Quantcast
İki defa kuşatıp ele geçiremediğimiz Viyana’dan… – Belgesel Tarih

İlhan KARAÇAY
İlhan  KARAÇAY
İki defa kuşatıp ele geçiremediğimiz Viyana’dan…
  • 26 Aralık 2020 Cumartesi
  • +
  • -
  • İlhan KARAÇAY /

Loading

  • Dünyanın en çok turist çeken müzelerinde Osmanlı izleri acısıyla, tatlısıyla yaşatılıyor.
  • Çerkes Dayı’nın ilginç ve inanılmaz kahramanlığı, bir sokağa konulan küçük heykeli ile anılıyor.
Viyana Parlemento Binası


TRT BELGESEL
Kanalı için hazırladığımız 5 bölümlük UZAKTAKİ DOSTLAR ve 8 Bölümlük İZLER adlı dökümanterler arasında yer alan Viyana Kuşatmaları, kâğıda dökmediğim konular içinde kaldı. Almanya’daki Şehitliğimiz ve Tütün Fabrikası ile İtalya’daki Etrüskler konularını da henüz kâğıda dökmedim.

Bugün sizlere, ekranlarda zevkle izlediğinizi sandığım Viyana konusunu sunuyorum. Çok yakında da Almanya ve İtalya’dakileri  sizlere kâğıt üzerinde sunacağım. Hoş, ‘kâğıt’ diyorum ama, bilgisayar ve telefonlardaki ekranlarda da okunabiliyor artık.

Viyana çalışmamız

Anlatıcı danışman olarak naçizane şahsım, Yönetici Sacit Şahin, Yapımcı İsmail Elden, Yapım Yönetim Yardımcısı Gaye Tilki, Kurgu Tarkan Kızılhan ve kameramanlar Ercan İşsever, Orhan Aybertürk, Hayrettin Demir, Murat Balcı ve son çekimlerini bu belgeselde yapan rahmetli Mehmet Türkoğlu’nun emeği geçen bu çalışmada, rehberimiz Mustafa Küçüktekin’in katkıları da var. Viyana, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun kalbi olan, 16’ncı ve 17’nci yüzyıllarda, 150 yıl arayla iki kez Osmanlı ordusunun kuşatmasını yaşayan bir şehirdir.

Viyana, ilkinde mevsim değişmesi nedeniyle, ikincisinde ise birden fazla nedenin bir araya gelmesiyle kuşatmadan kurtulmuştur.

Bu nedenle, tarihin akışının değiştiği yerlerden biri olan, şimdilerde tarihi binaları ve müzeleri ile en çok turist çeken Viyana anlatılmakla bitmez.
Viyana’da görecekleriniz arasında yenilmiş bir ordunun izleri vardır.

Olsun, o ordu bizimdir ve izler de bize aittir. Ordular yenerler, yenilirler. İşin doğası böyledir. Sizlere, Birinci ve İkinci Viyana Kuşatmalarını ve Viyana’nın dünyaca ünlü müzelerini anlatmadan önce, burada efsaneleşmiş bir Türk kahramanın hikâyesini anlatayım. Bu efsane isim Çerkes Dayı’dan başkası değildir.

UNUTULAMAYAN ÇERKES DAYI

Viyana sokaklarından birinde, tarihi bir binanın köşesine kondurulmuş bir heykel yer alıyor: Çerkes Dayı Heykeli. Viyanalılar, Osmanlı kuşatması sırasında büyük bir kahramanlık örneği veren Çerkes Dayı’yı, düşman da olsalar bir heykelde yaşatıyorlar. Küçük, ancak hepsi birbirinin benzeri gotik binalarla dolu şehirde, gözlerden kaçmayacak derecede “Osmanlı” görünen heykelin hikayesi ise rivayete göre şöyle: Çerkes Dayı adlı Osmanlı askeri, Viyana’nın kapılarından birine düşen topun açtığı gedikten içeriye yalın kılıç dalar. Ardından kimsenin gelmediğini gören Çerkes Dayı, aynı gedikten gerisin geri sıvışmak varken, düşman saflarına doğru ileri atılır. Savaşarak şehit olmayı tercih eden bu kahraman Osmanlı’nın anısına, yıllar sonra küçük bir heykel dikilir. Karşı saftan da olsa, şahlanmış atının üstünde kılıcı havada savaşan bir kahramanın anısına heykel dikme inceliğini gösteren Viyanalılar, şehrin 4 farklı yerine de bir dönem adının anılmasıyla yüreklere korku salması bir olan “Türk Güllesi” heykellerini kondurmuşlar.

Çerkes Dayı hikâyeleri nedeniyle, iki kuşatmaya rağmen Viyanalılar, Türkler’e karşı düşmanlık hissi duymamışlar. Aksine Türkiye ve Türkler’e sempati duymuşlar. İkiyüzyılı aşkın bir sürede Türk modasına ve Türk mutfağına büyük ilgi duymuşlar. Ünlü Mozart bile ‘Türk Marşı’nı o zamanlarda bestelemiş.

VİYANA’DA TÜRK KAHVESİ’NİN ÖYKÜSÜ

Viyanalılar’ın Türk kahvesi ile tanışmalarının öyküsünü, rehberimiz Mustafa Küçüktekin, Cafe Mozart’ta anlatırken.

Osmanlı Ordusu Acı kayıplardan sonra  geri dönerken, diğer tüm gereksiz ağırlıklarla beraber çekilmemiş kahve çuvallarını da geride bırakmıştır. Surların dibindeki kahve çuvalları da, göstermiş olduğu kahramanlıklar nedeni ile kuşatma sonrası Ukrayna asıllı Polonyalı Jerzy Franciszek Kulczycki’ye verilmiştir.

Kulczycki’nin kahramanlığı da ilginç aslında. Ukrayna’da doğan ve Belgrad’da bir süre çalışan bu genç akıcı bir Türkçe öğreniyor. Daha sonra Viyana’da yaşamaya başlayan bu tüccar, şehir kuşatmanın sonlarına doğru açlıktan kırılırken bir gece Türk giysileri ile surlardan gizlice dışarı çıkıyor ve Mehter Marşları mırıldanarak şehrin hemen dışındaki Kahlenberg Tepesi üzerinde konuşlanmış Osmanlı Ordusu’nun uzağında bekleyen Lorraine Dükü Charles’a ulaşıp son haberleri alıyor. Dük’ten çok yakında büyük bir Haçlı Ordusu’nun kuşatmayı kırmak üzere yardıma geleceğini öğreniyor ve hemen geri dönüp bu bilgiyi Viyana’ya ulaştırıyor. Tam şehrin anahtarını Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya vermeyi düşünen Şehir Konsül Heyeti de, savunmaya son güçleri ile devam etme kararı alıyor.

Kuşatma sonrası bu tüccar da, kendisine verilen çuval çuval kahve ile Avrupa’nın üçüncü, Viyana’nın ilk cafesini Schlossergasse’de açıp adını ‘Hof Zur Blauen Flasche’ yani ‘Mavi Şişenin Altındaki Ev’ koyuyor. Bu arada Cappuchin rahip arkadaşı Marco d’Aviano da acı kahveyi bal ve süt ile tatlandırıp köpürttüğünde elindeki karışımın rengi kendi elbisesini andırdığından, hemen isim babalığı yapıyor ve  Kutsal Roma İmparatoru I. Leopold’e sunulan bu özel sunuma ‘Cappuchino’ denmeye başlıyor.

Kulczycki iyice tanınmaya başladığında işi abartıp büyük bir pazarlama taktiği ile kahveyi Yeniçeri giysileri ile sunmaya başlıyor. Osmanlı’nın hiç kullanmadığı sütü de bol tutuyor farklı tatlar bulabilmek için. İşte o günlerden sonra kahve Viyana’nın adeta bir parçası oluyor.

Viyana Merkezindeki Kulczycki Caddesi ve Yeniçeri Giysileri ile Kahve Sunumu yapan bir heykel yer alıyor.

Karlı bir 20 Şubat 1694 sabahı Kulczycki yaşama veda etse de, günümüzde tüm Viyana Café  sahiplerince ‘Pir’leri sayıldığından, anısı her sene Ekim ayında yapılan bir festivalle yaşatılıyor ve café camlarına resimleri asılıyor. Bugün Viyana merkezde yer alan Kulczycki Caddesi’nin başındaki bir binanın köşesinde de büstü yer almakta. Viyana’da iseniz en azından bir kere, adeta sanat eseri gibi pastalar yapan, kahve için onlarca seçeneği menüsünde sunan tarihi cafélerden birine mutlaka gidin. En güzelleri arasında Sacher, yaya yolu ve lüks alışverişin merkezdeki kilise ile kesiştiği Noktaya yakın Kohlmarkt’taki Demel, Belediye Sarayı yanında Cafe Einstein, Cafe Mozart, bohem havası ile Cafe Hawelka ve Central Cafe sayılabilir.
Günümüzde tarih bilen her Viyanalı, kahvesinden ilk yudumu alırken mutlaka bu ilginç, kahramanlıklarla dolu, renkli ve hüzünlü hikayeleri anar.

Dünya şehri Viyana

Viyana, müze bakımından dünyanın en zengin şehirlerinin başında gelir. Saray ve kütüphaneleri ile de ünlü olan Viyana, bir zamanlar dünyaya hükmeden Osmanlılar’ın ele geçirmek isteyip ama geçiremediği tek şehirdir.

Yüzyıllar boyunca Avrupa’nın en önemli kültürel ve siyasî merkezlerinden biri olmuş ve bu kimliğini günümüzde de korumayı başarabilmiş Viyana, sadece Avusturya’nın değil, aynı zamanda sanatın ve müziğin, ayrıca Avrupa tarihinin başkenti niteliğinde. Burası, bir bakıma Batı medeniyetinin doğu sınırı sayılabilir. Avusturya’nın dokuz eyaletinden en büyüğü olan bu şehirde, sanatın her çeşidini, Avrupa tarihinin derinliklerini ve dahasını görebilmek mümkün.

Gerek kuşatma ve gerekse müzeler konusunu, başta rehberimiz Mustafa Küçüktekin olmak üzere, Veysel Türk, Yaşar Şadoğlu ve Önder Kaya’nın katkılarıyla sizlere sunuyorum.

Önce müzeler, sonra da kuşatmalar.

Müzeler kenti Viyana

Bir şehrin içinde savaş müzeleri her zaman ilgi çekici mekânlar olmaya adaydır. Hele de bu müze Londra, Paris, Viyana ya da İstanbul gibi emperyal bir geleneğe sahip şehirlerden birinde bulunuyorsa kıymeti bir kat daha artar.

Viyana, sahip olduğu müzeler nedeniyle en çok turist çeken kentlerin başında geliyor.

Arsenal Askeri Tarih Müzesi  (Heeresgeschichtliches Museum Arsenal)

Şehrin biraz dışında ve askeri bir alanın içinde kalan Viyana’daki Askeri Müze, 1850-1856 yıllarında ordunun ihtiyacını karşılamak ve silah müzesi olmak üzere yapılmıştır.

1848 ihtilalları sonrasında tarihi silah ve mühimmatın bir kısmının hem korunması hem de sergilenmesi için yeni bir binaya ihtiyaç duyulmuş ve bunun neticesinde Ludwig Foester ve Theophil Hansen’in yapımını üslendikleri bir cephanelik binası ortaya çıkmıştı. Esasen Foester ve Hansen inşaata birlikte başlamış, ilerleyen yıllarda Foester’in ortaklıktan ayrılmasıyla, Hansen inşaatı tek başına sonlandırmıştı. 1849’da inşasına başlanan yapının içindeki süslemelerin bitirilmesi 1872 yılına kadar sürdü. Resmi açılışı ise ancak 1891’de İmparator Franz Josef eliyle gerçekleşti.

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başında kapatılan müze, 1921 yılında tekrar açılmıştır. Bir kale ve bir kışla gibi gözükmektedir. Müze binasını ilk gördüğümüzde bize yabancı gelmeyen bir mimari yapı izlenimi ediniyoruz. Daha sonra müzenin tanıtım yazılarından, bu binanın mimarisinde, mağrib-bizans ve yeni gotik tarzın hakim olduğunu öğreniyoruz. İkinci Viyana Kuşatması’ndan kalan Osmanlı ganimetlerinin sergilendiği en önemli müzelerden biri. Müzenin önemli bir bölümü bunlar için ayrılmıştır. Bu bölüme girdiğinizde tavandan aşağı doğru asılan Osmanlı sancaklarını görürsünüz.

Savaşları tasvir eden resimler de müzenin önemli eserlerinden. Bu bölümün sonuna doğru geldiğinizde bir sürprizle karşılaşacaksınız. Bir Türk çadırı bütün heybetiyle karşınızda durmakta… Evet, savaştan kalma bir Türk çadırı da bütün haşmetiyle burada yerini almış.

Binanın dış cephesini süsleyen heykeller, dönemin en önemli heykeltıraşlarından Hans Gasser’in elinden çıkmadır. Yapının iç resimlemesi de hayli ilgi çekici öğeler içerir. Unutulmaması gereken husus binanın inşa olunduğu tarihlerde Habsburg monarşisi ayakta kalmaya, milliyetçi ayaklanmalara direnmeye çalışıyordu. Nitekim bu durumun da etkisiyle 1860’lardan itibaren devlet, en büyük azınlık grubunu oluşturan Macarların da ismini resmiyette zikredecek ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adıyla anılmaya başlanacaktı.

Haliyle müze içindeki resim ve heykellerde Avusturya toplumunun ve tarihinin gücüne sıklıkla gönderme yapılır. Ortak düşmana karşı birleşik ve uyanık olma zorunluluğu dillendirilir. Doğal olarak tarihsel süreçteki en büyük düşman da Osmanlılardır. Daha girişten itibaren Osmanlı imgesine pek de hoş olmayan kuvvetli göndermeler yapan eserlerle karşılaşıyorsunuz. Burada yer alan tarihsel komutan ya da idarecilerin bir kısmının ayaklarının altında Osmanlı savaşçılarına ya da sancaklarına tesadüf etmek mümkün. Salonun diğer kısımlarında da Osmanlı Devleti’ne karşı kazanılan zaferler tavana resmedilmiş vaziyette. Zaten müzenin en çok ilgi çeken bölümlerinden biri de ikinci kattaki Osmanlı bölümü.

Müzenin gelişimi

Depolara indirilmiş olan pek çok malzeme düzenlenen müzede yerini aldı. Yeni bazı koleksiyonlar da ziyaretçilerin beğenisine sunuldu ki bunlar arasında en önemlilerinden biri I. Dünya Savaşı’nın konu edinen resim koleksiyonudur. 1938’de Avusturya’nın Alman Reich’ına katılmasından müze de nasibini aldı. Müzenin başına Berlin Askeri Müzesi’nin de başında bulunan Herees getirildi. II. Dünya Savaşı yıllarında bu binada Nazi idaresinin başarılı propaganda örneği olan bazı sergiler düzenlendi. Müze, en büyük darbeyi 10 Eylül 1944’te yedi. Bu tarihte Amerikalılar tarafından şiddetli bir biçimde bombalandı. Öyle ki kuzeydoğu kısmı tamamen yıkıldı. Savaş sonrasında yeniden yapılandırılmasına ise ancak 1946’da başlanabildi. Müzenin adı bugün de kullanılmakta olan ‘Heeresgeschichtliches Museum’a çevrildi. Askeri tarihle ilgili yeni koleksiyonlar eklendi. Sanat Tarihi Müzesi ve Belvedere Sarayı’ndan bazı parçalar da buraya aktarıldı. Bina, gerçek anlamda askeri havası ile ön plana çıkan bir sanat müzesine çevrildi. Teknik Müze’den de donanmaya ait bazı model gemiler getirilerek ayrı bir bölümde sergilenmeye başlandı. Müzedeki koleksiyonlar Avrupa’nın son beş asırdaki tarihine ışık tutar nitelikte. Ayrıca Avrupa’daki en önemli Osmanlı savaş malzemesi koleksiyonu da yine bu müzede bulunuyor.

Müzenin giriş katında hemen sağ tarafta Avusturya tarihinin farklı devrelerinde kullanılan üniformalar ve şapkalar sergileniyor. Yine 19. ve 20. yüzyıla ait bazı ateşli silahları da burada incelemek mümkün. Bu bölümün belki de en ilgi çekici kısmı I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebebiyet veren ve Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand’a düzenlenen suikasta dair belge ve malzemeler. Bilindiği üzere Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914’de Saraybosna’ya bir ziyaret düzenlemiş ve aynı gün içinde tam iki kez suikasta maruz kalmıştı. Ziyaretin gerçekleştiği tarih, Sırplar açısından ayrıca önemliydi. Zira bu tarih Sırbistan’ın Osmanlı idaresine girişinin başlangıcı olarak kabul edilen I. Kosova Savaşı’nın yıldönümüne denk gelmekteydi. Veliahda düzenlenen ilk suikastta korumalarından bazıları yaralanmış, ancak Gavrillo Princip tarafından gerçekleştirilen ikinci suikast amacına ulaşmıştı. 19 yaşındaki tüberküloz hastası bu genç, hem Avusturya tahtının gelecek umudu olan veliahdı hem de eşini, tabancasından çıkan mermilerle öldürecekti. Sonrası malum; gerginleşen Avusturya-Sırbistan ilişkileri ve bunun sonrasında çıkan savaş, kısa bir süre sonra devreye Almanya ve Rusya’nın girmesiyle büyür. Bu ülkeleri Fransa ve İngiltere takip eder ve dünya, 20. yüzyılın ilk cehennemine sürüklenir.

Müzede veliaht ve eşinin içinde can verdiği otomobil sergilenmekte. Hatta aracın üzerindeki kurşun delikleri dahi rahatlıkla seçilebilmekte. Yine bu kısımda arşidük ve ailesinin çeşitli fotoğraflarının ve cenaze töreninin yanı sıra suikastı gerçekleştirenlerin resimleri ve suikast sırasında kullandıkları silahlar da sergilenmekte. Tekrar girişe yönelecek ve bu sefer sol tarafa doğru ilerleyecek olursak karşımıza müzenin II. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgal dönemine ait obje ve silahların sergilendiği kısmı çıkar. Burada obüs toplarından zırhlı araçlara, uçak savarlarda, projektörlere pek çok silahın yanı sıra Nazi propaganda afişlerine rastlamak da mümkün. Ayrıca savaş sonrasında müttefiklerin kurduğu düzene dair bazı objeler de bu kısımda ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş vaziyette.

Bu bölüme geldiğinizde aynı zamanda müzenin cafe kısmına da ulaşmış oluyorsunuz. Burası hediyelik eşya reyonu vazifesi de görüyor. Arzu ederseniz yine bu alanda hem müzeye dair çeşitli yayınlara hem de savaş tarihini konu edinen pek çok kitaba ücreti mukabilinde rahatlıkla sahip olabilirsiniz. Açıkçası buradaki kitap satış noktası beni hayretler içinde bıraktı. Eğer savaş tarihine ilgi duyuyorsanız sizi burada son derece zengin bir kitap çeşitliliği bekliyor.

Müze renkli etkinliklere sahne oluyor

Yola revan olacak olursanız bu sefer de sizi Avusturya donanmasına ait objelerin sergilendiği bir kısım bekliyor. Çeşitli üniformalar, gemi maketleri, pruva bölgesine konan bir takım heykelcikler, flamalar ve önemli deniz erkânının portrelerinin yer aldığı zengin bir alan burası. Yeri gelmişken hemen belirteyim ki bilhassa hafta sonları müzenin arka bahçesi son derece eğlenceli etkinliklere sahne oluyor. Belli bir devreye ait savaşçı üniformalarını giyen ziyaretçiler, arka bahçede taktiksel bazı oyunlar oynuyorlar. Bu sebepten müzeyi gezerken karşınıza bir ortaçağ savaşçısı ya da 18. yüzyıl piyadesi çıkarsa sakın ola şaşırmayın. Müzede bu tarz askeri kıyafetler belli bir ücret mukabilinde kiralanabiliyor. Hatta arzu ederseniz çocuklarınıza da bu tarz kıyafetlerden giydirebilirsiniz. Gelgelelim çoğu ziyaretçi bu işi o denli ciddiye alıyor ki kendi kıyafetlerini getirmiş ve müzeye o şekilde gelmiş de oluyorlar.

İkinci kata çıkan merdivenlerin hemen başında ise sizi, müzenin kurucusu İmparator Franz Josef’in bir büstü karşılıyor. Franz Josef 1848’den 1916’ya kadar Avusturya’yı idare etmişti. Bu yanıyla da Avrupa tarihinin en uzun süre ile tahtta kalan hükümdarları arasına girdi. Hâlihazırda bugün Viyana’da görülen pek çok müze ve tarihsel yapı onun zamanında inşa olunmuş, Viyana tam anlamıyla bir kültür şehrine dönüştü. İkinci katın giriş salonunda sizi Avusturya tarihinin zaferlerini anlatan bir dizi duvar resmi karşılar. Bu resimlerden bazıları Türklere karşı kazanılan zaferleri tasvir eder. Önce merdivenlerden çıkışta sağınızda kalan kısmı gezmenizi tavsiye ederim. Zira diğer kolda kalan kısım Osmanlılara ayrılmış. Burayı muhtemelen daha detaylı görmek isteyeceğiniz için sona bırakmanızı öneririm. Napolyon savaşlarına ve sonrasındaki Restorasyon devrine ayrılan kısımda bir kısmı Napolyon’a bir kısmı ise Avusturya imparatorları ve devlet adamlarına ayrılan tablolara tesadüf etmek mümkün. Bilindiği üzere Napolyon, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’na son verdiği için, artık 19. yüzyıldan itibaren Viyana’da oturan monarklar önce Avusturya imparatoru, sonrasında ise Avusturya-Macaristan imparatorlu unvanını taşımaya başlayacaklardır. Ayrıca bu bölüm çok sayıda harita ve dönemin silahları ile de ilgi çekici bir hale getirilmiş.

Osmanlı koleksiyonu

Gelelim asıl konumuz olan bu müzedeki Osmanlı koleksiyonuna… Avusturya’da Osmanlılara ait malzemeler, çeşitli müzelere dağılmış olsa da, en zengin koleksiyon Arsenal Museum’da bulunuyor. Burada sergilenen objeler arasında tüfekler, ok, yay, ok muhafaza keseleri, mızraklar, yatağanlar, zırhlar, sancaklar, kavuklar, kalkanlar, mataralar, havan topları ilk göze çarpan örnekler. Ayrıca, Viyana önlerinde Türkleri ya da Osmanlı-Avusturya savaşlarını anlatan pek çok gravürün, kopya baskılarını da burada bulunan büyük kataloglardan incelemeniz mümkün. Müzede bulunan ve Viyana kuşatmasını gösteren tablolar da ayrıca görülmeye ve incelemeye değer. Bu tablolarda kuşatma sırasındaki Osmanlı, Leh ve Avusturya birlikleri gayet detaylı olarak resmedilmiş. Buradan hareketle askeri tarihe dair yeniçeri giysilerinden, ateşli silahların kullanımına kadar pek çok konuda detay bilgiye ulaşmak mümkün.

Müzenin özellikle iki önemli parçasına bilhassa işaret etmekte fayda var. Bunlardan ilki ‘Silahtar’, ‘Damat’ ve ‘Şehit’ gibi unvanlar taşıyan, sadrazam Ali Paşa’ya ait olduğu söylenen çadırdır. Bu çadır Petervaradin Muharebesi sonrasında savaş ganimeti olarak Avusturyalıların eline geçmiş olup, müzede sergilenmekte. Bilindiği üzere, ‘Mora Fatihi’ olarak da anılan Paşa, 17’nci yüzyılın sonlarında kurulan, Kutsal İttifak’ın ele geçirdiği toprakları geri alma politikası çerçevesinde, önce Mora’dan Venediklileri atmış, akabinde de Avusturya seferine çıkmıştı. Ancak, Petervaradin denilen mevkide, çağının en önemli kumandanlarından biri olan ve Avusturya birliklerini idare eden, Prens Eugene de Savoy karşısında başarılı olmamıştı. Dağılan birliklerini toparlamak üzere ileri atıldığı bir sırada kendisine isabet eden bir kurşunla şehit olmuş, cenazesi Belgrad’a getirilerek kale içinde inşa olunan türbesine defnolunmuştu.

Müzede Paşa’nın çadırı için ayrı bir alan ayrılmış ve çadırın tam önüne de bir havan topu yerleştirilmiş. Çadırın kırmızıya çalan renkleri iyi korunamadığı için, her ne kadar solmuş olsa da, çadır bezeme sanatının 18’inci yüzyılda geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bir örnek. Başka bir önemli parça da, yine Prens Eugene ile mücadele ederken canından olan bir diğer Osmanlı sadrazamı Elmas Mehmet Paşa’nın hatırasını taşır. Bilindiği üzere, Paşa, Enderun’dan yetişmiş ve çok kısa bir süre içinde basamakları tırmanarak otuzlu yaşların ortalarında sadrazamlığa yükselmişti. Aslen kalemiyeden gelmesine ve bu sebeple askeri konulardan çok anlamamasına rağmen, inatçı, sert ve hırslı mizacı sebebiyle pek çok düşman edinmiş, sonunu da bu tavrı belirlemişti.

Elmas Mehmet Paşa Avusturya üzerine çıkılan 1697 tarihli sefer sırasında, ordunun geçişi için, Zenta mevkiinde, Tisa Irmağı üzerinde bir köprü kurdurmuş. Sultan II. Mustafa, yeniçeriler ve ordunun bir kısmının yanı sıra, hazineyi de karşı tarafa geçirmişti. Ancak Osmanlı ordusunu takip eden ve durumdan casusları vasıtasıyla haberdar olan Prens Eugene, Osmanlı ordusunun geri kalan kısmına saldırmış ve Elmas Mehmet Paşa ordu içinde meydana gelen paniği engelleyememişti. Paniğe kapılan ordu, köprüye hücum etmiş ve bu durumun neticesinde 2000 kadar Osmanlı askeri köprüden düşerek Tisa Irmağı’nda boğulmuştu.

Sadrazam, Prens Eugene’e karşı savunma tertibatı almaya çalışarak, köprünün bir kısmını kaldırtmış, muhtemelen bu duruma sinirlenen Osmanlı askerlerince de savaş alanında öldürülmüştü. Avusturya ordusu karşı sahile geçemeyen Osmanlı askerlerini kılıçtan geçirmiş ve bu hezimet, Osmanlı tarihinin en ağır anlaşmalarından biri olan Karlofça’ya uzanan süreci tetiklemişti. Yaşanan bu felaket sırasında Elmas Mehmet Paşa’nın koynunda taşıdığı sultan II. Mustafa’nın mührü de Avusturyalıların eline geçecektir. Üzerinde, “Mustafa bin Mehmet Han, el-Muzaffer daima” ibaresi okunan bu mühürde, II. Mustafa’nın tahta geçiş tarihi olan 1106/1695 tarihi kazılıdır. Söz konusu mühür 1891’de müzeye verilmişti.

Uzun sözün kısası, yolunuz Viyana’ya düşerse, Arsenal Museum’a bir gününüzü ayırmayı unutmayın. Hem Avrupa hem de Osmanlı savaş tarihine dair nice hatıra sizi bekliyor olacak. Bir gezgin olarak yolunuz müzelere kütüphanelere ne kadar düşer? Veya şöyle de sorabiliriz; bir ülkeye veya bir şehre seyahat ettiğinizde müzeleri gezmek ihtiyacını hissediyor musunuz? Şuna inanın, dışarıda göreceklerinizden çok daha fazlası buralarda bulunuyor. Çünkü müzeler, toplumların kendi tarihinin bütün dönemlerine ait bilim ve sanat eserleri ve toplumun hayat tarzını yansıtan diğer bütün nesnelerin toplandığı yerlerdir. Sadece kendi toplumunu da değil, tarih boyunca ilişkide olduğu, hatta savaştığı toplumların da yansımalarını buluruz buralarda. Bence müzeler olağanüstü yerlerdir. Ancak biraz meraklı, biraz da sabırlı olmak gerekir.

Bir keşif yolculuğudur müzeleri gezmek. Keşfetmek ve onları fotoğraflamak yüksek bir keyiftir. Hele Osmanlı’nın izlerini sürüyorsanız, Avusturya müze ve kütüphaneleri tam bir hazinedir.

Meşhur müze ve kütüphanelerin dışında, birçok kilise arşivleri, kütüphaneleri veya vakıf Kütüphaneleri, Osmanlı ile ilgili binlerle ifade edilebilecek eserlere sahiptir. Dilerseniz bu müze ve kütüphanelerde  de küçük gezintiye çıkalım.

Türk Müzesi – Niederösterreich’da Osmanlılar (Türken Museum- Die Osmanen in Niederösterreich)

Herkesin bilmediği, hatta muhtemelen neredeyse hiç kimsenin bilmediği müzelerden biri de, Viyana çevresinde, Aşağı Avusturya Eyaleti’nde bir küçük şehir olan Türk Müzesi’dir. Perchtoldsdorf, Mödling yakınlarında bulunan bir yerleşim birimidir. Bu müze, Aşağı Avusturya’da Osmanlılar konseptiyle tasarlanmıştır. İlk girişte bizi elinde kılıç, atıyla şaha kalkmış bir Osmanlı sipahisi karşılamakta…

Eski Belediye Binası, Enformasyon bürosu olmuş, ikinci katı da müze haline getirilmiştir. 1526- 1683 yılları arasında yapılan savaşlar ve bunlarla ilgili resimler, minyatürler, fotoğraflar, bazı kalıntılar, belge ve bilgiler, silahlar, madeni paralar, haritalar müzede yer almaktadır.

Ayrıca askerlerin ve savaşların canlandırıldığı maketler de burada yer almaktadır. Müze’deki panolarda Osmanlı tarihi hakkında da bilgi verilmektedir.

Kanuni Sultan Süleyman, ‘en büyük kuşatma’ olarak bilinen, Malta kuşatmasını yapan Piyale Paşa’ya destek olması için Turgut Reis’e emir verir. Ama buna rağmen bu kuşatma kanlı bir başarısızlıkla sonuçlanır. Malta Şövalyeleri’nin esir aldıkları Türk leventlerinin elleri bağlı heykelleri yapılarak müzelerde sergilenir. İşte bu heykellerin Viyana müzelerinde sergilenişi.
(Tuna Dergisi. Viyana Efes Müzesi Müdürü Dr. Georg Plattner’in anlatımıyla)

Viyana’daki Efes Müzesi

Viyana’daki “Neue Burg”, Sanat Tarihi Müzesi’nin eski eserler koleksiyonuna dahil olan ve içinde Efes, Tyrsa (Türkiye) ve Semadirek Adası’ndaki (Yunanistan) Avusturya kazılarından elde edilen parçaların sergilendiği Efes Müzesi’ne halihazırda 40 yıldır ev sahipliği yapmaktadır (Resim 1).

Efes’ten gelen buluntuların 1901 yılından itibaren Viyana Volksgarten’daki Theseus Tapınağı’nda sergilenmesi

Efes, antik dünyanın en büyük şehirlerinden biri sayılıyordu. Roma Dönemi’ne kadar dini ve ekonomik bir merkez olarak kalacak olan Artemis Tapınağı, Antik Çağ’daki Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri ünvanını almıştı. Şehrin Androklos tarafından kuruluşu, Eski Artemis Tapınağı’nın Kroisos tarafından vakfedilmesi, Büyük İskender’in dünyaya geldiği farz edilen gece mabedin yanışı ve Havari Pavlos’un tiyatroda halkın önüne çıkışı, bu antik şehrin efsaneden bilimsel olarak kanıtlanabilen geçmişe kadar uzanan yelpazesini tamamlamaktadır.

Augustus’un hükümdarlığında Efes, eyalet başkenti olarak Roma İmparatorluğu’nun en önemli bölgelerinden birinin merkezi haline geldi. İmparatorluk Dönemi’nden tapınak, tiyatro, çeşme ve hamam gibi çok sayıda kamusal yapı günümüze kalmıştır. 1869’da Britanyalı John Turtle Wood’un Artemis Tapınağı’nın yeniden keşfini sağlaması, ancak British Museum’un çalışmaların devamını finanse etmemesi üzerine, 19. yüzyılın sonunda Avusturya-Macaristan Tuna Monarşisi de Efes’teki kazılarla birlikte Doğu Akdeniz’de büyük bir araştırma projesi başlatmaya karar verdi. 1895’te başlayan araştırmalar, 1898 yılında kurulan Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından bugüne kadar sürdürülmektedir.

EFES’TE AVUSTURYA KAZILARI VE MÜZE ÇALIŞMALARI
19. yüzyılın sonlarındaki kazılar, genellikle buluntuların ve arkeolojik nesnelerin bir bölümünün araştırmayı yapan enstitülere ve milletlere verilmesi yönünde bir sözleşmeyi de içeriyordu. Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan Monarşisi arasındaki dostane bağlılık nedeniyle, o dönem padişah olan II. Abdülhamid, Efes’ten çıkan antik eserlerden bir seçkinin, Viyana koleksiyonları için İmparator Franz Joseph’e hediye edilmek üzere ülke dışarı çıkarılmasına izin veren bir irade kaleme aldırdı. Karşılık olarak Sultan’a Avusturya’dan Lipizzaner atları ve başka değerli eşyalar hediye edildi.

Bu durum üzerine, 1896-1906 arasındaki ilk kazı yıllarında, çok değerli bazı Efes buluntuları Viyana’ya getirildi. Yeni buluntular, 1891 yılında açılmış olan Sanat Tarihi Müzesi’nde artık uygun şekilde saklanamıyordu. 1901’den itibaren öncelikle geçici olarak Volksgarten’daki Theseus Tapınağı’nda (Resim 2) ve Prens Eugen’in eski şehir sarayı olan Unteres Belvedere’de özel sergiler yapıldı.

Part Anıtı diye adlandırılan eserin kabartma levhaları

Buluntuların verdiği şevkle yeni bir müze binası planlandı. Ancak bu plandan kısa sürede vazgeçildi; çünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu ve müdürü Osman Hamdi Bey’in girişimleri sonucu yürürlüğe giren yeni bir Türk Eski Eserler Tüzüğü’yle beraber, 1906/1907’den itibaren eski eserlerin yurtdışına çıkarılması yasaklandı. Bundan sonra Efes’ten Viyana’ya başka buluntu gelmemiştir.

Sonraki yıllarda iki tane dünya savaşının da getirdiği zorluklar nedeniyle sadece geçici çözümler bulunabildi. Sonunda 1973 yılında bakanlık kararıyla Heldenplatz’daki Neue Burg’da bir Efes Müzesi kurulması sağlandı. 1881 yılında inşasına başlanan imparator sarayının görkemli mekanları, eserlerin büyük bölümünün -birkaç metre yüksekliğe ulaşan mimari parçalar da dâhil olmak üzere- sergilenmesini mümkün kıldı. Bugünkü biçimiyle Efes Müzesi, Aralık 1978’de zamanın federal cumhurbaşkanı Rudolf Kirchschläger tarafından açıldı. Aralık 2018’de, 40. doğum günü kutlamaları için yeni bir sergi bölümünün açılış töreni gerçekleştirildi. Efes Müzesi’nde artık üç antik yerleşim olan Efes, Trysa ve Semadirek’ten elde edilen buluntular sergilenmektedir.

VİYANA’DA SERGİLENEN EFES ESERLERİ
Geç Klasik Dönem Artemis Tapınağı’nın büyük sunağının Efes’ten getirilen parçaları sergide yer almaktadır. Bunlar devşirme olarak yeniden kullanılmış halde tiyatronun yakınlarında bulunmuştur. Tahminen bunlara ait olan yaralı bir Amazon kabartması ise, M.Ö. 5. yüzyılda Efes’te, en ünlü Yunan heykeltıraşların katıldığı bir yarışmada “icat edildiği” söylenen üç büst türünden birini izler.

Sayısız parçalar ve bütün levhalar halinde, hemen hemen 40 metre uzunluğunda olan ve insan boyutlarından biraz daha büyük figürleriyle günümüze kalan Part Anıtı adlı bir Roma İmparatorluk Dönemi kabartma serisi, kapsam ve anlam bakımından eşsizdir (Resim 3). Art arda üç nesil boyunca Roma İmparatorluğu’nu yönetmiş en az dört Roma imparatorunu [Hadrian, Antoninus Pius, Lucius Verus ve Marc Aurel (M.S. 117-180)] içeren bir kabartma, merkezi oluşturmaktadır. Barbarlara karşı başarılı bir mücadele içindeki Romalı askerler, bir tanrılar meclisi ve bir dizi şehir ve eyalet kişileştirmeleri ile beraber bu devlet anıtında, imparatorluğu taşıyan sütunlar övülmektedir. Bunlar, nesiller boyu süren siyasi düzen, bütün dış düşmanlara karşı askeri güç, gelişen eyaletler sayesinde kurulan toplumsal ve ekonomik temel ve tanrılar dünyasının dini desteğidir. M.S. 140 civarına tarihlenen anıt, Geç Antik Çağ’da parçalarına ayrılmış ve levhalar birçok kez yeniden kullanılmıştır. Öyle ki, anıtın biçimi ve orijinal konumu hakkında bugüne kadar sadece tahmin yürütülebilmektedir. Efes Müzesi’nde bundan başka, anıtsal bir İmparatorluk Dönemi hamamı olan Liman Gymnasiumu’ndan getirilen, içlerinde güreş alanından bir atletin bronz heykelinin de bulunduğu heykeller sergilenmektedir (Resim 4). Antik bronz heykeller, malzemenin yüksek değerinden dolayı çoğunlukla sonradan tekrar eritilmiş ve bu yüzden de günümüze kadar nadiren ulaşabilmişlerdir. Efes’teki heykel, bir deprem sırasında kaidesinden ayrılmış ve çöken çatının altında gömülü kalmıştır. 234 parça, Viyana’da 1897/1898’de yeniden bir araya getirilmiştir.

Roma anıtlarının fikir verebilecek nitelikteki kesitleri, mimari örnekler halinde sergilenebilmektedir. Kirişle beraber iki sütunu Viyana’da dikilen Oktagon, tahminen IV. Arsinoe’nin mezar yapısıydı. Mısırlı prenses, kız kardeşi ünlü Kleopatra’nın emriyle M.Ö. 41’de sürgündeyken, Efes’teki Artemis Tapınağı’nda öldürülmüştür. İç savaşın kargaşasının ardından, belli ki Augustus’un isteğiyle şehir merkezindeki anıt inşa edilmiştir. Tiyatronun, Celsus Kütüphanesi’nin, Liman Gymnasiumu’nun ve anıtsal bir dairesel planlı yapının daha başka yapı parçaları, Anadolu’nun Roma mimarisi hakkında bir fikir vermektedir.
Uzun yıllar depoda kalan, portre sanatının önemli şaheserleri de yeniden görülebilmektedir. Bugüne kadar hiç sergilenmemiş kamusal alan heykelleri restore edilmiş olup ve mermer ticaretinin gelişmiş lojistiği hakkında bir fikir veren, gösterişli renkli mermerden yapılmış antik sütunlar ile beraber yeniden sunulmaktadır.

EFES MÜZESİ’NDEKİ DİĞER ESERLER
Efes Müzesi’nde Yunanistan’ın Semadirek Adası’ndaki kazılardan elde edilen buluntular da sergilenmektedir. 1873 ve 1875 yıllarında Viyana Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nün ilk ordinaryüsü Alexander Conze, orada iki Avusturya araştırma gezisi yürütmüştür. Burada, Antik Çağ araştırmalarının henüz erken bir döneminde, her şeyden önce bilimsel bir yöntem takip edilmiştir. Araştırma gezisinin amacı mabedin belgelenmesi ve teorik rekonstrüksiyonunun yapılmasıydı. Fotoğraf da ilk kez detaylı kazı dokümantasyon metodu olarak kullanılmıştır.

Semadirek, Geç Antik Çağ’ın ve Helenizm Dönemi’nin önemli bir mistik dini merkeziydi. Hieron, mistiklere kültün gizemlerinin açıklandığı törenin yapıldığı tapınak benzeri bir yerdi. Dor mimarisinin parçaları, çatı süslemesi ve alınlık heykelleri Efes Müzesi’nde görülebilir. Daha başka mermer yapı parçaları, M.Ö. 3. yüzyıl başlarından kalmış Yunan Antik Çağı’nın en büyük üstü kapalı dairesel planlı yapısı olan Arsinoe Tapınağı’nı belgelemektedir.
Efes Müzesi’nde ilk defa Tyrsa Heroonu (M.Ö. 380 civarı) da tematize edilmektedir (Resim 5). Türkiye’nin güneybatısındaki Likya’dan gelen ve ünlü Halikarnas Mozolesi’nin öncülü olarak nitelenen mezar anıtının, özellikle zengin kabartma süslemeleri çok önemlidir. Çevre duvarının dört iç yüzünün her biri, giriş duvarının dış yüzü ve duvarla çevrelenmiş avlu içindeki mezar yapısı kabartmalarla süslüydü. Şehir kuşatması, av ve savaş, mitolojik sahneler, Amazon ve Sentor savaşları gibi çok çeşitli konular anlatılmıştır. Bunlar, çeşitlilikleri bakımından Heroon’u Likya’nın en zengin anıtı yapmaktadırlar. Buradaki Yunan ve Pers etkilerinin kaynaşması, doğrusal perspektifin ilk belirtileri ve ayrıca mezar sahiplerinin efsane ve hikayesinin paralel anlatımının sanat tarihi bakımından eşsiz biçimde gerçekleştirilmesi, eski Akdeniz dünyasında tektir.

Kabartmalar, anıtsal kapı ve mezar yapısının parçaları, Türk makamlarının izniyle 1882’den 1884’e kadar geçen sürede Viyana’ya nakledilmiştir. Ancak anıtın boyutları şimdiye kadar uygun bir yerleştirmeye engel olmuştur. Şu an Avusturya Tarih Evi’ne geçici bir sergi dolayısıyla bırakılmış olan bir mekanlar grubunun yenilenmesinin, yakında tüm friz serisinin sergilenmesini mümkün kılacağı umulmaktadır. Güncel yeniden kurulumda bir ön izleme olarak güney ve batı duvarından önemli kabartma levhaları gösterilmekte, anıt ve anlamı açıklanmaktadır.

Böylece Efes Müzesi, 19. yüzyıl arkeolojik araştırmaları hakkında bir fikir vermekte, o dönemin Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya Monarşisi arasındaki iyi ilişkileri ve Efes’teki güncel araştırmaların en yeni sonuçlarında görüldüğü gibi, günümüzde Türkiye’deki kazı projelerinin başarılı uluslararası bilimsel işbirliğini belgelemektedir.

Viyana Şehri Tarih Müzesi (Historisches Museum der Stadt Wien)

Gezimize Viyana Şehir Tarih Müzesi’nde devam ediyoruz. Karlsplatz’da bulunan Viyana Şehir Tarih Müzesi, 1887 yılında kurulmuş. Bugünkü yerine 1959 tarihinde taşınmış.

Müzenin bir bölümüne “Türk Ganimeti” adı veriliyor. Bu bölümde Savaştan kalma silah ve muhimmatlar var. Ayrıca, Kuşatma ile ilgili manzaralar, şehir planları da bu bölümde muhafaza ediliyor. Müzede bulunanlardan bazıları; Kara Mustafa Paşa’nın Çadırı, Kara Mustafa Paşa’nın Resmi, Sancak, Türklerin Viyana’ya saldırısını gösteren resimler, Kara Mustafa Paşa’nın Viyana Şehrine ve Kalesine Mektubu.

Sanat Tarihi Müzesi  (Kunsthistorisches Museum)

Sanat Tarihi Müzesi’nde Kanuni Sultan Süleyman ve Ferdinand savaşlarından, 16. Yüzyıldan kalma savaşlardan günümüze kadar gelen savaş malzemeleri. Osmanlı’lar ile Habsburglar’ın karşılıklı göndermiş oldukları hediyeler bulunmaktadır.

Avusturya Milli Kütüphanesi (Österreichischen Nationalbibliothek)

Bu seferki durağımız Avusturya Milli Kütüphanesi. Çok sıkı güvenlik önlemleri altında kütüphaneye giriyoruz. Kütüphaneye çanta, cep telefonu, fotoğraf ve video kameralar sokmaya izin verilmiyor. Bunları emanete teslim etmek zorundasınız. Bütün bu sıkı kurallara rağmen kütüphaneden istifade etmek ise basit ve hızlı. Belli prosedürler uygulanıyor.

Doktorave üstü araştırma yapanlar kitapları ödünç alabiliyorlar. Ayrıca dikkatimi çeken başka bir husus, araştırmacının üzerinde çalıştığı kitaplar, belli bir süre yerine konmuyor, araştırmacının her an alabileceği şekilde hazır bekletiliyor. Zaman ve iş kaybı önlenmiş oluyor. Avusturya Milli Kütüphanesi’nin tarihsel kökleri çok eskilere kadar uzamaktadır. Kökü 1368 tarihine kadar gitmektedir. Kraliyet Kütüphanesi olarak hizmet veren kütüphanenin, bugünkü ismi ve konsepti, 1945 yılında belirlenmiş. Bu kütüphanede de Osmanlı ile ilgili yüzlerce eserin olması tabiidir. Türkiye’de yayınlanan bazı eserlerde de yer alan, Osmanlı toplumunu çeşitli yönleriyle yansıtan resimlerin yer aldığı koleksiyonlar ‘çok nadide eserler’ olarak burada bulunmaktadır.

Melk Vakıf Müzesi (Stift Melk)


Melk Vakfı, kendini inanç ve kültür merkezi olarak tanımlamaktadır. 12’nci Yüzyıldan beri kurumsallaşmış bulunan Melk Vakfı, Okul, Manastır ve Kütüphanesiyle hizmet vermektedir. Zengin bir yazma eserler kolleksiyonuna sahiptir. Kütüphanede, savaş zamanından kalan ganimetlerden, Kuran-ı Kerim, Osmanlı Sandığı, sürahi ve savaş aletleri bulunmaktadır.

Kahlenberg Kilisesi Sergi Salonu

Viyana’ya giderseniz, Kahlenberg’e çıkmadan dönmeyin. Bütün Viyana’yı seyredeceğiniz en güzel yerlerden biridir burası. Burada kahvenizi yudumlarken Viyana’nın ve yanından akıp giden Tuna nehrinin güzelliğine dalıp gidersiniz. Eğer Viyana kuşatmasının hikayesi aklınızdaysa, nal sesleri ve kılıç şakırtıları size eşlik edecektir. Kahlenberg, Viyana’nın en yüksek ve stratejik tepelerinden biridir. İkinci Viyana Kuşatması’nın hezimeti, buradan yapılan taaruzla gerçekleşmiştir. Tam tepede yeralan Kahlenberg Kilisesi 1629 senesinde yapılmıştır. Kilisenin kitabesinde, ‘1683’deki savaşta tahrip olmuştur. Yeniden eski haline getirilmiştir.’ ifadeleri yer almaktadır. Viyana Kuşatmasında, Avusturyalılar’a yardıma gelip, şehrin kurtarılmasında önemli yeri olan Polonya Kralı Sobieski için, kilisenin duvarında yine bir kitabe bulunmakta olup, Sobieski övülmektedir. Kilisede, 1683’den kalma bazı eşya, ve tablolar sergilenmektedir. Buradaki en önemli obje ise kilise arşiv odası duvarında bulunan tablodur. Bu tabloda, savaşta ele geçirilen Osmanlı sancağı, Papa’ya karşı, diz üstü çöken bir asker tarafından takdim edildiği tasvir edilmektedir. Bu tablo, kiliseyi ziyarete gelen turistlere kartpostal olarak da satılmaktadır.

Yazımızın başında Avusturya müzelerine küçük bir gezintiye çıkmaktan bahsetmiştik. Tabi bu lafın gelişi söylenmiş bir sözdü. Gördüğünüz gibi bu iş küçük bir gezintiyle hallolacak gibi değil.  Üç dört gününüzü sadece buralara ayırmanız gerekecek. Fotoğraf makinanız da yanınızda olsun. İşin keyfini çıkarın…

Avusturya Müzeleri ve kütüphanelerine genel olarak baktığımızda, Avusturya Osmanlı ilişkilerine savaşların hakim olduğu izlenimini ediniriz. Ancak tarihi tek boyutlu olarak görmemek gerekir. Osmanlı, yükseliş döneminde sadece askeri olarak değil, bilim, sanat, mimari, idari gibi pek çok alanda dünyanın en büyük devleti idi. Dolayısıyla zaman zaman örnek alınan, gıpta edilen bir toplumdu. Bu açılardan ele aldığımızda çeşitli alanlarda Osmanlı’nın batıya tesirleri büyük

olmuştur. Yazının sonuna gelirken dikkatinizi çekmek istediğimiz bir husus da şu; Dünyanın her bir yanında yer alan müzeler, büyük imparatorlukların veya devletlerin muhteşem hikayelerini yansıtan eserlerle doludur. Bunların karşısında bizler hayranlıkla bakakalırız. Kahramanlıklarla dolu savaşlar, el emeği göz nuruyla harmanlanmış hayatı kolaylaştıran binlerce nesne ve harikulade sanat eserleri ve niceleri…
Ama bir de madalyonun diğer yüzü vardır…  O da bize ibretle şunu gösterir; Bu muhteşem imparatorluklar devirlerini kapamış, bize bu müzelerin camekanları arkasından çaresizce seslenmektedirler.

Kuşatmalar

Birinci  Viyana Kuşatması

27 Eylül -16 Ekim 1529 tarihlerinde Avusturya Arşidüklüğü’nün başkenti Viyana’nın Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından kuşatılmasıdır. Büyük topların getirilmemesi ve kış aylarının gelmesi üzerine başarısız olan kuşatmadan sonra Osmanlı ordusu geri döndü.

Kuşatmanın nedenleri

Mohaç Muharebesi sonrasında, Budin’in Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmesinin ardından, savaşa katılmamış olan Erdel voyvodası János Szapolyai Macar kralı olarak taç giymişti. Sultan Süleyman 16 Ekim 1526’da Macaristan tacını Szapolyai’ye veren târihî fermanını imzaladı. Mohaç Muharebesi öncesinde kral II. Lajos dolayısıyla Macaristan ile bağlantılı olan, ancak savaş sonrasında Osmanlı ordularının girmediği Bohemya, Moravya, Slovakya ve Silezya gibi ülke ve bölgeler ise, II. Lajos’un karısının ve Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlken’in kardeşi olan Avusturya arşidükü Ferdinand’da kaldı. Kanunî Sultan Süleyman İstanbul’a döndükten sonra harekete geçen Ferdinand, Pressburg’da Osmanlılara karşı olan asillerden teşekkül ettirilmiş bir diyet meclisi toplayarak kendini Macaristan ve Bohemya kralı ilan ettirdi. Bu olay, Macaristan’da egemenlik için Osmanlı-Avusturya rekabetini başlattı. Kanunî Sultan Süleyman, Mohaç zaferi sonrasında fethedilen geniş Macar topraklarının, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu ile bağlantılı bir hükümdarın eline geçmesine müsâde edemezdi. Bu durum, bölgedeki güçler dengesinin Osmanlı Devleti aleyhine bozulmasına yol açabilirdi.

Ağabeyi Habsburg İmparatoru Şarlken’in de desteğini alan Ferdinand, Osmanlı ordusu geri döndükten sonra saldırıya geçti ve Tokaj Meydan Muharebesinde Szapolyai’yi yenerek Budin’i ele geçirdi. Litvanya’ya kaçan Szapolyai Osmanlı Devleti’nden yardım istedi. Kanunî Sultan Süleyman sefer hazırlıklarıyla meşgulken, Macaristan’dan fethedilen arazinin geri verilmesi karşılığında barış yapmak isteğiyle Ferdinand’ın elçileri geldi. Fakat Habsburgları Macaristan Krallığı’dan çıkarmak, Ferdinand’a gözdağı vermek, Habsburg ordusunu yakalayıp yok etmeyi amaçlayan Kanunî Sultan Süleyman, o zamanın âdetleri gereği elçileri tevkif ettirdi. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra serbest bırakıp savaş için yola çıktığı haberiyle Ferdinand’a gönderdi.

10 Mayıs 1529’da İstanbul’dan yola çıkan Kanuni Sultan Süleyman 20 Haziran’da Sofya’ya ve 18 Agustos’da Mohaç ovasına ulaştı. Szapolyai de 6.000 Macar askeri ile orduya katıldı ve burada padişahın elini öptü. Eylül’de Budin’i kuşatan Kanuni Sultan Süleyman, teslim teklifinin reddedilmesi üzerine şiddetli bir muhasara savaşına başladı. 8 Eylül’de Budin kalesinin kapılarından biri ele geçirilip genel hücum başlatılınca, ümit kalmadığını anlayan müdâfiler, hayatlarına dokunulmamak şartıyla kaleyi teslim ettiler. Kısa zamanda gösterilen bu muvaffakiyet karşısında, Osmanlı hâkimiyetine daha fazla karşı duramayacağını anlayan Boğdan voyvodasi IV. Petru Rareş de ordugâha gelerek bir tâbiiyyet antlaşması imzaladı. Elbasan sancakbeyi Hasan Bey’i Budin’de muhafız bırakan Kanunî, 12 Eylül’de Macar taht şehrinden ayrılıp Viyana üzerine yürüdü. Bu arada Ferdinand’in adamları tarafından kaçırılmak üzereyken İzvornik sancakbeyi Sultanzâde Bâli Bey’in ele geçirdiği Macar kraliyet tacı, yeniçeri sekbanbaşısı tarafından Szapolyai’ye giydirildi. Budin kalesinin fethinden sonra Osmanlı Ordusu Avusturya üzerine yürüdü.

Kuşatma

Kanunî Sultan Süleyman, 22 Eylül’de Avusturya sınırını geçti. Ertesi gün Bâli Bey’in kardeşi Semendire sancakbeyi Sultanzâde Mehmed Bey, Alman öncü kuvvetlerinin büyük bir kısmını Viyana’nın on beş kilometre güneydoğusundaki Bruck kasabası yakınlarında imha etti. Esir edilen Alman kuvvetleri komutanı Christophe Von Zedlitz ve altı general Sultan’a gönderildi. 27 Eylül’de Viyana önlerine gelen ordu, Avusturya Arşidüklüğü’nün başkentini kuşatmaya başladı.

Kanunî Sultan Süleyman, 120.000 kişilik bir orduyla Budin’den ayrılıp Viyana üzerine yürüdüğü haberi duyulunca, sadece Avusturya ve Almanya’da değil, bütün Avrupa’da bir korku başlamış, Osmanlı ilerlemesi karşısında, o sırada had safhada olan mezhep mücâdeleleri bile bir tarafa bırakılarak, Viyana’ya yardım seferi başlatılmış ve Avrupa’nın her yerinden muhtelif milletlere mensup yardım kuvveti gelmeye başlamıştı. Kuşatmadan biraz evvel bu kuvvetlerin büyük bir kısmı kaleye yerleşmişti. Ferdinand şehri terk ederek kaçmış, yerine ihtiyar ve tecrübeli bir asker olan Kont Nicolos Von Salm’i kale komutanı olarak bırakmıştı. Savunma hazırlıklarına baslayan Kont Salm de, Türk ordusu gelmeden Viyana yakınlarındaki mahalleleri tamamen yakıp yıkmış, birinci istihkâm hattından yirmi adım içeride ikinci bir istihkâm inşâ etmiş, Tuna sahillerine kazıklar diktirerek müdâfaa için gerekli tedbirleri almıştı. Osmanlı humbaracılarının yakıcı tesirlerinden korunmak için evlerin ahşap çatılarını yıktırmış, top güllelerinin tesirini azaltmak için de, sokakların kaldırımlarını söktürmüştü. Ayrıca iki ay yetecek kadar erzak temin edip, şehirdeki sivil halkı dışarı çıkarmıştı.

Kaleyi muhasaraya başlayan Kanunî Sultan Süleyman, on yedi gün boyunca döverek, şehrin surlarını iyice tahrip etmişti. Bu sırada bir Osmanlı güllesinin isabetiyle kale komutanı Kont Salm de ölmüştü. Bununla birlikte kuşatma uzuyor; kış aylarının tahrip edici etkisi ve beklenen top mühimmatının gecikmesi Osmanlı ordusu için kuşatma şartlarını zorlaştırıyordu. Çevreden aldığı istihbaratlar sonunda Viyana’ya yüz elli kilometre uzaktaki Linz’de bir Alman ordusunun toplandığı anlaşılınca, Kanunî, orduya muhasarayı kaldırma emrini verdi. Aynı zamanda çeşitli beyler kumandasındaki akıncı kuvvetlerini akına göndererek, Avusturya, Güney Almanya (Bavyera), Moravya, Bohemya, Yukarı Macaristan (şimdiki Slovakya), Silezya ve Slovenya gibi Habsburg’lara bağlı ülkelerde saldırılar düzenletti. 16 Ekim’de Viyana önlerinden hareket eden ordu-yı hümâyûn, 25 Ekim’de Budin’e, 16 Aralık’ta da İstanbul’a döndü.

İkinci Viyana Kuşatması

1683 yılında IV. Mehmet devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana’yı kuşatması ile gerçekleşti. 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya Arşidüklüğü arasında yapılan savaşların en uzun süreni bu kuşatma ile başladı.

Osmanlı’nın bu savaşta aldığı hezimet, Avrupa’da büyük sevinçle karşılandı. Artık Osmanlıların yenilmez olmadıklarını gören Avrupa, karşı hücuma kalkmaya başladı. Psikolojik savaş olarak da Osmanlı üzerinde‘büyük bir kayıp’, Avrupalılarda ise ‘büyük bir kazanç’ olarak değerlendirildi. Bu savaş sonucunda Osmanlının gerileme devrine girdiği kabul edilmektedir.

Avusturya, yönetimi altındaki Macarlara iyi davranmıyor, onları ağır vergilerle eziyordu. Ayrıca mezhep hürriyeti de tanımıyordu. Macarlar, baskılara daha fazla dayanamayınca Tökeli İmre’nin başkanlığında ayaklandılar. Kendi güçleriyle başarılı olamayacaklarını anladıklarından Osmanlı İmparatorluğu’ndan yardım istediler.

Politik nedenlerden dolayı Osmanlı İmparatorluğu uzun yıllardır Macaristan’da ve Avusturya’da Katolik olmayan azınlığa yardımda bulunuyordu. Osmanlılar zaten Tökeli İmre’yi yukarı Macaristan kralı olarak tanıyorlardı. Henüz kuşatmadan önce Osmanlı İmparatorluğu ve Habsburglar arasında Vasvar Antlaşması’nın bir sonucu olarak yirmi yıllık bir barış sözleşmesi vardı.

1681 ve 1682’de Tökeli İmre ile Habsburglar arasındaki sınır çatışması şiddetini artırdı. Habsburg kuvvetlerinin merkezi Macaristan içlerine tecavüz etmeleri, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya Osmanlı ordusunu sefere çıkarmak için IV. Mehmet ve divanını ikna etmek için önemli bir gerekçe oldu. Padişah IV. Mehmet, Kara Mustafa Paşa’ya Yanıkkale (Raab) ve Komarom kalelerine (ikisi de Kuzeybatı Macaristan’da) operasyon yapmaya ve onları kuşatmaya izin verdi. Osmanlı ordusu 21 Ocak 1682’de seferber edildi. 6 Ağustos 1682’de de savaş ilan edildi.

Hazırlıklar

Viyana, Doğu Akdeniz-Almanya ticaret yolu üzerinde oluşu, Tuna üzerinde iç kontrol noktası olması gibi nedenler yüzünden Osmanlı İmparatorluğu’nun stratejik hedeflerinin tam ortasındaydı. Kuşatma için büyük hazırlıklar yapıldı; Avusturya’ya ve lojistik merkezlere giden yollar tamir edildi; yenileri inşa edildi. Cephane, mühimmat, top ve diğer kaynaklar imparatorluğun her yanından bu lojistik merkezlere ve Balkanlar’ın içlerine gönderilmesi yapıldı.

Lojistik zamanı, Ağustos ve Eylül 1682’de bir istilaya başlamanın mümkün olmadığını ifade ediyordu. Üç aylık bir seferde Osmanlılar kışın Viyana’da olacaklardı. Ama seferin başlaması ve hazırlanması için gereken 15 aylık bir sürede de Habsburglar hazırlancak ve diğer Avrupa krallıklarına yardım için başvuracaklardı. Nitekim kış süresinde Habsburglular ve Lehistan bir antlaşma imzaladılar. Antlaşmaya göre Osmanlılar Krakow’a saldırırlarsa Habsburg kuvvetleri Lehistan’a yardıma gelecekti, karşılık olarak da Leh ordusu Viyana’ya bir saldırı olursa yardıma gelecekti.
İlkbaharda Mayıs’ın erken zamanında Osmanlı ordusu Belgrad’a ulaştı. Daha sonra Viyana şehrine doğru hareket etti. 7 Temmuz’da 40.000 Tatar kuvveti Viyana’nın 40 km doğusuna vardı. Kuşatma süresince Habsburg imparatoru I. Leopold 80 bin Viyanalı ile şehirden kaçtı ve Linz’e yerleşti. Lehistan kralı Sobieski de 1683 yazında antlaşmadaki yükümlülüğünü yerine getirmek için bir yardım sevkiyatı hazırlıyordu.

Kuşatma

Osmanlı ordusu 14 Temmuz’da Viyana’yı kuşattı. Artakalan 11.000 askerin, 5.000 sivil ve gönüllünün lideri Graf Ernst Rüdiger von Starhemberg teslim olmayı reddediyordu. Viyanalılar şehrin etrafındaki evleri ve duvarları tahrip ettiler, yıkıntıları temizlediler ve boş bir alan bıraktılar. Kara Mustafa Paşa bu problemi kuvvetlerine şehre doğruca giden hendek kazmalarını emrederek çözdü.

Osmanlılar zamanı hesaba almadılar, mamafih zaman onların tarafında değildi. Bu noktadaki gevşeklikleri, savaşın ilanından sonra ordularını kombine edip ilerlememeleri; yardım kuvvetlerinin ulaşmasına izin verdi. Tarihçiler Kara Mustafa Paşa’nın şehri zenginlikleri ve bozulmamış haliyle ele geçirmek istediğini söylerler.

Viyana’ya ise her anlamda yiyecek desteği kesilmişti. Garnizon ve sivil gönüllüler aşırı kayıplara katlanıyordu.
Kışla hizmeti öyle bir problem haline geldi ki Graf Ernst Rudiger von Starhamberg herhangi bir asker nöbette uykuda bulunursa öldürüleceği emrini verdi. Ümitsizlik gittikçe artıyordu. Bu sırada Lorraine dükü V. Charles komutası altında olan imparatorluk kuvvetleri, Macar Tökeli İmre ile Viyana’nın 5 km kuzeydoğusunda, Bisamberg’de çarpışıyorlardı.

Kuşatma devam ederken Lehistan kralı Sobieski’nin 120 bin kişilik yardım kuvvetini, Kırım Hanı Murad Giray Han’ın durduramaması üzerine bu Viyana kuşatması neticesiz kaldı.

Sonuçlar

Çocukluğumuzdan beri bize öğretilenlerde bazı yanlışlık ve eksiklikler var. Okuldaki tarih derslerimizi anımsayın. Viyana Kuşatmaları her zaman ‘Osmanlı’ya tüm Avrupa yolunu açacak kilit’ olarak anlatıldı. Oysa Viyana’yı alsaydık, sonrasında Avrupa’da hangi noktaya kadar ilerleyebilirdik, düşünmek gerekiyor. 1529’da Kanuni Sultan Süleyman tarafından gerçekleştirilen Birinci Viyana Kuşatması ile, 1683 yılında IV. Mehmet ile gerçekleştirilen ikincisini, kahramanlık edebiyatını bir kenara koyup akademik yöntemlerle değerlendirelim.

Osmanlı yönetiminde, planlama ve politik kurguların en azından ‘Duraklama Dönemi’ sonlarına kadar gerçekten benzersiz olduğunu görürüz. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman gibi bir deha, danışmanları ile verdiği önemli kararlarda her türlü değişkeni dikkate almakta idi. Viyana bir şekilde alınsaydı bile büyük bir olasılıkla fetihler daha Batı’ya doğru devam etmeyecekti. Çünkü Kanuni Avusturya Arşidükü Ferdinand’a yalnızca bir ders
vermek, Osmanlı’nın gücünü göstermek için Viyana’ya gelmişti.

Daha Budin merkezli Macaristan’daki askeri yapıyı sağlamlaştırmadan Viyana ve devamına yürümek, stratejik ve lojistik açıdan doğru olmayacaktı.
Zaten umulandan çok daha sağlam bir direniş ilk kuşatmayı başarısız kılmış ve Ordu-yi Hümâyûn İstanbul’a dönmüştü. İkinci kuşatma ise buna ön ayak olan Merzifonlu Kar Mustafa Paşa’nın kendi yaşamına mal olmuştur. Bu başarısızlık psikolojik savaş taktikleri açısında da, Osmanlı Ordusu için çok büyük kayıptır. Bugün Avusturya’nın başkentinde ‘Her Viyanalı Türkleri durdurduğu için gurur duyar’ denir.

Viyana bozgununun sorumluluğunu taşıyan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Belgrad’da idam edildi. Padişah daha sonra düşünüp yapmış olduğu başarılı hizmetlerden dolayı Kara Mustafa Paşa’nın başının kesilmesini geri almak istemiş ve ikinci bir emirle affedilmesini emretmiştir. Fakat ikinci emir ulaşana kadar görev verilen ulaklar paşayı idam etmişlerdi. Kesilip gömülen başının üzerine seng-i ibret (ibret taşı) konuldu.

Osmanlının bu hezimeti Avrupa’da büyük sevinçle karşılandı. Artık Osmanlıların yenilmez olmadıklarını gören Avrupa, karşı hücuma kalkmaya başladı. Psikolojik savaş olarak da Osmanlı üzerinde büyük bir kayıp, Avrupalılarda ise büyük bir kazanç olarak değerlendirildi. Bu savaş sonucunda Osmanlının gerileme devrine girdiği kabul edilmektedir. Böylece Türklerin Sakarya Muharebesi’ne kadar sürecek bir geri çekilme süreci başlamış oldu. Kuşatma sonrası kurulan Kutsal İttifak, Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları’na neden oldu.

Viyana’nın  dünyaca ünlü Parlamento Binası

İlhan KARAÇAY

Gazeteci / Belgeselci - Mersin 1942 doğumlu, yaşamını çok uzun yıllardır Hollanda'da sürdürüyor. Birçok gazete ve ajansta görev yaptı, TRT Belgesel kanalı için yıllar içinde birçok programa imza attı. Site: https://www.ilhankaracay.com | email: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
İlhan Karaçay

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024