Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Dünü unutma… (1)
1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren, çeşitli ülkelerde yerleşik olan Ermeni grupların, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyaları ile varlığını hissettiren sözde Ermeni sorunu, 1973’den sonra “Kanlı Ermeni Terörizmi”ne dönüşmüştür.
Bu tarihten itibaren Türkiye’ye yönelik Ermeni faaliyetleri, “Dört T” planı çerçevesinde uygulamaya konulmuştur. Bu plan, sözde Ermeni sorununun tüm dünyada TANITILMASI (terörizm ile), TANINMASI (soykırımın kabulü aşaması), TAZMİNAT ALINMASI (Türkiye’den) ve TOPRAK elde edilmesi (Türkiye’den) aşamalarını içermektedir.
Bugün, maksatlı olarak gündemde tutulmaya çalışılan sözde Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ve ne tür çıkar kaygıları ile ortaya atıldığını daha iyi anlayabilmek için tarihsel gelişimine göz atmanın faydalı olacaktır.
Soykırım; ırk, milliyet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesidir. Bu suç direkt olarak bir hükümet tarafından veya onun rıza göstermesi ile işlenebilir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, dünyada soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmak için 1948’de “soykırım sözleşmesi” ni kabul etmiş ve Türkiye de bu sözleşmeye 1950 yılında taraf olmuştur.
Soykırım dendiği zaman, II. Dünya Savaşı boyunca Nazilerin Yahudilere ve diğer etnik gruplara karşı giriştikleri kitlesel kıyım akla gelmektedir. 1939-1945 yılları arasındaki dönemde, 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında Çingene ve 70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur.
Bunlara ilave olarak, Birleşmiş Milletlerin önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen, modern çağda da sayısız soykırım olayı yaşanmıştır.
-1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş,
-1975-1979 yılları arasında Kamboçya’da Kızıl Kmerler 1,7 milyon Kamboçyalıyı katletmiş,
-1994’de Ruanda’da 500.000 Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş,
-1991’den sonra Bosna-Hersek ile Kosova’da binlerce Müslüman, Sırp vahşeti sonucu hayatını kaybetmiştir.
Soykırım suçu, gerçek anlamda yukarıda örneklenmiş olan olaylarda işlenmiştir. Ermenilerin iddia ettiğinin aksine, 1915 yılında Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Ermenilere yönelik uygulama, sadece güvenliğin sağlanması amacıyla imparatorluk içinde başka bir bölgeye göç ettirme olup, soykırım ile hiç bir alakası yoktur.
Ermenilerin Doğu Anadolu’da savaş ve tehcir sırasında kayıplar verdikleri doğrudur. Ancak bu kayıplar, Doğu Anadolu’da yaşanan savaş ve isyanlar nedeniyle asayişin sağlıklı olarak sağlanamaması, araç, yakıt, gıda, ilaç yetersizliği, ağır iklim şartları ile tifüs gibi salgın hastalıkların yol açtığı tahribat sonucu meydana gelmiştir.
Aslında Ermeniler, geçmişte hâkimiyeti altında yaşadıkları devletlere ihanetlerinden dolayı birçok kez buna benzer göç hareketlerine tabi tutulmuşlardır.
Sasaniler; 379’larda 70.000 Ermeniyi İran’a,
Bizanslılar; 1025’lerde Doğu Anadolu’daki 40.000 Ermeni’yi Sivas ve Kayseri’ye,
Memlüklüler; 1250’lerde 10.000 kadar Ermeni’yi Mısır’a,
İranlılar; 1743’de 24.000 Ermeni’yi İran içlerine ve 1777’de Kırım’ı işgal eden Ruslar; bölgedeki binlerce Ermeni’yi Sibirya steplerine sürmüştür.
Tarih boyunca sayısız göç ve sürgün olayına maruz kalan Ermenilerin, bunların hiç birini ağızlarına almazlarken, sadece 1915’de Osmanlı Devleti tarafından son derece haklı gerekçelerle kendi toprakları içinde mecburi iskâna tabii tutmasını sözde “soykırım” adı ile sorun haline getirmeleri maksatlıdır. Batılı emperyalist ülkelerin Türkiye’nin bütünlüğünü bozmaya yönelik politikaların bir ürünüdür. Afrika ve Balkanlar’da yaşanmakta olan gerçek anlamdaki soykırım hareketlerine seyirci kalan Batılı ülkelerin, sözde Ermeni soykırımına sahip çıkmaları, bunun en iyi göstergesidir.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda Doğu’da Ruslarla girmiş olduğu mücadele sırasında Doğuda yaşayan Ermeniler Rus işgalini kolaylaştırmak için Ruslarla Türklere karşı işbirliği yapmışlardır. Yapmış oldukları katliamlarla Rus birliklerinin Doğu Anadolu’yu işgal etmelerini sağlamışlardır.
Osmanlı Hükümeti’nin bütün iyi niyetine rağmen;
-Ülkede Ermeni isyan ve olay hareketlerinin giderek artması,
-Savunmasız Türk köylerinde saldırı ve baskınların artarak devam etmesi,
-Ordunun birçok cephede savaş halinde bulunması,
– Mahalli isyanların top yekûn bir ihanete dönüşmemesi, Hükümetin cephe gerisini emniyete alınması ihtiyacını doğmuştur.
24 Nisan 1915’te hükümet, bir genelge yayınlayarak ülke genelinde faaliyet gösteren Ermeni parti, komite merkez ve şubelerini kapatır ve evraklarına el konulur. Ermeni parti, dernek ve komitelerinin yöneticilerinden toplam 2 bin 345 kişi yakalanıp, “Devlet aleyhine faaliyette bulunmak” suçundan tutuklanarak askeri mahkemelere gönderilir. İşte Ermenilerin her yıl sözde “soykırım anma günü” olarak gösteriler yapıp andıkları 24 Nisan günü bu tarihtir. Tehcirle alakası yoktur.
Ermeni komite ve derneklerinin kapatılması, çete başları ile bazı Ermeni teröristlerinin tutuklanması, Ermeni tedhiş ve isyan olayları yatıştıracağına daha da şiddetlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti de son insani çare olarak; Savaş bölgelerindeki silahsız savunmasız halk ile Osmanlı Devleti’ne karşı casusluk ve ihanetleri görülenlerin, ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere “sevk ve iskânı” için 27 Mayıs 1915’de “Tehcir Kanunu” nu çıkarmak zorunda kalmıştır.
Tehcir Kanunu ile mecburi iskâna tabi tutulan Ermeniler, İmparatorluk sınırları içinde; Ordu-Kastamonu, Ankara-Niğde, Malatya-Maraş, Diyarbakır-Urfa-Adana ve Suriye-Irak bölgelerine gönderilmiştir. 1916 Ekim sonuna kadar toplam 702.900 Ermenin göç ettirildiği belgeleriyle sabittir.
Bunun üzerine Türkiye’nin düşmanları bu göç sırasında Ermeni Katliamı yapıldığı iddiasını ortaya attı. Sözde soykırıma uğrayanların rakamı başlangıçta 300 bin iken kademeli olarak artmış günümüzde de bir buçuk milyonu bulmuştur.
1914 yılı resmi nüfus verilerine göre Ermeni nüfusu;
Osmanlı Devleti topraklarında : 1.234.671,
Ermeni Patrikhanesi’ne göre : 2,5 milyon,
Lozan Konferansı Ermeni heyetine göre: 2,2 milyon,
Fransız Sarı Kitabı’na göre : 1,5 milyon,
Ana Britannica’ya göre : 1,5 milyon,
İngiliz yıllığına göre : 1 Milyon,
Bu rakamlara göre; En fazla 700.000 kişinin göçe tabi tutulduğu bir yer değiştirme olayında, Ermenilerin iddia ettiği gibi 2-3 milyon kişinin öldürülmesi mümkün değildir. Çünkü Osmanlı Devleti toprakları içinde 1.230.000 civarında Ermeni yaşamaktadır. Bu rakamlar, Ermeni iddialarının ne kadar asılsız olduğunu ortaya koyuyor.
Eğer Osmanlı Devleti, Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi, bunu asimilasyon yoluyla pekâlâ yapabilirdi. Oysa Ermeni halkı, Türklerden daha müreffeh bir yaşam sürdürmüşlerdi.
Sözde Ermeni “soykırım iddiaları” tamamen uydurma olup, hiç bir belge ve kanıta dayanmayan, hukuki zeminden yoksun ve tamamen Türk düşmanlığı üzerine bina edilen, gerçek dışı bir hayalin ürünüdür.
Asoghik ve Mateos’dan Voltaire, La Martine, Claide Farrere, Pierre Loti, Nogueres, İlone Caetani, Philip Mashall Brown, Michelet, Sir Charles Wilson, Politis, Arnold, Bronsart, Roux, Grousset, Edgar Granville, Garnier, Toynbee, Price, Bombaci’ya kadar uzanan ve bazılarına hiç de Türk dostu damgası vurulmayacak pek çok tarihçi ve yazar Türklerin bu konudaki hakkını teslim etmişlerdir.
Nitekim ABD’li Ermeni Prof. Hovannısıan; 1982 yılında Münih’te yapılan “Dünya Ermenilerinin Problemleri Kongresi” nde bu gerçeği, “Ermeni soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir ve zaten zaman aşımına da uğramıştır” şeklinde dile getirmiştir. Ayrıca, Prof. Hovannısıan, 1998 Haziran ayı içerisinde İngiliz Hükümeti, Lortlar Kamarası’nda “Ermeni soykırımına” ilişkin sorulara maruz kalmış ve bu sorulara yazılı olarak; “Türk Hükümeti’nin Ermeni tebaasını yok etmeye dair bir kararının mevcudiyetine ilişkin bir kanıt bulunamadığından, İngiliz Hükümeti, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımamıştır” yanıtını vermiştir.
ABD’li Prof. Bernard Lewis ve Prof. Stanford Shaw da; Sözde Ermeni soykırımının gerçek olmadığı konusundaki tezleri nedeniyle, Ermenilerin yoğun tepkisine maruz kalmıştır. Soykırım iddiasına; Bernard Lewis, 1993 yılında “Le Monde” gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle değinmiştir:
“Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur. Türklerin “tehcire” (Ermeni halkın savaş alanından alınarak başka yerlere gönderilmesi) başvurmalarının meşru nedenleri vardır. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı.”
Yine 1912 Erzurum Milletvekili Ermeni Dr. Karakin Pastırmacıyan, “Anadolu’yu Şarkı Şimendifer Meselesi” adlı kitabında; “Erzurum Sancağı’nda yaşayan 15.111 Ermeni’nin, pasaport alarak kendi isteğiyle ülkeyi terk ettiğini” yazmaktadır.
Bir düşünün: 1912’de Erzurum sancağından 15 bin 111 ermeni kendi isteği ile pasaport alarak, ülkeyi terk etmişse, diğer Osmanlı sancaklarından kaç ermeni pasaport alıp ülkeyi terk etmiştir?
Bu sorunun cevabı; Osmanlı sancaklarındaki pasaportla ilgili kurumların kayıtlarından kolaylıkla tespit edilebilir.
Osmanlı İmparatorluğu 2 Ağustos 1914’de yurt savunması için seferberlik ilan etmiş, meşrutiyet anayasası gereği “askere alınmayan” azınlık vatandaşları dâhil silâhaltına çağrılmışlardır.
Patrikhane ve Ermeni komiteleri liderleri, bir yandan hükümeti uyutmak için şeklen olumlu tavır takınırlarken, diğer yandan da teşkilatlarına; “ düşmanın ilerlemesi halinde hizmete hazır olmak üzere çeteler teşkilini, askere alınanların silahlarıyla birlikte kaçarak bu çetelere katılmalarını, Osmanlı orduları gerisinde her türlü isyan, tahrip ve sabotaja hazır olmalarını” tebliğ etmişlerdir.
Bir kısım Ermeni ve yabancı yazar konuyla ilgili şunları kaydetmişlerdir:
a)- Kafkas Ermenistan’ında Başbakanlık yapmış Ermeni liderlerinden Kaçaznuni, 1923’de Viyana’da basılan kitabında; “1914 Sonbaharında Ermeni gönüllü grupları kuruldu. Türklerle savaşıldı. Bunun aksi olamazdı. Zira yaklaşık çeyrek yüzyıldan bu yana Ermeni toplumu belli ve kaçınılmaz bir psikoloji ile beslendi. Bu ruh halinin tezahürü gerekli idi ve gereken oldu” diyor.
b)-Filip Prayz, 1956’da Londra’da basılan kitabında; “Savaş patlak verince Doğu Anadolu bölgesindeki ve Kafkasya’daki Ermeniler Rus makamları ile gizlice temasa geçtiler ve geliştirilen bir yeraltı teşkilatı ile Türk kesiminden Rus ordusuna Ermeni Gönüllüler sevk ettiler” der.
c)- Filip De Zara, 1936’da Paris’te yayınladığı kitabında; “ Ermeniler bir yandan devletlerini aldatırlarken, bir yandan da düşman hareketini teşvik ettiler ve kolaylaştırdılar. Fakat (Padişahın Hıristiyan tebaasının en mukaddes görevinin itaatsizlik olduğunu onlara öğreten Avrupa annesi) mevcut iken hangi batılı onları kusurlu bulabilirdi? Oysa bu hareketlerin her devlet için olduğu gibi Türklerin gözünde de bir vatan hıyaneti olduğu nasıl inkâr edilebilir? Ermeni komiteleri, çeteler ve Rus subayları emrinde taburlar kurmuş, silahlandırılmış, Rus ordularının ilerleyişini kolaylaştırmak üzere Türk kıtalarının geri yollarını ve lojistik konvoylarını vurmuş, tahripler yapmıştır” der ve “ Ermenilerin suçluluğu hiçbir şüpheye yer bırakmaz” hükmünü verir.
d)- Felix Valvy “İslâm’da İnkılâp” adlı kitabında şöyle yazıyor:“.. Ermeniler, 1915 Nisan’ında isyan ederek Van şehrini ele geçirdiler. Aram ve Vardan emrinde bir Ermeni genelkurmayı teşkil ettiler. 6 Mayıs günü Van şehrini, imha ve soykırım süratiyle Müslümanlardan temizlenmiş olarak Rus kuvvetlerine teslim ettiler. Bunları yapan Ermeni Taşnak Partisi’nin elinde binlerce Rus silah ve bombası vardı…”
1915 yılı baharında Osmanlı Devleti, Arap yarımadasında, Irak’ta, İran’da, Galiçya’da ve Çanakkale’de savaşmaktadır. Cephelerde savaşın güvenle sürdürülmesi ve yurt içinde emniyetin sağlanması için hükümet tek çare olarak; Ermeni tehdit unsurlarını hassas bölgeler dışına çıkarmaktı. Bunun için de Tehcir Kanunu çıkarılır ve uygulamaya konur.
Geçmiş tarih içerisinde, Türk Devleti için beslenen kötü niyetlerini gerçekleştiremeyen pek çok devletler, fırsat buldukça bu düşüncelerini çeşitli yollarla dünya kamuoyunun gündemine getirmektedirler.
Başkaları adına görev yapmayı, kendilerini ilgilendirmeyen meselelerin avukatlığını üslenmeyi hastalık halinde huy edinmiş ülkeler, aleni olarak dile getirmedikleri düşüncelerini; “tarihçi gömleği” giyerek çeşitli platformlarda paketler içerisinde bizlere sunmayı politikalarının bir gereği saymaktadırlar. Elbette ki, bu politikalar, ezikliğin ikiyüzlülüğün, samimiyetsizliğin dışa vurmasının kendilerine yakışır tezahürleridir.
Osmanlı İmparatorluğunu parçalayan, ama bu parçalar içerisinden bir “Kürt ve Ermeni” devletlerinin çıkarılmasında başarılı olamayan zihniyet, bilinen “Şark” politikalarının provalarını devam ettirmektedir.
Varlığını her şeye rağmen sürdüren ve ebediyete kadar devam ettirecek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güçlenmesine dahi tahammül edemeyen bu çarpık anlayışın sahipleri; “ Kıbrıs” konusunu, “Azınlıklar-Kürt-PKK” ve sözde “Ermeni Soykırım” meselelerini, Türkiye’yi köşeye sıkıştırma politikalarının bir gereği olarak dönüp- dönüp gündeme getirmektedirler.
Bu politikalarını marifet sayan devletlerden pek çoğu; geçmişte işgal ettikleri ve sömürge olarak idare ettikleri halklara uyguladıkları, “insan olan varlığa” asla reva görülmeyecek alçak ve rezilâne uygulamalarını unutmuş gözükmektedirler.
Kendilerinin yaptıkları; katliamların, insanlık dışı davranışların tarihte kaldığını, bu konularına açıklık getirmenin, politikacıların değil, tarihçilerin görevi olduğunu söyleyecek kadar yüzsüzleşen, bu zihniyet sahipleri, kendi geçmişlerinin hesabını vermeden Türkiye’yi suçlamanın gayreti içine girmişleridir. Sözde “Ermeni Soykırım Meselesini” gündeme getirenler, konunun gerçek yüzünü araştırmak, tarihi olaylara göz atmak ihtiyacını dahi duymamaktadırlar. Çünkü “sürülmüş, toplu olarak katledilmiş” Ermeni imajı ve propagandası, irdelenmeden ön yargılı olarak kabullenmişlerdir.
I. Dünya Savaşı’na girmek mecburiyetinde kalan Osmanlı Devleti, savaşa girmeden önce başlatılan Ermeni isyanlarının, Batılı devletlerin desteği ile artması üzerine kendi ülkesini korumak için bazı tedbirler almaya mecbur kalmıştır. Bu nedenlerle hükümet 1915 tarihinde “Tehcir Kanunu” çıkararak uygulamaya koymuş ve suçu olmayan, devlet aleyhine çalışmayan, vatandaşlarının da mağdur olmaması için iki ayrı genelge yayımlanmıştır.
Eskiden bir insan kimliğini kaybedince yasa gereği gazetelere şöyle ilan verirlerdi: “Kimliğimi kaybettim, yenisini alacağımdan eskisi hükümsüzdür”
1973 yılında başlayan Ermeni terör örgütü ASALA’nın Türkiye’ye yönelik eylemleri, Fransa’daki Orly hava alanı baskınına kadar sürdü. İşin ucu kendilerine dokununca batılı devletler ASALA’nın kalemini kırdılar. Yerine bir başka terör örgütü kurdular adını da PKK koydular. Yani PKK. Yanı ASALA= PKK oldu.
Dün Ermenileri kullanarak Osmanlı devletini parçaladılar, bu gün de Kürt vatandaşları kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini parçalamaya çalışıyorlar. Dün Ermenilerle Kürtler arasında olan “kan davası” günümüzde de devam ediyor. Sözde Kürt örgütü olarak bilinen PKK aslında Lübnan’daki Ermeni kilisesinde kurulan bir Ermeni örgütüdür. İnanmayanlar, PKK’nın üst düzey yöneticilerine baksınlar.
Sözü fazla uzatmadan, özellikle Kürt vatandaşlarımıza seslenerek, dünü hatırlatıyorum.
1917-1920 Osmanlı Arşiv Belgelerinde[1]yer alan, Iğdır’da Ermenilerin mezalim ve katliamlarından kurtulmak için, o dönemde Rusya-Türk sınırı olan Ağrı dağı Çilli Geçidini aşarak Osmanlı topraklarına geçen büyük çoğunluğunu Kürt vatandaşlarımızın oluşturduğu 28 kişinin o dönemde Osmanlı Devleti yetkililerine verdikleri ifadeleri bilgilerine sunuyorum.
O dönemde Iğdır ve çevresi, Osmanlı Toprakları dışında Çarlık Rusya’sının egemenliği altında bulunduğunu hatırlatarak, Kürt Kardeşlerime DÜNÜ UNUTMAMALARI için 1917-1920 Osmanlı arşiv belgelerinde yer alan Iğdırlı Kürt vatandaşlarımızın anlattıklarıyla baş başa bırakıyorum.
[1] T.C. Devlet Arşivleri Gen. Müd. Osmanlı Arşivi ISBN975-19-2655-6TKM.975-19-2659-2.CİLT SAYFA:985-1001