“Göçebelik-yerleşiklik” karşıtlığı üzerinden toplumsal ve siyasal analizler yapmakla malul kalemler vardır; hatta teorisyenlerden söz etmek mümkündür. Bu yaklaşımdaki sosyologlara daha çok rastlanmaktadır. Oysa, Afrika içinde binlerce yıldaki göçünü ya da yayılımını tamamladıktan sonra ilk kez Afrika dışına göç başlatan Homo Erectus, biyolojik-fiziksel gelişimi yanında zihinsel-duyusal gelişimini, önemli oranda bu göç yolundaki deneyimlerine borçlu değil midir?
İlk biçimleriyle Homo Erectus döneminde de bir “göçebelik-yerleşiklik” söz konusudur ama hep devinim halindedir. Homo Sapiens’in 135 bin yılının da “göçmek”le biçimlendiği söylenebilir. Dünyada kentleşmenin, yerleşikliğin en yüksek noktaya çıktığı 21. yüzyılda en büyük göçlerin gerçekleşmesini nasıl açıklayacağız? Örneğin son 60 yılda sadece Türkiye’den Avrupa’ya 5 milyon insan göçmüştür. İskandinav ülkeleri, son 10 yılda milyonlarca göçmene ev sahipliği yapmaktadır. Aynı dönemde Türkiye’de, milyonlarca göçmenin yaşadığı bilinmektedir. Demek ki “göçebelik” dar sosyolojik anlamının ötesinde, her dönemde yaşanan bir olgudur. Bu devinime göre değerlendirmeler yapmak, çözümler önermek durumundayız.
Gezegenimizdeki göç olgusunun önümüzdeki yakın dönemde uzaya göçle farklı bir boyut kazanacağını da akılda tutarak, önemli bir gerçeğin altını çizmek isterim. Arkeolojik bulgular, antropolojik araştırmalar göstermektedir ki, son 50 bin yılda dil yeteneğini geliştirdiği söylenen Homo Sapiens’in geliştirdiği dillere baktığımızda Afrika, Doğu Akdeniz’de biçimlenen verimli hilal ve Fergana Vadisi’nin etkili olduğunu görmekteyiz. Buralar, göçün başlangıç ve geri dönüşlü geliştiği yerlerdir. Aynı zamanda farklı zamanlarda en çok göç alan-veren kavşaklardır. Dolayısıyla Afrika dillerinin yayıldığı kavşağın Etiyopya, Hint-Avrupa ve Hami-Sami dillerinin yayıldığı kavşağın Mezopotamya, Ural-Altay dillerinin yayıldığı kavşağın da Fergana olduğu söylenebilir. Bunun da temel nedeni şudur: Coğrafi açıdan en verimli topraklardır buralar. Fergana Vadisi’ni Seyhun ve Ceyhun nehirleri, Mezopotamya’yı da Fırat ve Dicle nehirleri sulamaktadır. Dolayısıyla insan türünün besin ve üretim kaynağı bakımından çok verimli topraklardır.
Göç olgusunun üretici-yaratıcı insan tipinin gelişiminde belirleyiciliğinde genetik etkisi şöyle açıklanabilir. Farklı coğrafyaların besin zincirinin, iklim koşullarının, su ve maden yataklarının farklılığı, genetik özellikleri de etkilemiştir. Aynı coğrafya da uzun yıllar (binlerce) kapalı yaşayan toplulukların genetik yönden “körelme”ye uğraması kaçınılmazdır. Ancak, farklı coğrafyadan farklı genetik özellikleriyle gelen başka topluluklarla kaynaşmaya başlamalarıyla oluşan melezlenme, daha gelişkin tiplerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bunu, kültür açısından da saptamak mümkündür. Örneğin, 8 bin yıl öncesine kadar Mezopotamya’da hayvancılık, avcılık ve yavaş yavaş tarımcılıkla uğraşan topluluklar göçerek Marmara’ya geldiklerinde, buradaki denizci-balıkçı topluluklarla kaynaşarak daha gelişkin bir yaşamı ortaya koymuşlardır. Seyrantepe’deki buluntular, bunu doğrulamaktadır. Seyrantepe’de oluşan bu biyolojik ve kültürel melezlenmenin, daha sonraları Avrupa’ya, hatta İzlanda’ya kadar yayıldığına dair bilimsel yayınlar söz konusudur.
Bu tarihsel örnekler, “göç” olgusunun, tek tek insanlar ve topluluklar bakımından zorlukları, sorun üretici yönleri olmakla birlikte geliştirici özelliklerinin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna “sıçra(t)ma” demekte hiçbir sakınca görmüyorum. Olgular dikkatle incelendiğinde de, insan türünün ve toplumların bir üst noktaya sıçradığının sayısız örnekleriyle karşılaşılmaktadır. “Göç”ün, “göçmenlerin biyolojik ve kültürel melezlenmesi”ndeki ileri özelliğine vurgu yapmamın ilk örneğini, doğduğum köyden vermek istiyorum.
Kışlak, yaklaşık 500 yıl önce oluşmaya başlamış bir köy. Bugün 500 haneyi bulan Kışlak halkını oluşturan ailelere baktığımızda köyü kuran ilk Türkmen ailelerin de başka yerden geldikleri anlaşılıyor. 100 yıl öncesine kadar dışarıdan göçüp buraya gelen onlarca ailenin bireşiminden oluşan Kışlak’a, çevre köy ve mezralar olarak Şumracık, Belenbağ, Mülk, Çöreki’den gelenlerin çoğunluğu oluşturduğunu söyleyebiliriz. Nüfus bakımından en büyük aileler olarak Avazlılar ve Aslanlar Şumracık’tan (Ayışığı), Bilginler-Aldanmazlar ve Yeterler Belenbağ ve Mülk’ten gelmişlerdir. Killi Hacılıların Çöreki’den geldikleri biliniyor. Özel’lerin 1939’dan itibaren Suriye’de kalan Arap köyü Armala’dan, Çolak’ların Altınözü ilçesine bağlı Arap köyü Firfiri’den, Koçaklar’ın Tumtum’dan (Çabala), Şettahliler’in Lazkiye, Halalıgil’in Yayladağı, Fakılılar’ın Karaman ve Çuhadarlar’ın da Maraş tarafından gelip Kışlak’a yerleştiklerini görüyoruz. Mısır’a gidip gelenlerden, kısa süreliğine Bulgaristan’dan göçüp Kışlak’ta yaşayan Türklerden de söz edebiliriz. Yaklaşık 150 yıl öncesinde Koçak’ların gelmesiyle aile düzeyinde göçün durduğu, daha sonra evlilikler yoluyla başka köy, ilçe, illerden gelenlerin ya da oralara gidenlerin çoğaldığı bir dönem başlamıştır. Örneğin, aynı aileden (Şeren) Karadeniz’e gelin giden, Bingöl’den gelin alanlar vardır.
Beş yüzyılda, yakın ve uzak göçlerle oluşan Kışlak’ta gerçekleşen kültürel yapının belirgin özelliklerini, kendi içinde istisnalar olsa da şöyle sıralayabiliriz:
1.Kurucu aileler Türk veya Türkmen oldukları için dışarıdan gelen ailelerden Arap kökenli olanlar asimile olarak Türkleşmişlerdir. Özel’ler ve Çolak’lar buna örnektir. Kesin olmamakla birlikte Şettahlilerin (Kayalar) de Lazkiye Alevilerinden olup Kışlak’ta Sünnileştikleri söylenmektedir. Böyle mezhepsel değişimin Killi Hacılılar için de geçerli olduğu ileri sürülebilir. Çünkü, Arapçada “çiftçi” anlamına gelen “Fellah” sözcüğü, Doğu Akdeniz’de, genellikle Aleviler için kullanılır ve Kışlak’ta bu aileye “Çöreki Fellahı” denir.
2.Kışlak’a gelen tüm aileler, diğer ailelerle evlilik yoluyla hızla kaynaştıkları için köyün 500 yıllık tarihinde birkaç münferit olay dışında bir katliam, çatışma yaşanmamıştır. Bu kaynaşma kültürü, çatışma ya da gerilimlerin çözülmesini, sönümlenmesini sağlamıştır.
3.Gerek nüfus, gerekse arazi bakımından 500 yıl içinde yörede en büyük köy olmasına karşın, Antakya başta olmak üzere kentle, ticaret ve ekonomik faaliyetlerle ilişkisi en geç gelişen köylerdendir. Örneğin, Hansuma (Kulaç) köyü Kışlak’tan küçük olmasına karşın, kentleşme, ticari ve ekonomik faaliyetler bakımından Kışlak’ın birkaç katı gelişkin bir köy olmuştur. Bunda da Osmanlı döneminde Hansuma’nın ticaret yolu üzerinde bulunmasının payı yüksektir. Köyün adında geçen “han” sözcüğü, bunun ipucunu vermektedir.
4.İşbölümü, toplumsallaşma sürecinde çok önemlidir. İşbölümü yapma, aldığı görev için çalışma, imece konularında, sürekli göçlerle oluşan bir köy olmasına karşın Kışlak’ın başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bunun eski ve tipik örneklerinden biri şöyledir: Havanın basık ve sesin çevreye yayılmadığı günlerde, iftarlarını açmak için bahçe damlarında bekleyen köylülere, ezanın okunduğunu haber vermek için birbirini duyacak mesafedeki damlardan “Ezan okundu!” diye bağırıp haberleşirlermiş.
5.Son yüzyıldaki özelliklerine bakıldığında Kışlak halkı, kadına verdiği değer bakımından yöredeki köylerin en önündedir. 100 yıl önce Çuhadar kızı Fatma Koca’yı muhtar yapmış bir köydür. 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye ilhakından itibaren kız çocuklarını en çok okutan köy olmuştur. 1960’lardan itibaren hemşire, ebe, öğretmen kadınlar iş yaşamına atılmışlardır.
6.Göçlerin sürekliliği ve aileler arası evliliklerin yoğunluğu nedeniyle zeka, eğitim, yaratıcılık ve yetenek bakımından gelişkin tiplerin ortaya çıktığı görülmektedir. Son yüzyıldan vereceğimiz birkaç örneği, başka alanlarda çoğaltmak mümkündür. Yalnız, bu örnekler, farklı coğrafyalardan, köylerden göçen ailelerin tüm çocuklarının gelişkin tip olacağı anlamına gelmemelidir. Kuşkusuz, tersi durumlarla da karşılaşıldığının örnekleri verilebilir. Burada önemli olan, gelişkin tiplerin büyük çoğunluğunun bu özelliklerinin bulunmasıdır.
İlk kadın muhtar Fatma Koca’nın babası Çuhadar’lardan ve annesi Hacı İbrahimgil’den (Varışlı) gelmedir. Hem biyolojik hem de kültürel melezlenmeye örnektir.
Köyde bir dönem yaptığı muhtarlığıyla ilkokulu inşa ettiren, bahçelere hayvan götürülmesini engelleyen Kara Cuma (Gündüz) da iki yönlü melezlenmenin çocuğudur. Baba tarafı Çöreki’den, anne tarafı Karaman’dan Kışlak’a gelmiştir. İki yeğenini Köy Enstitüsü’ne göndererek öğretmen yaptığı gibi, kız ve oğullarının öğretmen, mühendis, tekniker olmalarını sağlamıştır. Bunda farklı aileden ve Şakşak köyünden evlilik yapmasının da payı vardır.
Kışlak’ta üç dönem muhtarlık yaparak karayolu, içme ve sulama suyu, ortaokul kurulması ve elektrik projesinin kabulü vd. konularda köye önemli katkıları bulunan, aynı zamanda iyi bir mobilyacı olup müzik-resim sanatlarından anlayan Mehmet Yıldız da böyle bir melezlenmenin çocuğudur. Baba tarafı Avazlılar’dan, anne tarafı ise komşu köy Kandıl’dan(Aslanyazı) gelen Mıdracıgil(Özbay)’dir.
Babası Çuhadarlar’dan, annesi Avazlılar’dan olan Ali Çuhadar da gerek halk şairliği, gerekse tarım ve hayvancılıktaki maharetleri bakımından biyolojik ve kültürel melezlenmenin çocuğu olarak örnek gösterilebilir.
Köy Enstitüsü kökenli öğretmenlerden Ömer Yarar’ın baba tarafı Tıraşlılar’dan (Yarar), annesi Killi Hacılılar’dan (Gündüz) olup Almanya’da da öğretmenlik yaptığı bilinmektedir. Köy Enstitülü öğretmenlerden Mahmut Çetin’in babası Boğa Aligil’den Mehmet Çetin, annesiyse Şerif Yıldız’ın (İmam) kardeşi İzar’dır. Bir başka Köy Enstitülü öğretmen Şerif Döner’in babası Kemmungil’den, annesi Killi Hacılılar’dandır.
Kışlak’ta soyadları Yılmaz olan, halk arasında Keddenci denilen aileden Ahmet, Ali ve Mehmet Yılmaz, eğitmenlik kursuna katılarak çevre köylerin çocuklarının eğitilmesine katkıda bulunmuşlardır. Ahmet ve Ali Yılmaz’ın babaları Kışlaklı, anneleri ise Tumtum (Çabala) köyündendir. Keddenci Ahmet’in ilk oğlu Muhammed Naimi, Suriye ordusunda olmakla birlikte köyden yetişen ilk subaydır. Ali Yılmaz, Halaligil’den evlilik yapmış ve kızları Hatice Yılmaz, Kışlak’tan yetişen ilk ebe-hemşire olmuştur. Mehmet Yılmaz, aynı zamanda çok iyi bir yapı ustasıdır. O, Hallaçgil’den (Ezer) evlenmiş olup oğulları Ahmet Yılmaz, Kışlak’tan yetişmiş ilk doktordur.
Cumhuriyet döneminin ilk din adamları arasında yer alan, aydın kafası ve yüksek oktavlı sesiyle tanınan Şerif Yıldız’ın babası Avazlılar’dan, annesi ise Sürütme köyündendir. Ölünceye kadar Cumhuriyet gazetesini takip eden Şerif Yıldız, aynı zamanda dostluk kurduğu Sungur köyünden şair Kâmil Sarıateş’in kaleme aldığı “Mevlid”i en iyi okuyanlardandır.
Yeniliğe her zaman açık, köyün sorunlarının çözümünde özverili davranan, ilk suni gübreyi zeytin bahçesinde deneyen Abdusselam Şen de melezlenmenin örneklerindendir.
Kışlak’tan yetişen ilk öğretim üyesi olan Mehmet Şeren’in dedesi Aşık Hüseyin Avazlılar’dan, baba annesi ise Hisarcık köyündendir.
Bu çerçevede listeyi uzatmak mümkün ama örneklem açısından kendimden de söz etmek istiyorum. Edebiyat öğretmenliğim yanında Kışlak’tan yetişen ilk yazar, araştırmacı, belgeselci, hatta gazeteci olarak babamın Halalıgil’den, annemin de Avazlılar’dan olduğunu söylemeliyim.
Yeni kuşaktan değişik alanlarda yetenekleri, bilgileri ve yaratıcılıklarıyla bilinen başka kişiler de örneklenebilir. Bunlardan en tipik olanı, şimdilerde Eskişehir’de Cumhuriyet Başsavcılığı yapan Mehmet Özel’dir. Babası Kışlaklı Özeller’den, annesiyse Lobas (Yalaz) köyündendir.
Evet, her olguya bir bütünsellik içinde bakmak ve bilimsel yöntemle analiz-sentez yaptıktan sonra insanlığın gündemine sunmak, özellikle insanı-toplumu ve doğayı verimli kılacak politikalar geliştirmek önemlidir. Yukarıda bir köy örneklemesiyle açıklamaya çalıştığım “göç”ün sıçratıcı özelliğini, Kışlaklılar başta olmak üzere tüm insanların, kamu kuruluşlarının ve politika yapıcılarının bilmelerinde ve değerlendirmelerinde yarar olacaktır.
Yazar Hakkında / Müslüm Kabadayı
1960 Hatay-Yayladağı, Kışlak Bucağı doğumlu. Edebiyat öğretmeni. Gazete ve dergilerde çok sayıda inceleme-araştırma yazıları yayınlandı. Birçok kentte söyleşi, panel ve sempozyumlara katılarak bildiriler sundu. En çok “Emek Edebiyatı” üzerinde durdu. Suriye, Ürdün, Lübnan, ABD ve Almanya, İsviçre’de kültür-edebiyatla ilgili sunumlar gerçekleştirdi. 1999’dan bugüne yayımlanmış 15 kitabı bulunmaktadır.
Öyküler: Salkım Saçak Keldağ, Közlü Yürekler, Dirilten Duyunçlar, Çölüngelini, Çuhadaroğlu Kaplan
Günlükler: Suriye Günlüğü, Hastane Penceresinden
Antoloji: Hatay Halk Şairleri, Edebiyatta Hatay
Sözlük: Doğu Karadeniz Lehçeleri Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi
Bibliyografya(Kaynakça): Hatay Üzerine Bibliyografya Denemesi
İnceleme-Araştırma: Amik’ten Amanos’a Alkım, Her Yönüyle Kışlak, Edebiyat Aklanı, Hataylı İki Aşık: Kamil Sarıateş ve Osman Telli
Gezi-İnceleme: Sevda Kabadayı’yla birlikte Avrupa’nın Yüzleri
Yayımlanmış kitapları yanında ortak kitaplara da makale ve incelemeleriyle katkıda bulundu: Türkçenin Yurttaşı Nâzım Hikmet, Sosyalizm ve Eğitim, Köy Enstitülerinde Edebiyat, Çukurova Ödülü 2016: Mehmet Aksoy, Ali Yüce Kitabı, Sabahattin Yalkın Kitabı, Asi Gülüşlü.
Eposta: [email protected]