Tarih boyunca kurulan Türk Devletleri güvenlik ihtiyacının karşılanmasına büyük önem vermişler ve bu maksatla çeşitli güvenlik kurumları oluşturmuşlardır. Askerî yapıda olan bu kurumlar barış dönemlerinde emniyet ve asayişi sağlarken, gerektiğinde savaş dönemlerinde dış tehditlere karşı kullanılmışlardır.
Dünya devletleri ile karşılaştırıldığında, Türk milletinin teşkilatlanma geleneğini koruyarak istikrarlı ve uzun ömürlü devletler kurduğu tarihi kayıttır. Türkler, tarih sahnesinde yer almaya başladığından bu yana, halkın güvenlik ve huzur içinde yaşaması için zamanın şartlarına uygun yasalar çıkarmışlardı. Türkler, asayiş ve kolluk görevlerini çıkardıkları yasalarla desteklemişlerdir.
Oğuz Kağan’ın, açık ve sade yazılmış gelenek ve göreneklerin birleşmesinden oluşan, yasa ve emirlerin yer aldığı “Oğuz Töresi”, Cengiz Han’ın halkını adaletle yönetmek için kısmen gelenek ve göreneklerin kısmen de imparatorluğun gereksinimlerine yönelik toplumu öğütleyerek yasalar bırakmışlardı.
Bir nevi vasiyet edilen öğütler toplumun kalbine işleyerek yerleşmişti. Bu yasalarda kuşaklar boyu dilden dile aktarılarak, vesikalara yazılarak uzun zaman yaşatılmıştı. Emniyetin ve huzurun sağlanması için yasaların uygulanması için de gerekli güvenlik teşkilâtlarını kurarak ve askerî güçlerini kullanarak yerine getirmişlerdi. Türkler göçebe hayatı sebebi ile sürekli düşmanlarla karşılaştığı için, asayiş tarihleri ile askeri tarihleri daima iç içe olmuştur.
Türklerde devlet geleneği, tarihin en eski devlet ve ordu kurucularından olmaları nedeniyle, binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Ülkelerinde dirlik ve düzenliğin korunmasına büyük önem veren Türklerin, bu düzeni sağlayacak kolluğun en etkili şekilde oluşturulmasında titiz davranırlardı. Her ne şartta olursa olsun sefere veya savunmaya gidilse bile kuvvetin onda biri geride emniyet ve asayişi sağlamak üzere bırakılırdı.
Türkler, asayiş hizmetlerini yürütürken tepeler üzerinde düşmanı gözetlemek için yerler yapmışlar ve bu gözetleme yerlerine “karakol” adını vermişlerdir. Düşman belirince buralarda ateş yakmak suretiyle işaret verirler ve kısa bir süre içinde merkezi tehlikeden haberdar ederlerdi. Gözetleme kuleleri, Peçenek Türklerinde “karaku-katay”[1] olarak adlandırılmaktaydı.
Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra kurdukları devlet yapılarında, zabıta ve asayiş konularında İslam kültüründen izleri taşıyarak sürdürmüşlerdir. Türkler, Anadolu’ya yerleştikten sonra, Anadolu Selçuklularının idaresi altında büyük bir kültür varlığına sahip siyasî ve askerî güç meydana getirerek fikir ve sanat bakımından da üstün bir medeniyet oluşturdular.
Uygulamış oldukları tedbirler sayesinde Anadolu’da, emniyet ve asayiş bakımından o zamana kadar hüküm süren karışıklıklara son verilmiş oldu.
Hemen hemen bütün Türk-İslam devletlerinde cezaî, mülkî ve yargı yetkilerini kendisinde toplayan kadılar, devletin aslî unsurlarından biri olmuştu. Kadılar, şehirlerin başında mülkî ve askerî yetkilerle donatılmış olan subaşılarla sıkı bir işbirliği yaparak emniyet ve asayiş meselelerinde karar makamı durumundaydı.
Subaşıların,[2] icra ettiği görevlerin, günümüzün jandarma görevlerine benzer olduğu görülmektedir. Subaşılar, bugünkü jandarmada olduğu gibi, savaş döneminde düşmana karşı savaşırken, barış dönemlerinde bulundukları bölgelerde devlet adına kamu düzenini ve güvenliği sağlamışlardır. Türklerin asayiş ve zabıta tarihinde önemli bir role sahip subaşıyı, tarihimizde ilk “zabıta amiri” olarak nitelendirmek mümkündür.
İlk Türk devletlerinde zabıta hizmetleriyle ilgili olarak karşılaşılan ikinci terim “daruga”dır. Gerek Türklerde ve gerekse Orta Asya Moğollarında inzibat amirine “damga” denmiştir. Timur ve Orta Asya Türkleri arasında bu söz, “emniyet müdürü” karşılığı olarak kullanılmaktaydı. Bu unvanda bugün dahi bazı yerlerde kullanılmaktadır.
Selçuklu Devletinde Güvenlik Kolu
Selçuklularda ise “subaşı” ordu komutanlarına verilen bir unvan olarak kullanılmıştı. Bu unvana sahip olan kişiler sorumlu oldukları bölgenin emniyet ve asayişini emrindeki “şıhne”[3], “dizdarlar”[4] ve “prabanlar”[5] aracılığıyla yerine getirmişti. Osman Bey, 1301 yılında Karacahisar’ı ele geçirdikten sonra bu şehrin idaresini oğlu Orhan Bey’e vermiş ve subaşı olarak Gündüz Alp’i atamıştı. Böylece Osmanlılarda ismi bilinen ilk zabıta amiri Gündüz Alp olmuştur. Selçuklularda asayişin sağlanmasında görev yapan subaşılar, Osmanlı Devleti’nde de zabıta amiri olarak görev yapmıştı. Eyaletlerde Beylerbeyleri, sancaklarda ise Sancak Beyleri emirlerindeki sipahi askerleriyle bölgelerinde emniyet ve asayişi sağlamıştı.
Dünya tarihinde önemli devletlerden birini kuran Oğuzların Kayı boyundan Osmanlılar, diğer Türk boyları gibi orta Asya’dan Anadolu’ya gelmişlerdi. Bu tarihlerde Selçuklularla, Moğollar Anadolu’da bir güç mücadelesi içindeydiler. Bu yüzden Selçuklular güç takviyesi açısından doğudan gelen Türk topluluklarına ihtiyaç duyuyordu. Kayı boyu, Selçukluların bu ihtiyaçlarına uygun olarak öncelikle Ankara ve Karacadağ bölgesine ve daha sonra da Söğüt ve Domaniç taraflarına yerleştirildi. Bizanslılara karşı Selçukluların uç beyliğini yapan bu Türk boyu, Osman Bey’in idaresinde, 1299 yılında bağımsızlığını ilân ettiğinde Anadolu’da emniyet ve asayiş bakımından tam bir düzensizlik hâkimdi. Adil ve sağlam bir idarenin olmaması güvensizlik ve kargaşa ortamına sürüklüyordu. Osman Bey’in kurduğu küçük beylikte yaşayan Türkler iyi bir idareye kavuşmuş olmasından ve asayişin sağlanmış olmasından dolayı rahat ve huzur içerisinde yaşamaktaydı. Adalet arayan Müslümanlar dışında Bizans İmparatorluğu’nun zulmünden kaçan birçok Hıristiyan da bu küçük beyliğe göç etmeye başlamıştı. Osmanlı idaresi her türlü keyfî vergileri kaldırarak herkese kanunlarla birlikte huzur ve güven ortamı sağlanmıştı.
Türklerin güvenliğin sağlanması için askerî nitelikli güçlü bir teşkilat oluşturması ve bu teşkilatı gerektiğinde savaş dönemlerinde de kullanması mantıklı bir tecrübeye dayanmaktadır. Bu devlet geleneği, bugüne kadar çeşitli isimlerle devam etmiş ve dünyadaki diğer güvenlik kuvvetleri için bir model oluşturmuştur.
Osmanlı Devletinde Güvenlik Kolu
Devletin ilk kuruluş aşamasındaki basit bir teşkilâtla idare edilen hükümet mekanizması daha sonraları genişleyen sınırlarla karmaşık bir durum almaya başlamıştı. Devlet bu duruma çözüm bulmak için hem idare sistemini hem de aşiret ordusu görünümünde olan askerî kuvvetlerini düzenleme yoluna gitmişti.
Osmanlı Devleti’nin eyaletlerinde, zabıta işlerini tımarlı sipahiler yürütmekteydi. II. Mahmut bu teşkilatın askerleriyle yeni bir inzibat kuvveti kurmaya çalışmış, çeşitli yerlerde alaylar kurmuş ve bunların komutasını muvazzaf subaylara vermişti. Bu yeni oluşum zaptiye kadrosunun da temelini oluşturmuştu.
Osmanlı’da zaman içerisinde güvenlik hizmetini farklı kurumların yerine getirmeye başlamıştır. Güvenlik hizmetlerini; kazalarda subaşılar, sancaklarda sancak beyleri görev yapmışlardır. İstanbul da ise emniyet ve asayiş hizmeti farklı bir anlayışla, ancak yarı askerî bir kolluk kuvveti olan, “Karakullukçu” denen yeniçeriler vasıtasıyla sürdürülmüştür. Kolluk görevlileri aynı zamanda askerî inzibat görevini de yerine getirirlerdi. Yeniçeri Ağası emniyet ve asayişten sorumluydu. Yeniçeri Ağaları zaman zaman İstanbul’da kol gezerek şehrin asayişini ve düzenini sağlamakla görevliydiler.
1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra İstanbul ve Anadolu’da ayrı kolluk teşkilâtları ortaya çıkmıştı. İstanbul’da yeniçeriler sarayın dışında, cebeciler saray çevresinde, kaptan paşalar Kasımpaşa çevresinde emniyet ve asayişin sağlanmasından sorumlu olmuştu.
Anadolu’da ise subaşılık teşkilâtı devam etmiş bunun yanında emniyet ve asayişin sağlanması için şehir kasaba ve köylerde kullukçular, yol ve geçitlerin güvenliği için derbent teşkilatı görev yapmıştı. Tımarlı subaşı ise sancak beyinden sonra sipahilerin en önemli subayıdır. Görevi bulunduğu eyalet ve sancak merkezlerinin idare amirliğidir. Bunların dışında, şehir dışında asayişi sağlayan kır serdarları ve cezaevlerinden sorumlu tomruk ağaları yaptıkları görevlerle kolluk tarihinde asayiş sisteminin ilk örneklerini oluşturmuştu.
DİPNOTLAR
[1] Karakua-katay ifadesi, gözcü veya emniyet kaleleri anlamında kullanılmıştır.
[2] Devlet adına kamu düzenini sağlamakla görevli ordu komutanı manasındandır. Kökeni Orta Asya’ya dayanan ‘Su’ kelimesi ordu, asker anlamlarına gelmektedir. Selçuklularda subaşı bir vilayetin askeri valisi demekti. Osmanlı devrinde subaşı haline gelmiştir.
[3] Şıhne, şehirlerde ve geniş bölgelerde emniyet müdürü, askerî vali ve hükümdarın temsilcisi olarak görev yapan yüksek memura verilen isimdi.
[4] Dizdarlar, görevleri gereği beylerbeyi, sancakbeyi ve kadıya karşı sorumlu ve onların denetimi altındaydı. Herhangi bir başarısızlığı, görevini kötüye kullanması halinde bu yöneticilerin arzı ile azledilebilirlerdi. Dizdarın görevleri arasında kalelerin onarım ve bakımı ile kalede yaşayanların hukuksal sorunlarını çözme işi de yer alırdı. Bu nedenle kendisine doğrudan hüküm gönderilirdi. Gece ve gündüz kaleden ayrılmamakla yükümlüydü. Kale duvarlarından 100 adım uzaklaşması idamını gerektiren bir hareket sayılırdı. Her dizdar, görevli olduğu kalede mustahfız denen savunma askerlerinin komutanı, kale içinde yaşayan sivil halkın da mülki ve askeri amiriydi. Dizdarların sorumlulukları, kalenin iç kesimde ya da sınır boyunda olmasına göre değişirdi. Bkz. Eftal Şükrü Batmaz, “Osmanlı Devletinde Kale Teşkilatına Genel Bir Bakış” Ankara Üniversitesi, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi (OTAM) Dergisi, Ankara, 1996. s.27
[5] Praban adı verilen gece bekçileri ise asayiş ve emniyet işlerine bakan görevlilerden oluşuyordu.