Eski Türk runik yazısının ünlü işaretleri bakımından “yetersiz“, ancak ünsüz ve hece işaretleri bakımından “zengin” bir alfabeye (abc) dayandığı vurgulanmaktadır. İskandinav ülkelerindeki anıtsal yazılarla benzerliği yüzünden “runik” olarak adlandırılan bu eski Türk yazısının kökeni konusunda farklı görüşler vardır. Afabeyi ilk kez çözen Thomsen’e göre, runik alfabesi Arami-İran kökenlidir ve eski Yunan harflerinden esinlenerek oluşturulmuştur. Prof. Dr. Talat Tekin ise aynı kanıda değildir:
Şurası bir gerçektir ki, eski Türkler bu alfabeyi yaratırken Arami-İran kökenli bir alfabeyi esas almış olsalar da buna birçok işaret eklemişler ve harf adlarını a, ve, e, ünlüleri ile başlatarak ab, eb, ad, ed, ak, ek, at, et, v.b. biçiminde söylemişlerdir.
Ünlü Orhon yazıtları, Türklerin dillerini yazmak için kullandıkları en eski alfabelerden biri ile yazılmıştır. Bilim insanları, Türkoloji dizininde eski Türk runik yazısı olarak anılan bu alfabenin özellikle taş ve mermer zemin üzerine yazı yazılmasına elverişli harflerden oluştuğunda birleşmektedir.
Alfabenin içerdiği harflerin, eski İskandinav yazıtlarında kullanılan harflerle benzerlik göstermesi “runik” adının verilmesine neden olmuştur. Alfabenin kökeni konusunda bilimsel görüşlerin yanında çok sayıda varsayım da öne sürülmektedir. Bunlardan birine göre runik yazının Avrupa’ya gelişi çok eski zamanlarda Orta Asya’daki halkların bir kısmının Batı’ya göçleri aracılığıyla olmuştur.
Avrupa’daki runik yazılardan daha eski tarihlere dayandığı belirtilen Asya’daki runik yazıların yazıldığı anıtlarla ilgili yeni buluntular, kimilerine göre bu tezi desteklemektedir. Bunun yanında, Asya’da keşfedilen yeni yazıtlar, runik yazısının Orhun alfabesinin harfleri ile sınırlı olmadığını da göstermiştir.
Bu görüşte olanların bir kısmına göre, Batılılarca runik yazı olarak adlandırılan yazıya Orhun yazısı ya da Göktürk yazısı demek daha doğru olacaktır. Çünkü Kuzey Avrupa runik yazısı Asya’daki runik yazının bir türevinden başka bir şey değildir ve hepsinin kökeninde Türk damga (tamga) yazısı bulunmaktadır. (Damga yazısı damga denilen sembol ve işaretlerden (piktogram, ideogram gibi petroglifler) oluşan çok eski Türk resim yazısıdır ki, Aristov başta olmak üzere Rus bilim insanlarına göre Türk runik yazısı bu eski Türk damgalarından türetilmiştir. Bir başka varsayıma göre de, runik yazı, yine Asya’dan veya Anadolu’dan İtalya’ya göç eden Etrüskler’in aracılığıyla yayılmıştır. Avrupa kavimlerinin birçoğunu Uygur Türkleri’nin torunları olarak kabul eden kimi bilim insanlarının Mu kıtası (Efsanevi Atlantis) varsayımından yola çıkan bazı yazarlar ise, runik yazının kökeninin Mu alfabesi olabileceğini düşünmektedir. Tartışmalar böylece yeni boyutlar kazanırken, Avrupa’daki ve Asya’daki runik yazıların ortak bir kökeni olduğu fikri de yayılmaktadır.
Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Talat Tekin ise, runik alfabe ile yazılan dilin Sami kökenli olduğunu ve tüm Sami kökenli yazılar gibi sağdan sola doğru yazıldığını belirtmektedir.
38 harften oluşan alfabe
İki büyük Orhon yazıtında kullanılan eski Türk runik alfabesi 38 harften oluşmaktadır. Bu harflerin 4 tanesi a/e, ı/i, o/u, ö/ü ünlüleri, 34 tanesi de ünsüzleri temsil etmektedir. Ünsüz harflerin çok sayıda olmasının nedeni, alfabede 10 ünsüzün her biri için, biri art ya da kalın, öbürü ön ya da ince olmak üzere ikişer harfin bulunmasıdır.
Yenisey ırmağının yukarı kaynağında bulunan ve Kırgızlara ait olduğu sanılan Yenisey yazıtlarında ve runik yazılı fal kitabı Irk Bitig’de Orhun yazıtlarında bulunmayan birkaç harf daha vardır. Bu da, runik yazısını ünsüz ve hece işaretleri bakımından zengin bir alfabe olduğunu ortaya koymaktadır.
Orhon yazıtındaki Türkçe yazıyı, metinde yer alan Çince çevirinin de yardımıyla ilk kez çözmeyi başaran Wilhelm Thomsen’e göre, eski Türk runik yazısı Arami-İran kökenli bir yazıdır ve Grek alfabesindeki harflerden esinlenilerek yaratılmıştır. Thomsen’in, bu görüşüne katılmadığını belirten Talat Tekin, “Alfabedeki çift ünsüz ve hece işaretleri iki harfin birleştirilmesi ile ortaya çıkmışa benzemiyor. Eski Türk runik yazısındaki çift ünsüz ve hece işaretleri ile bazı tek ünsüz işaretleri gerçekten ideografik kökenli olabilir” demektedir.
Thomsen’in, “Sami köken” kuramına karşı çıkanların öne sürdükleri bir kanıt da, alfabelerdeki ünsüz işaretlerin sözbaşı ve içindeki değerleri ile adlarının farklılığıdır. Sami kökenli alfabelerdeki ünsüz işaretleri ünsüzle başlayıp /a,/i,/u/ ile sona eren açık hece değerindeyken, Orhon alfabesindeki ünsüz harfler a/ ya/ da/ e/ ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren kapalı hece değerindedir. Örneğin “ayak” anlamındaki adak sözcüğü yalnızca ad eve ak harfleri ile, “adamlar” anlamındaki eren sözcüğü de yalnızca er ve en harfleri ile yazılır: ad-ak (adak), er-en (eren). Turfan’da bulunan ve Le Coq tarafından yayımlanan bir yazma parçasında da Orhon alfabesindeki herflerin adları Manihey yazısı ile ad/az/an/eng/end/elt// vb.biçiminde verilmiştir.
Tekin’e göre, “Şurası bir gerçektir ki, eski Türkler bu alfabeyi yaratırken Arami-İran kökenli bir alfabeyi esas almış olsalar da buna birçok işaret eklemişler ve harf adlarını a, ve, e, ünlüleri ile başlatarak ab, eb, ad, ed, ak, ek, at, et, v.b. biçiminde söylemişlerdir.”
Anıtlar Konusunda Kısa Bilgi
Kuzey Moğolistan’da Orhon, Selenya ırmakları boyunda ve Güney Sibirya’da Yukarı Yenisey bölgesinde taş üzerine yazılmış çok sayıda Türkçe mezar ve anıt yazıtı bulunmaktadır. Genellikle Göktürk dönemine ait ve Türkçenin yazılı en eski ürünleri olarak bilinen yazıtlar arasında dil, yazı, yazım bakımından farklılıklar vardır. Çoğunlukla yüksek yerlerde uzun, yassı taşlar üzerine yazılmışlardır. Bazıları sonsuzluğu simgeleyen taştan kaplumbağalara ya da benzer altlıklara oturtulmuştur. En ünlüleri, Baykal gölünün güneyinde Orhon vadisinde, Koşo Çaydam gölü kıyısındaki Kültigin (732) ve Bilge Kağan(735) yazıtlarıyla, bunların doğusunda Tola nehrinin yukarı bölümünde Bayan (Bayn) Çokto yakınındaki Tonyukuk (725) yazıtıdır.
Ayrıntılı ve uzun metinlerden oluşan bu üç yazıt, benzerleri arasında tarih, dil ve edebiyat değeri bakımından en önemlileridir. Yazıtlar, mezar üzerinde ya da ölünün anılmasını sağlayacak bir anıt biçiminde heykel ve tapınakla bir arada bulunmaktadır.İlhanlı tarihçi Cüveyni’nin Xlll. yüzyılda varlığından söz ettiği yazıtlarla ilgili bilgiler, Batı dünyasına ancak XVlll. yüzyılda ulaştı. Savaş esiri ve sürgün olarak 13 yıl boyunca Sibirya’da yaşamak zorunda kalan İsveçli Johann von Strahlenberg, Das Nord Und Ostiche Teil von Europa Und Asia (Asya ve Avrupa’nın Kuzey ve Doğu Yakası, 1730) adlı yapıtında Yenisey kıyılarındaki taş yazıtları konu edinmişti. İlk bulunan yazıt da, doğabilimci Daniel Gottlieb Messerchmidt’in varlığını haber verdiği Abakan’a dökülen Uybat ırmağı üzerindeki yazıttı. Ancak bunların hangi dilden olduğu bilinmiyordu. Rus N. M. Yadrintsev, Orhon ırmağı yakınında bulduğu yazıtların kopyalarını bilim dünyasına tanıttıktan sonra (1889), dünyanın ilgisi bu bölgeye çekildi. Ardından O.O.Heikel’in yönetiminde Finli bir araştırma kurulu Inscriptions de I’Orkhon (Orhon yazıtları) (1892), W. Radiev başkanlığında Rus araştırma kurulu da Atlas der Altertümer der Mongolei (Moğol Eski Eserler Atlası) (1892) adlı yapıtları yayınladı.
Bu yapıtlarda söz konusu eserlerin hem fotoğrafları hem de kopyaları yer almaktaydı. Bu metinler arasında yer alan Çince çevirinin de yardımıyla Danimarkalı Wilhelm Thomsen, o güne değin okunamayan Göktürk yazısını çözdü (1893).Thomsen, bu çalışmasında metinlerde en çok yinelenen sesli harfleri ve sözcükleri belirlemiş, böylece Tengri, Türk, Kültigin adlarını okuyarak bu sözcüklerdeki harfler yardımıyla alfabedeki 38 harfi saptamıştı. Onun Inscriptions de I’Orkhon Dechiffrices (Çözülmüş Orhon Yazıtları,1896) adlı yapıtı,Türkoloji tarihinde yeni bir dönemi başlattı. Böylece elde edilen malzemeyle Türk dili tarihi ve Türk tarihi birçok yönden aydınlanırken yazılı Türk edebiyatının tarihi de, bu en eski yapıtlarıyla zenginleşti.
Kültigin yazıtını, Göktürk Kağanı İlteriş’in oğullarından Bilge Kağan, kardeşi Kültigin için diktirmişti. Bilge Kağan’ın yazıtı, Bilge Kağan için oğlu tarafından diktirildi. İki yazıtı da, Bilge Kağan’ın ve Kültigin’in “atısı” (yeğeni) olarak adlandırılan Yolluğ Tigin kaleme almıştı. Anlatı, Bilge Kağan’ın ağzından düzenlenmişti. Tarih olaylarını sıralayan, halka ve gelecek kuşaklara öğütler veren birçok bölümün, Bilge Kağan’ın söylemiş olduğu sözlerden derlenerek aktarıldığı kabul edilmektedir.
Tonyukuk yazıtı ise, Bilge Kağan’ın veziri Tonyukuk tarafından diktirilmişti. Bu yazıtta da deneyimli bir devlet adamının içinde yaşadığı olaylar kendi ağzından dile getirilir. Bunlarda, Göktürk Kağanlığı’nın kuruluşu, Çin’e bağımlılık dönemi, İlteriş (Kutluk) Kağan’ın yönetiminde devletin yeniden kuruluşu anlatılır; komşu devletlerle ve milliyetlerle ilişkilerin nasıl düzenleneceği gösterilir; inançlar, yaşam, gelenek, ve göreneklerle ilgili ayrıntılar yansıtılır.
Yazıtların anlatımı, Türkçenin Vlll. Yüzyılda gelişkin, etkileyici bir edebiyat dili durumuna geldiğini gösterir. Buradaki birçok kullanış biçimi, daha sonraki edebiyat ürünlerinde, örneğin Dede Korkut Hikayeleri’nde de yer alır. Birçok dil özelliği, Göktürkçeye dayanan Türkiye Türkçesinde aynen yaşar.
Güney Sibirya’da, Yenisey ırmağının ve kollarının suladığı alanda, Kırgızların yaşadığı bölgede bulunan Yenisey yazıtları, 50’yi aşkın taştan oluşur. V. Yüzyıldan lX.’yüzyıla değin uzanan zamana ait bu kısa mezar yazıtlarında ölenin azından kısa yaşamı, ailesine, ulusuna bağlılığı yer alır. Bunlar, Orhon yazıtlarındakine göre daha az gelişmiş bir yazıyla yazılmıştır. Talas ırmağı kıyısındaki az sayıda kısa yazıt ise Batı Göktürklerden kalmadır.