Halk İnançlarının Rize ve Yöresindeki İzleri Üzerine Bir Değerlendirme |
Halk inançları toplumda kabul gören ilahi dinin hükümleri ve öğretileri haricinde olan, fakat halk arasında oldukça yaygın bir şekilde yaşatılarak bir sonraki nesle aktarılan inanmalar manasında ele alınmaktadır. Toplumlar hayatlarını derinlemesine etkileyen âdet, inanç ve geleneklerini yeni bir dine veya kültüre girdiklerinde terk etmezler ve yeni dinin, kültürün özelliklerine eski âdet, inanç ve geleneklerini uydurmaya çalışır. Halk inançları toplumsal hayatımızda teknik gelişmelerden evlenmeye, doğuma, ölüme, sosyal hayatımıza kadar yaşamımızın her alanında kendine yer bulabilmektedir.[1]
Kalafat’a göre, Halk inançları tamamen din olmadığı gibi dinden de bağımsız değildir. Var olan dinlerin halka yansıması ya da dinlerin halk tarafından yaşam biçimlerine uygulanış biçimleridir. Bu durum sadece var olan dinler değil aynı zamanda mevcut olmayan dinlerin de etkilerini bünyesinde barındırmaktadır. Türklerin de dini Türklüğün tarih sahnesine çıkışı kadar eskiye dayanmakta ve ilk insanla birlikte inançlar da başlamıştır. Aslında Türklerin din ve inançlarının temelinde Tengri/Tanrı’nın var olduğu kültlerden meydana gelen bir sistemdi. Ulu Tanrı manasında Gök Tanrı inancının yanı sıra Türkler arasında Şamanizm de kendine yer bulmuştu. Büyücülük, falcılık, ruhçuluk manasını taşıyan Şamanizm temelinde bir din değildi.[2] Bu bağlamda bereket, uğur, tılsım, güneş, ay veya hurafe gibi kavramlar konuyu şekillendirmektedir.
Anadolu’nun her kesiminde olduğu gibi Rize ve çevresinde de halk inançlarının varlığı azımsanmayacak kadar çoktur. Bölge inançlar ve töresel değerler bağlamında toplumsal yapı özelliklerinin korumaktadır. Bölgede dine düşkünlük, halkın inançlara ve ibadetlere bağlılığı önemli seviyede kendini hissettirmektedir. Kapalı toplumsal yapı özelliğinden de dolayı düşünce kapsamında gelenekselliği ön plana çıkarmaktadır. Bu da beraberinde bir takım batıl inançları beraberinde getirmektedir. Özellikle kırsal alanlarla günlük hayatın belirleyicisi olan halk inançları oldukça yaygın bir biçimde karşımıza çıkmaktadır.
Ardeşen’in Büyük Yaylasında taşlarla çevrilmiş üstü açık ve yaklaşık on kişinin namaz kılabileceği bir mescid bulunmaktadır. Namaz kılındıktan sonra “Af ve Güneş duaları” yapılmaktadır. Bu yere Dua Tepesi denilmektedir. Bu tepeye giden yayla yolu üzerinde taşlar üzerinde insan ayak izlerine benzer şekiller bulunmaktadır. Bu ayak izlerinin “Peygamber ayak izleri”[3] olduğu düşünülmektedir.[4] Duanın şekli ve amacını bağlı olarak ihtiyacın mahiyeti belirlemektedir. Yağmur duası için Rize yöresinde eski zamanlarda Bubirdak düzenlenirdi. Bu uygulama Doğu Anadolu’daki Godi Godi veya Çömçe Gelin mahiyetli bir uygulamadır. Bubirdak merasimi münasebetiyle üzerinde durulacak olan konu, çocuklar, evlerden toplanılmış yağdan bir miktarcık sağa sola ve havaya atarlarken “Allah’ım yarın kırmızı güneş ver” demiş olmalarıdır. Burada çok ciddi bir inanç fenomeni dini tabakalaşma eski inanca son din olan İslam inancının içerisine yerleştirilmiştir. Bubirdak Allah inancının içerisine yerleştirilmiştir. Sağa sola yağlardan birer parça atılması görünmeyenlere od, yer ve ev iyelerine yapılan saçıdır. Bubirdak, Hemşin’de Ablik-Bublik olarak bilinmektedir.[5] Rize’nin yaylalarında karşımıza çıkan Güneş duası sistem ve karakter olarak Şamani bir uygulamadır.[6]
Eskiden köylerde Nevruz kutlamaları yapılırdı. Açık ateş yakılır ve herkes üzerinden atlardı. Bu kutlamalarda Lazca “kvari” adını verdikleri ekmekler yapılırdı. Her aile kendine özel bir ekmek yapardı. İçerisine de bir tane fasulye tanesi koyulurdu. Bu ekmekler ev halkı arasında paylaştırılır ve içerisinde fasulye tanesi olan parça ev üyesinden kime denk gelirse bir dahaki Nevruz’a kadar yıl boyunca evden bütün tohumları o çıkarırdı. Bu seçilen kişi tohumları evden bahçeye çıkarırsa bütün yıl bereketli olacağına inanılırdı. Ayrıca yakılan açık ateşten gelecekle ilgili de öngörülerde bulunurlardı. Ateş patlaması denilen olay gerçekleştiğinde havanın güneşli olacağını düşünürlerdi. Bu inanç bazı ailelerde hala yaşamaktadır. Bir insanın sırtının kaşınması ise yağmur yağacağına işaretti. [7] Türklerde ateşe bakıp kehanet etme geleneği çok eski bir uygulamadır. Türklerin büyük hükümdarlarının muayyen gününde yakılan büyük ateşte kurbanlar kesilir ve dualar okunurdu. Bu ateşten yükselen alevler yeşilimsi renkte olursa bereketli yağmur ve iyi mahsul olacaktır, alev kırmızı renkte olursa savaş olacaktır, sarı renkte olursa hastalık ve salgın olacaktır. Eğer siyah olursa hükümdarın ölümüne yahut uzak yolculuğuna işaret etmektedir.[8] Eski Türklerde de ateş kutsaldı. Yapılan dualarda Ocağın Sönmesin sözü de çok kullanılırdı. Bugün de Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi Rize ve çevresinde de Ocağın tüttürülmesine önem verilmektedir.[9]
Yörede güneş ile ilgili değişik bir uygulamaya sahip olduklarını bilinmektedir. Güneş tutulması esnasında tüfek, tabanca atılır herkes uyandırılır. Herkesin uyanıp dua yapması sağlanır. Cami hocaları dâhil herkes dua yapar. Amaç ise güneşin tutulmasını önlemektir. Yani güneşi kurtarmaya çalışırlardı.[10] Türk inanç sisteminde güneş, koruyucu vasfı itibariyle gök, ay ve yıldızlar gibi bir iye mevkiindedir. Hun çağından beri Türkler güneşi, Kün diye adlandırmıştır. Bugün ise gün anlamında kullanılmaktadır. Güneş tutulması sırasında göğe doğru tüfek, tabanca atılması, davul veya teneke çalınması, gürültü çıkarılması Türk inanç sisteminde görülen ak ve kara iyeler ile ilgili inançtan kaynaklanmaktadır. Güneşin yüzünü kara iyelerin kapattığına ve ışığın yeryüzüne inmesine engel olduklarına inanılır. Bu yüzden onları korkutup kaçırmak için bu yollar uygulanırdı.[11] Slavlaşmadan önceki dönemin Bulgarlarında, Kırgızlarda, 12. yüzyılda Kimeklerde de Kara Hitaylarda da rastlanması bu kültün Kimeklerle iç içe olan Kıpçaklar arasında da olabileceği inancını meydana getirmektedir.[12] Kıpçaklardan kalma olan bu inanç sistemine Trabzon ve Rize yaylarında rastlanmaktadır. Sistem ve karakter olarak Şamanizm’in bir unsurudur. Azerbaycan’da yapılan güneş duasına da benzemektedir.[13]
Bazı kutlu mekânlar vardır bunlar çok kere yerleşim yerlerinin dışında olurlar. Bunlar mezar olarak bilinirler ama mezar değillerdir. Çok kere taş yığını şeklindedirler. Alevi inançlı İslam kesimde bunlar Dede Ayağı, Dede Durağı, Dede Yatağı olarak bilinirler. Dedenin burada soluklandığı gibi inançlar vardır. Defineciler bunları eşerler, altından kemik dâhil hiç bir şey çıkmaz. Bunlar Bozkır İnanç kültüründe, Altaylarda Ovo/Oboo olarak bilinirler ve bu taşlar inananların yaptıkları taş saçılardan oluşur.[14] Orta Asya’da ve Türklerin yaşadığı birçok adak bölgeleri taş yığınlarından meydana gelmektedir. Özellikle de dağ geçitlerinden ve dağ bellerinde geçen yolcuları buralara bir kazaya, bir felakete uğramamak için yol ve geçit iyelerinin gönüllerini hoş etmek için bir taş parçasını oraya bırakırlardı. Kıpçak mezarları üzerinde yoğun olarak görülen Balballar da kutsallık atfetmektedirler.[15]
Rize ve çevresindeki ailelerde yaşlılara hürmet etmek önemli olarak görülen bir davranış biçimidir. Her sülalenin önde gelen saygın kişileri bulunmaktadır. Bu kişiler genellikle en yaşlı, en tecrübeli veya en bilgili insanlardır. Aileler; evlenme, hudut davaları, kız kaçırma, arazi paylaşımı gibi mevzularda bu yaşlıların bilgisinden faydalanır. Bu ve buna benzer konularda yaşlıların vermiş oldukları karara saygı duyulur ve verilmiş olan karara uyulur. Bilgisine başvurulan insanlar genellikle erkekler olur. Kadınların bu tür durumlarda pek söz hakkının olmadığını görmekteyiz. Bunun yanı sıra erkeklerin ön planda olduğu bir başka durum ise erkeklerin soyu devam ettirdiğine inanılması ve ona göre davranılmasıdır. Erkek çocuğu olmayan aileler toplum tarafından yadırganmaktadır. Bir kadının ne zaman ki erkek çocuğu olursa o zaman tam manasıyla yuvasını kurduğuna hükmederler. Erkek çocuklar doğduğu zaman Hekike/Akîka[16] dedikleri Allah’a şükür mahiyetinde kurban kesilir.[17]
Su ve ekmeğin kutsiyeti tüm Türk Dünyasında ortaklık arz eden bir kültür değeridir. Azerbaycan ve Kuzey Mezopotamya’daki su ve ekmekle ilgili tespitler Anadolu’da da yaşamaktadır. Ekmek üzerine yemin ederler. Ekmeği temiz yere koyarlar, ayakaltına almazlar, yerde görenler kaldırıp üç kere öper göz üstüne koyarlar. Ekmeğe haram katmazlar. Ekmeği sofraya erken getirirler. Korkan adama su içirirler. Kötü rüyayı sabah erkenden suya anlatırlar. Yola çıkanın ardından su atarlar. Suya ve ekmeğe ant içerler.[18] Bütün bu özellikler Doğu Karadeniz halkında da var olmasının dışında, sofrada ekmek kırıntıları bırakmamanın doğacak çocuğun renkli gözlü olmasını sağladığı düşünülür.[19]
Hastalıkların çözüme kavuşturulmasında veyahut bedensel engelli olan bireylerin iyileştirilmesi, bir şeyden ani bir şekilde korkulması, yaşı geçen insanların evlenememesi gibi sorunlar karşısında tedbir veya çözüm odaklı başvurulan yol üflemedir. Peri veya cin çarpması şeklinde de yorumlanan bu inanç şekillerinin üfleme yolu Esi Türklerin de özelliklerindendir. Şamanların okuyup üflemesi ile hastalıkların kovulduğuna inanılırdı.[20]
Bölgede, yeni doğan çocukların kırkı çıkana kadar, çocuğun kötülüklerden korunması için yastığının altına “köpek pisliği, nane[21] ve bıçak” koyulur.[22] Doğum esnasında inanılan bazı dini uygulamalar eski inançların bakiyeleridir. Bazılarına ise halkımız İslami giysiler giydirmiştir. Bunların bir bölümü doğum yapan anne ile bebeğin korunmasıyla alakalıdır. Korunmak için demir, bıçak, maşa, süpürge, taş, kaya, su ve ateşten medet umulur. Bunlar Türklerin ilk inanç sistemlerinden olan Gök Tanrı inanç sisteminde birer Kutsal Kültürler Korunma, alkarısı, karakura, cin gibi görünmeyen ve fenalık yapabileceklerine inanılan güçlere karşı yapılır. Kişioğlundan kaynaklanan ve zararlı olabileceklerine inanılan kuvve doğum sonrası için de söz konusudur.[23]
Çocuğun çarpılmasını önlemek için, kırkı çıkana kadarki süreçte gece yıkanılan çocuğun suyu dışarı dökülmez. Suyun dökülmesi için günün aydınlanması beklenir. Bunlara ilaveten çocuğun basılması olarak adlandırdıkları çocuğun yürüyememesini engellemek için ise çocuğun kırkı çıkana kadar kurban etinin eve girmesiyle çocuğun üç kez havaya kaldırılması dikkat çeken diğer bir inanç şeklidir.[24] Kırk inancı Türk halkları ve birlikte yaşadıkları diğer halkların arasında çok yaygındır. Tasavvuf bilgileri, ana rahminde bebeğin oluşumu, doğumdan sonraki ruhi oluşum süreci, ölümden sonra ruh-beden-âlem ilişkileri itibariyle açıklık getirilen bir konudur. Kırk, Kırklı ve Kırkın çıkarılması ile ilgili birbirini tamamlayan çok sayıda inanç ve uygulama vardır.[25] Kırklı kadının bulunduğu eve daha ziyade odaya çiğ et, dışarıdan getirilmiş etin sokulmaması Özbekistan Türklerinde de vardır. Et getirilme zarureti varsa, et ilkin yere konulur. Kırklı çocuk evin üst başına götürülür ve yukarıya kaldırılır. Böylece etin çocuğu veya annesini basması önlenmiş olur. İnanca göre, bütün canlıların doğum münasebeti ile Kırk’ı vardır. Kırkların karışması bebeğe zarar verebilir.[26] Yaşar Kalafat’ın Doğu Anadolu’dan yaptığı tespitte bebeğin kırkı çıkarılırken bilinen birçok hayvanın ismi sayılarak kırklarının karışmaması istenir. Ek olarak kırkı çıkmamış bir bebeğin rahatsızlığının giderilebilmesi için sağaltıcı kadının tedavi süresinde birçok hayvanın ismini söyleyip onları adeta sesleri ile taklit ederek dua ettiğini kendi ailesinde tespit etmiştir.[27]
Eskiden yeni doğan bebeğin ilk banyosu yapılırken göğüs uçlarına ve göbeğine, su alıp yara olmaması için tereyağı sürülürdü. Ondan sonra bebek yıkanırdı. Bebek üç aylık olana kadar her gün sabah akşam iki kere yıkanırdı. Üç aydan sonra ise iki veya üç günde bir yıkanırdı. Çocuk suyla büyür anlayışıyla bu kadar sık yıkanırdı. Bebeğin göbek bağı ise bir haftalık olunca düşerdi. Kopan göbek bağı eğer uzağa gömülürse kadın geç hamile kalır, yakın bir yere gömülürse de erken hamile kalacağına inanılırdı. Ayrıca bebeği ilk beşiğe yatırmadan beşiğe, erkek çocuklarının sayısının artması için bir miktar yani bir avuç kadar fındık koyulurdu. Çocuk kırk günlük olana kadar da anne saçının kesilmemesi günah sayılırdı. Bu uygulamalar günümüzde genç nesiller tarafından uygulanması az olan inançlardır.[28] Saç, Türk kültüründe herhangi bir kıl olmaktan farklı bir mana taşımaktadır. Doğumdan evvel oluşan ve bebekle birlikte gelen Karın saçı, ilk saç tıraşında yapılan Saç toyu saçların taranma şekli ile sahibinin medeni haline dair verilen mesaj, dökülen tarak artığı saçların saklanılması, saç kılından hareketle büyü yapılması ve benzeri inanç ve uygulamalar saç etrafında bir inanç yumağı oluşturmuştur.[29]
Türk hayatının neredeyse her döneminde ad kazanma ve ad alma işlemleri önem teşkil eden bir meseledir. Şartları çerçevesinde meydana gelen anlayışların, inançların, davranış biçimlerinin yarattığı işlemlerin çoğunluğu, yakın zamana kadar hayatımıza yön veren önemli bir anlayış konumunda olmuştur.[30] Çocuklara ad, kulağına Ezan okunarak ve üç kez adı söylenerek verilir. Çocukların adının belirlenmesini genelde kaynana veya kayınpeder yapar. Bunların belirledikleri adlar konulur. Bu adlar da genellikle büyüklerinin adını yaşatmak amacıyla konulmaktadır. Yani yeni ölen dedesinin veya babasının, annesinin ve büyükannesinin gibi birinci dereceden yakınlarının adı tercih edilmektedir. Bu adlar dönüşümlü şeklide yaşatılmaktadır.
Çocuğa ad verirken bu adın çocuğa hayırlı olup olmaması da düşünülmektedir.[31] Bölgede zamanı geldiğinde yürüyemeyen çocuk için basılmış olabileceğini düşündüklerinden İsmin çocuğa gelişmediği tabiri kullanılmaktadırlar ve verilen ismin çocuğa iyi gelmediği düşünülmektedirler. Basılmış çocukların düzelmesi için çocuklarının adları değiştirmektedir. İkinci adlar verilirken tanınan, sağlıklı, güçlü, kuvvetli, örnek alınan insanların adlarını vermeye dikkat edilir. Bu sadece yürüyemeyen çocuklar için değil devamlı olarak hastalık geçiren, dili tutulan çocuklar için de geçerlidir.[32] Anadolu ve Balkanlar Türk halk sufizmine göre, çocuklara iki ad verilmesi onları büyüden korumaktadır. Büyü yapıldığı zaman birinci ad büyü kapsamına girmektedir. İkinci ad ise büyünün etkisini gidermektedir. Büyüden korunmak için adın ebcetinin yüksek olması gerekmektedir. Fal münasebetiyle açıklandığı gibi büyü halk inançlarının araştırma alanına girmesine inanç muhtevalı olmasına rağmen, büyü din değildir. Dinin koruyucu ve şifa verici gücünden büyüye karşı ve büyünün tahribatlarına karşı istifade edilmektedir.[33] Günümüzde Rize ve çevresinde de sıklıkla rastlanan, okunmuş pirinç, tuz, şeker ya da benzeri yiyeceklerin yenilmesi, yutulması, muskaların giysilere iliştirilmesi, duaların yazılı olduğu kolyelerin, yüzüklerin takılması vb. inanmaların birer “temas büyüsü” uzantısı
olduğunu düşünebiliriz[34]
Çocuğun ilk çıkan dişini gören her kim ise, çocuğa hediye vermek zorundadır. Bu hediyenin ne olacağı, veren kişiye bağlıdır. Bu hediyeler, çocuğa yakınlık derecesi veya kişinin maddi durumuna göre değişmektedir. Verilen hediyeler altın, kıyafet, para veya oyuncak gibi şeyler olabilmektedir.[35] Doğu Anadolu’da bu uygulama Diş Hediği şenlikleri ile yapılır. Komşular hedik yemeğe davet edilir ve çocuğa hediye alınır. Adet çocuğun dişini ilk görene hediye alınması şeklindedir.[36]
Türk toplum hayatında evlilik, çocuk sahibi olmak önemli kurallar arasında sayılmaktadır. Ev-bark sahibi olarak başlatılan itibarlı dönem, çocuk sahibi olunarak daha da ehemmiyetli bir hal almaktadır. Türk hayatının her dönemine yön veren inançlarımızın rolü devamlılığını sürdürmektedir. Evlilikte Ak ve Kara iyelerin, ata ruhlarının, ev iyelerinin ata ruhlarının, eş bulmada, iyi bir ocak sahibi olmada etkili oldukları inancı günümüzde de mevcudiyetini devam ettirmektedir. Bu inançları nişan, düğün, zifaf ve evlilik sonrası dönemlerde karşımıza çıkmaktadır.[37]
Evlilik yaşına gelmiş bireylerin evlendirilmesi kararı anne-babanın veya ailenin büyüklerinin kararı doğrultusunda gerçekleşirdi. Bu evlilikler eskiden bazı kesimlerde Başlık Parası karşılığında yapılmaktaydı. Hatta kızın güzelliğine göre bu paranın miktarı artmaktaydı. Başlık Parası adı altında sadece nakit para değil, toprak, hayvan veya altın verilebilmekteydi. Bu tür evliliklerin yanında bir de menemdi dedikleri değiş tokuş şeklinde de evlilikler yapılmaktaydı. Bu evlilikte, kız verilen aileden kız alınıyordu. Ancak bu uygulamaların günümüzde etkinliğini yitirdiği görülmektedir.[38]
Rize merkez ilçede ve bazı kesimlerde koca evine gitmek için baba evinden çıkan gelin yolda delikanlılar tarafından gerilen ip veya sırık uzatılıp kesilmesiyle bahşişin de alınmasıyla açılır, bahşişi alan genç havaya ateş eder.[39] Bu havaya ateş atma bazı yörelerde gelin baba evinden çıkmadan ve koca evine girerken geline de yaptırılmaktadır. Ardeşen ve Fındıklı gibi bazı kesimlerde de gelini odadan çıkarmadan önce sandığının üzerine genellikle çocuk olmak üzere biri oturtulur. Sandığın üzerine oturan kişiye para verilmeden sandık üzerinden inilmez. Buna Sandık Hakkı denir. Daha sonra ise gelin evden çıkarılırken bıçak, kılıfına dualar eşliğinde üç kez sokulup çıkartılırdı, sonra da bıçak yedi kat iple bağlanır, ertesi gün düğümler açılır. Bunu yapmalarındaki amaç ise bağlanmayı önlemektir. Daha sonra evden gelini çıkarmadan önce kapı önünde durulur ve gelin çıkarılmazdı. Kapı Hakkı denilen para istenir, para verilirse gelin kapıdan çıkarılır. Bunu varsa kızın ağabeyi, yoksa da kızın dayıları veya yakın akrabalarından biri yapar. Gelinin yolu üzerine halılar serilir, gelin onun üzerinden geçer. Gelin, baba evinden çıkarılırken inançları gereği bazı uygulamalarda bulunulur. Gelin ve damadın bağlanmasını önlemek amacıyla gelin evden çıkarken yolu üzerindeki bütün sular kaldırılır veya kapların içindeki sular boşaltılır ve kaplar ters çevrilir. Bu sular birbirine karışırsa yani birbirinin üzerine dökülürse bağlanma olur. Sular birbirinin üzerine dökülmesin diye boşaltılır.[40] Ayrıca uzun bir yola giden insanların ve askere gidenin arkasından da su gibi ömrü olması istenerek su dökülür. Yaşar Kalafat’a göre, uğurla yola konulmak istenilen kimsenin ardı sıra ayna tutulur, su dökülür ve yolun açık olsun denirdi. Su halk kültüründe aydınlık anlamındadır. Bütün suların gelinin ardı sıra dökülmesi başka bir haneye, ocağa gittiği için evinden tamamen ayrıldığı için yapılmış alabilir. Bir kimsenin ardı sıra dökülen bütün sular da ona aydınlık dilenmiş anlamına gelebilir.[41] Bazı ailelerde de gelin, evin damlasından yani evin sınırlarından çıkınca Damla parası alınır. Kızı buraya kadar getiren ağabeyi veya yakın akrabaları, gelini erkek tarafına teslim eder. Bu teslim etme esnasında da Kolçırası denilen para alınır. Eğer gelin, evlenmek istemezse yani verdikleri adamda gönlü yoksa razı değilse damadı bağlamak amacıyla evden çıkmadan kimse görmeden giydiği içliğin ipini söküp bağlar. Bu başka bir iple de olurdu. Böylelikle damat bağlanır. Düğüm çözülmedikçe damat bağı kalır. Bu bağlanma olayını çözmek için de hocalara gidilir. Bu iple bağlamanın kendiliğinden etkisini yetirmesi ise yedi yıl sürer.[42] İplikle ve düğümle bağ büyüsü yapmak Türk Kültürlü halklarda çok yaygındır.[43]
Sıkça değindiğimiz bağlama veya bağlanmak, kavramları bekâr kızların kollarını göğüs altında bağlamasının kısmetlerini kapatacağı ve uğursuz sayıldığı konusunda da karşımıza çıkmaktadır. Bağlama bir büyü türüdür. Gelin ve damat bağlanırlar. Kötü niyetliler onların mutlu olmamaları için onları bağlarlardı. İyi niyetliler de onları kötü niyetle bağlamaya karşı korumak için bağlarlardı. Bağlama sadece gelin ve damat için olmaz, hastalık da bağlanır, çok bozuk havalara yol açan faktörler de bağlanırdı. Bağdan korunma ve kurtulma yöntemleri vardı.[44] Rize ve yöresinde kurban bayramlarında eve etin getirileceği vakitlerde loğusa veya bebek üç kez havaya kaldırılmaktadır. Çünkü kurban etinin basacağına inanılmaktadır.
Bağlama veya bağlanmanın yanı sıra ters ile ilgili bazı inançların da mevcut olduğu görülmektedir. Küçük çocuğun bacaklarının arasından arkaya doğru ters bir şekilde bakması birinin öleceği manasına gelirken, giyilen kıyafetin ters olması işlerinin olumsuz anlamına gelmektedir. Ayrıca, kız istemeye gidildiği zaman kız tarafı kıyafetleri ters giyerse kızı vermeye gönüllerinin olmadığının işaretiydi.[45] Cenazelerde kara elbiseler giyinilir, bazen de kıyafetler ters giyinilirdi. Bunlara ilaveten sabahları önemli bir iş yapmaya gidilirken veya yolculuk yapmak için evden çıkılırken karşımıza çıkan kişi erkekse işlerin yolunda gideceği, eğer kadınsa işlerin ters gideceği inancı mevcuttur. Kısmen de kara kedinin görülmesinin uğursuzluk getirdiğine inanılır. Herhangi biri bir yere giderken kara kedi ile karşılaşırsa uğursuzluk ihtimalini ortadan kaldırmak için kişi kendi saçını tutmaktadır.[46] Kara kedi Türk kültürlü halkların genelinde uğursuz olarak kabul edilmektedir ve “aralarına kara kedi girdi” deyimi bunun iyi bir misalini teşkil eder. Kara dedi Halaç Türklerinde de uğursuz sayılmaktadır.[47]
Yaz aylarına girerken Nisan ayında Kuku kuşunun kuku kuku şeklinde ötmesiyle[48] birlikte toprağa ekinler ekilmeye başlanır. Bu kuku sesini açken duyan insan bu kuşa yenilmiş olur ve bir yılı halsiz ve hastalıklı geçer. Eğer tokken duyulursa kuşu yenmiş olursun, bir yıl çok güzel ve sağlıklı geçer. Bu olaya da Kuş yenkmesi adı verilir. Şükür’ün simgesi veya nazarın değmesini önlemek gibi amaçlarla geyik, koyun, keçi gibi hayvanların kafatasları evlerinin önüne daha doğrusu evin giriş kapısının üzerine asılır. Ayrıca nazardan korunmak için yumurta kabuklarının asıldığı da görülmektedir.[49]
Baykuş kimim evinin önünde sert bir şekilde üç kez ötmesi o evden birinin ölmesi manasındadır.[50] Bu kuş böyle öttüğü zaman onu oradan kovmaya veya öldürmeye çalışırlar. Eğer öldürülürse ölüm atlatılmış olur yani kimse ölmez.[51] Sürmene yöresinde Baykuş de vik-vik diye öterse hamile kadının bebeği kız olurmuş, hu-hu diye öterse de erkek olurmuş. Baykuş, Türk kültür coğrafyasının bir kısım Kıpçaklar hariç diğer yörelerde uğursuz sayılmaktadır.[52] Bundan başka hamile kadın ciğer yedikten sonra vücudunun herhangi bir yerine elini yıkamadan sürerse çocuğun aynı yerde leke olacağına inanıldığı gibi hamile kadının da kurban kesmesinin hayırlı olmadığına inanılmaktadır.[53]
Baykuş’un uğursuzluğunun yanı sıra Köpeğin[54] kurt gibi uluması iyi da karşılanmaz. Köpek kimin evini önünde veya kimin arazisinin üzerinde kurt gibi ulursa o aileden birinin öleceği manasını taşımaktadır.[55] Kamizmde angır diye bilinen kuş kutsaldır. Öterken ağlar gibi ses çıkarır, avlanılmaz ve eti yenmez. Öldürülmesi halinde bir felaketin olacağına inanılır. Köpeğin uluması gözüne kötü ruhların görünmesi sebebiyledir. Bütün köpeklerde kötü ruhları görme hassası yoktur. Sadece alnında Görmekçi denen iki beneği olan köpekler bu kara iyeyi görür ve görünce ağlarlar.[56] Anadolu’da köpeğin kurt gibi uluması iyi sayılmaz. Alevi inancında da köpeğin uluması ölüm geleceği manasını taşımaktadır. Şırnak Tatarlarında köpeğin bir evin yanında kurt gibi uluması o evden bir cenaze çıkacağı anlamındadır. Böylelikle hayvanattan bazılarının değişik organları vasıtasıyla insanların görmedikleri, sezemedikleri bazı şeyleri görüp sezebildikleri anlaşılmaktadır. Adeta görünmeyeni görme veya geleceği okuyabilme gibi yetenek veya özellik söz konusudur.[57] Kuzey Kafkasya’da Kumuk ve Avar gibi Türk kültürlü halklarda da köpeğin kurt gibi uluması ölüm haberi olarak algılanmaktadır.[58]
Ayrıca Lipardi veya Pardi denilen dişi çakalın da kurt gibi uluması ölüm anlamına gelmektedir.[59] Doğu Karadeniz halk kültürü Türk kültürlü halkların çeşitlilikleri itibariyle adeta Türk kültürünün çok kültürlülüğünü yansıtır. Kıpçak ve Oğuz halk kültürünün esasta fazla farklılık arz etmeyen birlikteliğini görmek mümkündür. Kırım Türkleri genelinde köpeğin kurt gibi ulumasının uğursuzluk olduğu inancı çok yaygındır. Yol gösterici ve geleceğin iyi haberlerinin müjdeleyicisi olarak bilinen kurdun, kendisini ifade ediş şeklinin, köpek tarafından isteyerek veya istenmeyerek taklit edilmesi halinin, uğursuzluğa yol açtığı şeklinde yorumlanmasıdır.[60]
Derelerin üzerinde veya kenarlarında, evinin damlalarının bulunduğu yerlerin üç harflilerin evlerinin veya sofralarının olduğuna inanıldığı için buralara idrar yapılmaz. Ayrıca gece de dışarı idrar yapılmaz. Eğer idrar yapılırsa tu tu tu denilerek oraya tükürülür. Eğer bu yapılmazsa insanın çarpılacağına inanılır. Ayrıca yeni evlilerin 40 güne kadar gece evden çıkması sonucunda da çarpılma meydana gelirdi. Eğer çıkarlarsa da dualar eşliğinde çıkılması gerekir.[61]
Bunlardan başka yörede nazar ile ilgili bir takım inançlara rastlanılmaktadır. Nazardan korunmak için çocuklara veya güzel genç gelinlerin yüzlerine kömür sürüldüğü görülmektedir. Yeni doğum yapıp bol süt veren ineklerin süt kabına da bir parça kömür atılır. Nazardan korunmak için muska da yapıldığına denk gelinmektedir. Bir evde bir camın veya bir bardağın kırılması ise nazarın çıktığı şeklinde algılanmaktadır.
Bundan başka muska ve muskacılık özellikle kadınlar arasında oldukça yaygın bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. Nazardan korunmak için yapılan muskaların yanı sıra büyü muskası, bağlamak için muska, hastalıklardan korunmak için muska, muhabbet muskası, vahşi hayvanlardan korunma muskası, kaybolan malların bulunması muskası, iki insanın arasını yapma veya bozma muskası, bir takım hastalıkların şifası için yapılan muskalar, evlenemeyenler veya çocuğu olmayanlar için yapılan muskalar halk arasında oldukça yaygındır.[62] Rize’de çocuk doğduğu zamanlarda cinden periden korunması için de muskanın yapıldığına denk gelinmektedir.[63]
Çayeli yöresinde Salı ve Cuma günlerine ilişkin bir takım inanışlar mevcuttur. Salı gününü uğursuz görürler ve bu nedenle bu günde önemli bir işe başlanmaz, yola çıkılmaz, çocuğun kan dökücü olacağına nedeni ile hamile kalınmamaya dikkat edilir. Cuma günü de hayırlı gün olarak kabul edilir. Bir bebeğin Cuma gün doğması ve ya birinin bu günde vefat etmesi hayırlı karşılanmaktadır.[64]
Türkçede yas âdeti içinde değerlendirilen ölü gömme törenine yuğ ve bu törende söylenenlere ağıt denilmektedir. Ancak bunu yerine, ağıtmak, ağıtlama, ağat, ağut, avut, deme, deşek, deyiş, diyeşek, mersiye, sagu, sağı, sağunç, savu, sayma, şivan, türkü, yakım, ağıt etmek, ağıt düzmek, ağıt havası, ağıt koparmak, ağıt söylemek, ağıt tutmak, ağıt yakmak, ağıt yapmak, ağıt yitirmek, bayatı söyleme, sağu kılmak, sağu sağma, sağı sağmak, şivan etmek, yakım yakmak, yas çağırmak, yas etmek, yas kaldırmak gibi kelime ve deyimler kullanılmaktadır.[65] Türk kültüründe yasta sesli ağlamak Gök Türk çağına kadar uzanmaktadır. İslamiyet fazla abartılı ağlamayı İslam olarak kabul edip onaylamamıştır. Türk kültürlü coğrafyada ağlamak, ağlayarak ağıt yakmak, ağıt-destanlar meydana getirmek, ağlama merasimine yuğ ve ağlamayıcı kafiyeli ve coşkulu hale getirmeye sığıtcı denilmektedir. Ancak Rize yöresinde bu tabire henüz bir mana verilememiştir.[66] Ele aldığımız bu ailelerde sesli ağlamak Lazca okoresğu kelimesinin Türkçe karşılığı sayma/sayı yapmak/sayı kurmaktır. Günlerce sesli bir şekilde ağlanır. Bu ağlamada ölen kişi hakkındaki fikirler, yaşarken yapmış olduğu şeyler, ölmesiyle insanlara ne gibi üzüntüler verdiği gibi konulara yoğunlaşır. Genellikle ölen insanın birinci dereceden akrabaları olan kadınlar tarafından yüksek sesle gerçekleştirilir ve sırayla yapılır. Hatta bu ağlama şekli sonraki kuşaklara kalsın diye küçüklükten beri kızlara öğretilmektedir. Bu şekilde ağlanılmayan cenaze törenleri yadırganmaktadır.[67] Anadolu’nun çoğu kesiminde ölü başında taziyeyi makamla zikrederek ağlamak âdeti ağıt kelimesiyle zikredilmektedir. Bu yörede ise sayı ismi ile telaffuz edilmektedir. Bu değişiklik, eski Türklerde ölü başında makamla mezayasını sayarak ağlamak anlamına gelen sagu[68] kelimesinin sayıya dönüşmesi ile meydana gelmiştir. Bu da eski Türklerin bu yörelerdeki etkileri olarak görülmektedir.[69] Üzüntüyü belirtmenin diğer bir şekli de ölen insanlara ait eşyaların atılması veya kırılmasıdır. Ertesi gün ise bu kırılan şeylerin yeri doldurulur, atılan eşyalar geri getirilir. Ayrıca, ölen insanların bazı şahsi eşyaları yakınlarına verilmektedir. Eşyaları alan insanlar bu eşyaları gördükçe ölüyü tekrar anmaktadır ve rahmet dilemektedir.[70] Tul inancı, mitolojik derinliği olan geniş bir konudur. Ruh ve ruhun ölümsüzlüğü içeriklidir. Dul olma ile ilişkilendirilebilirken halk inanmalarında ölen kimsenin bazı eşyaları etrafında, çok yakınları tarafından yasın yenilenmesi olarak açıklanabilmektedir.[71]
Herhangi bir aileden bir ölmüşse, o aile bir süre eğlencelere gitmez, sesli gülmez veya etrafındakiler de aynı şekilde davranır. Ölenin ailesine saygısızlık yapmamak için bir süre bu tür davranışlar yapılmamaktadır. Ölenin ardından, defnedildikten sonra hatırlamak ve öbür dünyada rahat etmesi için, ölümünün üçünde, kırkında ve yıldönümlerinde ölüyü anma günleri olarak mevlid yapılmaktadır. Bu mevlidlerde mevlid şekeri dağıtılmaktadır.[72] Doğum anlamına gelen Mevlid’in cenaze sonrası yapılıyor olması tezat gibi görünse de Türklerin yuğ törenlerinde verilen yemek gibi İslami bünyeye bürünmüştür. Yine bunlar içinde Türklerin eski Şamanizm inançlarından, kansız kurban geleneklerinden biri olan saçı, ölünün ardından okunan mevlid töreni gibi İslami bir gelenek olarak düşünülmektedir. Mevlit töreni esnasında çeşitli otların bekletildiği su, dinleyicilere serpilmekte ve buna saçı denilmektedir. Bunun dışında mevlidlerde mevlid şekeri olarak ayrı bir ad alan şekerlerin de bu törenlerde dağıtılması bir saçıdır. [73]
Bazı ailelerde ölen insanların günahlarının hafifleyeceği inancıyla para dağıtılır. Ölen bir kimse için dağıtılan paraya Isgat[74] denilmektedir. Nitekim ölünün odasına su serpilir ve bazı önemli eşyaları yakınlarına dağıtılır. Ayrıca ölen insanın kullandığı sabunun kullanılması da uygun görülmez. Çünkü sabunu kullanan insanın erken yaşlanacağına inanılır.[75] Yaşar Kalafat’a göre, Türk kültürlü halklarda cenaze evden çıktıktan sonra, onun yıkandığı suyu kaynatan kazanda su bırakılmaz hatta evdeki bütün sular dahi dökülebilmekteydi. Ev temizliği yapılırken evin belirli bir seviyede duvarları da silinirdi. İnanca göre ölüm meleği bu suda kılıcını yıkayabilirmiş veya ölüm meleğinin kılıcından sıçrayan kanlar bu suya gelebilirmiş. Bu itibarla suların dökülmesinin gereğine inanılır.[76] Ölü toprağa hasrettir diye ölen insan ilk üç gün içinde akşam olmadan gömülür. Yaşar Kalafat’a göre ölünün gece defnedilmemesi adet ve inancı Türk kültür coğrafyasında çok yaygındır. Akşam güneş batıp hava kararmaya yüz tutunca, yerlerin bağlanılmasının söylenmesinden dolayı ve akşam saatinden sonra bir şey yapılmamasında güneş kültü ile ilgili inançlar saklıdır. Mesela bebek bezi dışarıda bırakılmaz, eşikten dışarıya su dökülmez, ağaç dikilmezdi. Akşamın hayrı sabahın şerrine tercih edilir. Akşam tırnak kesilmez,[77] gece aynaya bakılmaz, idrar dışarıya dökülmez, tarak artığı saçlar dışarı atılmaz, bebeğin ve loğusanın çamaşırı kırkı çıkana kadar dışarı asılmaz.[78] Saçların atılmaması, gece aynaya bakılmaması ve gece tırnak kesilmemesi bölge halkı tarafından uygulanan bir inanç sistemidir. Bundan başka gece ıslık çalmak da cinlerin çağrılması olarak inanıldığından sebep uğursuzluk olarak karşılanmaktadır.
Bahsettiğimiz bu inançlar dışında halk arasında nadir de olsa bazı inançlar da mevcuttur. Hayvan yem yemiyorsa veya bir anda sütten kesildiğinde yedi komşusundan un veya tuz toplanır ve hayvana yedirilir ve bu şekilde iyileşeceğine inanılır. Aniden korkan çocukların veya bireylerin korkularını atlatması için başparmakla damak üç kez yukarıya kaldırılır. İncir ağacından düşenin öleceğine, yeni doğan bebeğin sarılığa yakalanmamasını engellemek için sarı bezin örtülmesi, arife günlerinde tarlada çalışmanın günah olduğuna ve iple bir şeylerin dikilmesinin uğursuzluğuna inanılması günümüze kadar gelmiş be bazı kesimlerce uygulanan inançlardır.[79]
Ölen insanların mezarlarının üzerindeki toprağa ölenin suya ihtiyacı olduğu düşüncesiyle su dökülür. Gagauzlarda ölü defnedildikten sonra varsa şarap yoksa bir testi su mezarın üzerine dökülmektedir. Anadolu’nun birçok yerinde ise mezar sulanır, rahmet dilenir ve mezar ziyaretine giden kimse kesinlikle su taşır, “su rahmettir, su kabir ateşini söndürür” denir. Yapılı mezarlara kuşların su içmeleri için yapılan özel su yerleri de sacı inancının bir sonucudur.[80]
Günümüzde anlamsız hatta saçama olarak algılanan bu inanış biçimlerini çoğaltmak mümkündür. Çünkü yörenin ikametgâhının birbirlerine uzak olması ve tarihi yapısının çeşitliliğinin de halk üzerindeki etkisinden sebep bu inanışlarda farklılıklar da olabilmektedir. Özellikle yaşlılar tarafından uygulanan ve genç kuşaklara aktarılan bu inançlar aslında sosyal, kültürel, ekonomik ve günlük hayatın belirleyici unsurları şeklinde algılanmasıyla ortaya çıkan ihtiyaçların giderilmesi hususunda temek olarak görülmüştür. Günümüzde de günlük ihtiyaçların karşılanmasında yardımcı olarak görülmekte ve inandırıcılığını yitirmeyen inançlar çerçevesinde yaşamaya devam etmektedir. Ayrıca bazı insanlar için iç dünyasını rahatlatan ve zorluklar ile içinden çıkamadığı durumlar karşısında arkasına sığınabileceği bir güç olarak da bu inançlar karşımıza çıkabilmektedir.
Rize ve çevresinde doğum, evlenme ve ölümle ilgili bu inançlar geçmişten günümüze canlılığını zamanın değişen koşullarına rağmen korumaktadır. Şehrin merkezinde kısmen daha zayıf olan bu inançlar özellikle köylerde daha da fazla yaşam biçimi olarak devam etmektedir. Değişen kültür ve yaşayış biçimlerine bağlı olarak da inançlarda değişimlerin olduğuna şahit olmaktayız.
Kaynakça
ARTUN, Erman, Dini Tasavvufi Halk Edebiyatı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2002.
AYÇİÇEK, Ayşe, Rize’de Kıpçak İzleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2016.
BARDAKOĞLU, Ali, “Isgat”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 19, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1999, ss. 137-143.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul: Bilmen Basım ve Yayınevi, 1990.
CAFEROĞLU, Ahmet, Kuzey-Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar: Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızlar, c. 1, Ankara: TDK, 1994.
ÇELİK, F. R.- AK, O. Naci, Rize Kültür Derlemeleri, Rize: 1999.
ÇEPNİ, Recep, “Çayeli Yöresinde Halk İnançlarının Fert Üzerindeki Etkileri”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1996.
ELİADE, Mircea, Şamanizm, İsmet Birkan (çev.), 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1999.
GÖKALP, Ziya, Türk Yöresi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976.
GÖKBEL, Ahmet, Kıpçak Türkleri (Siyasi ve Dini Tarihi), İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2000.
GÜNAY, Ünver-GÜNGÖR, Harun, Türk Din Tarihi, Kayseri: Laçin Yayınları, 1998.
______, Başlangıcından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, İstanbul: Rağbet Yayınları, 2003.
HACIGÖKMEN, Mehmet Ali, “Türklerde Yas Âdeti Temelleri ve Sonuçları, , Prof. Dr. Nejat Göyünç Armağanı, ss. 393-422.
İNAN, Abdülkadir, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976.
______, Tarihte ve Bugün Şamanizm, 2. Baskı, Ankara: TTK, 1972.
KABAK, Turgay, Rize İli Halk Bilim Monografisi, (Basılmamış Doktora Tezi), Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon 2015.
KABATAŞ, Feyzullah, Rize ve Çevresindeki Yaygın Halk İnanışları, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2006.
KALAFAT, Yaşar, “Alanya Yöresinde, Kilit-Bağ-Kitlenmek-Bağlanmak”, Erdem, Türk Halk Kültürü Özel Sayısı-III, c. 13, sy. 39, Ankara: Can Ofset, 2002, ss. 589-597.
______, “Altay Kamizminin Anadolu Türk Halk İnançlarındaki İzleri”, Altaylar’dan Anadolu’ya Kamizm, Ekim-Kasım 1999, S. 2, ss. 102-108.
______, “Anadolu Türk Mitolojisinden Yapraklar-Karşılaştırmalı Bodrum Halk İnançları II”, www.yasarkalafat.info
______, Azerbaycan-İran-Anadolu-Irak Halk İnançları Hattı, Ankara: Berikan Yayınevi, 2012.
______, “Balkan Türklerinde Örneklemelerle Halk İnançlarında Saç”, Bal-Tam Türklük Bilgisi, Mart 2005, ss. 208-212.
______, Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları II, Ankara: Berikan Yayınları, 2007.
______, Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Ankara: Berikan Yayınevi, 2006.
______, “Barak Baba ve Hayvan Ata Miti”, Erciyes Dergisi, S. 408, Aralık: 2011, ss. 21-25.
______, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, S. 112, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1995.
______, “Denizli ve Çevresinde Kurt ve Ulumak ile İlgili Halk İnançları, Denizli Kültür Sempozyumu, 06-08 Eylül 2006.
______, “Hazara Türklerinde Karşılaştırmalı Halk İnançları”, www.yasarkalafat.info
______, “Karşılaştırmalı Gerede/Salur Halk İnançları I”, www.yasarkalafat.info
______, Kırım Kuzey Kafkasya, Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 1999.
______, “Türk Halk İnançları İtibariyle Doğu Anadolu ve Toroslarda (Kırk) Motifi”, Milli Folklor, Yaz 1994, ss. 15-21.
KAZMAZ, Süleyman, Çayeli: Geçmiş Günler ve Halk Kültürü, Ankara: Türk Halk Kültürünün Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları, 1994.
KILIÇ, Abdullah, “Isparta Yöresi Halk İnançları” Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri, 23-28 Ekim 2000/Nevşehir, Ankara: Evrak Yayınları, 2001, ss. 415-443.
KOBYA, Elif Şebnem, Türkiye’de Yağmur Törenleri ve Yağmurla İlgili İnanışlar, (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2014.
NOYAN, Bedri, “Ad Vermede Gelenekler-Türkçe İnsan ve Aile Adları Hakkında”, Türk Kültürü, Yıl 21, S. 246, Ekim 1983, ss. 638-650.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş IX, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991.
SAYGIN, A. Adnan, Rize, Artvin ve Kars Havalisi Türkü, Saz ve Oyunları Hakkında Bazı Malumat, İstanbul: 1937.
ŞENTÜRK, Lütfi-YAZICI, Seyfettin, Diyanet İslâm İlmihali, Ankara: TTK, 2001.
TOGAN, Zeki Velidi, Oğuz Destanı: Reşideddin Oğuznamesi, Tercümesi ve Tahlili, İstanbul: Enderun Kitapevi, 1982.
ULUDAĞ, Süleyman, “Ağıt”, DİA, c. 1, Ankara: 1988, ss. 471-480.
YILMAZ, Fatma, Osmanlı Öncesi Dönemde Rize ve Çevresinde Türklük İzleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon 2010.
[1] Abdullah Kılıç, “Isparta Yöresi Halk İnançları” Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri, 23-28 Ekim 2000/Nevşehir, Ankara: Evrak Yayınları, 2001, s. 415
[2] Yaşar Kalafat, Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Ankara: Berikan Yayınevi, 2006, ss. 261-264. Şamanizm konusunda ayrıca bkz. Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, 2. Baskı, Ankara: TTK, 1972; Ünver Günay-Harun Güngör, Başlangıcından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, İstanbul: Rağbet Yayınları, 2003; Mircea Eliade, Şamanizm, İsmet Birkan (çev.), 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1999.
[3] “Peygamber ayak izleri” uğuruna hayrına inanılan izlerdir. Topkapı Sarayında Hz. Muhammed’in ayak izlerinde olduğu gibi, İran’da Gademgah denilen mevkide Hz. Hüseyin’e ait olduğu ifade edilen ayak izlerine rastlanılmıştır ve bu izlere kutsal muamelesi yapılmaktadır. Kalafat, Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, s. 266.
[4] Ayşe Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2016, s. 59.
[5] Kalafat, Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, ss. 273-275.
[6] Fatma Yılmaz, Osmanlı Öncesi Dönemde Rize ve Çevresinde Türklük İzleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon 2010, s. 123; Güneş Duası hakkında ve yağmurla ilgili inanışlar için ayrıca bkz. Elif Şebnem Kobya, Türkiye’de Yağmur Törenleri ve Yağmurla İlgili İnanışlar, (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2014.
[7] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 59.
[8] Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri (Siyasi ve Dini Tarihi), İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2000, ss. 226-228.
[9] Ziya Gökalp, Türk Yöresi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976, s. 40.
[10] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 60.
[11] Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, S. 112, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1995, ss. 37-38.
[12] Ünver Günay-Harun Güngör, Türk Din Tarihi, Kayseri: Laçin Yayınları, 1998, s. 50.
[13] Ahmet Caferoğlu, Kuzey-Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar: Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızlar, c. 1, Ankara: TDK, 1994, s. 16.
[14] Yaşar Kalafat, “Anadolu Türk Mitolojisinden Yapraklar-Karşılaştırmalı Bodrum Halk İnançları II”, www.yasarkalafat.info
[15] Gökbel, Kıpçak Türkleri, s. 225.
[16] Yenidoğan çocuğun başındaki tüyüne Akîka denir. Böyle bir çocuk için Cenab-ı Hak’a şükür yerine geçmek üzere kesilen kurbana da Akîka adı verilmiştir. İslam’dan önceki cahiliye devrinde Araplar kız çocuğu istemezler, hatta kız çocuklarını diri diri gömerlerdi. Erkek çocukları için de Akîka kurbanı keserlerdi. Peygamberimiz; Kurbanı, Allah’a şükür maksadıyla hem erkek hem de kız çocukları için kesilmesi şekline getirmiştir. Akîka mubah ve güzeldir. Üç imama göre ise sünnettir. Zahiriye mezhebinde vaciptir. Akîka kurbanı, çocuğun doğduğu günden buluğ çağına erinceye kadar kesilebilir. Fakat yedinci günü kesilmesi, ziyafet verilmesi ve çocuğun saçının tıraş edilmesi daha faziletlidir. Kurbana elverişli olan olan hayvanlar Akîka’ya da yeterli olur. Erkek çocuk için bu kurban kesilebileceği gibi, kız çocuk için de kesilir. Akîka kurbanının kemikleri, çocuğun sağlık ve selametine bir hayır dileği olsun diye kırılmayıp yalnız ek yerlerinden ayrılır ve öylece pişirilir. Bunu yapmak müstahabdır. Diğer bakımdan da, çocuğun mütevazı olmasına ve kötü huylardan korunmuş olmasına bir işaret olsun diye kemiklerin kırılması müstehap görülmüştür. Akîka kurbanının etinden sahibi yiyebilir, başkalarına da yedirebilir, sadaka da verilebilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul: Bilmen Basım ve Yayınevi, 1990, ss. 421-422; Lütfi Şentürk-Seyfettin Yazıcı, Diyanet İslâm İlmihali, Ankara: TTK, 2001, ss. 330-331.
[17] Oğuz Kağan Destanında, Oğuz Kağan’ın İt Barak ülkesini fethi esnasında askerlerinden birisinin eşinin hamile kalması ve kocasının savaşta öldürülmesi sonucunda savaş yerinde doğumunun yaklaşması sebebiyle yakınlardaki içi oyulmuş bir ağacın içinde çocuğunu doğurması anlatılmaktadır. Evlatlık edinilen bu çocuğa Oğuz Kağan tarafından ağaç kovuğu anlamına gelen Kıpçak (qıpçaq) adı konulmuştur. Bkz. Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı: Reşideddin Oğuznamesi, Tercümesi ve Tahlili, İstanbul: Enderun Kitapevi, 1982, s. 26. Türklerde ve Kıpçak Türklerinde köklü bir “ağaç kültü” nün olduğu bilinmektedir. Kıpçaklarla iç içe yaşayan Pomak Türkleri Akîka veya Harkeke diye bilinen yeni doğmuş çocuk için kesilen kurban kemiklerinin hiç kırılmadan toplanarak bir kayın ağacının dibine gömülmektedir. Başkurt Türklerindeki ağaç kültüründe de Kayın Ağacı’nda izi/ruhların varlığına inanılır. Bkz. Kalafat, Türk Halk İnançları V-VI, s. 57.
[18] Yaşar Kalafat, Azerbaycan-İran-Anadolu-Irak Halk İnançları Hattı, Ankara: Berikan Yayınevi, 2012, s. 535.
[19] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 63.
[20] Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976, s. 102.
[21] Nane güzel koktuğu için yöre halkı sürekli yanlarında taşır. Özellikle göç esnasında mutlaka yanlarına alırlardı. Mitolojik verilere göre kara iyeler pis ve ak iyeler güzel kokudan hoşlanmaktadırlar.
[22] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 64.
[23] Kalafat, Halk İnançları Hattı, s. 385.
[24] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 64.
[25] Yaşar Kalafat, “Türk Halk İnançları İtibariyle Doğu Anadolu ve Toroslarda (Kırk) Motifi”, Milli Folklor, Yaz 1994, ss. 15-21.
[26] Yaşar Kalafat, “Hazara Türklerinde Karşılaştırmalı Halk İnançları”, www.yasarkalafat.info
[27] Kalafat, Türk Halk İnançları V-VI, s. 269.
[28] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 65.
[29] Yaşar Kalafat, “Balkan Türklerinde Örneklemelerle Halk İnançlarında Saç”, Bal-Tam Türklük Bilgisi, Mart 2005, ss. 208-212.
[30] Kalafat, Halk İnançları Hattı, s. 393.
[31] Ad vermeyle ilgili detaylı bilgiler için bkz. Bedri Noyan, “Ad Vermede Gelenekler-Türkçe İnsan ve Aile Adları Hakkında”, Türk Kültürü, Yıl 21, S. 246, Ekim 1983, ss. 638-650.
[32] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, ss. 65-66.
[33] Yaşar Kalafat, Halk İnançları Hattı, s. 399.
[34] Erman Artun, Dini Tasavvufi Halk Edebiyatı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2002, s. 11.
[35] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 66.
[36] Kalafat, Halk İnançları Hattı, s. 405.
[37] Kalafat, Halk İnançları Hattı, s. 415.
[38] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 67.
[39] F. R. Çelik-O. Naci Ak, Rize Kültür Derlemeleri, Rize: 1999, s. 13.
[40] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 67.
[41] Yaşar Kalafat, Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları II, Ankara: Berikan Yayınları, 2007, ss. 38-48.
[42] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 69.
[43] Kalafat, Türk Halk İnançları V-VI, s. 239.
[44] Yaşar Kalafat, “Alanya Yöresinde, Kilit-Bağ-Kitlenmek-Bağlanmak”, Erdem, Türk Halk Kültürü Özel Sayısı-III, c. 13, sy. 39, Ankara: Can Ofset, 2002, ss. 589-597.
[45] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 69.
[46] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 70. Karşısına kadın çıkınca işlerin yolunda gitmeyeceği inancı daha çok yaşlı insanlar tarafından bilinen bir inançtır. Bu inanç yöre halkının sosyal yapısından kaynaklanan bir durum olabilir. Çünkü yörede erkeklerin üstünlüğü özellikle yaşlılar arasında ön plandadır. Onlara göre erkek çocuk neslin devamı için önemliyken kız çocuklarının ise evlenip gideceğinden geçici olarak düşünülmektedir. Bunda başka kızgınlık anında kadın milletini şeytan olarak betimlemek de belki bu inancın var olmasının temeli olarak değerlendirilebilir.
[47] Kalafat, Türk Halk İnançları V-VI, ss. 298-327.
[48] Yöredeki Lazların bir kısmı arasındaki İnanışa göre bu kuş, “Ğhaşki bozope ğhaşki (kazıyın kızlar kazıyın) , gaçananen lazutti (mısırınız olacak), incirat do paçuma (otlukta uyuyunca), ti goyogaçananen (başınızda büyüyecek)” demektedir. Bu kuşlar Bağdat’tan, April (Nisan) ayının yedisi ve onu arasında gelmektedir. Burada geçen yabancı kelimeler Lazca’dır.
[49] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 70.
[50] Sivas gibi Anadolu’nun bazı kesimlerinde Baykuş yine ölüm habercisi olarak yorumlanmaktadır. Bkz. Kalafat, Azerbaycan-İran-Anadolu-Irak Halk İnançları Hattı, s. 475.
[51] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 71.
[52] Kalafat, Türk Halk İnançları V-VI, ss. 286-298.
[53] Yılmaz, Osmanlı Öncesi Dönemde Rize ve Çevresinde Türklük İzleri, s. 56.
[54] Köpek ayrıca sürüleri koruduğu için özellikle beslenirdi. Mısır koçanlarının üçlü olması bereketin simgesi olduğuna ve ikisinin köpeğin nasibi olduğuna inandıklarında dolayı köpeklere yedirilirdi. Ayrıca köpek öldürmek insan öldürmek kadar toplumun bakış açısına göre önemli bir suçtu.
[55] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 72.
[56] Yaşar Kalafat, “Altay Kamizminin Anadolu Türk Halk İnançlarındaki İzleri”, Altaylar’dan Anadolu’ya Kamizm, Ekim-Kasım 1999, S. 2, ss. 102-108.
[57] Yaşar Kalafat, “Barak Baba ve Hayvan Ata Miti”, Erciyes Dergisi, S. 408, Aralık: 2011, ss. 21-25.
[58] Yaşar Kalafat, Kırım Kuzey Kafkasya, Ankara: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 1999, s. 124.
[59] Feyzullah Kabataş, Rize ve Çevresindeki Yaygın Halk İnanışları, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2006, s. 70.
[60] Yaşar Kalafat, “Denizli ve Çevresinde Kurt ve Ulumak ile İlgili Halk İnançları, Denizli Kültür Sempozyumu, 06-08 Eylül 2006.
[61] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 72.
[62] Recep Çepni, “Çayeli Yöresinde Halk İnançlarının Fert Üzerindeki Etkileri”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1996, s. 40.
[63] Süleyman Kazmaz, Çayeli: Geçmiş Günler ve Halk Kültürü, Ankara: Türk Halk Kültürünün Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları, 1994.
[64] Recep Çepni, Çayeli Yöresinde Halk İnançlarının Fert Üzerindeki Etkileri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1996, s. 36.
[65] Süleyman Uludağ, “Ağıt”, DİA, c. 1, Ankara: 1988, s. 471.
[66] Kalafat, Türk Halk İnançları V-VI, s. 277.
[67] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 73.
[68] Sagu, Türkçede ölü için söylenen melodili ağıt ve mersiye anlamına gelmektedir. Arapça, nevha, menaha, Farsça mûye ve hunya karşılığı olarak söylenmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş IX, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991, s. 471.
[69] A. Adnan Saygın, Rize, Artvin ve Kars Havalisi Türkü, Saz ve Oyunları Hakkında Bazı Malumat, İstanbul: 1937, s. 30.
[70] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 73.
[71] Yaşar Kalafat, “Karşılaştırmalı Gerede/Salur Halk İnançları I”, www.yasarkalafat.info
[72] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 73.
[73] Mehmet Ali Hacıgökmen, “Türklerde Yas Âdeti Temelleri ve Sonuçları, , Prof. Dr. Nejat Göyünç Armağanı, ss. 397-398.
[74] Bir hak veya mükellefiyeti düşürme anlamında fıkıh terimidir. Sözlükte “düşmek” anlamına gelen sukut kökünden türemiş olup “düşürmek, atmak, izale etmek” manasına gelir. Iskat namaz, oruç, kurban, adak, kefaret gibi ibadet ve borçları ifa etmeden ölen bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder. Literatürde daha çok namaz ve oruç borcunu düşürme anlamına gelen ıskât-ı salât ve ıskât-ı savm terimleri kullanılır. Burada fidyeden maksat, söz konusu ibadetlerin yerine geçmesi ve mükellefi onların terkinden doğan uhrevî sorumluluktan kurtarması amacıyla yapılan nakdî veya aynî ödemelerdir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Bardakoğlu, “Isgat”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 19, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1999, ss. 137-143.
[75] Ayçiçek, Rize’de Kıpçak İzleri, s. 74.
[76] Kalafat, Türk Halk İnançları V-VI, ss. 153-154.
[77] Ömrü kısalttığına inanılan gece tırnak kesmenin asıl nedeni ise yöredeki günlük yaşamdan kaynaklanmaktadır. Eskiden evlerde açık ateş yakılır ve yemek onun üstünde pişirilirdi. Isınmak için de bireyler bu ateş etrafında otururdu. Bu durumda gece tırnak keserken yemeklerin içine düşeceği düşüncesi için gece tırnak kesmenin doğru olmadığı düşünülürdü. Çocuklara izah edilmeyen bu durum daha etkili sonuçlar vermesi bağlamında gece tırnak kesmenin uğursuzluk getirdiği düşüncesini aşılayarak bu durumun önüne geçilmeye çalışılmış ve bugün dahi bu fikir inanç şeklinde hala karşımıza çıkmaktadır.
[78] Kalafat, Halk İnançları Hattı, s. 277.
[79] Çepni, Çayeli Yöresinde Halk İnançlarının Fert Üzerindeki Etkileri, ss. 75-76.
[80] Kalafat, Halk İnançları Hattı, s. 529. Rize’de ölüm ile ilgili inanışlar için ayrıca bkz. Turgay Kabak, Rize İli Halk Bilim Monografisi, (Basılmamış Doktora Tezi), Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon 2015.