Quantcast
Hüsnü Züber – “Yaşarken mezar taşını yaptıran adam!” – Belgesel Tarih

Ekrem Hayri PEKER
Ekrem Hayri  PEKER
Hüsnü Züber – “Yaşarken mezar taşını yaptıran adam!”
  • 19 Aralık 2018 Çarşamba
  • +
  • -
  • Ekrem Hayri PEKER /

Loading

2015 yılında ilginç bir insanı kaybettik. Emekli yarbay ve Harita Mühendisi Hüznü Züber, 14 Ocak 2015 Çarşamba günü tedavi olduğu bir hastanede vefat etti. Cenazesi vasiyeti üzerine bekletilmeden askeri bir törenle defnedildi. Vefat haberini duyan sevdikleri cenazesine koştu. Önceden yaptırdığı mezarına defnedildi.

Vefat haberini duyunca vefatından birkaç yıl önce onunla beraber mermerciye gidişimizi hatırladım. BUSKİ’de Bursa Büyükşehir’in basın bürosundaki arkadaşlarımı ziyaret etmeye gitmiştim. Orada karşılaştık. “İşin yoksa benimle gel, beraber gidelim” dedi. Beraber bir taksiye gittik ve Hamitler mezarlığına yakın bir yerdeki mermercilerin olduğu yerde indik. Bana, “Mezarımı aldım, onun mermerlerini yaptıracağım” dedi. Daha önce konuştuğu mermerci ona fiyat verdi, “Düşünüp seni arayacağım” dedi. Sonra, beraber BUSKİ’ye geldik. Bana, “Kimsem yok, şimdiden yatacağım yeri aldım, mermerini de döşeteceğim” dedi. Ben de kendisine uzun ömür diledim.

Hüsnü Züber, 1930 yılında İstanbul Üsküdar’da doğdu. İlkokul ve ortaokulu burada okudu. Daha sonra Haydarpaşa Lisesi’ne giden Züber, buradan harp okuluna gitti. Harp okulunu bitiren Hüznü Züber, iilk kez İstanbul’dan ayrılır.

Züber,  haritacılık görevi için Anadolu’yu dolaşır. Gezdiği ve konuk olduğu köylerde kullanılan tahta eşyalar ilgisini çeker ve toplamaya başlar. İlk sergisinde 15 tahta tabak ve kaşık bulunurken zamanla 450 parça tahta eşya ve 600 Türk motiflerinden oluşan bir koleksiyonun sahibi olur.

İstanbul Kültür Festivali, İzmir Erternasyonal Fuarı ve Münih Uluslar arası El Sanatları gibi uluslarası etkinliklerde yer alır. Ayrıca Amman (Ürdün), Newcastle (İngiltere),Köln, Hannover, Frankfurt (Almanya) ve Newyork (ABD) gibi kentlerde 60 sergi açar.

Hüsnü Bey, 1971 yılında kendi isteğiyle emeklilik yoluyla askerlikten ayrılır ve kendini kaşıklara verir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan kaşıkçılık konulu belgesel filmde Hüsnü Züber’in 250 kaşık ve kepçenin üzerindeki Türk kumaş ve çini çalışmalarına yer verildi.

Derlediği “TÜRK Süsleme Sanatı” adlı kitabı 1971-1972 yıllarında Türk İş Bankası Kültür yayınları tarafından iki kez basıldı.

Bana,

1990 yılında yolu Bursa’ya düştü. Muradiye’de Padişah II. Murat’ın 1425-1426 yıllarında yaptırdığı Muradiye Camii ile medrese, hamam ve türbelerinden oluşan Muradiye Külliyesi içerisinde, hamamın yanından hemen arkaya dönüldüğünde düz ve yuvarlak çıkmaları ile dikkati çeken, sokağa taşmış 19. y.y. Bursa’sından kalan sivil mimarlık örneği bu tipik Osmanlı evini uzun araştırmalardan sonra bulur.

Ev dar bir sokaktaydı. Ön cephesi caddeye bakıyordu. Üst kata çıkıldığında, Hayat denilen açık sofanın ovaya bakan geniş cephesinden Muradiye Külliyesi ve iki oda arasındaki Eyvan’ın üst pencerelerinde de yemyeşil Uludağ etekleri görülüyor.

“Bazı kurnazlar önde bir inşaat yapıp, ön görünümü kapatıyorlardı, çok mücadele ettim ve önledim.” Eve yaklaşırken göze ilk çarpan, sokağa ve bahçeye iki yönlü çıkma yapmış Baş Oda’yı taşıyan köşe eliböğründe de oyma ibrik motifi bulunuyordu. Pirinç tokmaklı, iki kanatlı geniş ahşap kapıdan taşlığa girilir. Sol kanatta eski Türkçe ile evin ilk numarası olan “17” yazılıdır.

Taşlıkla sağlı – sollu beş vitrindeki geleneksel Türk motifleri ve etnografik Anadolu ağaç eşyalarından oluşan kolleksiyon kültürümüzün tüm zenginliğini gözler önüne seriyor. Eskiden ahır olarak kullanılmış bölüm, mütevazı bir gösteri odasına dönüştürüldü.

Alt kat kışlık odada ise, Hüsnü Züber’in tümünü Anadolu’dan derlediği ve bir başka müzede benzeri bulunmayan boyalı – boyasız ağaç yemek ve oyun kaşıkları bulunuyordu.

Osmanlı döneminde devlet misafirhanesi olarak kullanılmış, daha sonra Rus Konsolosluğu olarak kullanılan bu binayı 1877 Yılında Üsküp (eski Yugoslavya)’den gelip Bursa’ya yerleşen Seyid Kâhya evi satın almış. Onun ve mirasçılarının ölümlerinden sonra hiçbir miras ilişkisi olmayan kişilerce 14 yıl hoyratça kullanılmış.

Daha sonra yanındaki binayı alarak restore ettirdi. Burayı Ağaç ve kaşık müzesi yaptı. Bursa’nın ilk özel müzesi Hüsnü Züber tarafından açılmış oldu. Özgeçmişinde “Ressam, dağlamacı, folklor araştırmacısı, yazar ve müzeci” yazmaktadır. Yurtiçi ve dışında 130 sergi açmıştı. Avusturya’da açılan bir sergiye gönderdiği 175 parça eserinden 145 kaşığı kaybolmuştu, bunu hiçbir zaman unutmadı.  Kendisiyle sohbet ederken Hüsnü Bey’in satan aileden önceki sahibi olan aile gelmişti. Hüsnü Bey’den izin isteyip evi yirmili yaşlardaki torunlarına gezdirdiler.

“35 yıllık deneme ve çalışmamın ürünü olan 450 parça Türk ağaç eşyası üzerindeki 600 Türk motifinden oluşturduğum koleksiyonumu, gelecek kuşaklara bir arada sunmak amacıyla bu harap halinden alıp, 4 yıl süren titiz bir restorasyondan sonra 27 Aralık 1992’de Hüsnü Züber Evi adıyla kapısını turizme açtım ve 1994 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne bağışladım.

Yurtiçi ve Yurtdışında 55 kez sergilediğim bu ‘Pyrogravure’ Yakma – Dağlama çalışmalarım beni ben yaptı. Bunlar benim çocuklarımdı artık, evet beni ben yapan çocuklarım. Her ana – baba gibi onlara bir ev almam gerekiyordu. Ülkemizdeki 52 müzeye giderek derlediğim motifler ve tüm illerden satın aldığım eşyalar ancak bir Osmanlı evine yakışırdı elbet. İşte bu nedenle Bursa’yı seçtim.

60 yıllık gözlem ve birikimlerimi tüm azim ve disiplinli titiz çalışmamla birleştirerek bu restorasyonu başardım ve şimdi yerli – yabancı otoritelerce örnek restorasyon olarak gösteriliyor.”

Bu satırlar kendi hazırladığı ve müzesine gelen ziyaretçilere verdiği broşürden alınma.              “Broşürdeki her satırı için günlerce düşündüm” demişti.

“Ev harabe gibiydi, İşgal altındaydı. Alıp, bu hale getirinceye kadar çok uğraştım”.  İlk tanıştığımızda bana evi gezdirirken bunları demişti.

Müze için Özbekistan’da müzesi için kaşık aramıştım, bulduğum birkaç kaşığı alıp getirmiştim. Kendisiyle kaşıkçılık ve tahta eşyalar üzerinde sohbet ederdik. Rahmetli annem Mustafakemalpaşa’nın orman köyü olan Güvem köyündendi. Tahta eşyalarla büyümüştük. Tahta kaşıklar yemek yemiştim. Kahve soğutmak için dağlamayla yapılmış kahve çekirdeği soğutucusunu yıllarca kullanmıştık. Annemin amcası tahtadan eşyalar yapıp satarken işi daha da büyütüp Mustafakemalpaşa’da bir imalathane açmıştı.

Orman köyleri yaptıkları kaşık ve diğer tahta araçları satarlardı. Madeni eşya ve plastikler yayıldıkça tahta eşyaların yapımı azaldı. “Günümüzde en güzel ham kaşıklar Antalya-Akseki’de yapılıyor demişti.

Taraklı, İvrindi, Bademli köyünde (Konya) süs ve yemek kaşıkları yapılıyor.  Çan ve Tavşanlı’da yapılan kaşıklar boyanır. Bademli köyünde (Konya) yapılan kaşıklar boyandıktan sonra yemek ve süsü kaşığı haline getirilir” diye anlatmıştı. Bu kaşıklara “Konya kaşığı” denilirmiş.

Osmanlı döneminde yapılan kaşıklar çok süslü kaşıklar yaparlarmış. İstanbullu kaşık ustaları kaşıklarının saplarını çiçek, kuş motifleri yapar ve şiirlerden mısralar yazarlarmış.

Kaşık konusunda yaklaşık bin sayfalık bir çalışması olduğundan bahsetmişti. Sanırım ilgilenen olmadı. Belediyenin atadığı müze görevlisi gençleri bu konuda yeteneksiz buluyordu. Bu yüzden belediyedeki görevlileri rahatsız (!) ediyordu. Ölünce kurtuldular. Bana birkaç kez “Bazen belediyeye bağışladığıma pişman oluyorum” demişti. Evin geniş sayılacak bir bahçesi vardı. Birkaç masa nar ağaçlarının altındaydı. Bahçede, sağda küçük bir mutfak bulunuyordu.

Üst kattaki geniş salonda, Alafranga nişlerle tavan kenarlarında ve kapı üzerlerindeki Ampir üslubu yaprak, gül ve fiyonk kalem işleri devrin batı yaklaşımlı sanatını; “Maşallah” ve “Barekallah” sözcükleri de Osmanlı hat sanatını birlikte sunuyor. Kapılardaki otantik kilit ve halkalar günümüze kadar gelebilmiş parçalar. Yatak odasındaki dolap (yüklük) kapakları ile yalnızca ışık gereksinimini karşılayan üstten pencereler çok ilginçti.

“Özellikle başoda yerleştirilirken devrin özelliklerini yansıtmasına çok dikkat ettim. Odanın iki yanını çevreleyen sedirdeki kenarı dantel işli sadakor örtü, varak yaldız çerçeveli ayna, yeşil çini soba ile döküm odunluk, pirinç mangal, önden kurma camsız saat, borulu gramafon ve nargile gibi aksesuarlar bu çabamın güzel bir örneği oldu.”

Orta yaşlı kadın hayranı çoktu. Bu konuda bazen şaka yapar, onu ne kadar çok kıskandığımı söylerdim, gülüşürdük.

Bir gün ziyaretine gittiğimde yine orta yaşlı bir kadınla bahçede sohbet ediyordu. Kadın Yenişehir’den arazi kapatmaya gelmiş, “Bütün İstanbul Yenişehir’den arsa alıyor” deyip, bu konularda “Cahil” olan beni iyice şaşırtmıştı.

İlk tanışmamız telefonda olmuştu. İnegöl’deki kütüphane müdürü Kenan Bey telefonumu ona vermiş. Bir saate yakın telefonda konuştuk. Sibirya’yı, eski Türkleri konuştuk. Asya’nın ucunda yer alan Kamçatka Yarımadası’nın kapalı bir  kaşığa benzediğini anlattı… Gerisini pek hatırlamıyorum.

Önce oğlumla ziyaretine gittik, birkaç kez kapıdan döndüm, Sonra telefonunu aldım. Yine oğlumla ziyaret ettim. Evin üst katındaki Osmanlı tarzında döşenmiş salonunda oturduk.

Bir ara müze için bir dernek kurmak istedik ama benim Özbekistan’a gitmemle dernek işi kaldı.

Sohbetlerinde rahmetli annesinden bahseder, “Ah anacığım” sözünü dilinden düşürmezdi. Annesinin yetişmesinde çok emeği olmuş. Annesine olan düşkünlüğünden dolayı evlenmemişti. Bana, “Eşim annemi üzebilirdi, buna dayanamazdım” demişti,

Bursa’nın ilk özel müzesini açması ve kaşık konusundaki çalışmalarının Bursa’da bazı kişileri rahatsız ettiğini ve bazı kişilerin arka arkaya kaşık konusunda yazı yazdıklarını, etkili oldukları dergilerde bastırdıklarını buruk bir dille anlatarak, “İnsan her konuda uzman olamaz, her konuda yazamaz, maşallah Bazıları her konuda uzman” derdi.

Bir ziyaretimde, bana pipoya benzeyen ilginç bir tahta alet gösterdi. “Bu nedir? Biliyor musun?”. “Evet”, dedim. “Çocuklar için işime çubuğu. Bizim evde de vardı”. Köyümüz orman köyüydü. Ağaçtan yapılmamış eşya yok denecek kadar azdı.

İki özlemi vardı, okul ve cami. Okulu yaptırdı.  Bu okula tayin olmak için arayanlardan rahatsız olduğunu, arayanlara, “Tayin işine MEB’in baktığını” onlara anlatamadığını anlatmıştı.

Camiyi yaptıramadı. Müftülük ve kaymakamlık görevlilerinin onu sürekli olarak “inşaatı devam eden camilere yönlendirdiklerini, ismi belli olan camiye benim de ismimi eklememi öneriyorlar, ben bunu reddediyorum ama anlamıyorlar. Yine aynısını yapıyorlar” diyerek bana şikâyette bulunuyordu.

—Foto Galeri

Ekrem Hayri PEKER

Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar. Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu. TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi. Yayınlanmış kitaplarından bazıları: "Kuşçubaşı Hacı Sami Bey", "Özbek Mektupları", "Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler", "Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi". Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024