“Dört Oğlum Cephede Durur, Topalım Kahrımı Çeker” |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Ağıt: Türklerin en eski sözlü kültür ürünlerindendir. Çeşitli olayların ölenlerin ardından duyguların dile dökülmesidir. Anadolu’nun her tarafında ağıt yakılmasına rağmen bu gelenek Güneyde, Çukurova, Osmaniye, Düziçi, Adana, Karaisalı, Kadirli, Kozan, Ceyhan, Orta Anadolu’da Kayseri, Sarız, Pınarbaşı yöresindeki Türkmen oymaklarında daha da yaygındır. Özellikle Afşar Türkmenleri bu konuda varlığını kanıtlamış, Sarıkamış Ağıtlarının çoğu Afşar analarının gözyaşı olarak günümüze ulaşmıştır. Türkler duygulu bir milletir. Duygusunu yaktığı ağıtlarla, türkülerle dile getirir. Onun için Anadolu’nun en hücra köşesinde bile ağıt yakan birini bulmak mümkündür. Bizim Çukurova’da ağıt söyleyene ağıtçı, irticalen söylediği dörtlüklere de yakım denir. Çukurova’da yakım-yakmak, söylemek, demek, yakıştırmak, diyeceğini dörtlüklerle ifade etmek anlamındadır. Onun için “Ağıt söylemek” yerine “Ağıt yakmak” tabiri kullanılmış, bu tabir Anadolu’ya da dalga dalga yayılmıştır.
Ağıtlar zamanla ferdiliklerini kaybederek halkın ortak malı olurlar. Kısaca anonimleşirler. Kendine özgü bir kalıbı yoktur. Uyaklı olanlar 7, 8 ve 10’lu hece ölçüsüne göre yazılırlar. Yaygın olanı ise 8 heceli olanıdır. Ağıtlar uyaklı ayaklı olduğu gibi uyaksız, ayaksız da olabilir. Uyaksız ağıtlar kişinin içinden geçenlerin dışa yansıması olarak değerlendirilir. Kişi duygularını konuşur gibi dile getirir. Aslında ağıt söylemenin kuralı olmamakla birlikte kafiyeli ağıt söylemek marifettir. Rağbet gören de budur. Ağıtların: Erkek tarafından yakılanları olsa da genelde kadınlar tarafından yakılır. Kerkük’te bu işi para karşılığı yapan ağıtçıların olduğu da bilinmektedir.
Ağıtlar kişiyi anlatıyorsa, o kişinin meziyetlerini, özelliklerini, güzelliklerini dile getirir. Onun için ağıtlara kişileri anlatan methiyeler de denilebilir. Ağıtlar ölenin ardından, cenazesinin başında, gıyabında söyleneceği gibi, üstünden çıkan kıyafetlerine de ağıt yakılır. Ölünün üstünden çıkan kıyafetlere Çukurova’da “soyka” denir. Ağıt yakan ölünün “soyka”larını eline alarak her birini tek tek kaldırır ve dörtlüklerini sıralar.
Ağıtlar türkü ve destanla iç içedir. Genelde her ağıtın bir ezgisi vardır. Ezgiler uzun hava ya da kırık hava formundadır. Söz ve müziği halk tarafından benimsenen ağıtlar zaman içinde türküleşerek bize ulaşır. Ormancı, Gelin Ümmü, Gelin Ayşe Celal Oğlan ve Bodrum Hâkimi Mefharet Hanım üstüne yakılan dörtlükler ferdiliklerini kaybederek bize ulaşan türküleşmiş ağıtlardır. TRT’nin Türk Halk Müziği repertuvarı incelendiğinde ferdiliklerini kaybederek türküleşen çeşitli örnekler görülecektir. Türküleşmeyen ağıtlar ise kaynaklara söz olarak geçer. Yakılan ağıtlar kişisel olduğu gibi toplumsal hadiseleri de dile getirir.
Anadolu’da, tıpkı ağıtlar gibi acının, ıstırabın tarihi de çok eskidir. Çeşitli zulümlerle karşılaşan, derin acılarla kucaklaşan Anadolu acıların bıraktığı izlerle bugüne kadar gelmiş, toprağı kadar insanları da acılarla yoğrulmuştur. Onun için Anadolu’da acının var oluşuyla ağıtları da var olmuştur. Kısaca ağıtlar acının var olmasıyla birlikte doğmuş, bu güne kadar da varlığını korumuştur. Anadolu insanı ağıtını yakarken söz ve ezgi güzelliğini hiç düşünmemiş, doğallığını korumuş, duygularını içinden geldiği gibi dörtlüklerle dile getirmiştir. Yakılan ağıtların önemli özelliği yaşanmış hadiselere dayanmasıdır. Her ağıtın kendine has bir hikâyesi vardır. Kaynağını gerçek hayattan alan ağıtlar dilden dile dolaşarak geçmişi günümüze ulaştırırlar.
Konuyla ilgili bir tek ağıt yakıldığı gibi birden fazla da ağıt yakılır. Birden fazla yakılan ağıtlar daha çok toplumsal hadiseleri dile getirir. Sarıkamış, Yemen, Mihrali Bey ve Kızılırmak toplumsal hadiseleri dile getiren ağıtlar arasında ilk sırayı alırlar. Yemen’de kum tipisi, kızgın çöl sıcağı, Sarıkamış’ta dondurucu soğuğun can alması çeşitli kişiler tarafından dile getirilmiştir. Ağıt yakmak milletimizin ortak duygularından biridir. Türk kültüründe köklü bir maziye sahip olan ağıt yakma, çeşitli Türk boylarıyla günümüze kadar gelmiş, geçmişle geleceği birbirine bağlayan önemli bir köprü olmuştur.
Türklerde İslamiyet öncesi ağıtlara“Sagu” deniliyordu. Sagular: “Yuğ” denilen törenlerde ölen kişilerin özelliklerini ve güzelliklerini, erdemlerini ve onlara duyulan acıları dile getiren şiirlerdi. İslamiyet öncesi bu şiirlere “sagu”, İslamiyet’ten sonra “ağıt”, divan edebiyatında da mersiye denildi. Mehmet Akif’in Çanakkale üstüne yazdığı müthiş dizeleri güzel bir “mersiye” örneği olarak bize ulaştı.
Bize ulaşan bazı olaylar var ki anlatılamaz. Yaşanır. Tıpkı ağıtlarımızdaki, türkülerimizdeki olaylar gibi. İşte benim de anlatamadığım ama yaşamaya çalıştığım hadiselerden biri Sarıkamış’tır. Türkiye’nin çok yerini görmeme rağmen Sarıkamış’a yolum düşmedi. Onun için de özelliklerini tanıyamadım. Ama ağıtlarıyla ruhumda, beynimde, benliğimde yaşadım. Onu tanımama türküleşen Sarıkamış ağıtları vesile oldu. Tıpkı Çanakkale gibi, Yemen gibi. Çanakkale’yi ve Yemen’i ben değil çoğumuz ağıtlarla tanıdı. Demek ki bir yerin tanınmasında adına yakılan türküler, ağıtlar önemli bir etken olmuş. Adana, Kırşehir, Samsun, Urfa, Erzurum, adına yakılan türkülerle ününe ün katmış, kişiler ili görmese de türkülerinde adını duymuş, anlatılan yerleşim birimi müzikle bütünleşerek bizlere ulaşmıştır. Onun için de ulaşan bilgi kulaklarda ebediyen yerini koruyacak, hiçbir kuvvet onun unutulmasını sağlayamayacaktır. Yakılan türkü ve ağıt zaman içinde müteakip defalar tekrar edildiği için kişi, o yöreyi görmese de ağıtlarıyla yaşayacak, türküleriyle tanıyacaktır. “Çanakkale içinde aynalı çarşı” dizesi olmasaydı Çanakkale ilimiz hiçbir zaman adını bu kadar geniş bir kitleye duyuramayacak, Aynalı Çarşı’yı kimse bilemeyecek, reklâmını yapsa dahi Çanakkale de, Aynalı Çarşı da bu kadar üne kavuşamayacaktı. Onun ünlenmesini sağlayan tek sebep türkülerle anlatılmış olmasıdır. Muş için de, Sarıkamış için de durum aynıdır. Öyle ise Sarıkamış üstüne yakılan ağıtlar yörenin yurt sathına duyulmasında önemli bir etken olmuştur.
Daha önce de söylediğimiz gibi yöre üstüne yakılan ağıtlar o yörenin tanıtımında, adının geniş kitlelere duyulmasında önemli bir paya sahiptir. Bunun da kaynağı üstüne yakılan türküler ve ağıtlardır. Sarıkamış’ta üstüne en çok ağıt yakılan yörelerden biridir. Ben Sarıkamış’a, Soğanlı’ya, Altınbulak’a gitmedim, görmedim. Ama üstüne yakılan ağıtlarında Soğanlı’yı da Altınbulak’ı da yaşadım. Gidip Sarıkamış’ı göremesem dahi onu ağıtlarında yaşmaya devam edeceğim. Çünkü Sarıkamış: Ayağı çarıklı gidip de çarıksız dönemeyenlerin söylediği bir ölüm türküsü, dönüşü olmayan bir yolun ayak sesidir. Sarıkamış: Sıfırın altında -40 derecede donan on binlerce vatan evladının çığlığı, donuyorum diyerek haykırışın sesidir. Binlerce vatan evladının nefesinin buz tuttuğu, dört çocuğunu kaybeden Sindelli Ağıtçı Kara Zala’nın feryadıdır.
Sarıkamış: Anaların “guzum” diyerek çırpınışının, dizlerini döverek uğunuşunun sesidir. Edirne’den Ardahan’a, Adana’dan Artvin’e, İzmir’den Sivas’tan Kafkasya’ya gidip de dönemeyenlerin ağıtlarına, türkülerine yansıyan dizelerdir. Sarıkamış: Türk insanın içinde bir yara, gözünü budaktan esirgemeyen Mehmetçiğin bilerek ölüme gidişinin hazin bir hikâyesidir. Şiirdir, koçaklamadır, cengi harbidir, kahramanlık destanıdır. Yaşanılan acıların en acısıdır Sarıkamış. Gerdeğe girmedik kızların yavuklusunu yitirdiği, yazlık elbiseyle donarak kaybolup giden körpe fidanların, ana “guzuları”nın alın yazılarının yazıldığı yerdir Sarıkamış. Vatanı için bıyığı terlememiş delikanlıların yitip gittiği yerdir Sarıkamış. Ağıtların birbirine ulandığı, beyaz gecenin sabahının olmadığı yerdir Sarıkamış.
Bu kadar acıların yaşandığı, türkülerin, ağıtların yakıldığı olay için Mustafa Küpeli: “Sarıkamış`a Dönüşü Olmayan Yolculuk” başlıklı yazısında hadiseyi şöyle dile getiriyor. Aynen Aktarıyorum: “Bildiğiniz gibi Türk Savaş Tarihinin en üzücü olaylarından biri olan Sarıkamış dramının 93. yıl dünümü bir etkinlikle yine hüzünle anılacak. Bardız’dan, Kızılçubuk’tan başlayan bir tahruz öyküsü yürekleri dağlayacak. Komutanlar; öğrencilerin kardan yaptığı şehit siluetlerine bakarak vatan için seve seve can veren vatan evlatlarının kahramanlığını anlatırken akıp giden gözyaşları yine sel olup akacak.
Askeri kırdıran Enver Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu daha Kars’a ulaşmadan Allahuekber Dağları’nda, Soğanlı Dağı’nın eteğinde Şenkaya’ya yakın Bardız Deresi’nde, Çil Horoz Dağı’nda, Çakır Baba’da donarak şehit oldular. Asıl donma zirveye yakın yerde Taht Yaylalarında oldu. Bu harekâtın askeri açıdan, teknik açıdan vebalı büyüktü. Sarıkamış harekâtından sonra geride ağıtlar, figanlar ve bugün bile başımızı ağrıtan sorunlar kalmıştır. Enver Paşa’nın adamları 20 yıl gazetecileri bölgeye sokmamıştır. Bu yüzden savaşın bütün tanıkları yok olmuş. Kimi der tek kurşun atmadan 90 bin asker şehit verilmiş. Kimi der 70 bin, kimi de der 60 bin. Tarihçiler tarihsel bir sorumluluğu yerine getirmek için yarım asır sonra kaleme alınca Sarıkamış tarihi dramı böyle eksik bazen de yanlış yazılmıştır.
Bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı sırasında ilân edilen seferberlikle, eli silah tutan her Türk askere alınmış, özellikle bu askerlerden Sarıkamış Harekâtına katılanların çoğu geri dönmemiştir. Seferberlik sonrasında, her köyde bir muhtar ve bir imam kalmış, geride zuhur eden cenazeleri kaldırmak için çoğu kere yeterli cemaat bulunamamıştır.
(…) ‘Bu konuyla ilgili düşüncelerini Necip Topuz ise şöyle anlatır; ‘Yemen’de kızgın çöllerde, Çanakkale’de derin sularda, Sarıkamış’ta dondurucu soğukta yitip giden Anadolu çocuklarının hikâyesini barındırır. Bu yerler aslında bir imparatorluğun ayakta kalmak ve yaşamak için son çırpınışlarının adıdır. Koca çınarımız, içinden kemiren kurtlar, gövdesini kesmeye çalışan düşmanları yüzünden çatırdayarak yıkılırken, çıkan feryadın adıdır. Yemen, Çanakkale, Sarıkamış… Acımız derindir, hüzünlüyüz, kalbimizde bir burukluk var.’
(…) Sarıkamış gazilerinden Balıkesirli Mehmet oğlu Ahmet Ağa da yaşadıklarını: ‘24 Aralık’ta Sarıkamış’a doğru yürüyüşe geçen askerlerimiz, gece dağa tırmanmaya başladılar. Şiddetli soğuk, korkunç tipi altında, gecenin karanlığında birbirlerine tutuna tutuna, karlara bata çıka yol almaya çalıştılar. İliklerine kadar titreten tipinin şiddeti karşısında üzerlerindeki soğuk yüzü görmemiş yazlık kıyafetleri ile yürüdüler. Yol yokuş bitmek bilmiyor, kara saplanmış ayaklara geçit vermiyordu. Yol bitmeli, kar aşılmalıydı, nasılsa her gecenin bir sabahı vardı. İşte, bu gece yürüyüşü sırasında önce gözler donmuş, kör olduğunun kimse farkına varamamış. Sabahın ilk ışıklarını görememiş, hala gece karanlığı devam ediyor zannetmişlerdi. Yüreklerinin aydınlığında yürümeye çalışmışlar… Yollarını aradılar, karlara saplandılar ve geride kalmaya başladılar… Geride kalanlar yavaş yavaş donuyordu. Kapkara gecenin sabahını göremediler… Sağ kalan birkaç asker için bir daha sabah olmadı. Sarıkamış’a yaklaştıklarında kar erimemiş ama onları eritmişti… Soğuğa birde açlık eklendi. Erzak getiren birliklerin askerleri de donarak öldüğünden, açlık sağ kalanları da perişan etmişti’ diyerek hadisenin vahametini böyle dile getirmiştir. “
Bu ve benzeri yazıları okuduktan sonra Sarıkamış ağıtlarının neden bu kadar yanık, içli, niye bu kadar efkârlı olduğunu daha iyi anladım. O ağıtları dinledikçe içim burkuldu. Yüreğim yandı. Anaların feryadı gözümde canlandı. Canlandıkça Sarıkamış’ta yaşanan hadiseler yüreğimde katmerlendi, kat kat oldu. Halk Ozanı İmami’nin okuduğu Sarıkamış ağıtıyla yüreğim daha da yandı, tutuştu. Ozan kasetinde ağıtın hikâyesini anlatıyor. Fonda yanık bir zurna çalıyor. Nasıl çalıyor. Aman Allah’ım yürek dağlıyor. “Seferberlik harbinde 1914 – 1915’li yıllarda Sarıkamış’ta, Soğanlı Dağlarında, Altınbulak bölgelerinde tek kurşun atmadan 90 bin askerimiz karda, buzda, donarak şehit olmuştur. Yurdun dört bir köşesinden askerler olduğu gibi Kayseri, Pınarbaşı, Sarız, Tomarza ve Çukurova’dan da binlerce askerimiz şehit olmuştur. Bunların birçoğu Avşar Aşiretindendir. Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Sindel köyünden Afşar kadını Kara Zala‘nın (Zeliha) 5 oğlundan 4’ü seferberlik harbine katılır. Evde kalan bir oğlu da topaldır. Dört oğlu bir daha geri dönmez. Sarıkamış’ta şehit olur. Bunun üzerine ağıtçı Kara Zala eliyle dizlerini döverek uğunur.”
Elif bekâr Cennet bekâr
Acemi talime çıkar
Dört oğlum cephede durur
Topalım kahrımı çekerSarıkamış Altınbulak
Soğanlı’yı biz ne bilek
Bizim uşak gökçek[1] gezer
Ağca zubun[2] kara yelekYüzbaşılar binbaşılar
Tabur taburu karşılar
Yağmur yağıp gün değence
Yatan şehitler ışılarGadasını aldığım Eşe
Tekerim dayandı taşa
Seferiberliği durdur
Elin’öpem Enver PaşaSivas’tan Sarıkamış’tan
Yatamıyom kara düşten
Hastam ağır arabacı
Yavaş indirin iniştenAdamı olan herk ediyor
Olmayanlar terk ediyor
Her nereye vardım ise
Gelinler çifte gidiyorSarıkamış alkan oldu
Zalim Urus[3] murat aldı
Kimsesiz kız dul gelinler
Kara giyip saçın yoldu
Kara Zala’nın beş oğlundan dördü Sarıkamış’ta şehit olmuştur. Evde kalan oğlu ise topaldır. Dört oğlum cephede durur / Topalım kahrımı çeker diyerek bir ananın nasıl çaresiz kaldığını, feryadını, anlatmaya çalışır. Anlatmaya çalışsa da onun dört oğlunun acısını kim bilebilir. Onun gibi kim yanabilir ki. Hani bir söz vardır:”Ağlarsa anam ağlar / Gayrısı yalan ağlar” derler. Evet, Kara Zala’nın acısını ana olanlar anlasa da yine Kara Zala kadar yanamaz, uğunamaz.
Çukurova’da iyi ağıt yakanlar “uğundu” sözcüğüyle anlatılmaya çalışılır. Uğunmak, dövünmek, elini dizlerine vurarak ağıt yakmak, ölenin acısıyla fırıldak gibi dönmek anlamında kullanılır. Özellikle Afşar anaları bu konuda rüştünü ispat etmiş, ağıt yakma geleneğinde en ön saflarda yerlerini almıştır. Gidip de dönmeyen canlar, gelinlik kızların yavukluları dile gelir Afşar anasının dizelerinde. Gözü yaşlı ana yutkunmadan, gözünü kırpmadan okumuşluğu yazmışlığı, kâğıdı kalemi olmadan dile getirir duygularını. Gözyaşıyla yunup arınan şehit oğluna, donarak dağlarda yitip giden genç fidanlara seslenir. Rus onun için can alıcı değildir, Onun için de: “Benim korkum Ruslar değil / Karakışa kurban verdim” diyerek can alıcının tabiat şartları olduğunu açıkça ifade eder.
Gene uğru[4] kış geliyor
Görmeyene hoş geliyor
Şu Sivas’a giden kağnı
Dolu gidip boş geliyorAziziye baba yurdum
Kafkasya’ya tabya kurdum
Benim korkum Ruslar değil
Karakışa kurban verdimSarıkamış ne aralı
Kimi ölmüş kimi yaralı
Bunu duymuş var mı ola
Yalan dünya kurulalıKimini gülle götürdü
Kimini toplar yatırdı
Kör olasıca Moskoflar
Neçe ocaklar batırdıHücum borusu vuruldu
Asker hücuma kalkıyor
Sağ böğrümden vuruldum
İki başlı kan akıyorUşak gitti sürüyünen
Asker kalkar boruyunan
Hangi eve vardıysam
Bir gelin var karıyınanYaslı deli gönül yaslı
Acep nedir bunun aslı
Kardeşler kana belenmiş
Kara don gülgülü[5] fesliSoğanlı’da bir harp oldu
Neçe canlar telef oldu
Sarıkamış alınışın[6]
Sağ olanlar mektup saldıYağan karların altında
Kara çadır var mıydı
Top gürleyip gelir kene
Acep derdin var mıydıDokuz kardeşi ölenin
Benim gibi olur bacısı
Sivas’ta tabur dökülmüş
Benim anamın kuzusuSarıkamış üstünde kar
Kar altında Mehmet yatar
Gülüm donmuş kara dönmüş
Gören sanmış yârin sararKimi Yemen kimi Harput
Üzerinde ince çaput
Avut yiğit gönlün avut
Yâr sarmazsa Mevlâ’m sarar
Yukarıda, “Sarıkamış`a Dönüşü Olmayan Yolculuk” başlıklı yazıdan yaptığımız alıntıda: “Seferberlik sonrasında her köyde bir muhtar ve bir imam kalmış, geride zuhur eden cenazeleri kaldırmak için çoğu kere yeterli cemaat bulunamamıştır” deniliyordu. Bu tezi yukarıda tümünü verdiğimiz Afşar anasının şu dizeleri de doğruluyor: “Hangi eve vardıysam / Bir gelin var karıyınan.” Evet, askere alınmayan gelinle koca karı. Başka kimse yok. Köyler boşalmış. Vakit namazı kılacak kimse yok. Buna yürek mi dayanır, özek mi dayanır. Elbette dayanmaz. Kara kışa kurban verilen yiğitler için ancak ağıtlar yakılar. Afşar anası da öyle yapar. Yangınını dizelerine dökerek alır hırsını:
Sarıkamış’ta var maşın[7]
Urus yığmış ağır koşun[8]
Bizim asker açık çıplak
Dağlarda büyüdü kışınÇadırlar dağa kuruldu
Hücum borusu vuruldu
Bir Sarıkamış uğruna
Doksan bir fidan kırıldıYaşa padişahım yaşa
Kan bulaşmış çatık kaşa
Biz Urus’a esir düştük
Sebep oldu Enver PaşaSarıkamış içi meşe
Urus yaktı hep ateşe
Bizi koydun eli bağlı
Nere gittin Enver PaşaBinboğa’ya kar çok yağar
Karlar yatar namlı namlı
Dört birader babam oğlu
Nenni gardaşlar nenniAnam da yok babam da yok
Varamam yollarım ırak
Su isterim verenim yok
Başucumda bacım gerek
Evet, Afşar anasının dizelerinde, kaynaklarda: “Bir Sarıkamış uğruna / Doksan bin fidan kırıldı” deniliyor. Gerçekten ne kadar kaybımızın olduğu konusunda da kaynak taraması yaptım. Kaynaklarda çelişkili bilgiler var. Çoğunluğu doksan bin askerin donarak öldüğü yönünde. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de doksan bin kaybımızın olduğunu biliyorum. Fakat bulduğum bazı kaynaklar kaybımızın doksan bin olmadığını söylüyor. Konuyla ilgili internette bulduğum forum.memurlar.net/topic.aspx sitesindeki yazıyı aynen aktararak bilgilerinize sunmak istiyorum:
“Sarıkamış’ta Rus ordusunu imhayı planlayan Enver Paşa, 22 Aralık 1914’te Erzurum’a gelerek harekâtı başlattı. Enver Paşa, 5 Ocak 1915’te durumun iyice kötüye gittiğini görünce, ‘Ben İstanbul’a dönüyorum’ diyerek Türk Tarihinin belki de en çok tahrif edilmiş savaşlarından biridir. Yukarıda harekâtın ana hatları verildiği için ben sadece savaştan sonraki kayıplarla ilgili bilgi vereceğim. Hem Rus hem Türk kayıtları kesindir: Türk ordusu dağlarda donmayı beklemek bir yana Rus güçleriyle şiddetli çarpışmalara girişmiş ve başarıya bir nefeslik mesafeye kadar gelmiştir. Saldırının başarısız olmasının nedeni ordumuzun geleneksel yumuşak karnı olan ikmal sisteminin bozuk arazide çökmesidir. Buna rağmen bile asla bir bozgun söz konusu değildir; Rus kayıtlar 9. Ordunun düzenli bir çekilme gerçekleştirdiğini söylemektedirler. Kayıplara gelince, doksan bin donan Mehmetçik balonu patlamaktadır. Hem 9. Ordu kayıtlarına, hem de savaş meydanını elinde tutan Rus Ordusunun yaptığı sayıma göre Türk güçleri çatışmalardan ve soğuktan toplam 23 bin ölü vermiştir. Buna ek olarak 9 bin kadar da kayıp ve esir ile toplam zayiat 32 bin kişidir. Buna çoğunluğu sonradan toparlanan kaçakları da ekleyince en nihayet 57 bin savaş dışı asker çıkmaktadır.
Tek kurşun atamadığımız söylenen Rus ordusu ise 10 bini sırf donmadan olmak üzere toplam 30 bine yakın kayıp vermiştir. Stratejik alanda ise, bizzat Enver Paşanın hazırladığı Sarıkamış Planı başta Rus Kafkas Ordusu Başkomutanı General Yudeniç tarafından ‘Son derece cüretkâra ne ve akıllıca düşünülmüş, başarıyla uygulanabilmesi halinde tüm Kafkasya’daki Rus egemenliğini bitirecek bir plan’ olarak nitelendirilmiştir. Peki, arşiv kayıtları böyleyse 90 bin Mehmetçik hikâyesi nereden gelmektedir? Sarıkamış harekâtı hakkında atıp tutanların hepsi sadece ve sadece tek bir kaynağa dayanmaktadır. O da 9. Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Köprülü’nün 1921’de akşam gazetesinde yayınlanan, daha sonra da ‘Sarıkamış ihata manevrası ve meydan muharebesi’ adıyla kitaplaştırılan şüpheli anılarıdır. Şüpheli diyorum zira sene 1921 ve mütareke basını ile işbirlikçi sultan hükümeti tam gaz ittihatçıları karalama kampanyası yürütmektedirler. Hâlbuki hem Türk, hem de Rus ordu kayıtları Türk kaybını inatla 33 bin ölü, kayıp ve esir olarak veriyorlar. Buna itiraz edecek kişilere ise şunu demek isterim: ‘Belgeler konuşunca herkes susar’ çoğu tarihçinin bildiği bir ilkedir. İstatistik verileri çok hassas bilgilerdir 1. elden belgelere dayanılmadıkça inanılmazlar. Bu yüzden muharebe zayiatları gibi kesin bilgiler verecek kişilerin muğlâk 3. elden kaynakları göstermesi geçerli değildir. Sarıkamış harekâtı artık bir karşıt propaganda malzemesi olmaktan çıkarılmalı, gerçekler söylenmelidir” deniliyor.
SONUÇ: Evet, gerçekler söylenmeli, kapalı kutular açılmalı, açılması için de eli kalem tutan tüm tarih araştırmacıları seferber olmalıdır. Ben tarihçi değilim. Sarıkamış’ı derlediğim ağıtlarıyla tanıdım, Halk Ozanı İmami’nin türküleriyle onu benliğimde yaşadım. Bu yazı münasebetiyle daha da yakından tanıma fırsatı buldum. Toparlayabildiğim kadarıyla Sarıkamış üstüne yakılan ağıtları bu yazıyla birlikte sunmaya çalıştım. Yöre ile ilgili yakılan ağıtların o yörenin tanıtımında çok önemli bir etken olduğunu örnekleyerek yine bu yazı münasebetiyle aktarmaya çalıştım. Yararlı olabildikse ne mutlu diyor, tespit ettiğim Sarıkamış ağıtlarıyla satırlarımı noktalamak istiyorum.
Sarıkamış Sarıkamış
Düşman gelmiş yaka yaka
Sürmeli Ali esir gitmiş
Dört yanına baka bakaToplar cepheden kuruldu
Yunan’ın boynu buruldu
Ayan olsun dertli anam
Yalnız Musa’n mı vurulduHücum borusu vuruldu
Asker hücuma kalkmıyor
Yandım anam deyince
Gardaş gardaşa bakmıyorAnam ağlar babam ağlar
Toptan dumanlandı dağlar
Ayan olsun dertli anam
Doktor yaralarım bağlarBoz Omar’ım Ağ Murat’ım
Yıradım oğlum yıradım[9]
Dokuz oğlan anasıyım
Elden orakçı[10] aradımİbrişimin kozaları[11]
Battı Afşar kazaları[12]
Sarıkamış’ta ölmüşler
Gonca gülün tazeleriBöyle uzun dal mı olur
Şöyle çürük kol mu olur
Bir obada bir ocakta
Yedi gelin dul mu kalırMotora gönlüm motora
Topu yükledik katıra
Sabahaçe yatamıyom
Neler geliyor hatıraİnci sandım dişlerini
Kalem sandım kaşların
Örzülemiş[13] eşlerini
Gelin Fatma Hürü’yünen[14]Oğlum gittin mi yesire[15]
Kaşların vermem Mısır’a
Kaba döşekte yatarken
Nasıl dayandın hasıraAman benim yavrularım
Narman Dağlarında kalan
Yedi oğlan anasıyım
Şimdikçe de oldu yalanAman kuzum aman kuzum
Narman Dağlarında gezin
Yedi oğlan anasıyım
Hiç birin görmüyor gözümTop başında gürleyerek
Almış gitmiş yarısını
Atını içeri çekin
Edem[16] satsın dorusunuBardız Deresi kan çağlar
Analar ciğerin dağlar
Çil Horoz Dağı salında
Nice nişanlılar ağlarAllahüekber Kars’ın dağı
Mübarek şehit yatağı
Allahüekber de söndü
Doksan bin evin ocağıAllahüekber kar boran
Tırmandık dağlara yayan
Gökten ateş dökülse de
Yılar mı hiç Ali OsmanAllahüekber yan yatar
Kızarmış da güneş bata
Allahüekberin döşünde
Neçe bin şehit yatarYaşıtlarını gördükçe
Günde bin kere ölüyom
Yedi oğlan anasıyım
Elden fitre alıyomAşağıdan ses geliyor
Figan bağrımı deliyor
Kör olasın Enver Paşa
Gelinleri el alıyorYaşa babam oğlu yaşa
Kan bulaştı çatık kaşa
Biz Urus’u alt ederdik
Sebep oldu Enver PaşaSarıkamış’ta var maşın
Urus yığmış ağır koşun
Bizim uşak açık çılpak
Dağlarda büyüdü kışınHak için oruç tutarım
Deseler Murat’ın yolda
Gelinleri taksim ettim
Kimi sağda kimi soldaRedifleri topluyorlar
Onlar da kaçmak derdinde
Nuri Mehmet’in mezarın
Uşaklar görmüş Mardin’deYüksek hükümet sarayı
Var mı bu işin kolayı
Gardaşı asker etmişler
Nerde taburu alayıGadanı aldığım çavuş
Nerde ettiniz dövüş
Taşına kurban olduğum
Gardaşın yattığı koğuşSoğanlı da soğan olur
Kar tipisi boran olur
Urus’u bozgun görenler
Anasından doğan olurSarıkamış saza döndü
Dağları gülzara[17] döndü
Serçe canlı Ermeniler
Hepsi şahbaza döndüEnver Paşa hücum dedi
Yarıldı Moskof’un ödü
Zalim Allahüekber Dağı
Neçe yiğit aslan yedi
Adı Soyadı : Halk Ozanı İmami
İli : Adana
İlçesi : Kozan
Köyü : Beytepe
Doğum Yılı : 1954
Emir Kalkan : Kayseri Yöresi Ağıtları Kayseri Kültür Müdürlüğü Yayınları Kayseri 1992.
Ahmet Z. Özdemir : Ağıtlar 1 / 2 Kültür Bakanlığı Yayınları Kültür Eserleri Dizisi No: 303, Ankara 2001.
Mustafa Küpeli :Sarıkamış’a Dönüşü Olmayan Yolculuk. www.tumgazeteler.com
avsarlar.org/haber_oku.asp
[1] Güzel giyinmek.
[2] Bir giysi çeşidi.
[3] Rus.
[4] Önü- Önde.
[5] Kan kırmızısı.
[6] Alınınca.
[7] Tren,
[8] Asker, arabaya pulluğu koşacak hayvan.
[9] Uzaklaşmak.
[10] Orakla ekin biçen işçi.
[11] İbrişim kuşağın ucundaki yuvarlak püsküller.
[12] Afşarların yoğun olarak yaşadığı ilçeler.
[13] Arzu etmek.
[14] Bayan adı- Hürü ile.
[15] Esir.
[16] Kardeş – Büyük ağabey
[17] Gül tarlası- Gül bahçesi