Fransız tarihçilerin gözünden Osmanlılar’ın Mısır’ı fethi |
Fransa kralının isteği ile “BAŞLANGIÇTAN 1566 KADAR OSMANLI TARİHİ” başlığı ile bir tarih kitabı hazırladılar. Hazırlanan kitap 1783 yılında kralın onayıyla Paris’te basıldı. Kitabı n hazırlanmasında o dönemin Osmanlı müverrihlerinin yazdıkları kitaplardan faydalanmışlardır. Hazırlanan çalışmada kaynak olarak Kemalpaşazade’nin Tevârih-i Âli-Osman kitabını temel olarak ele almışlardır. Kısaca yazarı tanıtalım.
Kemal Paşazade (1469 – ö. 16 Nisan 1534, İstanbul), Asıl adı Şemseddin Ahmed bin Süleyman’dır. Fatih Sultan Mehmet döneminin ileri gelen devlet adamlarından Kemal Paşa’nın torunudur. Bu nedenle İbn-i Kemal olarak tanınmıştır.
Medrese eğitimini tamamladıktan sonra müderris oldu. Sonra Edirne kadısı oldu. Bu vazifeden Anadolu kazaskerliğine atandı. I. Selim Mısır seferinden döndükten sonra bu görevden azledildi. Sonra Edirne’de Dar-ül Hadis Medresesi ve İstanbul Beyazıt Medresesi’nde müderrislik yaptı.
1526’da Zenbilli Ali Cemali Efendi’nin vefatı üzerine şeyhülislamlığa getirildi. Bu görevde 8 yıl kaldı. 16 Nisan 1536’da İstanbul’da vefat etti.Edirnekapı’da Emir Buhari Camii’nin yanındaki Mahmut Çelebi zaviyesine defnedildi.
Çok iyi Arapça ve Farsça bilen, eserlerinin çoğunu Arapça yazan bir bilgindir. Risale, makale, kitap olarak Arapça ve Türkçe 200’den fazla eser yazmıştır. Tıp, tarih, felsefe, şiir, fıkıh konularında eserleri vardır. On ciltlik bir Osmanlı tarihi yazmıştır.
*
Memlûk devletinin asker kaynağı Kırım’dan gelen Çerkes kölelerdi. Kırım Hanlığı’nın ve ticari ortağı olan Cenevizlilerin en büyük gelir kaynakları köle ticaretiydi. Dönemin tarihçisi Remmal Hoca bu dönemde yaşananları Tarih-i Sahip Giray Han kitabında tüm açıklığıyla yazmıştır. (Kaysuni-Zade Nidai Remmal Hoca, Tarih-i Sahip Giray Han). Fatih devrinde Kefe, Cenevizlilerden alındı ve Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti’ne tabi oldu.
II.Beyazıt döneminde iki devlet arasında uzun süren ve Osmanlılar açısından neticesiz kalan bir savaş oldu. Önce Şehzade Cem’in, sonra Şehzade Korkut’un Mısır’a kaçması ilişkileri gerdi.
Mısır’ın toprakları Anadolu’nun içlerine kadar uzanıyordu. Bu da Osmanlılar açısından sıkıntı yaratıyordu.
Osmanlılar ile Mısır Memlûkleri arasında ilk savaş Bayezit ve Kayıtbay zamanında oldu. Osmanlı egemenliği altındaki toprakların genişliği ve askerlerinin sayısı bakımından Memlük Sultanından üstündü. Fakat buna karşılık, Mısırlıların askerleri daha iyiydi ve Mısır Sultanı her yıl; ordusunu yeni Çerkes devşirmeleriyle yeniliyordu. Çerkesler ise dünyanın O zamana kadar görülmüş olan en savaşçı kavmiydi. Kayıtbay, kardeşi Cem’e sığınma hakkı tanımakla ve kendisine yaptığı para yardımıyla Bayezit’in eline kendisine savaş ilan etmesi için bir mazeret vermişti.
Asya eyaletlerinden birinde hüküm süren küçük bir bey olan Alâüddevlel 267 topraklarını genişletmek sevdasına kapılarak Mısır Sultanı’na ait birkaç şehri ele geçirmeye çalıştı, fakat karşı koyamadığı Çerkezlerl27l tarafından bozguna uğratıldı. Dulkadıroğlu Beyliği ile Osmanlıların ilişkisi I. Bayezit döneminde başlamıştı.
Bunun üzerine Alaüddevle, Bayezit’ten yardım istedi. Bunu elde etmek için topraklarını sultan adına dirlik olarak elinde bulundurmayı kabul etti ve ayrıca sikkelere adını koydurmayı ve hutbede adının okunulmasını sağlamayı vaat etti. Birkaç Osmanlı birliğinin yardımıyla Çerkeslere yeniden saldırdı ve değişik şekilde sonuçlanan birçok çarpışmalardan sonra, Gülek, Sus, Adana, Kayseri ve Antep şehirlerini ellerinden almayı başardı.
Kayıtbay, Alaüddevle’nin karşısına komşusu Körşah’ı çıkardı. Böylece bu iki küçük bey, iki büyük sultanın desteğinde, mücadeleye giriştiler.
Hıristiyan tarihçileri, Ahmet Paşa’nın Suriye’ye gön derildiğini, Mısırlılar ve Araplar tarafından Çukurova’da yenilip esir edildiğini yazmışlardır. Ertesi yıl, Bayezit büyük bir donanma ve yeni bir orduyla Mısır Sultan’ının üzerine yürüdü. Memlk Sultanı, Türkleri Toros dağları civarında Kilikya’da karşıladı ve eşitsiz şartlar altında kendilerine saldırdı. Türkler yenilip çekildiler.Mısır ordusu büyük kayıp verdi.
Türk donanması da daha parlak bir sonuç elde edemedi. Asi ırmağının ağzında fırtınaya yakalanarak harap oldu. Bunun üzerine Bayezit, Mısır Sultanıyla barış yaptı ve elinden almış olduğu bütün şehirleri ve kaleleri geri verdi. Bu anlatılanların, Türk tarihçilerinden kaynaklanarak anlattıklarımızla ve ilerde anlatacaklarımızla bağdaşmayan bir yanı yoktur. Kaldı ki, Türk tarihçilerinin olayların nedenlerini daha iyi bildiklerini düşünmek doğaldır.
Bayezit’in Çerkezistan’a girmesi
Bayezit, deneylerinden şunu anlamıştı ki, Çerkezlerin Mısır’daki hâkimiyetini silah zoruyla alt etmeye imkân yoktu. Çerkezistan ayakta durdukça bu imparatorluğu yıkmanın olanağı yoktu. Memlûkleri zayıflatmanın tek çaresi ise her yıl Mısır’a giren bu askerlere geçit vermemekti. Bayezit, bu amaçla Mısır Sultanı’yla barış içinde yaşamak istiyormuş gibi yaparak askerlerini geri çağırdı ve
Bayezit, Çerkezistan’a saldırdı, ülkeyi baştanbaşa yağmaladı ve sayısız tutsakla geri döndü. Halkın daha sonra ülkeden çıkmasını önlemek için de etrafındaki dağ geçitlerini kalelerle kapattı. Böylece Kayıtbay’ın asker kaynağını kurutmuş oldu.
*
Büyük tasarılarını gerçekleştirmek için, Selim 1517 yılında İstanbul’dan yola çıkarak o güne kadar eşine rastlanmamış büyüklükte bir ordunun başında Halep civarında ordugâh kurdu. Mısır Sultanı Kansu Gavri, aynı derece kalabalık bir orduyla bu şehrin yakınlarında kendisini karşılamaya geldi ve gönderdiği elçiler aracılığıyla dostluğunu ilettiği gibi ayrıca İranlılara karşı birleşmelerini önerdi. Bu görüşmeler sırasında, birtakım Çerkesler, Mısır Sultanı’ndan habersiz veya onun emriyle, Türklerin ordugâhına götürülmekte olan develeri yakalayıp taşıdıkları malları yağmaladılar. Bu hareketi bir hakaret sayan Selim, İranlılara karşı yürümekten o saat vazgeçerek Gavri Kansu’ya savaş ilan etti ve Mısır’a saldırdı.
Bu savaşın, ona katılmış olan seçkin bir Türk tarafından yazılmış olan tarihinden öğrendiğimize göre, Selim öteden beri Mısır Sultanı’na kin beslemekteydi. 1516 yılında Kansu Gavri’nin Şah lsmail’le bir anlaşma imzalamış olduğunu öğrenen Sultan Selim, Mısır üzerine yürümeye karar vermiştir. Yeşil Başlar’la Başının dertte olduğunu bildiği için Kansu Gavri’ye savaş ilan etmenin tam zamanı olduğuna hükmetmiştir. Mayıs/ayında ordusunu Anadolu’ya geçirmiş ve Sinan Paşa’yı önden göndermiştir. Sinan Paşa tüfekli askerlerden ve toplardan oluşan bir birlikte Karaman’a geldi. Şah İsmail bunu haber alır almaz, Kansu’ya elçiler göndererek kuvvetleriyle o yöne doğru yürümesini öğütledi. Böylece Şah İsmail asıl ordunun üzerine yürürken Kansu Gavri de Sinan Paşa’ya saldıracaktı. Bu öneriyi uygun gören Mısır Sultanı, kalabalık bir ordunun başında Halep’e geldi. Selim bunu öğrenir öğrenmez, Sinan Paşa’nın yardımına gelmek üzere 5 Haziran’da İstanbul’dan ayrıldı. Yoldayken, Kazaskeri ve Zekeriya Paşa’yı elçi olarak Mısır Sultanı’na gönderdi ve ansızın böyle Halep’e kadar gelmiş olmasının nedenini sordurdu. Tatmin edici bir cevap alamayınca Şah lsmail’le birlik olduğunu anladı.
Selim bütün ulemayı topladı ve Tanrı yasalarının bu durumda neyi gerektirdiğini sordu. Önce bu dikeni koparmanız, sonra da Tanrı’nın sizi sevk edeceği yere gitmeniz vaciptir fetvasını aldı. Sultan bu cevap üzerine sevinçle Halep’e gitti ve Peygamber Davud’un türbesine yakın güzel bir ovada konakladı. İşte Kazaskere göre, Türk-Mısır savaşının nedeni budur. Ne var ki, Kazasker tarafından anlatılanlar Sadi Efendi’nin anlattıklarından birçok bakımdan farklıdır. Şimdi Sadi Efendi’ye dönelim.
Mısır Sultanı’nın ihanete uğraması
Bu sıralarda, Selim, Sam Valisi Hayır Bay ve Halep Valisi Gazel Bey (Canbürdi Gazali)’den mektuplar aldı. Kansu Gavri’nin can düşmanları olan bu valiler Osmanlı Sultanı’na efendilerinin zulmünden, hasisliğinden, kıskançlığından ve hayatlarına kast edecek kadar ileri giden nankörlüğünden yakındılar. Savaşın tam ortasında Gavri’yi terk edeceklerine ve Sultan’ın tebaası olacaklarına söz verdiler. Mükâfat olarak biri ömür boyu Mısır Valiliğine, öbürü ise Suriye Valiliğine getirilmeyi istediler. Selim zorluk çıkarmadan bu isteklerini kabul etti ve aralarındaki anlaşmayı yeminle ve imzasıyla onayladı. Hainler Mısır Sultanı’nı işleyerek savaşmaya karar vermesini sağlamakta güçlük çekmediler. Komutanlarının öğütlerini kahramanlıklarına veren Mısır Sultanı Burcu Vaik adlı bir yerde ordusunu muharebe düzenine soktu ve Türklerin üzerine yürüdü. Türkler, kendilerine ne taraftan saldırılırsa saldırılsın, karşı koyabilecek şekilde yerleştirilmişlerdi. Çerkeslerler okların menziline girinceye kadar ağır adımlarla ilerlediler ve ondan sonra korkunç çığlıklarla Türklere arslanlar gibi saldırdılar. Türkler, yiğitçe direnişlerine rağmen, sonunda geri çekilmek zorunda kaldılar.
Çerkesler zaferi kazanmış olmanın sevinci içinde bulundukları bir sırada, sağ kanatta Hayır Bay’ın ve sol kanatta Gazali’nin Türklerin tarafına geçtiklerini görünce büyük bir şaşkınlığa uğradılar. Bununla birlikte, ölümü yenilmenin utancına yeğ tutan Çerkesler yeniden saldırıya geçmişler ve Türklerin üstünlüğüne rağmen onları öylesine sıkıştırmışlardı ki, bir ara zaferi onların kazandığı bile sanılmıştır.
Çerkeslerin üstünlüğünün çevikliklerinden ileri geldiğini ve ok ve mızraklardan olduğu kadar yatağan darbelerinden de sakıncasını bildiklerini gören Selim, süvarisini durdurarak Yeniçerileri öne sürdü ve düşmanın üzerine ateş açmalarını emretti.
Bu manevra başarı sağladı ve alaybozanların etkisi o kadar büyük oldu ki, verdikleri ölü sayısından paniğe kapılan Çerkesler yeniden muharebe safına girmek için geri çekildiler. Fakat Türkler toparlanmalarına fırsat vermeden sel gibi üzerlerine saldırdılar ve hepsini bozguna uğrattılar. Kansu Gavri, yenilmeyi gururuna yediremeyerek, imparatorluğunun yıkımını görmektense ölmeye karar verdi. En sık safların arasına daldı, önüne ne çıktıysa yıkıp devirdi ve savaşçıların arasında koyun sürüleri arasında koşar gibi oradan oraya koştu. Hiçbir ayırım gözetmeksizin önüne çıkan herkesi vurup öldürüyor, yüksek sesle Selim’i çağırıyor ve teke tek dövüşmek için kendisine meydan okuyordu. Fakat Selim ortalıkta gözükmedi ve Gavri her rastladığı askerin o olabileceğini sanarak korkunç bir kıyıma girişti. Nihayet, soluğu kesilmiş ve kudurmuş bir halde, ağzından köpükler saça saça öldürdüğü askerlerin cesetleri üzerine düşerek öldü. Olayın en ilginç yönü, etrafındaki bunca kılıca rağmen tek bir yara bile almamış olmasıydı.
Diğer tarihçiler bu savaşı çok kısa bir şekilde özetlemişlerdir. Sadece, Selim’in ordusunu usta bir komutana yakışır şekilde muharebe düzenine soktuktan sonra bir kurnazlığa başvurduğunu; Ali Bey’i pusuya yatırdığını ve iki ordu karşı karşıya dövüşürken Mısırlılara geriden saldırdığını ve böylece iki ateş arasında kalan düşmanın çok geçmeden bozguna uğradığını yazmışlardır. Hıristiyan tarihçiler ise, Kazasker dışında hiçbir Türk tarihçisinin değinmediği bazı özellikler üzerinde durmuşlardır. Bunların anlattıkları genel olarak Kazaskerin anlattıklarına uymaktadır.
*
Hıristiyan tarihçiler, savaşın Mısırlılar tarafından kaybedilmiş olmasını büyük ölçüde Kansu Gavri’nin mağrurluğuna ve kendisini beğenmişliğine bağlar. Bunlara göre, Mısır Sultanı, Selim’in kendisine saldırmayı amaçladığını bir türlü anlamak istememiş, ancak casusları Sultan’ın Amonas dağını geçtiğini, ordusuyla iki günlük yolda ordugâh kurmuş olduğunu haber verdikleri zaman gerçeği kabullenmek zorunda kalmıştır. Bu habere şaşırmış ve muharebeyi kabul etmek mi yoksa çekilmek mi gerektiği konusunda bir karar verememiştir. Şam valisi Canbürdi Gazali, emrindeki az sayıda askerle bu kadar kalabalık ve disiplinli bir orduyla savaşmayı göze almamasını, şimdilik Şam’a çekilmesini öğütlemiş, orada ordusunu kaledeki askerlerle takviye edebileceğini, Türklerin ağır savaş araç ve gereçleri yüzünden hemen yetişemeyeceklerini, böylece savaşı kışa kadar uzatması halinde düşmanı yiyecek kıtlığı nedeniyle güç durumda bırakabileceğini, İranlıların yardımına gelmelerini sağlamak için vakit kazanmış olacağını ve ayrıca bu süre içinde Rodos ve Kıbrıs’tan toplar da getirtebileceğini söylemiştir.
Kansu’nun bu öğütlere aklı yattı. Ancak savaştan başka bir şey düşünmeyen Memlûklerin ihtiyatsızca inatçılığı ve Halep Valisi Hayır Bay’ın sinsi telkinleri yüzünden başka bir karara vardı. Hayır Bay, birkaç yıl önce kardeşini zehirletmiş olduğu için Kansu Gavri’ye gizli bir düşmanlık beslemekteydi. Böylece Sultan ordusuyla yürüyüşe geçti ve Halep’e on mil uzaklıkta Singa nehri kıyısında ordugâh kurdu. Ordusunu dört kolorduya ayırdı. Birinci kolordu, savaş onun eyaletinde yapıldığı için Hayır Bay’ın komutasındaydı; ikincisi, çevikliğinden dolayı Balvan, yani Atlayıcı diye anılan Şam Valisi Sibay’ın ermindeydi. Gazali, gerektiğinde ilk ikisini desteklemek üzere üçüncüyü yönetiyor, Kansu’nun kendisi ise yaldızlı zırhlar içinde dördüncü kolordunun başında yer alıyordu. Selim’e gelince, Anadolu süvarisini sağ kanada, Avrupa sipahilerini sola, Yeniçerilerle topçuları da merkeze yerleştirdi. Önlerine, iki kanadın arasında, yiğit silahşörlerini dizdi ve alışılagelene aykırı olarak kendisi de onlarla birlikte savaşmak istedi.
Hayır Bay düşmana yaklaşır yaklaşmaz, Avrupa süvarisine saldırdı, sanki bu kanadı kuşatmak istiyormuş gibi gerisine doğru döndü, ordu bakkallarına ve savaşçıları izleyen diğer levazımcılara hücum ederek bunları büyük bir kıyıma uğrattı. Öte yandan, Sibay, sağ kanada cepheden saldırıya geçecek yerde, Memlûk larıyla yandan saldırdı, Anadolu süvarisine büyük kayıplar verdirdi ve hatta sancağın bulunduğu yere kadar daldı. Böylece bu kanadı yardıktan sonra, cepheden ve silahşörlerin arkasından ilerleyerek merkezi allak bullak etti. Selim, böylece bütün umutlarını bağladığı bu birlikle bağlantısının kesildiğini görünce bozguna uğrama tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu anladı. Üstelik sadık Gazali Bey de Yeniçerilere şiddetle saldırıyordu; Sibay’ı desteklemek için düşmana cepheden saldırmıştı. Anadolu süvarisi çökmüş ve yarı yarıya kılıçtan geçirilmiş olduğu için toplanıp yeniden hücuma geçemiyordu.
Bu güç ve tehlikeli durumda, Sinan Paşa süvarilerinin başında ilerledi. Bu Türklere savaşa devam etmek için büyük cesaret verdi. Bu arada Selim’in topları da Memlûklere ateş ederek askerler arasında büyük bir kırıma yol açtı. Fakat Hayır Bay’ın kendilerini terk etmiş olmasına rağmen, Memlûkler cesaretlerini ve soğukkanlılıklarını yitirmediler. Sımsıkı kenetlenerek düşmanı ezip geçtiler, çok sayıda askeri hunharca öldürdükten sonra ordugâhlarına çekildiler Yardımlarına gelmekte olan Gavri, geri çekilmelerine şaşırdı ve Hayır Bay’ın ihaneti karşısında da büyük bir üzüntüye kapıldı. Halep Valisi düşman saflarına geçmemiş olmasaydı Türkler hiç kuşkusuz yenilmişlerdi. Düşman Gavri’ye saldırdı ve beraberindeki askerler kaçmaya başladılar. Şişman ve çok yaşlı olan Mısır Sultanı atından düştü ve ayaklar altında çiğnendi. Bu ünlü savaşın tarihi 17 Ağustos 1516’dır. Tam iki yıl önce aynı gün Selim, Şah İsmail’i Çaldıran ovasında yenmişti. Mısırlılar, sultanlarından başka yiğit Memlûklarından on binini, Türkler ise üç bin atlı kaybettiler.
Halep’in teslim olması
Zaferden sonra, Halep halkı anahtarlarını Selim’e teslim ettiler. Sultan, kendilerini çok iyi karşıladı ve şehrin ileri gelenlerine birer hil’at verdirdi. Ertesi cuma günü camiye gitti ve hutbede adının okundu.
Şam’a girdiği gün Beni Ümeyye (Emevîler) Camii’nde cuma namazı kıldırdı ve ayrıca kendi saadet ve ikbali için dua ettirdi. Daha sonra ünlü Muhiddin’in şehir dışındaki kabrini ziyaret etti. Mezarın etrafını temizletti ve üzerinde şu kitabe yazılı olan bir mermer taşı bulundu; Burada İspanya’yı fethetmiş olan Şeyh Muhiddin Arabi gömülüdür. Sultan, üzerine muhteşem bir kubbe yaptırdı ve yakınına da bir cami ve imaret inşa ettirdi. Bir de her türlü vergiden bağışık bir vakıf kurdurarak gelirini her gün yoksullara yemek dağıtılmasına tahsis etti.
*
Seferin bu kısmı diğer tarihçiler ve özellikle sözü geçen Kazasker tarafından başka biçimde anlatılmıştır. Simdi onların anlattıklarını aktaralım; Selim birkaç gün Şam’da kaldıktan sonra, iki Rumeli beyi olan Mehmet Bey ile İskender Bey’e askerleriyle, Mısır berzahının girişindeki Gazze şehrine doğru yürümelerini emretti. Yolda sık sık Mağribilerin ve Arapların saldırısına uğradılar. Bunların yürüyüşe geçtikleri haberi Kahire’ye ulaşınca, kısa bir süre önce bu şehre gelmiş olan El Gazali adında yiğit bir kumandan olan yeni Sultan’dan beş bin Memlûk askeriyle bunlara saldırmak için izin aldı. Sultan’ın adı Tumangey (Tumanbay) idi ve daha önce Büyük Dividdar veya Başvekil’di. Gazze’de bulunan Türkler, El Gazali’nin yürüyüşe geçtiğini haber alınca büyük bir endişeye kapıldılar. Fakat Selim, Sinan Paşa’yı on beş bin askerin başında yardıma gönderdi ve bu kumandan düşman gelmeden Gazze’deki Türklere katıldı.
İki ordu kapıştı. Çerkesler saldırımıza cesaretle göğüs gerdiler. Sabahın üçünden öğle vaktine kadar iki taraf birkaç kez karşılıklı dize gelir gibi oldu ve çok kayıp verdi. Sonunda düşman yenildi. Askerlerimiz zaferi kazandılar ve büyük bir ganimet ele geçirdiler. Memlük’lar kaçtılar ve ordunun bir kısmı tarafından takip edildiler. Ordunun geri kalan kısmı Paşa ile birlikte Gazze’ye döndü. Sinan Paşa, öldürülen bütün ileri gelenlerin başlarına saman doldurttu ve ötekilerininkini de zaferini kutlamak için palmiyelere astırdı.
Sultan sevinç içinde Şam’dan ayrılarak Solakların öldürüldüğü Peneti’ye gitti. Bu şehri yağmalayıp yaktı. Oradan Kudüs’e gitt. Gazze’ye yaklaştığımızda, yiğit Rumelililer, düşmandan aldıkları ganimetlerle yüklü olarak, şehre bir ok atımı uzaklıkta Sultan’ın huzuruna çıktılar. Gördükleri muhteşem manzara karşısında Mağribilerin gözleri kamaştı. Ordu iki kola ayrıldı; Sultan orta yerde durarak tebrikleri kabul etti. Sinan Paşa’yı görünce kendisine ve askerlerine büyük sevgi gösterileriyle teşekkür etti ve değerli armağanlar verdi.
Selim dört gün Gazze’de kaldıktan sonra Kasali’ye yürüdü ve vadide Türklere karşı gelmiş olanların intikamını almak için bu şehri yağmaladı. Yağmurlar bu yöredeki yolları düzgünleştirmişti. Doğruca Kahire yoluna saptık.”
Buraya kadar Kazaskeri izledikten sonra, başka tarihçilere dayanarak şunları da ekleyelim: Bir çölden geçmek gerekiyordu ve rüzgârın etkisiyle kumlar, denizde dalgalar gibi çalkalanıyordu. Fakat üç gün süren şiddetli bir yağmur ve bunu izleyen rüzgârsız, sakin bir hava yolu o kadar düzleştirmişti ki, ordu, ilerleyişi sırasında Arapların saldırısına uğradığı halde, sekiz gün içinde Kahire yakınlarına vardı.
*
Halep yakınındaki son yenilgiden kurtulmuş olan Çerkesler Kahire’ye döndüklerinde aralarında anlaşarak Tumanbay’ı başlarına Sultan olarak seçtiler. Soylu bir Çerkes ailesinden geldiği için kendisine Müluku Eşref unvanını verdiler. Yeni hükümdar eli silah tutan herkesi topladı ve birkaç yedek Arap birliğiyle kırk bin kişilik çok çevik bir ordu teşkil ederek Ridaniye adlı bir yerde ordugâh kurdu. Burada sipere girdi, istihkâmlar kazdırdı, toplar getirtti, zaferi kazanmak için akla ne gelirse hepsini yaptı. Selim’in, ilk zaferinin yarattığı sarhoşlukla, ordugâhına saldırmaktan çekinmeyeceğine ve böylece kendisi için kurduğu tuzağa düşeceğine inanıyordu. Fakat casuslar vasıtasıyla durumu zamanında haber alan Selim Tumanbay’ın tuzağına düşmedi. Ve askerlerinin sayısı düşmana oranla çok üstün olduğundan, ordusunun küçük bir kısmına bir dönüş yaptırarak Cebeli Maktab dağının arkasına gönderdi. Böylece bu askerler verilecek bir işaret üzerine Çerkezslere geriden saldıracak ve çember içine alacaklardı.
Memlüklerin yenilmesi 923 /1517
H.923 yılı Cemaziyülevvel ayının ilk günlerinde, tarihin kaydettiği en kanlı ve en çetin savaşlardan biri yapıldı. Her yandan sarılmış olan Çerkesler, sayıca ezici bir üstünlüğü olan bir düşmana karşı koyarlar. Sık sık devrilmekle beraber, her seferinde yeni bir şiddetle savaşmayı sürdürürler. Sultanları başlarındadır ve kendilerine örnek olmaktadır; hep tehlikenin en büyük olduğu yerdedir. Saflar birbirine karışır ve her yandan oluk gibi kan akar. Sonunda askerlerinin bir kısmının öldüğünü, bir kısmının esir alındığını ve zaferin Türklerden yana olduğunu gören Tumanbay, seçkin bir birliğin başında, elinde kılıcı, düşman saflarını yarar ve Bekar’ın oğlu Şeyh Arab’a sığınır. Bu mutlak zaferi Türklere çok pahalıya mal olmuştur. Asrının kahramanı olan Sinan Paşa’yı kaybetmişlerdir. Selim, Paşa’nın ölümünden o kadar büyük bir üzüntü duymuştur ki, Kahire’nin fethinden sonra bile onu sık sık anmış ve yüreği sızlayarak şöyle demiştir: “Evet, Mısır’ı aldım ama Yusuf’u kaybettim! Yusuf’suz Mısır ise ne işime yarar?” (Hadım Sinan Paşa’nın küçük adı Yusuf’tur).
Başka tarihçiler bize Mısır’ın kaderini belirleyen bu savaşı daha büyük ayrıntılarla anlatırlar. İki ordu savaşa başlar başlamaz, emrinde on iki bin Memlük askeri ve çok sayıda Arap süvarisi bulunan Tumanbay süvarisine düşmanın kanatlarını kuşatmasını ve gerisine saldırmasını emretmişti. Bu arada, iki tarafın da topları ateş ediyordu. Fakat Mısırlı topçuların çoğu öldürüldü ve topları etkisiz hale getirildi. Başlarında birçok Hıristiyan asker bulunan Selim’in topları ise çok daha iyi kullanılıyordu. Çarpışmalar çok geçmeden bir genel savaşa dönüştü ve iki ordu her yandan birbirine girip göğüs göğüse dövüşmeye başladı. Tumanbay muharebe birliğinin başında Selim’e karşı savaştı. Memlûk’lerin kanatları Türklerin kanatlarıyla çarpışırken, Araplar yiğitçe geriden saldırdılar. Öyle ki, dört bir yanda savaşılıyor, korkunç silah sesleri ve çığlıklar ortalığı çınlatıyordu.
Gazze’de uğradığı yenilginin öcünü almak isteyen Gazali Bey, Yunus Paşa kumandasındaki sol kanat üzerine görülmemiş bir şiddetle saldırdı ve ilk safları yardı. Bu sırada Araplar da geriden saldırıya geçmişlerdi. Böylece, şimdiye kadar hiç kaçmamış olan bu Avrupa askeri geri çekilmek zorunda kaldı. Ünlü Sinan Paşa imdatlarına yetişti. Fakat Bidon (Bedevi, y-n.) ve Memlük’lar Sinan Paşa’yı ve askerlerinin hepsini öldürdü. Beş yüz seçkin Yeniçeri böylece bir anda kuşatıldı ve kılıçtan geçirildi. Öte yanda, Asya süvarisinin başında bulunan Mustafa, Mısırlıların sol kanadını öyle sıkıştırıyordu ki Selim’in aralarında büyük bir kıyıma yol açan toplarının da yardımıyla saflarını dağıtmayı ve nerede ise bozguna uğratmayı başardı. Uzun boylu ve son derece kuvvetli olan Tumanbay, Türk süvarisinin ana birliğinin içine daldı ve rastladığı herkesi öldürerek piyadenin bulunduğu yere kadar geldi. Öte yandan, daire biçiminde sıralanmış olan Araplar da görevlerini mükemmel bir şekilde yapıyorlardı. Selim korkusuz Yeniçerileriyle ilerledi ve savaşı büyük bir hışımla yeniden başlattı. Çarpışmalar sabahın saat dördünden güneş batıncaya kadar sürdü. Sonunda düşmanın sayı üstünlüğü karşısında tam bir bozguna uğramaktan korkan Tumanbay geri çekilme emrini verdi, ordugâhını ve toplarını bırakarak Kahire’ye doğru çekildi .
Divitdar ve kahraman Bidon esir alındılar ve ertesi günü Selim, birincisinin ölümcül bir yara almış ve ikincisinin de bir bacağını kaybetmiş olmasına aldırış etmeden, ikisinin de başını kestirdi. Bu savaşın tarihi 24 Ocak 1517’dir.
Kahire’yi tahkim etmesi
Yiğit Tumanbay, talihinin ters gitmesine rağmen, cesaretini kaybetmedi ve ordusundan arta kalanlarla Kahire ve Nil nehri arasında mevzilendi. Askerlerinin azlığını telafi için sekiz bin Mağribi kölesini, Yahudileri, Arapları ve Memlûkların çocuklarını silahlandırdı. Topları olmadığından ve ovada savaşmaya yeterli kuvvetleri bulunmadığından, Türkleri geceleyin basmayı kararlaştırdı. Yazık ki, niyeti Selim’in kulağına gitti ve böylece Türkler gafil avlanmaktan kurtuldular; Sultan her tarafta büyük ateşler yaktırdı ve Mısırlılar büyük kayıplar vererek püskürtüldüler. Tumanbay bu kez Kahire’ye çekildi ve halkın yardımıyla kapıları ve giriş yollarını tahkim etti. Bütün kuvvetlerini doğu kapısından kaleye giden büyük caddede topladı ve kaleye de askerler yerleştirdi. Diğer yolları, çok dar ve kullanışsız, büyük topların çekilmesine ve çok sayıda askerin tehlikesizce geçmesine elverişsiz oldukları için ihmal etti.
Memlükların hazırlıklarını günü gününe ve doğru olarak öğrenen Selim, ertesi sabah doğarken Babı Zuil denilen ana kapıdan şehre girdi. Bu sırada süvarisi de çeşitli yönlerden ilerliyor ve Yeniçeriler de büyük caddeden geçiyorlardı. Çok geçmeden, iki tarafın süvarileri birbirlerine saldırdılar ve ortalık korkunç şekilde karıştı. Fakat Osmanlı piyadesi birkaç topla yardıma geldi ve düşmana büyük kayıplar verdirdi. Buna rağmen, Türkler barikatlarda cesur bir direnmeyle karşılaştılar ve son derece kanlı bir çarpışmadan sonra birbirlerini ezmek durumunda kalan Türkler, yığınlar halinde üstü örtülü hendeklere yuvarlandılar ve düşmanın içlerine yerleştirmiş oldukları sivri kazıkların üstüne düşerek öldüler. Kadınlar ve çocuklar bile savaşa katıldılar ve evlerin çatısından Türklerin üzerine taşlar attılar ve kaynar sular döktüler. Öte yandan, hem Memlûklerden hem de Türklerden nefret eden birçok Mısırlı, hangi taraf savaşı kazanacak gibi görünüyorsa kâh onlara kâh bunlara saldırıyorlardı. Sokaklarda oluk gibi kan akıyor ve kalın toz tabakasını çamur haline getiriyordu.
Savaş iki gün iki gece sürmüş ve yorgun düşmüş olan Memlükler, sayıları da az olduğundan, geri çekilmeye başlamışlardı. Fakat üçüncü gün, artık başka çareleri kalmadığını anlayarak, yeniden büyük bir şiddetle savaşmaya başladılar. O kadar ki, Türkleri epeyce geri çekilmek zorunda bıraktılar ve sahra toplarından bazılarını ele geçirerek bunları başarıyla Türklere karşı kullandılar. Söylendiğine göre, bu durum karşısında zaferden umudunu kesen ve Yusuf Paşa’nın bir pencereden atılan taşla başından yaralanarak yere düşüğünü ve öldüğünü gören Selim, evlerin ateşe verilmesini emretmiş. Böylece, Mısırlılar alevlerin ortasında aman dilerlerken Türkler geri çekilme emrini bekleyerek savaşı gevşetmişler. Fakat şehrin bir köşesinde bunlar olup biterken, başka bir köşe sinde Mustafa düşmanı kovmayı başarmış ve Memlûkler kaçmak zorunda kalırlarsa kullanmak üzere geniş bir alana bırakmış oldukları çok sayıda atı ele geçirmişti. Bu haber Türklere yeniden cesaret verdi ve Memlûkleri ise öyle bir umutsuzluğa düşürdü ki sırtlarını dönüp kaçmaya başladılar ve Kahire’yi Selim’e terk ettiler. Bunun üzerine Selim yangının söndürülmesi için emir verdi.
Kazaskerin anlattığına göre, yangın söndürüldükten sonra, Çerkesler savaşa devam etmişler ve Türkler üzerine oklar yağdırmaya başlamışlardır. Çarpışmalar aynı şiddetle bütün gün devam etmiş ve sokaklar kan deryasına dönmüştür. Gece olduğunda, yorgun ve zayıf düşmüş olan Çerkezler bir camiye çekilmişler ve buradan sanki bir kalede imişler gibi kendilerini üç gün üç gece yiğitçe savunmuşlardır. Sonunda, Türkler, camiyi ele geçirmişlerdir. Tumanbay kılık değiştirerek kaçmayı başarmıştır. Selim gelip içerde kalan bazı zavallıları yakalamıştır. Ordu ise şehri yağmalamış ve çok sayıda esir almıştır. Bunların hepsinin başları kesilmiştir.
*
El Gazali, Araplardan asker toplamak için Kahire’den çıkmış ve şimdi yeniden şehrin yakınlarına dönmüştü. Bu arada Selim bir duyuru yayınlayarak üç gün içinde teslim olacak bütün Çerkeslerin canlarının bağışlanacağını bildirmişti. Bundan sonra, Selim, başta büyük beyaz sancak ve arkasında davullar, borazanlar ve nakkareler olduğu halde Sultan’ın sarayına gitti. Burada kaçmaya çalışan birkaç Memlük’un ihaneti ortaya çıktı. Bunlar yakalanarak kimi hemen orada idam edildi, kimi ise birkaç gün hapsedildikten sonra Nil nehrinde boğuldu. Selim El Gazali’yi ve bir beylerbeyini Kaita’ya (El Katiya) göndererek bu şehrin yağmalanması ve kölelerin, ordu için yiyecek istemeye gelmiş olan askerlere hakaret ettikleri için, cezalandırılması için emir verdi. Şehir yağma edildi ve Mağribiler öldürüldü. Bu ibret komşu şehirlerin halkını yola getirdi. Kazasker şöyle devam etmektedir: Hepimiz Nil ırmağını geçip Cize’ye çekilmiş olan Tumanbay’ın ne yapacağını merak ediyorduk. Öte yandan, Tumanbay da Türklerin girişimlerini öğrenmek için can atıyordu. Gizlice Kahire’ye elçiler göndererek halkı el altından Türklere karşı kışkırtmayı denedi. Bu sıralarda, Mağribi ve Arap beylerinden biri olan Ömer, gizlice Selim’in elini öpmeye ve kendisine olup bitenlerden haber vermeye geldi. Sultan kendisini Cize yöresinde bir sancağın başına getirdi. Her yere muhafızlar kondu. Nil kıyılarına toplar yerleştirildi, böylece gelip geçiş önlendi. Daha sonra, Mısır Sultanı’na, Kahire Kadısıyla birlikte ileri gelenlerden iki kişinin gönderilmesine ve Selim’e saygılarını sunmak üzere Kahire’ye gelmesi için kendisine çağrıda bulunulmasına karar verildi. Selim bu şartla kendisine büyük bir sancak ve Kahire Beyliği’ni vermeyi vaat etti. Fakat Çerkezler elçileri yakalayarak öldüıdüler.
*
Selim bu suikast haberini alır almaz, Nil üzerine köprüler kurulmasını ve Mustafa’nın bütün orduyla yürüyüşe geçmesini emretti. Bunu öğrenen Tumanbay derhal beş bin Çerkes ve on bin Arabın başında ilerledi. O kadar çabuk yürüdü ki, bir gün ve bir gecede Türklerle nerede ise burun buruna geldi. Bu arada, Rumeli askerinin bir kısmı Nil’i geçmişti; kalanlar ise, düşmanın bu kadar çabuk gelebileceğine ihtimal vermediklerinden henüz karşı kıyıya geçmemişler. Fakat Sultanın otağı etrafında nöbet tutmakla görevli olanlar atlarının kaldırdığı toz bulutundan Çerkezlerin yaklaşmakta olduğunu görünce, hemen atlarına bindiler ve Selim, Mustafa’ya haber göndererek onun da aynı şeyi yapmasını istedi. Çerkesler sancağın bulunduğu yere gelinceye kadar önlerine ne çıktıysa devirip geçtiler. Takviye almış olan Türkler burada Çerkesleri püskürttüler. Fakat çok geçmeden Çerkesler geri dönüp Türkleri öyle bir kılıçtan geçinmeye başladılar ki oluk oluk kanlar aktı. Mağribiler sadece Çerkeslerin arada bir soluk alabilmeleri için dövüşüyorlardı ve durum Türklerin aleyhinde gibi görünüyordu. Buna rağmen ağır kayıplar verme pahasına da olsa sıkı durdular. ‘
Bulunduğu yerden olup bitenleri izleyebilen ve Türklerin savaşı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduklarını gören Mustafa, yatağanını çekerek dörtnala Tumanbay’ın bulunduğu tarafa doğru koştu. Amacı onu öldürmek, sonra da kendisini feda etmekti. Avrupa askeri komutanlarının bu cesaretinden örnek alarak kendisini izlediler. Eğer cesaretlerini kaybetmiş olsalardı ölmeleri işten bile değildi. Savaş büyük bir şiddetle yeniden başlayınca, Tumanbay Türklerin ne pahasına olursa olsun zaferi kazanmaya kararlı olduklarını anladı. O zaman büyük bir hükümdarken zavallı bir köle durumuna düştüğünü, bir zamanlar bütün zenginlikler onunken şimdi yoksulluk içinde bulunduğunu düşünerek, yaşlı gözlerini gökyüzüne kaldırarak öyle yürekler acısı bir şekilde halinden yakındı ki, kendisini dinleyenler gözyaşlarını tutamadılar. Nihayet kaçmaya başladı ve gece gündüz koştuktan sonra bir köprü başına geldi ve burada biraz dinlendi. Mustafa, Rumeli askerinin başında kendisini takip etti. Selim ise Kahire’ye döndü.
Dört gün dört gece Mustafa Paşa tarafından kovalanan Tumanbay nihayet yorgunluktan takati kesilerek bir Mağribi çiftliğine sığınmak zorunda kaldı. Aynı derecede yorgun düşmüş ve Tumanbay’ı yakalamaktan artık umudu kesmiş olan Türkler, çiftlikteki adamlara haber göndererek Sultan’ı muhafaza altına almalarını, daha uzağa gitmesine engel olmalarını, yoksa evlerini yağmalayıp yakacaklarını bildirdiler. Çiftliğin sahibi olan Şeyh Essaim bu emirleri diğer Mağribilere iletti onlar da Tumanbay’ı ve yanındakileri kuşatarak kaçmalarına engel oldular. Fakat Türkler gelince Tumanbay ve adamları kendilerini civardaki bir göle attılar; Türkler kimini kılıçtan geçirdi, kimini esir aldılar. Tumanbay diz boyu suyun içindeydi. Çıkarıp paşaya götürdüler, o da hemen bir tatar yola çıkararak padişaha haber gönderdi.
Tatar sevinç gösterileriyle karşılandı ve bütün sancakbeyleri ile diğer ileri gelenler Selim’in elini öptüler. Tumanbay, Selim’in huzuruna çıkarılmadı; sıkı güvenlik tedbirleri altında padişahın otağının yanında bir çadıra konuldu. Bu arada Mustafa Paşa Nil civarındaki bir çiftlikte Mağribilere karşı bir savaş daha verdi. Bu Mağribiler, birkaç Memlük’la birlikte, bazı Türkleri soymuşlar ve öldürmüşlerdi. Mustafa Paşa, çiftliği yaktıktan sonra, daha birkaç gün orada kaldı ve sonra Padişah’ın yanına döndü. Selim yakınlarına danıştıktan sonra, Tumanbay’ın bir katıra bindirilerek bütün Kahire sokaklarında dolaştırılmasını ve sonra da Babülvelet adı verilen kapıda asılmasını emretti. Padişah’ın fermanı hemen yerine getirildi. lşte böylece Memlük İmparatorluğu sona erdi ve Sultan Selim büyüklüğünün doruğuna vardı. Kazasker’in anlattıkları burada bitmektedir.
Türk yazarlarına dayanan Cantemir Tarihinde, Tumanbayîn Kahire den kaçmasından yakalanmasına kadar olup bitenler hakkında hiçbir ayrıntı yoktur. Bu olayı ve Mısır Sultanı’nın ölümünden önce olup bitenleri Cantemir şöyle anlatmıştır:
“Tumanbay yaşadıkça Mısır’ın fethi sallantıdaydı; Kahire civarında bulunuyor ve Selim ülkeden ayrılır ayrılmaz ortalığı karıştırmak için fırsat kolluyordu. Selim kendisinden gelebilecek her türlü tehlikeyi önlemek için, Şeyh Arab’a zengin armağanlarla elçiler gönderdi ve düşmanını kendisine teslim etmesini istedi; ayrıca Osmanlı İmparatoru’nun dostluğunu kazanmanın öfkesini kazanmaktan daha iyi olduğunu hatırlattı. Selim’in öfkesinden çekinen ya da armağanlarıyla elde edilen Şeyh, Tumanbay’ı teslim etmekten utanmadı. Bu, devletler hukukuna ve özellikle Arap Rai’ne aykırı, alçakça bir hareketti. Ancak Tumanbay’ın meziyetleri bu alçak ruhlu adamı etkilememiş olmasına karşılık, düşmanı kendisini takdir etmek büyüklüğünü göstermiştir. Tumanbay huzuruna getirildiğinde, Selim yiğitliğine saygı duymuş ve bağlarını çözdürüp onu sofrasına oturtmaktan kendini alamamıştır. Böylece Tumanbay kahramanlığı sayesinde mağrur ve muzaffer bir hükümdarın saygısını kazanmasını bilmiştir. Bir süre Selim’le gerek resmi gerek özel olarak konuşmuş, sohbet etmiş, Mısır’ın durumu, yasalar, halkın özellikleri, örf ve âdetleri hakkında kendisine bilgi vermiştir.
Fakat çok geçmeden bu hükümdar da, kaderin elinde oyuncak olan herkesin başına gelen felaketten nasibini almıştır. Tumanbay’ın cesaretine ve kahramanlığına hayranlık duyan, ruh asaletini, temkinini, ağırbaşlılığını takdir eden Selim, onu öldürtmeyi yakışıksız buldu. Kendisini Mısır Valiliği’ne atamayı düşündü ve dostluğunu kazanmak istedi. Halk homurdanmaya başladı. Bu kadar büyük bir yetkiyle donatılması halinde Tumanbay’ın Selim’in ayrılmasından sonra Mısır’ın gerçek efendisi olacağı, Arapların da yardımıyla Çerkesleri yeniden güçlendireceği ve Türk garnizonlarını kovacağı söylendi. Başlangıçta Selim bu sözlere aldırış etmedi ve bunları düşmanlarının kötü niyetine yordu. Fakat yakınmaların arttığını görünce işi kökünden halletmeye karar verdi. Şehsüvaroğlu Ali Bey’in, Çerkesler tarafından hunharca boğulmuş olan babasının acısını hâlâ yüreğinde taşıdığını biliyordu. Tumanbay’ı Kahire’nin Babı Zuveyla kapısında asmakla onu görevlendirdi ve şöyle dedi: ‘Bugüne kadar merhametimin ne kadar engin olduğunu kanıtladım. Fakat mademki halk ya kötülük olsun diye ya da kendisini sevdiği için bu zavallı adamı diline dolamış duruyor, cezasını o çeksin!’ Ali Bey, Rebiyülevvel ayının sonunda kendisine verilen bu görevi büyük bir istekle yerine getirdi.
Mısırlılar bu manzara karşısında dehşet içinde kaldılar. Fakat bu onlar için aynı zamanda gizli bir sevinç kaynağı oldu. Uzun zamandan beri Çerkeslerin müstebit egemenliğine karşı duydukları kini saklamış olan Mısır halkı, akın akın Selim’e koşup kendisine sonsuza dek bağlılıklarını sundu. Sultan halkın hiçbir Çerkesi saklamaması şartıyla bir genel af ilan etti. Bu karar halka duyurulur duyurulmaz, millet Çerkes avına çıkmaya başladı ve hepsi gizlendikleri yerlerden çıkarılarak zincire vurulup götürüldüler. Selim ertesi gün, şehrin dışında, Nil kıyılarında muhteşem bir taht kurdur anahtarlarım teslim etti ve Hükümdarlığını tanıdı. Sultan, Mekke Şerifi’ni mevkiine yakışır bir şekilde karşıladı ve cesareti, dindarlığı ve bilgisiyle temayüz etmiş olan oğlunu kendisine halef tayin etti. Şerif, itibarını kullanarak, göçebe Arap kabilelerinin l Selim’e bağımlılıklarını sağladı. Bunlar ilerde Osmanlı padişahlarına sadık kalacaklarına dair bir senet imzaladılar ve rehine olarak reislerinden birçoğunu İstanbul’a gönderdiler.”
KAYNAKÇA:
-Budayev, N. M., Memlûk tarihinden Bir Yaprak, Kim Bu Çerkesler, İstanbul-2009, Selenge Yayınları
-Clout, Andre, Kölelerin İmparatorluğu Memlûklerin Mısırı, İstanbul-2005, Epsilon
-Eroğlu, Haldun, Osmanlı’da Muhalefet, İstanbul-2016, Bilge Kültür Sanat
-Goodwin, Jason, Ufukların Efendisi Osmanlılar, İstanbul-1999, Sabah Kitapları
-Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, Sabah Kitapları
Histoire Üniversitesi Tarih Bölümü (Fransa), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Başlangıçtan 1566’ya Kadar-İstanbul,-2000, Nokta Kitap
-Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t Tevarih-4, 1979, Kültür Bakanlığı
– İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye I, İstanbul-2010, T. İş Bankası Kültür Yayınları
– Kaysuni-Zade Nidai Remmal Hoca, Tarih-i Sahip Giray Han
-Kemalpaşazade, Tevârih-i Âli-Osman, İstanbul-2015, Çamlıca Basın Yayın
-Selaniki Mustafa Efendi, Selaniki Tarihi, Ankara-1999, TTK
-Smirnov, V.D., Osmanlı Dönemi Kırım Hanlığı, İstanbul-2016, Selenge Yayınları