Yetmişli yıllardı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde kimya okuyordum. Köprübaşı’ndan Eskişehir Şeker Fabrikasına giden Sivrihisar Caddesinin üzerinde iş hanları vardı. Solcu derneklerin bulunduğu iş hanının köşesinden döndüğünüzde köprü ve onu geçince otogar karşılardı sizi. Tam köşedeki iş hanın altındaki geniş mağazada çeşitli makine ve ekipman, alet-edevat, otomobil yedek parçalarının yanı sıra makineleri döndüren geniş kayışların takıldığı tahta kasnaklar vardı. Kasnakları her gördüğümde annemin amcasına selam gönderirdim. Çünkü Türkiye’de ilk eklemesiz ağaç motor kasnağı yapan ve patentini alan kişiydi. Başka patentleri de vardı. Patentin önemini biliyordu. Kendisiyle gurur duyuyordum.
Elektrik motoru hem çok pahalı ve az bulunuyordu. Büyük makinelerde kullanılan kasnaklar geçmeli yapılıyordu ve Dayanıksızdı. Dedemin yaptığı motor kasnağı eksiz, tek parçaydı. Dayanıklıydı. Döküm ve metal puliler (kasnak) yaygınlaşana kadar müşterileri sıraya giriyordu.
Sanırım 1976 yılıydı. Tesadüfen geçtiğim gazete bayiinin önünde asılan (gazeteler o yıllarda yarım sayfası okunacak şekilde büfelerin önlerine asılıyordu) Günaydın gazetesinin baş sayfasında dedemin yaptığı bir makineyle çekilmiş resmi ve haberi vardı “Türkiye’nin ilk fındığı kabuğundan ayıran makinesi yapıldı”. Evet dedem yaptığı yeni makineyle haber olmuştu. Defalarca okudum ve arkadaşlarıma okuttum.
Güllece Köyünde doğan babam Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi. Alpagut ve Güllüce Köylerinde öğretmenlik yaptıktan sonra askere gitmişti. Önce Polatlı Tank Okuluna gitmiş, oradan Urfa’ya, sonra da Antep’e tayin edilmişti. Bizi de alıp oraya götürmüştü. 27 Mayıs Devriminden sonra Yenişehir’in Subaşı Köyüne Muhtar-öğretmen olarak atandı. Babam orada iki yıl kaldıktan sonra İnegöl’e tayin oldu. İlkokulu, ortaokul ve liseyi İnegöl’de bitirdim. Her yıl yaz tatil için Güllüce Köyüne giderdik. Giderken annem yanımızdaysa amcasına (Dedeme) muhakkak uğrardık. Üniversiteye gittiğim yıllarda o zamanlar Kasabanın çıkışında olan- şimdi tamirhanelerin bulunduğu Dana Çayırı Mevkiinde ki evine gitmiştim. Geniş bir bahçede küçük bir evi ve motor kasnak imalatını yaptığı atölyesi vardı. Atölyenin önünde sarmaşıkların sardığı bir kameriye, kameriyenin ortasında küçük bir havuz vardı. Burada dinlenir, piposunu veya nargilesini içer, dostlarıyla siyasetten, edebiyattan ve günlük hayattan bahsederdi. Politikayı sever, ülke sorunlarını konuşur ve çözüm üretirdi.
Kafkasya’dan sürgün gelen Çerkes Göçmenlerin kurduğu Güvem köyünde doğmuştu. Köyün ileri gelenlerinden Zekeriya Efendi’nin en küçük oğluydu. Küçük yaşta amcası Haşim Hocadan Kur’an okumayı, eski yazı yazıp okumayı, hesap yapmayı öğrendi. Babasının çiftliği Sarıkaya’da buzağı güttü, sığır sürülerine çobanlık yaptı. Tarla ve hayvancılık işlerini sevmedi. Çocuk yaşta, yanına köyden birini alarak Turfal Dağında ormanda takunya yapıp kasabada satmaya başladı. Köy dar gelmeye başlayınca (1930 yılından önce) 14-15 yaşlarında Turfal Dağı üzerinden Manisa taraflarına gitti. Mangal kömürü üretip İstanbul’a gönderen, İstanbul merkezli yabancı bir şirkette kâtip olarak işe başladı. Uzun boyu ve gelişmiş fiziğiyle yaşından büyük gözüküyordu. Okuma yazma ve hesap biliyordu. Eski yazıyla yazılmış Osmanlıca belgeleri okuyabiliyordu. Matematiğe yatkın kafası vardı. Girişkenliğiyle çabucak oradaki mangal kömürü üreten ocaklarda üretim ve sevkiyat sorumlusu oldu. İşleri tek başına yürütmeye başladı. Şirketin Manisa’daki en yetkili adamı oldu. Daha 16 yaşında Hüsnü Bey oldu.
Çok para kazanmışsa da aynı hızda harcadığı için para tutmamış. Köye askerlik çağı gelince dönmüş. Askerden gelince çeşitli işler yapmış.
Köyümüze Kurtuluş savaşı yıllarında Mehmet Akif Bey’in çıkardığı Sebil-ü Reşat Dergisi, İstanbul ve Bursa’da yayınlanan gazeteler geliyordu. Hüsnü Bey okumayı ve yazmayı severdi.
Köylerden yün toplayıp, köyün kızlarına yünleri eğdirip iplik yapmaya başladı İpliklerden aba kumaşı yapıp kasabadaki tüccarlara, pazarcılara satıyordu. Kirmenleri ve dokuma tezgâhları kendi yapmıştı. Daha sonra tezgâhlardan daha fazla üretim almak için elektriğe ihtiyaç duydu. Kasabada geniş bir ev kiralayıp köyden getirdiği kızlarla tezgâhları çalıştırdı. Aba kumaş dokudu.
Kasabadan Arnavut kökenli bir kızla evlendi.
Ağaçla yapamayacağım şey yok derdi. İki arkadaşıyla -birisi amcasının oğlu Rauf Okumuş – Turfal Dağında başladıkları ağaç eşya imalatını Bursa’da sürdürdü. Ellili yıllarda seri olarak yaptığı güzel takunyaları, komşu vilâyetlere gönderiyor, her yerde satılıyordu.
Daha sonra Kasabaya döndü. Burada, Dana Çayırı’nda kurduğu atölyede iş makinelerin kasnaklarını yaptı. Tek parça motor kasnağı ilk defa yapılıyordu. Buluşunun patentini alıp Türkiye’nin dört bir tarafına gönderdi. Oğluyla beraber çalışıyordu. Kazancı çok iyiydi. Büyük kızını evlendirdi, sonra oğlunu evlendirdi. Küçük kızını okutmayı çok istiyordu.
Hüsnü Bey bilgisi, kültürü ve ağır duruşuyla kısa zamanda Kasabanın ileri gelenleri arasına girdi. İyi bir hatipti. Siyasetten uzak kalamadı. Demokrat Parti listesinden milletvekili adayı göstermek istediler, kabul etmedi. Politik tercihini Rahmetli Osman Bölükbaşı’nın lideri olduğu Millet Partisinden yana kullandı. Bir yandan da kasabadaki kültürel faaliyetlere katkı koyuyordu. Öğrencilere oynamaları için oyunlar yazıyor, yönetmenlik yapıp rollerini nasıl yapacaklarını gösteriyordu. Sinema için senaryo yazdı. Senaryo tasarımlarını yaparken ‘’Bitireceğim deyip dişlerimi sıkmaktan dişlerime kan bulaştı’’ derdi. Bir sinema senaryosu için aldığı parayı aldığını söylüyordu.
Bana particiliği bırakmasını şöyle anlatmıştı; “Millet partisi Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine dönüştü.1963 de Alpaslan Türkeş kongrede partiyi ele geçirdi. Teşkilatları dolaşmaya çıkmış ve kasabaya parti binasına geldiğinde particiliği bırakmaya karar verdim” demişti.
Ender rastlanır bir insandı. Çok bilgiliydi, çevresine yol gösterirdi. Birçok problemi çözer, yardımcı olmak için gerekirse bunun için Ankara’ya giderdi.
İmalâta yatkın bir kafası vardı. Mustafakemalpaşalı tatlıcılara yardımı dokunmuştur. Tatlı imalatçısı Hüseyin ortalık Hüsnü Okumuşun yeğeni Mithat Okumuş’a şunları anlatmıştır; “Bir makine gördük, onun kopyasını yaptık. Kemalpaşa tatlısının hamurunu bölecek ve bölünmüş hamurları dönen tepsiye koyacaktı. Ancak makine bu işi yapmadı, gittik ona anlattık. Sanki makineyi o yapmış gibi sorular sordu. Sonra bize ne yapmamız gerektiğini anlattı. Onun dediklerini yaptık ve makine istediğimiz gibi çalıştı”.
Ağaç motor kasnağı Patent süresi dolunca başka üreticilerde bu alana girmeye başladılar. Ayrıca döküm kasnakların maliyeti düşmüş ve hızla yayılmaya başlamıştı. Motor ve transmisyon milleri döküm kasnağına (Puli) göre yapılmaya başlandı. Talep azalmaya başladı.
Motor kasnağı üretimi devam ederken, motor kasnağı imalat artıklarını değerlendirmek için; başka bir makine üzerinde çalışıp patentini aldı. İplik sarma makarasını seri ve kolay olarak üretimini sağlayan makine idi. Makaralar ağaçtan yapılıp satılıyordu ama işçiliği çok, enerji tüketimi fazla, seri üretim yapılamıyor, neticede maliyet yüksek oluyordu. Hüsnü Bey’in yaptığı makine seri üretim yapıyor, işçiliği ve enerji tüketimini azaltıyor, kârı yükselttiği gibi üretim miktarını da yükseltiyordu.
Bir müddet iplik makara makinesi yapıp satarken, iplik makarası da yaptı, sattı. Plastik makaralar yaygınlaşmaya başlayınca bunu da bıraktı.
Motor kasnağı talebi yavaşladığı sırada oğlu ayrıldı, İstanbul’a gidip kendine iş kurmuş, ayakkabıların ağaç topuklarının üretimi yapıyordu. Daha sonra büyük mağazalarda satılan tahta sandaletler imal etti.
Birkaç sene sonra Hüsnü Bey de Kasabadaki mal varlığını satarak İstanbul’a gitti. Oğlundan ayrı bir semte Büyükçekmece de yerleşti. Oğlundan ayrı iş kurdu.
Mobilya üzerinde çalıştı. Bu alanda da patentler aldı. Daha sonra buğday öğütmek için farklı değirmen icat etti ve patentini aldı. Yaptığı değirmen küçük ebatlı, kolay taşınabilir, masrafı az ama randımanı yüksekti. Büyük Çekmece tarafında değirmeni kurdu, köylülere buğday, mısır öğüttürüyordu.
İstanbul da iyi bir çevre edindi. Sık sık Marmara Kıraathanesine gidiyor, arkadaşlarıyla sohbet edip, dama oynuyordu. Burada tanıştığı insanlardan biri ‘’Mantar öğüten makine yapabilir misin diye sorar?’’. Dedeme öğütülmüş mantarın (Şişe tıpası cinsinden olan, ağaç mantarı ) akü imalatında nasıl kullanıldığını, ne kadar ince öğütülürse o kadar kıymetli olduğunu anlatır.
Hüsnü Bey, mantar öğütmek için özel bir makine yapar Hurda mantar öğütmeye başlar. Piyasada mevcut olanlardan çok daha ince öğütür. Akü imalatçıları bu durumdan çok memnun olurlar, fakat tüketimleri azdır. Daha sonra Mutlu Akü’ye müşterisi olur.
Böylece talep ile kapasite eşitlenir, Hüsnü Bey, oğlu ile konuşup, beraber çalışabileceği, oğlunun da kendi işini yapılabileceği büyükçe bir yer kiralamayı kararlaştırdılar. Hüsnü Bey bunun için kiralık yer aramaya başladı.
İstanbul’da Kumkapı’da büyük bir bina bulup, kiralar. Gece, eşi ve küçük kızı ile oğluna haber vermek için, Avcılarda oturan oğlu Ruhi’nin evine doğru yola çıkarlar. Yolda, asfalt üstündeki bir su birikintisinde araba kayıp korkuluklara çarpar. Sağ kapı açılarak ana-kız kafa üstü asfalta düşerler ve orada vefat ederler. Hüsnü Bey direksiyona tutunduğu için hafif yaralanır. (1984 yılı).
Bu kaza onu çok sarstı. Vefat edene kadar bu kazayı unutamadı. Çocukları da kaza için babalarını suçladılar. Büyük kızı babası ile hiç görüşmedi. Kazadan sonra kızı ailesiyle Amerika’ya yerleşti
Hüsnü Bey bu feci kazadan sonra yaşadığı evde duramadı, ev eşyalarını muhtaç olanlara dağıttı. Bir müddet oğlunun yanında kalır. Daha sonra Kumkapı da işyerinin bir bölümünü konut olarak kullanılmaya uygundu ve orada kalmaya başladı.
Tekrar evlendiyse de evliliği yürümedi, boşandı.
Mantar öğütme işine devam ediyordu. En önemli müşterisi Mutlu Akü idi. Mutlu Akü’nün sahibi zengin, krallar gibi, burnundan kıl aldırmıyor. Hüsnü Okumuş ise mucit, mantarı ondan daha ince öğüten yok, akücüler bana muhtaç, benim için dünya malı önemli değil diyor. Sonunda takışıyorlar. Bunun üzerine Mutlu Akü Amerika’dan gemi ile öğütülmüş mantar getirtir. İstanbul civarındaki akü imalatçılarına çok ucuza satar. Bunun üzerine Hüsnü Bey‘in mantar öğütme işi durdurur.
Hüsnü Bey bunun üzerine yaptığı makineleri seri olarak üretmeyi düşünür. Daha önce yaptığı ‘’Fındık soyma makinesi’’ ile ‘’fındık ayıklama makinesi’’icat edip patentlerini almıştı. Bunların seri imalatı için para yatıracak ortak arar. Ancak, bulduğu ortakla ayrıntılarda anlaşamaz.
Bu sırada Mutlu Akü’den tekrar bir teklif gelir, Amerika’dan öğütülmüş olarak aldıkları mantarı tekrar öğütmek isterler. Hüsnü Bey bu teklifi iyi bir fiyat ile kabul eder. Uzun bir zaman Mutlu Akü ye mantar öğütür.
Seksenli yılların sonunda Kumkapı’daki evine eşimle gittim. Evinin yakınında beyaz badanalı küçük ve sade kilise vardı. Kumkapı Ermenilerinin kilisesiymiş. Evinin temizliğine Ermeni bir kadın geliyordu. Kumkapı balıkçılık yapan Ermenilerin yaşadığı bir semtti. Bana “Zenginleri Yurt dışına gitti” demişti.
Atölyesinde yaptığı sedef kakmalı bir birinden güzel takımlar vardı. Hepsinin patentini almıştı. Birkaç büyük mobilya grubuyla tasarımlarım hakkında görüşüyorum demişti.
Atölyesinde, yaptığı değirmeni de gördüm. Bunda mantar öğütüyorum demişti. Yüzüne şaşkın şaşkın baktığımı görünce anlattı; “Akücüler öğütülmüş mantar kullanıyorlar, bu mantarlar onların istediği incelikte öğütülmüyor, ben öğütüyorum. Küçük üreticiler sürekli bana geliyorlar” demişti.
Geçen yıllar Hüsnü Bey’i yaşlandırdı, gücü, mukavemeti azaldı. Sık sık hasta olmaya başladı. Değirmenin yaydığı tozlar yüzünden nefes darlığı çekmeye başladı. Ölümü düşünüyor, “vakit geldi’’ diyordu. Ölümü bekleyeceği sakin bir yer aramaya başladı.
Bursa’ya gitti. Burada yeğenleri vardı. Şehrin havasını, ortamı sevmedi. Doğduğu Güvem Köyüne yerleşmeye karar verdi. Köyde anne tarafından akrabaları vardı. “Bir değirmen kurarsam oyalanırım, köylüye faydam olur” diye düşündü. Malzemelerini taşıdı. Bir değirmen kurdu. Yem öğütmek için çok faydalı oldu. Un için istediği randımanı alamadı, disk üzerinde değişiklikler yapması gerekiyordu. Güvem’in havası, sanki çocukluğundaki hava değildi, değişmişti. Hava sert gelmişti, çok zor nefes alıyordu. Yakındaki Dereli Köyü’nün havası daha iyidir diye aklından geçirdi…
Kepsut, Dereli köyünde teyzesinin çocukları ve baba tarafından akrabaları vardı. Balıkesir sanayisi sitesine ne yakındı. Zaman zaman Balıkesir de zaman zamanda Dereli köyünde kalırım diye düşünüyordu.
Dereli köyünde ev ve üretim yapmak için bir yer kiraladı. Un ve yem öğütmesi için değirmeni kurmaya yapmaya Acele edemiyordu, çünkü sağlığı da iyice bozulmuştu. Değirmen tamamlanmak üzereydi. Denemelere başladı. Çıkan tozdan ciğerleri etkileniyor, hastanede bir müddet kalıyor, tedavi görüyor. Balıkesir de oyalanıyor, tekrar Dereli ye gidiyordu. Hastane, Balıkesir ve Dereli arasında vakit geçiriyor.
Dereli köyünde evinde yatarken gece geç vakit kuvvetli öksürük ile beraber astım krizi geldi, teyze çocukları hastaneye, götürürler. 23 Ekim 1999 tarihinde hastanede vefat etti. Cenazesini Dereli köyüne getirirdi. Güvem, Soğucak, Dereli köylerinden çok sayıda seveni cenazeye katıldı. Akrabalarının Dereli köyü mezarlığına defnedildi. Ruhu şad olsun (1917-23.10.1999)