Helen’de kadınlar, evin özel bir bölümünde yaşarlar “gynaikonitis”te; bir çeşit haremde. Örtünme ve gözlerin aşağı indirilmesi, kadın erdemini (aidos) yansıtır. Euripides ne diyor: “… kadınların dosdoğru erkeklerin yüzüne bakmamaları adettendir.” Helen’de, bir kadına okuma yazmayı öğreten erkek, bir engereğe zehir sağlamaktadır. Saygın kadınların adlarının herkesin önünde anılmaması da bir Atina geleneğidir. Kadının adı, ancak öldükten sonra mezar taşına kazındığında duyulur / bilinir. Kadının hiçbir şeye hayır deme hakkı yoktur; Aristofanes’in o Lysistrata’sı ütopik bir kurgudur yalnızca. Dahası Yunan tiyatrosunda tüm oyuncular erkektir; kadın karakterler için maske kullanılır.
Kızlar için “yavru kısrak, genç inek” terimleri kullanılır; evlendirmenin adı, boyunduruğa koşmaktır. O evliliğin ifadesi, Menandros’un şu oyun metninde: “Meşru çocuklar yetiştirmek amacıyla tohumlaman / ekmen için sana kızımı veriyorum.” Gelin, mor cepken giyerdi; mor cepken tanrıça Afrodit’i giysisidir, onu simgeler. Kadının iki işinden biri çocuk doğurmak, öteki kumaş dokuyarak evin geçimini sağlamaktır.
Mor Cepken Osman Şahin’in bir öyküsünün adıdır. Anadolu’da bir kadın, mor cepkenini çeyiz sandığının çıkarıp bir taşın üzerine oturduğunda, kocasını reddetmekte, boşanma kararını açıklamaktadır. Zaman içinde efelerin de vazgeçilmez giysisi olmuştur Anadolu’da.
Dahası mitolojinin ilk kadını Pandora, yani Havva Ana’mız da “güzel görünüşlü dişi şeytan”dır. Adem, Promete’nin kardeşi Epimetheus’tur; Pandora, yıkım getirmiştir onun evine. Atina agorasındaki bir kuyu, doğum kusurlu çocukların atıldığı yerdir.
Hetaira, kapatma, eşlik eden fahişedir. Bu terimi ilk kullanan Herodot’ur, o ünlü Tarih’inde. Bilinen ünü heteiaralar, Rhodpis, Arkhidike ve Miletli Aspasya’dır. Evet, felsefeci Aspasya’nın statüsü de budur; Perikles’in sevgilisi olması, Sokrat’ın derslerini dinlemesi, onun bu statüsünü değiştirmez. Atina, gelenek ve kurallarında boğulan bir toplumdur. Perikles’in Aspasya’dan doğan oğlu, ancak özel bir kararname ile yurttaş olabilmişti. Hetaira olmak, bir eğitimi, o kurallar zincirini öğrenmeyi gerektirir; sofistike, cazibeli, kibar, saygılı ve saygıdeğer olabilmeyi… Lukianos’un “Heteira Diyalogları” nasıl başarılı bir heteira olunacağını anlatır.
Porne, “satın alınmış kadın” anlamını taşır, fahişedir, Hetaira’nın güdümünde çalışanlardır. Pallake, odalıktır, cariyedir; ilişkisi, uzun sürelidir ve tek erkekledir. Auletris, kadın flütçüdür. Atina’da bu işleri yapanlar, Osmanlı’nın cariyeleri gibi başka coğrafyaların kızlarıdır.
Atina, o çağda genelevlerin kurulduğu bir kenttir; devlete ait o genelevlerin kurulmasını sağlayan da o ünlü yasa yapıcı Solon’dur. Anadolu’da Efes dışında genelev yoktur; o da Helen etkisiyle erken tanışmış, ayakaltı bir liman kenti oluşuyla açıklanabilir.
Anadolu’da bunların hiçbirinden söz etmek olası değildir. Kadın odalara hapsedilmez, kadına el kalkmaz. Kadının adı vardır; kadın kendi mührünü taşır. Anadolu’da kadın, siyasi güçtür; Hititli Puduhepa’dan Karyalı Ada’ya… Hititli prenses Massanauzzi Seha Ülkesi’nin, Pontuslu Laodike Kapadokya’nın, Trallesli Pythodoris Pontus’un gelinidir… Bir Kapadokya sikkesinde kral VI. Ariarathes ile annesinin portresi yan yanadır.
Safo’nun o özgür dili, kimseyi kandırmasın; Safo, kültürüyle, geleneğiyle, yaşadığı coğrafyayla Anadolu’nun kızıdır. Hititli kraliçeler Duduhepe ile Puduhepa ve prenses Massanauzzi, Troyalı kraliçe Hekabe ile Andromak, Kasandra ve Poliksena, Amazonlar kraliçesi Penthesileya, Halikarnaslı komutan I. Artemisiya ile kraliçeler II. Artemisiya ve Ada; Hz İbrahim’in eşi Hititli Sara ile Hz. Süleyman’ın annesi Zeugmalı Batşeba, Anadolu’nun adı sanı bilinen kızları, kadınlarıdır. Elbette Miletli Aspasya da…
Helen’in bir Semiramis, Dalila, Salome, Belkıs, Nefertiti ya da Kleopatra’sı da yoktur. Hypatia’yı hayattan koparan, etini kemiklerinden midye kabuklarıyla ayıran o Helenistik-skolastik düşüncenin temsilcisi Bizanslı piskopos Cyril’dir. Evet, zulümden kaçan Meryem Ana’ya da sığınaktır Anadolu.
Tarih, şaşırtmaya devam ediyor değil mi? Helen’de kadının adı yokken, tarihi kana boğan Cengiz Han, daha Temuçin adını taşırken düşmanları tarafından kaçırılıp hamile bırakılan karısı Börte’yi ne kapıdan kovar ne de töre adına onu katleder. Karısını da bağrına basar, dönüşünden beş altı ay sonra doğan o çocuğu da. Aşık Veysel, kendisini terk edeceğini fark ettiği karısının ayakkabısının içine, akşamdan hazırladığı bir miktar parayı kor. Evet, uygarlık, öyle ona buna tapu dağıtmayı sevmez.
Helen’de kadın çaresizdir. O çaresizlikle sadakatsiz eşleri eve bağlamak, kocanın ilgisini çekmek için aşk büyülerine başvurur. Hele kocalarının oğlancılığı yeğlemeleri, onları kahreder. O çaresiz kadınlar, büyünün her çeşidine başvurular, deneyimlidirler. Kuşaktan kuşağa coğrafyaya aktarılan büyülerden biri olmalı, çocukluğumdan anımsadığım bir büyüdür; çaya katılan bir damla aybaşı kanı, erkeği kendisine bağlar.
Herodot’un saptamasıdır, Tarih’ine düştüğü nottur. Yaşadığı dönemde, Yunanistan’da itilip kakılanlar, bedel ödettirilenler kadınlardır. Yaşlılar dışında, Atina sokaklarına kadınlar çıkamaz. Atina’da kadınlar, sokağa ancak bayramlarda, özellikle de kadınlara özgü bayramlarda, çıkabilirler. Atina, bayramı ve ritüeli bol bir kenttir; kadınların belki de tek şansları, bu bayramlardır. Atina’nın 170 bayramı, 200 ritüeli vardır.
Salt kadınlara özgü bayramlar vardır. Bunlardan ikisi, Demeter onuruna yapılan Thesmophoria ile Skira’dır. Doğumda, yaşam ipliğinin uzunluğunu belirleyen Demeter’dir. Skira’da, mağaralara fallus ve yılan biçiminde kekler yerleştirilir. Fallus, erkek verimliliğini, yılan toprağı simgeler. Homer’in de dediği gibi, yılan “toprağın oğlu”dur. Bu bayramda ayrıca domuz yavruları kurban edilir. Bolca yavrulaması nedeniyle domuz, kadın cinsel organıyla ilişkilendirilir.
Rahibelik, sosyal yaşamın bir parçasıdır. Özellikle Delfoi’daki Pythia makamı. Pythia rahibesi, buhar üzerine konan üç ayağa oturarak kehanetini söyler. Lysimakhe bilinen ilk ve en ünlü rahibedir. Aristofanes, Lysistrata’sına ad koyarken bu addan esinlenmiştir. Cinsel ilişki yasağı nedeniyle rahibelik, elli yaş üstü kadınların işidir. Hristiyan rahibeliğinin kökeni, bu eski Yunan geleneğidir.
Ölenin ağzını kapatıp çenesini bir sargı bezi ile bağlamak, bugün de devam eden bir gelenektir, ölen için ritüel şarkıları söyleyip yakım yakmak, kadınların işidir.
Atina’da din, simgelere dökülmüştür; yaşamı biçimlendiren de bu simgelerdir. Örneğin, Artemis’e tapınımın simgesi palmiye, Hera’ya nardır. Afrodisyas’ın palmiye parkını anımsayalım. Artemis, Anadolu’nun kızıdır. İnanna, Hepat, Kibele zincirinin son halkasıdır.
Helen coğrafyasında, Smirna, Stratonikeya, Antinokya, Nisa, Efes, Nikea gibi kadın adları taşıyan kentler de yoktur. Atina diyeceksiniz; o, bir tanrıça adıdır. Nisa, Seleukos kralı I. Antiokhos’un Fenikeli eşinin adıdır; “kadın” anlamını taşır; varır, Kuran’daki Nisa ile buluşur. “Nisa Ovası boyunca açılan yarıktan fırladı tanrı Hades, Kranos’un akıllı oğlu.” Herhalde Acharaka’daki (Aşaraka) Kharonion’un kapısından; o cehennem kayıkçısı sayesinde. Neyin gerçeği midir bu; Menderes vadisinin bir deprem kuşağı olduğunun.
Bütün coğrafyalarda olduğu gibi Helen’de de bir sanat öteki bir sanatı doğurmuştur; Alfabe, seramik ve şiir Helen’de aynı yüz yılın (MÖ 8. yy) buluşturduklarıdır. Peki, Sümer, Mısır, Anadolu ve Fenike’den kaç yüzyıl sonra? O en başa koydukları, kendilerinden saydıkları Homer de Anadoluludur; ışığın yükseldiği Doğu’dan. Anadolu köprüsünden geçmeyen ne var ki!…
*Çini derginin 86. (Eylül-Ekim 2024) sayısında yayınlanmıştır.