir göz okuduğunda yazar fazla abartmış diyebilir, yaşananlar öyle olağanüstü.
…Adını hiç duymadığımız, ama biz bilmesek de bu temele kanını harç yapmış, kefenine sarınıp da işgalcinin karşısına dikilmiş, kimbilir hangi gelinciğe kök olmuş binlerce insan… Adım adım, gün gün izliyoruz bu büyük mücadeleyi…”
Unutulan -ya da unutturulmak istenen diyelim- değerler birkez daha gündeme geldi, günlerce tartışıldı. Kimileri topluca satın aldıkları ‘Çılgın Türkler’i çevresindekilere dağıtarak,geniş kitlelelere ulaşabilmesi için büyük katkı sağladı.
Romanda birbirine ustalıkla bağlanmış bölümler, aslında duyguları kabartan, tüyleri diken diken eden, karşılıksız vatan sevgisini bir kez daha, bir kez daha hatırlatan olaylarlarla bezenmişti. ‘Çılgın Türkler’ sadece bu hafta yazıp aktarabileceğimiz bir kitap değil. Önümüzdeki hafta da bu konuya devam edeceğiz. Kitaba yöneltilen eleştirileri de ele alacağız… Hatta Özakman’ın bir başka kitabı “Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele”den alıntılarla, yakın tarihe ilişkin müthiş polemiklere de uzanacağız.
Çılgın Türklerden biri
“Sabah İstanbullular, Kızılay’ın çağrısına uyarak para yardımı yapmak üzere gazetelerde sıraya girdi. İleri gazetesinin dar idarehanesine sığmayanların büyük kısmı, dışarıda kalmıştı.Kaldırımın sonunda bir işgal devriyesi göründü. Düzenli adımlarla yaklaşmaya başladı. İşgal askerlerine, her zaman kenara çekilerek yol veren İstanbullular, bu sefer kıllarını bile kıpırdatmadılar. Devriye kolu, kalabalığın arasından geçmeyi göze alamadı, yola inerek geçip gitti.
İçerde, daha afyonu patlamamış olan huysuz idare memuru, bir deftere, söylene söylene, bağış yapanın adını ve bağış miktarını yazıyordu.
‘Kahveci Ali, 100 kuruş.’
‘Eskici Yusuf, 50 kuruş.’
‘Hallaç Asım, 75 kuruş.’
‘Bakkal Ahmet, 100 kuruş.’
‘Terlikçi Adem, 200 kuruş.’
Sırada, küçük, cılız bir oğlan vardı. Bir önceki bağışçının çocuğu sanan memur, öfkeyle, yürüyüp yol vermesi için işaret etti. Ama çocuk yürümedi, büyük bir ciddiyetle, bütün servetini çıplak masanın üzerine bıraktı:
‘Hasan, 5 kuruş.’
Suratsız idare memurunun birdenbire gözleri doldu. Ağladığını göstermemek için yüzünü, kocaman mendilinin arkasına saklayarak gürültü ile burnunu sildi…”