Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
“Bir gün eğer Buluşursa İlyada’yla
Kuvayı Milliye Destanı,
Bilin ki işte o gün gerçek vatan
olacaktır bu topraklar hepimize”[1]
Herodot, Homer’in kendinden 400 yıl önce yaşadığından söz eder; yani M.Ö. 850’leri imler… İzmirlidir (Smyrna) Homer; ancak her halk yücesi gibi, onu sahiplenen çoktur; beşi Anadolu’dan yedi kent. Ama yazın ve sanat dünyasının, onu, üçlere, yedilere, kırklara karıştırmaya hiç niyeti yok.
Proklos’a göre Homer, “tutsak” demektir. Sakızlılara (Kios) tutsak verildiği için. Kimilerine göre de Aiol lehçesinde, “gözü görmeyen” anlamındaki bir sözcükten gelir. Ondan yüzlerce yıl sonra yaşayanlar, Dede Korkut ve Köroğlu’lar için bile onca söylence varsa, Homer için de olacaktır elbet. Köle olması da ozan ya da düşünür olmasına engel değildir. Proklos, doğru söylüyor: “Homeros’a kör diyenlerin kendileri kördür. Çünkü kafadan sakattırlar.” Homer, İzmir Pınarbaşı semti doğumludur. İlyada’da adı hiç geçmez. Sakız’da Homeros oğulları adıyla tanınıp bilinen destan okuyucuları vardır. Benim çocukluğumda da kapımızı çalıp avluda eli kulağında uzun bir destana başlayan ne çok “destancı” vardı. Binlerce yılın geleneğidir destan söylemek.
Ayrıca köleler, salt ağır işçiler değildir. Efendilerine kitap okuyan, onların çocuklarını eğiten, sanat ve şiir ehli köleler de vardır. Ezop da köleydi, dahası çok ezildiği için olmalı kekemeydi, anlattığı o güzel hayvan masallarıyla özgürlüğüne kavuşmuştu. Zoilos, Sezar’ın kölesiydi; özgürlüğüne kavuştuktan sonra Afrodisyas’ı ayağa kaldıran odur. Hyginus, Alticus, Atticus ile Polibyos da Roma’nın ünlü okuyucu köleleridir. Zeyd bin Harisse de Hz. Muhammed’in kölesiydi. Ayrıca dünü de dün gibi değerlendirmek gerekir.
Herodot’a göre, Yunan inanç sitemini kuranlar, İzmirli Homer ile Aliağalı (Elaia – Kyme) Hesiodos’tur. Hatta tanrı soylarını da onlar belirlemiştir. Bu konuda soru çok. Gerçek olan şu, o tanrılar, ad ve kılık değiştirip Anadolu’dan atlayıp geçmişlerdir Ege’nin ötesine. Oradan da Latin ülkesine… Bugün sorulan bir başka soru da şudur, çok öncelerde, Zeus yalnızca havanın, Poseydon suyun tanrıları mıydı acaba?
Homer, kendinden üç yüz elli dört yüz yıl önce, M.Ö. 1200’lerde yaşanan Troya savaşını destanlaştırıyor. Kendisi mi söylüyor, derliyor mu, yoksa başka başka ozanlarca dillendirilen tümü anonim ürünler midir; orası hâlâ tartışılıyor.
Bugün eldekiler, M.Ö. 7. yüzyılda, Ege’nin öte yakasına, Atina’ya ulaşıp Attika diline uyarlananlar. Onların çoğaltılmışları, Birbirlerinden biçem ve içerik olarak farklı birçok ilyada… Birçok yorum…
İlyada’nın Dili, Biçemi, Dokusu
İlyada’yı dilimize kazandıranlar, 1957’de Ahmet Cevat Emre, 1967’de Azra Erhat ile A. Kadir’dir. Ne kadar da geç! Azra Erhat ile A. Kadir, Yunancadan çevirmişler. Birbirlerine omuz vererek, şiirden el alarak, destanın dil dokusunu korumaya çalışarak…
Azra Erhat; “Homeros’un söylediğine bir sözcük bile eklemedik, çevrilmedik bir tek sözcük bırakmamaya da aynı ölçüde önem verdik. (sayfa 68)” diyor önsözde. Homer üzerine yazılan 40.000 kitaptan söz eder. Dahası o söz edişin üzerinden bir altmış yıl daha geçti. Homer üzerine düşünüp yazanlar arasında Efesli Zenedotos da vardır, Atinalı Sofokles de Bizanslı bilge matematikçi Proklos da…
İlyada, İlias’ın, İlyon’un destanı demektir. İlyada’da, Troya adı 46, İlyon adı 106 kez geçer. Bugünün ölü dillerinden biri olan İyoncadır, İyon-Aiol karması da denebilir. Ancak İlyada’ya, Arkadya, Akha ve Kıbrıs lehçelerinden bir şeyler karışmıştır. Her şeye karşın İlyada, “İyonyalı Homeros damgasını taşır. (Önsöz, sayfa 65)”
İlyada’da kentin özgün adı “Troia”dır. Evet, Truva değil, Troya. Unutmayalım ki, Troya, Fransa’nın değil, Anadolu’nun bir kenti. Bu lehçeler yanında, Leleg, Pelasg ve Karya dillerinden de izler görülür; yöresel söz kalıpları düzeyinde. Hitit metinlerinde İlyada ve Odysseia’dan izler bulmak da olasıdır. Örneğin, Kyklops’lar Hitit kabartmalarının o “tek göz”leri midir? Bunlar, Anadolu’ya özgü dillerdir; ne Hint-Avrupa ne Sami. Zeus adı bile Grekçe değildir. Anadolu ile Yunanistan arasındaki ilk atlama taşı da Girit’tir.
İlyada, Ege’nin öte yakasına, Atina’ya, M.Ö. 7. yüzyılda, ulaşır. Attika diline uyarlanır; Anadolu’nun “a”sı, “e”ye dönüşüyor; Hera “Here”, Athena, “Athene” oluverir. Peisistratos, İlyada’yı yeniden düzenler. Elbette sansürleyerek, Akhalıları yücelterek, İlyada’yı yamalı bir bohça haline getirerek… Somutlayalım, Akha orduları ve bağdaşıkları 300 dizeyle anlatılırken, Troya orduları ve bağdaşıklarına ayrılan, yalnızca 40 dizedir. “Bir gün gelir, yok olur kutsal İlyon” dizesi iliklerimize kadar ürpertir bizi yine de…
Atinalıların sansürlenip çıkardığı bölümler, öyküler arasında daha çok Ahileus’un (Akhilleus, Aşil) azgınlıkları vardır: Troylos, Poliksene, Palamedes, Pentesileya… Her şeye karşın, Azra Erhat’ın saptamasıyla, “Homeros’un Akhalıları yiğit, ama kaba; Troyalıları ise daha yumuşak ve daha insan saydığı elimizdeki metinden de anlaşılmaktadır. (Önsöz, sayfa 14)” Sonra ne mi oluyor? İstenen biçime sokulan öyküler, Panathenaia, yortularının vazgeçilmezi oluyor.
İlyada’yı düz anlatımdan kurtaran, o kendi içinde bütünlüğü olan iç-ek destanlardır; geriye dönüşler ve yinelemeler… “Kanatlı sözler”, kişileştirmeler. Yeri geldiğinde soyut kavramlar bile kişileştirilir; örneğin, “düş”e görev verilir.
İlyada’yı önemli kılan, kahramanlık öyküleri değildir; insanca ayrıntıları, duyguları içermesidir; öfkeleri, hırsları, dayanışmayı, ihaneti; “En akıllı insanı ayartan aşk onun içinde”… Here’nin nakışlı memeliği de…
İlyada’nın şiir ölçüsü heksametre-metrondur. Bizim aruzumuza benzer bir ölçü; yani önce müzik. Homer’den Safo’ya, o klasik güzellik… Azra Erhat, on dört yıllık İlyada emeğini, A. Kadir’den şiir desteği alarak taçlandırmıştır. Safo’yu da Cengiz Bektaş’tan. Şaire saygı ve şiirin değerini bilmektir bu.
İlyada’daki Troya Savaşı
İlyada’da, gelişi dönüşü, otuz yıllık bir serüvendir. On yıl asker toplama, savaş hazırlığı; on yıl talan, vurgun, savaş; on yıl dönüş… İlyada’da otuz yıl süren bir savaşın çok kısa bir zamanı anlatılır; “9. Yıl”ın elli bir günü.
Destan, 24 Bölümden oluşuyor. Her bölüm, Yunan abecesinin bir harfiyle gösteriliyor; Alfa, Beta, Gama…
Su perilerine seslenerek başlayan destanın, I. Bölümünün iletisi gerçekten çok değerli. Tutsak bir kadının geri verilmemesini, Apollon “veba”yla cezalandırıyor. Kadına saldırıyı hoş görmeyen bir Anadolu kültürüdür bu. Bir de Agamemnon ile Ahileus’un pay kapma yarışı, buna kadın da dahil, Briyesis için birbirlerine girmeleri, savaşın kaderini doğrudan etkiler.
II.Bölümde savaşın taraflarını öğreniyoruz; Kimler var bu savaşta, kuzeyden güneye Anadolu cephesinde: Trakyalılar, Payonyalılar (Paionlar-Kuzey Makedonya), Kikonlar (Dedeağaç), Troyalılar, Dardanyeliler, Apaysoslular (Apaisos-Lapseki), Sestoslular (Kilitbahir yöresi), Abidoslular (Abydos-Nara Burnu doğusu), Paflagonyalılar (Paphlogonia-Filyos Çayı doğusu), Alizonlar (Bartın yöresi), Frügyalılar (Phrygia-Frigya), Misyalılar (Mysia-Erdek ve güneyi), Mayonyalılar (Maionia-Lidya), Pelasglar, Karyalılar, Likyalılar… Ve Amazonlar…
Bu dayanışmaya karşın saldırganın gücü, tarihin her çağında olduğu gibi yine çok yüksek. Akhalılar, 10.000’den fazla gemiyle, on kat askerle gelip dayanıyorlar Troya kapılarına… Çanakkale’de de öyleydiler!…
III.Bölümde Menelaos ile Paris teke tek dövüşür. Sonucu Paris aleyhine olacağını gören Afrodit, Paris’i kaçırır. V. Bölümde Ayneyas ile Diamedos dövüşür. İlyada’da yer yer mitolojik öyküler de anlatılır. Örneğin, VI. Bölümde Bellerofontes’in (Bellerophontes), 24. Bölümde Niyobe’nin (Niobe) öyküsü anlatılır. Başka yerlerde de Herakles’in, zincire vurulan Zeus’un….
XIV.Bölümde Zeus ile Here sevişirler, hem de İda’nın doruğunda. Savaşın kaderi, XVI. Bölümdeki olaylarla değişir; Ahileus’un kararı da… Ahileus’un “can yoldaşı” Patroklos, onun tanrı elinden çıkmış kıyafetlerini kuşanır Sarpedon’la dövüşür önce, Sarpedon’u öldürür. Sonra Hektor’la dövüşür. Hektor, Patroklos’u öldürür, öldürmekle kalmaz kıyafetlerini soyup alır.
XX.Bölümde tanrılar iki cephede yerlerini alırlar. Destek vermekle kalmazlar, doğrudan kavganın içinde de yer alırlar. Here (Hera), Atene, Poseydon, Hermes, Hefaystos, Ares, hatta Zeus Akhaların yanındadır. Troyalıların safında yalnızca Apollon, Artemis, Afrodit kalmıştır. Ayneyas’la Ahileus karşılaşırlar; Ayneyas savaş alanından kaçırılır.
XXI.Bölümde Ahileus savaş meydanındadır. Büyük bir kırıma girişir. Bu azgınlığa, ırmaklar bile isyan eder. Skamandros ırmağının öfkesine set çekilemez. “Irmak şahlanıp şahlanıp saldırdı / … / Kurtarıyordu güzel sularında kimi diri görse /… / Korkunç, bulanık bir dalga sardı Akhilleus’ dört yanını / kalkanına çarptı itti onu akıntısıyla (XXI. Bölüm, 233 / 238 / 240-241)” Skamandros, yani Çanakkale’nin Küçük Menderes’i, Anadolu’ya yakışanı yapmaktadır. Destan yaratmak işte budur.
İlyada’nın en can alıcı, en dokunaklı parçası XXII. Bölümdür. Surların dışında bir Hektor bir de Ahileus vardır. Önce Hektor’un iç çatışması, korkusu ve kaçışı anlatılır. Sonra düello başlar. Karar, Zeus’un tartısından çıkmıştır zaten. Aslında Ahileus de bilmektedir bunu: “Sana şu anda kaçmak da yok / Pallas Atene alt edecek seni benim kargımla (22. Bölüm, 270-271) derken, zaferi kendisine hediye edenin Atene olacağını. Dahası bir deniz tanrıçası olan annesi Tetis (Thetis) Zeus’un kızıdır zaten. Düellonun sonunda, bedenine silah işlemeyen Ahileus, yurdunu savunan Hektor’u öldürür. Öldürmekle kalmaz, ölüsüne bile işkence eder. Ölüsünü, surlar etrafında yedi tur sürükler. Andromahe (Andromakhe) bayılır.
XXIV. Bölümde Hektor’un cenaze töreni anlatılır. “Kemiklerini alıp koydular bir altın kutuya / erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu (24. Bölüm 795)”. O erguvan renk, Ayneyas’la (Aineias) Roma’ya taşınmış olmasın sakın?
Evet, İlyada Anadolu’da bugünde yaşayan, Batı’da hiç olmayan geleneklerle biter. “Hadi bakalım şimdi doyuralım karnımızı 24. Bölüm, 602) denip kurulan sofralarla. Ve kadınların yaktığı ağıtlarla: “ozanlar oturdular yanı başına / ağıt yakmakta çok ustaydılar / yanık yanık ağıta başladılar / kadınlar karşılık verdi hıçkırıklarla / Ak kollu Adromakhe başladı kadınlar ağıtına / Erkeğim benim göçüp gittin genç yaşında /… / Amanın böyle ölüm yüreklere acısı!”(24. Bölüm, 720-724 /737)”
Bu “kara ölüm, kara gece, kan ağlatan, korkunç kargaşalık” savaşta İlyada’nın iletisini anlamak, Homer’in hangi tarafta olduğunu anlamak için İlyada’nın çizdiği resmi, doğru görmek gerekir. Bir metinde resim, sıfatlarla çizilir. Gelin, önce “ekin vermez, kırçıl deniz”in ötesinden gelen o “güzel dizlikli” Akhalıları, o “sürülerle sinek” saldırganları tanıyalım.
Ahileus: korkunç eller, kanlı eller, yalan dokumakta usta, dev azgınlık, kudurmuş gibi; kargı işlemez, çevik ayaklı, ayağı tez, tanrısal…
Agamemnon: köpek suratlı, boğa, yürüyordu gece gibi, erlerin başbuğu, orduların güdücüsü….
Menelaos: sarışın, Ares’in sevdiği
Klümene (Klymene): dana gözlü
Odüsseus (Odysseus): koç, akıllı
Helene: köpek gözlü
Tanrıların keyfi hep yerindedir. İşleri güçleri, şölenden şölene, nektarlı ve ambrosyalı sofralara koşmaktır. “Nektar” bileşik bir sözcüktür; “nek” + “tar”; yani ölümü yenen. Keyif için arada bir “yüzü yanıklar”ın ülkesine kadar da giderler. Boş kaldıklarında da birbirleriyle didişirler. Birbirleriyle güzellik ve güç yarışına girişirler.
Zeus: şimşek savuran, bulut devşiren, korkunç düzenbaz
Here: alık, inek gözlü, arsız köpek, ak kollu, yola gelmez, şeytan karı…
Ares: kanla doyurulan, baş belası, dönek, surlar yıkan, azgın, kızgın, insafsız, elleri kana bulanmış, savaşa doymaz…
Atene: dillere destan gerdan, ateş saçan gözler, baykuş gözlü, gök gözlü…
Anadolu’da hiçbir yerde Here tapınağı yoktur. Anadolu zulmü bağışlamaz. Ares’in yardakçıları Enyo, Eris, Fobi’dir (Phobos); yani kavga, fitne fesat, amansız korku.., Atene, o günden beri Anadolu için o “gök gözlü” uğursuzluktur. Bu yüzden biz, saygı duyulana mavi gözlü, sevgiliye çakır gözlü deriz. Düzenin bin bir türlüsü ondadır. Ahileus’a yardım etmek için, Hektor’un kardeşi Delphobos kılığına bile girer. Savaşın belirleyicisi Atene’dir; o günlerden beri anısı Atina’da yaşatılır.
Savaşın Anadolulu olmayan iki önemli kahramanı Helene ile Ahileus’dur. Helene, Zeus’un Leda’dan olan kızıdır. “Menelaos alıp eve götürecekken beni tam /…/ Oraya ben taş çatlasa gitmem (3. Bölüm, 403/410)” diyen odur; yani evine gitmek istemeyen, Paris’i azarlayan bir kadındır o. Savaşın sonunda da o Helene, hiçbir şey olmamış gibi, arkasına bakmadan Menelaos’un koluna takılıp gider. Ahileus, “inek gözlü Here”nin üvey torunudur. İskender’in idolü Ahileus, tam bir sapıktır. Priaomos’un hem en küçük oğlu Troilos’a hem kızı Poliksena’ya tutkundur. Öpmesine izin vermeyince, Troilos’un kafasını kesip öpmüştür. Pentesileya’nın cesedine de savaş alanında tecavüz etmiştir. Evet, Homer’e göre, Ahileus, tanrılar torpillisidir; Ölüm işlemez bir bedene sahiptir; oku, mızrağı, kılıcı, kalkanı, zırhı da Hefaystos tarafından yapılmıştır. Savaşı kazanan Ahileus değil, Atene’dir.
Hektor: alev gibi atılgan, oynak tolgalı, büyük, tanrısal
Paris (Aleksandros): Tanrı yüzlü
Apollon: Likyalı
Afrodit: yüzsüz, delibozuk
Kassandra: Afrodit’e benzer
Troyalı savaşçılar: seçkin erler, güzel örgülü
Troya’ya koşan Anadolu halkları: Kanatlı kuşlar, kuğular, turnalar, pıtrak gibi insan
Apollon, Didimli Leto’nun oğludur, kız kardeşi de Artemis. Homer, Apollon kültünü, kültürünü çok iyi bildiği için, ona çok belirgin bir biçimde sahip çıkar. Anadolu kadınını Andomak’ta simgeleştirir. Troya’nın Anadolulu öteki kahramanları, Ayneyas, Sarpedon, Glaukos, Pandoros’tur… Paris’in öteki adı, Aleksandros’tur, yani İskender. Büyük İskender, yıllar sonra bir bakıma kendini aramaktadır Troya’da.
Karşılaştırdığımızda ne görüyoruz. Kapkaranlık bir gece, kızıl alevler yükseliyor her yerden, ırmaklar dahil!… Yangından pay kapmak için koşturan karanlığın insanları. İnsanları kurtarmak şöyle dursun evleriyle birlikte yakmak isteyenler; arsız köpekler, baykuşlar; her köşeye bucağa uzanan korkunç, kanlı eller.
Evet, “Kıyılarda Akhalılar ağız dolusu küfürlerle kavga ettikleri halde, en ufak kötü bir söz duyulmaz Troyalılarla yardımcıları arasında Troya’nın baş belası Helene’ye bile kimse bir şey demez (Önsöz, sayfa 57)” Bu cephede yankılanan tek ses, “ya ölün bu savaşta, ya kalın (6. Bölüm, 135- 137)”
Bugünkü Troya, bir gezgin için hayal kırıklığı yaratabilir. Dahası Hisarlık’ta gördüklerimizi, Priamos’un görkemli sarayıyla bağdaştırmamızın olanağı yok. Bergama, Efes, Priyen, Afrodisyas, Laodikya, Sagalassos, Perge’de gördüğüm o görkem Troya’da yok. Ancak bunlar, hiç de önemli değil. Önemli olan İlyada’nın bize, sanata esinledikleri, mitolojiye ve şiire katkılarıdır. O halde İlyada okunmadan gezilmemelidir Troya. Homeros’un destanına konu olan, Troya VII’dir.
Azra Erhat’a göre, “İlyada, insanın insanla savaşıdır; Odise, insanın doğayla savaşıdır.”
Her savaş her zaman bir suçlu yaratır, gerekçelerini de bulur. Suçlu, Eris’in, Olimpos’ta ortaya atıverdiği o elma mıdır? Unutmayalım o, yine bir yasak elmadır. Yoksa “gülüşmeyi seven” Afrodit midir yalnızca? Elbette ikisi de değil; Helene’nin kaçırılması / kaçması, bir yağma talan bahanesidir yalnızca. Öyle ar namus kavgası falan değil. Gözlerini dikmişlerdir saldırganlar, Anadolu’nun demirine tuncuna, atına, kadınına… Hesiodos da “kızları güzel Troya” derken, gerçekte Akhalıların o çok yönlü yağmacılıklarını da vurgulamaktadır.
Üç güzeller, salt İlyada’nın değil, kültürlerin ortak figürüdür. İda’da Here, Atene, Aforodit olarak karşımıza çıkarlar; Afrodisias Müzesi’nde “neşe, tazelik, güzellik”; Karacaoğla’nın şiirinde, Şems, Kamer, Elif…
Helene, Troya’nın gelini olabilmiş midir, bunu içine sindirebilmiş midir, tartışılır. Troa’nın gelini Afrodit’tir. Virjil’in kahramanı Ayneyas’ı Troyalı Anhises’ten (Ankhises) doğurmuştur.
Troya’dan, Anadolu’da yana olanlar, Apollon, Artemis, Afrodit’tir. Bir başka anlatımla Troya’nın, Anadolu’nun payına düşenler, bilim, sanat, müzik; bolluk bereket; aşk ve güzellik. Zaten dünya yaratıldığında, karalar kuzeye doğru çekilirken, Tanrı, Anadolu topraklarında iki nöbetçi bırakmıştır; aşkı ve şiiri. Peki, Akaların, saldırganların yanında yer alanlar kimlerdir? Zeus, Here, Atene, Poseydon. Hefaystos ve Ares. Peki, Homer onlarla neyi imlemektedir? Yerin, göğün ve denizlerin egemeni olma hırsını. Aklı, beceriyi, eldeki olanakları, hatta savaşı, öfkenin emrinde salt kendi çıkarı ve geleceği için kullanmayı!…
İlyada, savaş hilesi konusunda gelecek kuşakları uyarır. Hilenin adı, “Tahta At”tır. Kasandra ve Laokoon da uyarırlar. Anadolu’nun öngörüsü iki şeyle somutlanmış olur böylece. Kasandra öngörünün simgesi kadındır, Laokoon deneyim ve bilginin. Laokoon’u boğan yılanlar, kuşkusuz o sömürgenlerdir.
“Gül parmaklı şafak” neyin imgesidir? Anadolu’nun. O imge, sonradan şöyle bir özdeyişe dönüşmüştür: “Işık doğudan yükselir (Ex Oriente Lux).” Helencede Anatolia (Anadolu) “doğu” demektir; evet, Helen’e göre de ışık Anadolu’dan yükselir.
Evet, tanrıların, ev ocak kurmanın, abecenin yolculuğu Anadolu üzerinden geçmiştir Ege’nin öte yakasına. Sonra da daha batıya!… Homer’den önce bir ozan, Herodot’tan önce bir tarihçi biliniyor mu Ege’nin öte yakasında? Tukidides, Herodot’u nasıl kendine göre yontuysa, ondan çok önce Homer’i de yontmuşlardır kendilerine göre…
Tarih, İlyada’da tanıdığımız kişi ve mekânlarla bizi, daha sonra da buluşturur sık sık. Hem de benzer kimlik, kişilik ve işlevleriyle. Bir emperyalizm idolü olan o saldırgan Ahileus, bir kez daha karşımıza çıkıyor; Granikos Savaşı’nda İskender olarak. Rivayet odur ki İskender buraya uğradığında Ahileus’un kalkanını görmüştür. Agamemnon’u bu kez bir gemi olarak görüyoruz Çanakkale Savaşı’nda; üstelik Mondros Mütarekesi’ni de bize o gemide imzalattırırlar.Evet, İlyada, bize yurt savunması için adaların ne denli önemli olduğunu öğretir. Tendos (Boscaada) Troya Savaşı’nın, Limni, Kurtuluş Savaşı’nın acı anılarını yaşatır.
Yurt savunmasının simgesi Hektor, yıllar sonra Dumlupınar’dadır Mustafa Kemal olarak… Elbette Homer’in sayesinde. Hem Fatih hem Mustafa Kemal, Hektor’un öcünü almaktan söz ederler Homer’in kazandırdığı bilinçle. Gerçek yurtseverlerin sorumluluk ve duygu ortaklığıyla…
Evet, ikisi de İlyada’yı okumuştur. İkisi de Troya Savaşı’nın geçtiği alanları adım adım gezmiş, Ahileus Tümülüsü’nü ziyaret etmiştir. Mustafa Kemal, Sofya’ya askeri ateşe olarak gitmezden, yani Çanakkale Savaşı’ndan üç yıl önce. Dahası Pers Kralı Kserkses ile Büyük İskender’in de izlerini sürmüştür. İskender’in Anadolu’ya ayak bastığı yerden başlamıştır işe. Krokiler çize çize… Coğrafyayı tanımayan, bilmeyen askerin, hiçbir başarı şansı yoktur da ondan.
Fatih İstanbul’u fethettikten sekiz yıl sonra, 1461’de tarihçisi Kritovulos ile Troya’dadır. Kritovulos, Fatih’in sözlerini, kayda şöyle geçirmiş: “Geçen bunca yıldan sonra, bu şehirle insanlarının intikamını almayı Allah bana nasip etti. Düşmanlarına boyun eğdirdim, şehirlerini fethettim ve ülkelerini Mysialıların yağmasına çevirdim. Şehri kuşatan Helen, Makedon, Tesalyalı ve Peloponezliydi. Onların soyundan gelenleri bunca yıldan sonra, o dönemde ve daha sonraki yıllarda biz Asyalılara küstahça davrandıkları için cezalandırdım.” (Kritovulos Tarihi, Sayfa 539, Heyemola Yayınları 2012)”
Bakın bu konuda Montaigne ne diyor: “Türklerin padişahı İkinci Mehmet, Papa İkinci Pius’a şunları yazmış: İtalyanların bana düşman olmalarına şaşırıyorum. Biz de İtalyanlar gibi Troyalıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor’un öcünü almak, benim kadar onlara da düşer; onlarsa bana karşı Yunanlıları tutuyorlar.” Umarım, bu tümceler, soyseverlerimizi Fatih’ten de soğutmaz.
Hektor’un, “ya ölün bu savaşta, ya kalın (6. Bölüm, 135 – 137 dize)” buyruğundan Mustafa Kemal’in “Ya istiklal, ya ölüm!” iradesine. Hektor’un anası Hekabe, Sakarya’nın kızıdır. Sakarya Savaşı’yla, Troya’nın öcü bir kez daha alınmıştır. İlk kez Andromahe ve Pentesileya bir başka gerçeği gösterir hepimize, Anadolu kadını gerektiğinde kocasının yanındadır, gerektiğinde göğüs göğüse cephede!…
Evet, Troya Savaşı, bir Anadolu dayanışmasıdır. Bu toprakların ruhu ve kültür mayasıdır. Çanakkale’de ve Dumlupınar’da zaferi getiren bu buluşmadır. İlyada’nın iletisini alanlar var, hâlâ ona uzak duranlar da…
25 Ama Batı uzak durmuyor. Batı, İlyada’yı okullarında okutuyor. Salt kendine bir geçmiş, kültürel bir köken aradığı için mi? Yoksa şiirle tarihe ve sanata, dahası insana daha kolay kapı açıldığı için mi? Çocuk eğitiminde, onun psikolojisine uygun bir olanak sağladığı için mi? Bence ikisi de. Masaldan yararlanılacaksa, “tarih”in şiir ve sanatla buluştuğu bir kaynaktan yararlanmak, kendi geçmişimize böyle yürümek daha doğru değil mi? Dahası İlyada bizim! Kendi toprağımızın destanı!… Elbette 1071’den öncesini de yurt belleyebiliyorsak! İşte o zaman tarih, kuru bilgiler yığını olmaktan çıkacaktır. Çocuklarımız da işte o zaman o “Tarihi sevmiyorum!” yakınıp sızlanmalarından vazgeçeceklerdir.
“Dili oynaktır insanoğlunun / söz tarlasında otlar durur / ne söylersen onu alırsın geri (20. Bölüm, 247-249)” Homer böyle diyor. Görülen o ki yetkinliğin doruğuna çıkıp iyi söylemiş. Onca kendine yontmalara karşın ana damarını hiç yitirmemiş. Birileri unutturmaya çalışsa da halk hiç unutmuyor.
Poliksena, Ahileus’a aşık olur. Ahileus, cinsel tutkusu yüzünden, en zayıf yerinin topuğu olduğunu, ancak oradan vurulabileceğini Poliksena’ya söyler. Yurt sevgisi aşka ağır basınca Poliksena, bunu fırsata çevirir ve bu bilgiyi Paris’e söyler. O korkak Paris, zehirli okuyla, Ahileus’u topuğundan vurur.
Evet, coğrafyanın belleğini silmek olası değil. Poliksena Kızöldün Höyüğü’yle hâlâ Çanakkale’de. Amazonlar kraliçesi Pentesileya, göğsünün altındaki yarayla Afrodisias Müzesi’nde… Odüsseus’un Kiklop’u da epeyce biçim değiştirse de iki bin yıl sonra Dede Korkut’un Tepegöz’ünde…
Anadolu’da tanrılara insan kurbanı yoktur. Ne Luvilerde, ne Hititlerde ne de Troyalılarda… O barbarlık, ona buna “barbar” diyene, Helen’e özgüdür. Savaş ya da başka gerekçelerle, Anadolu’da hiçbir ana, Klytemestra’nın acısını; hiçbir çocuk da sunakta İfijenya’nın yazgısını yaşamamıştır. Klytemestra, Helene’nin ablasıdır; yani Agamemnon ile Menelaos bacanaktırlar. Bunlar, İlyada’da yer almaz. Tahta At hilesi de. Tahta At, o uğursuz “gök gözlü Atene’nin (Athena, Athene) son ihanetidir Anadolu’ya. İlyada, Hektor’un ölümüyle biter. Homer’in kahramanı ölünce destan da biter. Başkasının zaferini kutlamak değildir Homer’in işi.
Anadolu’nun “yorulmaz güneş”e koşan o ünlü atları ve savaş arabaları, İlyada’nın olmazsa olmazlarıdır. Atları da ağlatan bir destandır İlyada. Biz o atları, Hitit kabartmalarından tanırız; o ünlü arabalara koşulmuş halleriyle.
Anadolu’da kadının konumu farklıdır. Atina’nın sofrada yeri olmayan kadınlardan değildir onlar. İlyada’yı önemli kılan da budur; Troya’da yani Anadolu’da kadına verilen önemi, tekrar tekrar somutlamasıdır.
Andromahe, “Sensiz kalmaktansa toprak yutsun beni daha iyi / Benim senden başka dayanağım yok (VI bölüm, 409-410)” diyen kadındır; o seven, sadık eş. İşte tam da bu sestir, çağlar boyu duyduğumuz Anadolu kadının sesi.
İlyada’da ananın sıfatı “ulu”dur. Anadolu’da eve kapalı kadın yoktur. Anadolu’da kadına uzanan el onmaz. Bugünlerde, unutmuş olmalıyız bunu, kadın cinayetleri yine aldı başını gitti!
Troyalı kadınlar, “elbisesi yerde sürünen, derin göğüslü” kadınlardır. Kadınlar, kemer, korse, memelik kullanırlar; göğüsler dik ve büyük görünsün diye. Şimdi sormak gerekmez mi, kaç yüzyıl unuttuk biz bu kültürü?
Lidya’nın doğusunda dokumacı kadınlar vardır. Dün Laodikya’daydı onlar, bugün Buldan ve Denizli’de. Evet, o gelenek aynıı coğrafyada bugün de yaşıyor.
Heinrich Schliemann o dillere destan hazineyi, Troya II’de bulmuştur. Oysa Troya VII’dir destana konu olan. Schliemann’ın buldukları, ne Sofya’nın şalına sığmıştır ne de gerdanına!… Çıkan hazine, kadın takılarının çeşitliliğini ve güzelliğini gösterir. O hazine, şimdi Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde.
İlyada’da konuk, hep tanrı misafiridir. Elbette Schliemann’lar değil. Savaş nedeni Paris’in konukluğu da bir yana!… Töresi olan bir kültürdür konukluk. Konuğa her zaman saygı gösterilir. Bir de yalvarana; yoksa Hektor’un cenazesini, Priamos’a asla vermezdi Ahileus.
Troya’da masası, sediri, iskemlesi, sandık odası, kileri olan evler var. Kilerin anahtarı, daima evin hanımındadır. Peki, bugünün Anadolu’sunda böyle kaç ev var? Hangi yıkımları yaşadık biz? Domato “ev, oda” demektir; Mükale (Mykale) eteğindeki Doğanbey’in eski adı da Domatia’dır.
Banyo, vazgeçilmez bir yaşam tercihidir. İbrik leğen getirip el yıkama da. Bu gelenek, benim çocukluğumda da vardı. Anadolu böylesi bir sürekliliktir işte!
Özetle İlyada’nın özünü, yaşayan Luvi halk söylenceleri, çalgı eşliğinde anlatılan, kuşaktan kuşağa aktarılan mitolojik öyküler oluşturur. O çağın Dede Korkut’udur kuşkusuz Homer. Şu değişmez bir gerçektir; coğrafya, fethedenleri de fetheder çoğu kez. Cengiz Bektaş bu olguyu, “Ben onun sonrası mıyım / O benim geçmişim mi?” Elbette ikisi de. Sarıkız da Paris gibi İda’ya bırakılmıştır. İkisini de bırakan o, töre tutsağı, korkak babalar! “Bugün o taşı zor kaldırır iki insan (5. Bölüm, 303)” dizesi, sizi Seyit Onbaşı’ya buluşturmuyor mu? Beni buluşturuyor. Homer’e göre ölüm, “karanlığın ta kendisidir”. Karanlığa değil, “Gül parmaklı şafak”lara gereksinimiz var.
Bu coğrafyanın, “gül parmaklı şafak”larda yola çıkanı bir iki değil. Hem de Sinan Meydan’ın o “Son Truvalılar”ı Fatih’i ile Mustafa Kemal’i hiç unutmadan.
Bilge Karasu, güncel öykülerinde bile “Troya’da Ölüm Vardı” imgesine sarılırken, Melih Cevdet Anday “Troya Önünde Atlar”ı şiir çeşmesine çekiyor. Hikmet Çetinkaya, “Troya’dan İyonya’ya” yolculuğuna Özdemir Nutku’nun “Troya’nın Tahta Atı”yla çıkmış olmalı. Yusuf Ay’ın “Troya’nın Gelini Helene”yi Enis Batur’un “Tahta Troya”sına nasıl bindirip indirdiğini merak ediyorsanız onu da Rüstem Aslan’a sormak gerekir; çünkü “Homeros’tan Günümüze Troya”nın ıcığını cıcığını o biliyor.
İskender Azatoğlu, durup durup “Troya’nın Acı Öyküsü”nden söz etse de Ülkü Ayvaz gibi ben de“Troya’yı Özlüyorum”, hem de çok!… Çünkü nicemiz, Yalvaç Ural gibi “Troyalı Helena ile Paris ve Tahta At Efsanesi” ve Cevdet Cantürk gibi de “Hektor’un İntikamı” ile büyüdük. Başaran usta “Koca Bir Troya Dünya” derken o tutkulu özlemimizi bakın nasıl şiirleştiriyor. Evet, Troya’da: “Yere basarken ürperiyor insan / Kırmızı açıyor hâlâ / Suskun örende gelincikler.”
Adile Ayda “Etrüskler (Turksalar) Türk İdiler” derken, Haluk Şahin “Troyalılar Türk müydü” sorusunu kuşkusuz hepimiz adına soruyor. Onun “Ada”sı da bu merakın rasathanesidir.
Fazıl Say’ın “Truva Sonatı” eşliğinde siz de Suat Dülger gibi “Mitten Felsefeye Truva Arkeolojisi”ni merak ediyor, Aydoğan Yavaşlı gibi “Maceralar Teknesi Truva’da” yıkanmak istiyorsanız, o zaman yapacağınız ilk iş, Azra Erhat’ın “Gül ile Söyleşi”sine katılmak olacaktır, Bu söyleşiyle “Troya Masalı”nın bin birinci kapısı açılır açılmaz, eminim, Sabahattin Batu da “Güzel Helena”ya bir kez daha saç savurtturacaktır.
Bana düşen, artık çok da fazla savrulmadan, bu rüzgârda serinlemek. Daha çoğu, Afrodisyaslı hemşerim Yaşar Atan’ın heybesinde: “Homeros’un İzinde İlyada Öyküleri” ve “Homeros’un İzinde Troya’dan Savaş Efsaneleri”nde.
Kısaca, coğrafya, kaderimizden öte, alnımızın teridir…
DİPNOT
[1] Hep Gençtir Mitoloji, Tahsin Şimşek, Arkeoloji ve Sanat Yayınları 2017 (sayfa 47)